Genç piyanist Tuğçe Özcivan: “Klasik müziği seven biri hissedebildiğini bilir; hisseden biri duyarlı olmaya yatkındır”

1998 yılında İstanbul’da doğan Tuğçe Özcivan, ilk piyano derslerine 6 yaşında Lale Salayeva ile başlayıp, altı yıl sonrasında Özlem Büyükburç ile eğitimine devam etti. Özlem Büyükburç’tan solfej ve piyano dersleri alarak Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı’nın seviye sınavını geçerek yarı zamanlı eğitimine başlamış olan Özcivan, burada Prof. Ayça Aytuğ’un öğrencisi oldu. Lisede tam zamanlı konservatuvara geçiş yapıp lisans eğitimine de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda devam etti.

Lisans 1. sınıfta başvurduğu Erasmus Değişim Programı’na kabul gören Tuğçe Özcivan, 2017-2018 eğitim ve öğretim yılında Conservatorio di Musica Santa Cecilia’da öğrenim gördü ve burada çalışmalarını İtalya’nın Roma şehrinde Prof. Margherita Traversa’dan piyano dersleri alarak sürdürdü. Öte yandan, Roberto Galletto’dan oda müziği ve Ida Iannuzzi’den şan eşliği dersleri de alan genç piyanist, 2016 yazında Gümüşlük Müzik Festivali’nde Gülsin Onay, Emre Şen, Emre Yavuz ve Ilya Kondratiev gibi değerli isimlerle çalıştı; Emmanuel Mercier, Gereon Kleiner, Alfredo Perl, Gökhan Aybulus gibi usta piyanistlerin masterclass çalışmalarına da katıldı.

Yurt içinde ve yurt dışında çeşitli okul ve festival konserlerinde solo ve oda müziği çalışmalarıyla yer alan ve piyano çalış tarzına Orta Avrupa ekolünün baskın olduğu Özcivan, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı’ndan Prof. Ayla Uludere’nin flüt masterclass’ında koropetitör olarak görev aldı. 2020 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı’ndan Prof. Ayça Aytuğ’un sınıfından mezun olan Tuğçe Özcivan, Yüksek Lisans giriş sınavını birincilikle geçip aynı kurumda Prof. Ayça Aytuğ ile Yüksek lisans eğitimine devam ederken bir yandan da öğretim görevlisi olarak çalışmalarına devam ediyor.

Özcivan’a göre, konservatuar eğitimi kişiye eleştirel bakmayı, yeri geldiğinde eleştirilmeyi, bir araya gelip müzik yaparak toplu çalışmayı, emek verip sabretmeyi bilmeyi öğretiyor. Pandemide online konserlerle artan klasik müzik ilgisinin halka açık konserlerle birlikte kalıcı bir hale getirilmesini önemle vurgulayan genç piyanist, bir yandan da 20. Yüzyıl repertuarını geliştirmeyi ve piyano yazısına daha az hakim olduğum bestecileri çalışmayı istiyor.

“Piyano o kadar büyük repertuara sahip bir enstrüman ki her daim daha fazlasını tanımak için istek duyuyorsunuz” diyen, piyanoda yetkinliğini artırmak üzere günde beş saate kadar çalışmayı sürdüren bu değerli piyanistimizi tanımanız için aşağıda kendisiyle yaptığım çok bilgilendirici bir söyleşiyi paylaşmak isterim:

Müzik alanındaki yolculuğunuz nasıl başladı, nasıl devam ediyor?
6 yaşında ailemin yönlendirmesi üzerine piyano ile tanıştım. Lale Salayeva ilk öğretmenimdir. 11 yaşıma kadar onunla çalıştım, piyanoyu sevmemde büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Ardından yolum Özlem Büyükburç ile kesişti. Kendisi Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’ndan mezun olmuş bir piyanisttir. Beni yetenekli bulunca, MSGSÜ’nün konservatuvar yarı zamanlı sisteminden bahsetti. Ailem ve ben hiç duymamıştık bu sistemi o güne kadar. Bense duyunca inanılmaz bir istek duydum ve yarı zamanlı eğitime seviye sınavından hazırlandım. Bu süreç içerisinde disiplinli çalışmayı öğrendim diyebilirim. Mimar Sinan Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı’nın yarı zamanlı sınavını geçtikten sonra yolum değerli hocam Prof. Ayça Aytuğ ile kesişti. Bu konuda hala kendimi çok şanslı hissederim. Ardından hocamın yarı zamanlı eğitimim sırasında beni tam zamanlı okumam için teşvik etmesi ile lisede tam zamanlı bir piyano öğrencisi olarak eğitimime devam ettim. Lisans eğitimimi 2020 yılında tamamlayınca, aynı üniversitede şimdi yüksek lisans öğrencisi olarak devam etmekteyim. Bir yandan da okulumuzda öğretim görevlisi olarak çalışmaktayım.

