14 yaşındaki piyanist Ayşe Cemre Ağırgöl, dört yaşından beri aldığı özel piyano dersleri ve akabinde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda aldığı eğitimin üzerine bugün Mozarteum Üniversitesi’nin pre-college piyano bölümünde Prof. Gereon Kleiner’in öğrencisi olarak eğitim alıyor.
2017 yılından itibaren Salzburg Mozarteum Üniversitesi’nden Prof. Klaus Kaufmann’ın düzenlediği “Wasserburger Klaviersommer” masterclass programlarına düzenli olarak katılan Ayşe Cemre farklı yarışmalardan ödüller de aldı: Eylül 2016’da Bulgaristan’ın Albena şehrinde düzenlenen “Heirs of Orpheus’’ 4. Uluslararası Müzik Yarışması’nda ikinci, Aralık 2016’da Bursa’nın Nilüfer ilçesinde yapılan Nilüfer Uluslararası Piyano Yarışması’nda üçüncü, Haziran 2017’de İtalya’nın Milano şehrinde düzenlenen “PianoTalents Friends” adlı yarışmada üçüncü, Haziran 2018’de ise Pera Uluslararası piyano yarışmasında üçüncü oldu. Nisan 2021’de Avusturya’da katıldığı ilk yarışma olan Prima la Musica yarışmasında dört el piyano kategorisinde canlı performans ile eyalet birinciliğini elde etti.
Ayşe Cemre ile söyleşimize aşağıda ulaşabilirsiniz:

Neredeyse kendini bildin bileli, dört yaşından beri piyano eğitimi alıyorsun ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda çok disiplinli bir eğitimden geçtin. Piyano senin hayatında nasıl bir yere, önceliğe, öneme sahip? Konservatuar bu tutkunu nasıl biçimlendirdi?
Piyano benim hislerimin tercümanıdır. Hayatımın vazgeçilmezi olan bir tutkudur.
Konservatuar çalışmalarımda hep disiplinli, sabırlı ve yoğun çalışmaya önem vermişimdir. Her zaman önüme kısa ve uzun vadeli hedefler koyarak mutlaka bu hedeflerimi gerçekleştirmişimdir. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda yarı zamanlı olarak başladığım piyano eğitimine 2017 yılından itibaren tam zamanlı olarak 2020 yılında 8’inci sınıfı bitirene kadar devam ettim. Sonrasında ise 2019 Eylül döneminden itibaren hayalimdeki okul Mozarteum Üniversitesi’nin Pre-College piyano bölümüne kabul edildim ve Prof. Gereon Kleiner’in öğrencisi oldum. Eylül 2020’den itibaren de Mozarteum Üniversitesi’ndeki piyano eğitimimin yanı sıra Salzburg Mozart Musikgymnasium 9’uncu sınıf öğrencisi olarak müzik eğitimimi Salzburg/Avusturya’da sürdürmekteyim.
Konservatuar bana büyük bir çalışma disiplini ve özellikle solfej/müzik teorisi alanlarında derin bir bilgi kattı. Bu çalışma disiplini sayesinde şimdi piyanoda çok hızlı ilerleme kaydediyorum.
Geriye dönüp baktığında müzikle ilk tanışıklığın nasıl oldu?
Kendimi hatırladığımdan beri hep müziğin içindeyim. Müzik benim doğal yaşamımdır. Evimizde ve seyahatlerimizde klasik müzik başta olmak üzere çok zengin çeşitte müzik dinleyerek büyüdüm. Ailemde veya yakınlarımda bir müzisyen bulunmuyor. Annem ve babam müziğin ve sporun çocuklarına bir yaşam kalitesi sağlaması ve özellikle piyanonun beyin gelişimine sağladığı katkılar nedeniyle benim ve kardeşimin hayatımızda olmasına hep özen göstermiş.