İlk öğretmeninizin Rus ekolünden olduğunu düşünürsek, sizin şu anki piyano çalış tarzınızda hangi ekol daha baskın? 

İlk öğretmenim Lale Salayeva piyano öğretmenim olmasının yanı sıra çok iyi tekniğe sahip bir “piyanistti.” Beni her zaman müzikal anlamda geliştirecek ciddi eserlerle çalıştırdı. Aynı zamanda ders aralarında kendisi piyano başına geçer, etkileyici parçalar çalardı. O zamanlar küçük yaşlarda olduğum için bu ders aralarımız oldukça motive ediciydi. Bunlar benim küçük yaşta müzikal hassasiyetimi geliştirmiş olsa da, Prof. Ayça Aytuğ ile konservatuvardaki profesyonel eğitimim boyunca Orta Avrupa ekolüyle yetişmişimdir. Dolayısıyla açık şekilde Orta Avrupa ekolü daha baskındır.

Konservatuar eğitimi size spesifik olarak nasıl erdemler kazandırdı? 

Bir sanat yuvasında eğitim almanın çok başka bir tadı var. Kazandırdığı da çok şey var tabii ki. Eleştirel bakmayı, yeri geldiğinde eleştirilmeyi, bir araya gelip müzik yaparak toplu çalışmayı öğrenmiş oluyoruz. Bir de kazandırdığı büyük erdemlerden biri emek verip sabretmeyi bilmek. Çünkü çalışma süreci azımsanamayacak kadar önemli bir sabır gerektirebiliyor. Dolayısıyla konservatuvarda okumak tüm bunları ister istemez öğretiyor.

Pandemi dönemi müziğinizi nasıl etkiledi? Çalışma temponuz, enerjiniz, motivasyonunuz ne durumda? 
Herkes gibi benim de motivasyonumun düştüğü oldu tabii. Bunun yanında bazı planlarım aksadı. Fakat sağlık dışında her şey ikinci planda kalınca çözüm odaklı düşünmeye başladım ve konserlerin sağladığı çalışma motivasyonunu bulmak için alternatif yollar üretim. Yeri geldiğinde kayıtlar vs. ile bu boşluğu doldurmaya çalıştım. Yine de, normal şartlarda da evdeki piyanosunda çalışmayı tercih eden bir piyanist olarak belki diğer müzisyen arkadaşlarımdan daha az etkilenmiş olabilirim. 

Herhangi bir kurumsal destekten yararlanıyor musunuz? 
Yararlanmıyorum ve günümüz şartlarında özellikle yurt dışında eğitim esnasında çok önemli olduğunu düşünüyorum. 

Erasmus programıyla gittiğiniz İtalya’daki konservatuar eğitimi size neler kattı?
Roma’da Santa Cecilia Konservatuvarı’nda 1 sene okumanın vizyonumu çok genişlettiğini ve müzikal anlamda beni çok olgunlaştırdığını düşünüyorum. Orada Dalcroze metodu, şan eşliği gibi okulumda bulunmayan derslere girdim. Bunun yanında Prof. Margherita Traversa gibi çok yetenekli bir piyanistle çalıştım ve Prof. Roberto Galletto gibi Avrupa’da aktif olan bir piyanistten oda müziği dersleri alma fırsatı yakaladım. Avrupa’nın birçok ülkesinden Erasmus programı ile gelen öğrenciler olduğu için kendi gelişiminizi uluslararası bir şekilde değerlendirebiliyorsunuz. Oradaki derslerimden ve konserlerimden sonra arkadaşlarımdan, hocalarımdan aldığım yorumlar çok değerli ve motive ediciydi. Bu sayede doğru yolda gittiğimi anladım. Ayrıca, Santa Cecilia Konservatuvarı bünyesinden konserler verdim, eğitici etkinliklere katıldım ve birçok konsere gittim. Bazen çok çalışmanın yanında sanat anlamında bizi doyuracak şeyler deneyimlemek veya kişisel gelişimimizi sağlamak da müzisyen kimliğimizi geliştirmek adına çok önemli oluyor. Roma’dan bu anlamda çok yararlandım. 

Usta piyanistlerin masterclass çalışmalarına da katıldınız. Biraz bundan da söz eder misiniz? Ayrıca bu sınıflarda yaşıtlarınızla yer almak, onlarla müzikal fikir alışverişinde bulunmak gelişiminiz açısından neler getirdi? 
Masterclass’lar farklı bakış açıları edinebildiğimiz, ufuk açıcı yerler. Bu sebeple fırsat buldukça katılmaya çalışırım. Gümüşlük Müzik Festivali’nde ilk kez uzun süreli bir masterclass’ta bulunmuştum. Yaklaşık 10 gün sürmüştü. Gülsin Onay, Emre Şen, Emre Yavuz, Ilya Kondratiev gibi çok önemli isimlerle çalışmak benim için harika bir tecrübeydi. Gülsin Onay’ın detaylı derslerinden ve yorumlarından, ayrıca Emre Şen’in müziğe yaklaşımından çok etkilendim. Bunun yanında Açı Müzik ve Sanat Okul’nun düzenlemiş olduğu masterclass’larda Paris Devlet Konservatuvarı’ndan Emmanuel Mercier ile çalışmak ve kendisinin “Chopin: İhtilal Etüdü” üzerine seminerinde bu etüdü çalarak kendisine eşlik etmek benim için çok güzel bir deneyim olmuştur. Gereon Kleiner, Alfredo Perl, Gökhan Aybulus gibi usta isimlerle de çalıştım. Bu çalışmalarda duyduğumuz bir cümle bile bazen çok etkili olabiliyor. Mesela Gereon Kleiner’in planlı çalışmak konusunda verdiği tavsiyeleri zihnime not etmişimdir. Tabii masterclass’ların bir diğer güzel tarafı da var: Özellikle uzun süreli olan ustalık sınıflarında diğer piyanist arkadaşlarımızla da vakit geçirmiş, birbirimizin derslerini dinlemiş ve birçok paylaşım yapmış oluyoruz. Örneğin katıldığım Gümüşlük Müzik Festivali’nde piyanistler olarak harika bir ekiptik. Herkes birbirinin dersini dinlerdi, müzikle ilgili sohbet ederdik. Bunun yanında çok da eğlenirdik tabii. 

Prof. Ayça Aytuğ ile çalışmalarınızı sürdürüyorsunuz. Kendisinin sizin piyano çalış tarzınıza yönelik verdiği ve aklınızdan çıkmayan öğütler hangileri? 
Değerli hocam Prof. Ayça Aytuğ ile yıllardır birlikte çalışıyoruz. Müziğe bir şef gibi yaklaşmanın ve esere uzaktan bakabilmenin önemini her daim vurgulamıştır. Ayrıca çaldığımız “odaya” veya “konser salonuna” göre müziğin volümünü şekillendirmemiz gerektiği konusunda bana önemli tavsiyelerde bulunmuştur. Eseri müzikal olarak inşa etmemde her daim yardımcı olmuş ve esere detaylı yaklaşmamı sağlamıştır. Bunun yanında öğrencilerini her zaman motive eden yaklaşım tarzından hep etkilenmişimdir.

Piyanonuza en çok sevdiğiniz eşlikçi enstrüman hangisi? 
Sanırım flüt ve çello diyeceğim. Flütün tınısı hep hoşuma gitmiştir. 

Müzik tarihinde “keşke bu dönemde yaşasaydım” dediğiniz dönem hangisi ve neden? 
Kesinlikle 20. Yüzyıl’ın ilk yarısında bulunmak isterdim. Büyük değişimlerin yaşandığı, “ton” kavramının sorgulandığı, değişim geçirdiği zamanlar. Hatta mekân da verecek olursam Paris derdim. Empresyonist besteciler ve ardından Fransız Altılı’ları ile çok renkli zamanlar…

Sizin piyano çalış stilinizde, müzik icranızda her daim örnek aldığınız, ilham kaynağı olan piyanistler hangileri? 
Rubinstein’i dinlemeyi çok severim. Yaşayan piyanistlerdense; İdil Biret’in kayıtlarını dinlerim ve bir eser çalışıyorken “Acaba kaydı var mı?” diye baktığım ilk isim odur. Yaşayan diğer piyanistlerden ise Mitsuko Uchida, Murray Perahia  bu sıralar takip ettiğim diğer isimlerden.

“Vazgeçilmezim” olarak nitelendirdiğiniz, repertuarınıza mutlaka dahil ettiğiniz kompozitörler hangileri? 
Bu sıra piyano yazısını daha az tanıdığım ve çalıştığım bestecilerin eserlerine yer vermeye çalıştığım için bir vazgeçilmezim var diyemeyeceğim. Fakat Bach ve Liszt çalışmayı gerçekten severim. Konser repertuarımda da sıklıkla olmuşlardır. Son zamanlardaki bir diğer favorim de Prokofiev.

Herhangi bir sosyal sorumluluk projesinde müziğinizle birlikte yer aldınız mı veya yer almak ister miydiniz? 
Yer almadım. Umarım böyle bir projede bulunup, günün birinde toplumsal bir fayda sağlayabilirim. 

Piyano çalmadan önce en büyük motivasyon kaynağınız nedir? 
Bazen yapacağım çok şey olduğu için eserlerimle ilgili notlar almak veya o gün hangi esere yoğunlaşacağımı belirlemek beni motive ediyor. Ayrıca “dünden” daha iyisini yapmaya çalışmak ve parçanın günden güne ilerleyişini görmek de çok büyük bir motivasyon kaynağı!

Fotoğraf: Emre Özdemir

Şu anda her gün düzenli olarak kaç saat piyano çalışırsınız?
Yaklaşık 5 saat kadar çalışmaktayım. Umarım okul araya girince de solo repertuarıma arzu ettiğim en az 6 saat çalışmamı ayırabileceğim.

Bir yandan yüksek lisans eğitimi, bir yandan da öğretim üyeliği şapkalarını aynı anda taşıyorsunuz. Eğitmenliğiniz piyanistliğinizi besliyor mu? Nasıl bir etkileşim halindeler? 
Öğretim üyesi olarak bu sene çalışmaya başladım. Bazı öğrencilerin korrepetisyon derslerine girmekteyim. Enstrüman veya şan fark etmez eşlik partilerini öğrenmek hızlı parça öğrenmeyi de sağlamakta. Bu anlamda kesinlikle piyanistlik becerilerimi geliştirmekte. Şu an mevcut durumlardan dolayı benim eşlik kaydı atmam şeklinde dersler ilerliyor. Umarım kısa zamanda bir araya gelip, öğrencilerle birlikte müzik yapabileceğimiz ders ortamımız oluşur.

Genç piyanistlere üç tane temel öğüt vermeniz gerekse, hangilerini söylersiniz? 
Bolca kayıt ve müzik dinlemeleri, disiplinli çalışmaları fakat çalışırken hayattan kopmamaları, kendilerini diğer sanat dallarıyla, kitaplarla vs. beslemeleri…

Türkiye’de klasik müziğe olan ilginin son dönemde arttığını düşünüyor musunuz, neden? Türkiye’de klasik müziği daha çok sevdirmek için neler yapılmalı? 
Arttığını düşünmekteyim. Bunda sosyal medyanın büyük katkısı var. Günümüzde amatör ya da profesyonel fark etmez, pek çok insan icra ettiğini paylaşarak motive olmakta. Özellikle de pandemi döneminde sosyal medya bu ortamı bir nebze sağlamış oldu. Tabii bu ilgi artışı, sosyal medya ile sınırlı kalmamalı, insanların ilgisini çekecek konserler düzenlenmelidir. Halka açık konserlerin yapılması ve sadece bu konserlerin büyük şehirlerde sınırlı kalmaması; belki tüm Türkiye’de bu amaçla bir turne düzenlenmesi ve buna yönelik eserlerin seçilmesi çok etkili bir proje olabilir.

Klasik müzik sizce bir toplumda nasıl bir boşluğu doldurur? 
Klasik müzik birçok günümüz müzik akımının da kökü aslında. Klasik müziği seven biri hissedebildiğini biliyor demektir benim için. Hissedebilen bir toplum ise, duyarlı ve düşünceli olmaya daha yatkındır.

Bundan sonraki projeleriniz, hayalleriniz, hedefleriniz neler? Onlardan da biraz söz eder misiniz?
Piyano o kadar büyük repertuara sahip bir enstrüman ki her daim daha fazlasını tanımak için istek duyuyorsunuz. Ben 20. Yüzyıl repertuarımı geliştirmeyi ve piyano yazısına daha az hakim olduğum bestecileri çalışmak istiyorum. Bunun dışında pandemi bittiğinde çeşitli konseptte konserler vermek de hedefim. Bir de neredeyse kimseye açıklamadığım, uzun yıllar sonra gerçekleşmesini hedeflediğim bir totemim var…

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s