Tam dört yaşıma geldiğimde ise ailem beni piyano ve ritim derslerinin verildiği çocuklara yönelik bir müzik atölyesine kaydettirdiler. Buradaki hocam Ahu Kahraman Yıldırım benim absolut (mutlak) kulak yani duyulan bir notayı referans almadan, başka bir notayla karşılaştırmadan tanıyabilme yeteneğimin olduğunu fark ediyor. Ancak bunun uzun bir süre takip edilmesi gerektiğini ve piyanoya ara vermeden devam etmemiz tavsiyesinde bulunuyor. Ben o gün bugündür bir gün bile ara vermeden piyano çalıyorum. Daha sonra ilkokulu okuduğum kolejdeki müzik öğretmenlerim de benim absolut (mutlak) kulak olduğumu ve konservatuar hocalarıyla görüşülmesini annem ve babama tavsiye edince benim piyano eğitimi almam konusunda ailem daha ciddi adımlar atmaya karar veriyor. Annem ve babam bu konuda ne yapılabilir diye araştırdıklarında ise çocukların üniversite bünyesinde konservatuara gidebildiklerini öğreniyorlar. Konservatuara girene kadar olan süreçte öğretmenim İdil Akçıl ile çalıştım ve LCM sınavlarına girerek sertifikalarımı aldım. Böylece ailem ile birlikte daha önce hiç bilmedikleri zorlu bir yolculuğa çıktık ve sonunda Salzburg’dayım.
Prof. Gereon Kleiner’in öğrencisi oldun. Müzik yeteneğin sana nasıl sorumluluklar yüklüyor ve avantajlar kazandırıyor?
Paris Devlet Konservatuarı’ndan Prof. Emanuel Mercier’in Türkiye’de yaptığı bir piyano masterclassına katıldığımda dersten sonra annem ve babamla bir görüşme yaparak beni Almanya’nın Münih şehri yakınlarında kendisinin de katıldığı bir masterclass programında daha uzun bir süre görmek istediğini iletmiş. Ancak küçük bir problem vardı. Bu masterclass programına 14 yaşından sonra sadece Mozarteum ve Münih Üniversitesi’nin üstün yetenekli öğrencileri kabul ediliyormuş. Babam iki ay gibi uzun bir süre uğraşarak kayıtlarımı Mozarteum Üniversitesi piyano bölüm başkanı Prof. Klaus Kaufmann’a izletebilmişti. Sonrasında ise bir ilk gerçekleşti ve ilk kez bu iki okul dışından ve 10 yaşında olan birisini programa kabul ettiler.
Çok tanınmış ve duayen bir hoca olan Prof. Klaus Kaufmann ile yapmış olduğumuz çalışmalar sonucunda benim hakkımda “gördüğüm nadir yeteneklerden birisi ve piyanist olma potansiyeli çok yüksek”ifadesini kullanması sonucunda hayallerime giden yolda ilk adımımı atmıştım.
Müzikte üstün yetenekli olmanın bana kattığı avantajlar hızlı bir şekilde yeni parçaları öğrenebilmek, neredeyse hiç teknik veya müzikal sorun yaşamamak ve yeni öğrendiğim şeyleri normal hıza kıyasla çok daha hızlı bir şekilde piyanoda gerçekleştirebilmektir. Bazı sorumluluklar ise normalden daha fazla çalışmak ve her zaman olabilecek en iyi şekilde çalmaktır. Zaten yeteri kadar çalışınca konser performansları olabilecek en iyi şekilde ortaya çıkıyor.

Salzburg Mozarteum Üniversitesi’nden Prof. Klaus Kaufmann’ın düzenlediği “Wasserburger Klaviersommer” masterclass programlarına düzenli olarak katıldın. Bu ustalık sınıfları sana spesifik olarak neler kattı? Kaufmann’ın senin piyano çalış stilin üzerindeki etkileri veya varsa hiç unutmadığın spesifik öğütleri neler oldu?
Bu ustalık sınıfları bana teknik ve müzikal açıdan bir sürü farklı şey kattı. En çok da farklı bestecilerin tarzları ve o döneme uygun parçaları nasıl çalabileceğime dair farklı şeyler öğrendim. Prof. Kaufmann bana ilk tanıştığımızda çaldığım parçaların seviyesinin bana uygun olmadığını ve daha zor parçalar çalmam gerektiğini söyleyip bir anda beni Czerny etüt ya da o tarz basit parçalar çalarken Chopin etütlere geçirmişti. İlk olarak Chopin etüt op. 25 no. 2’yi çaldıktan sonra Rachmaninoff Prelüt do diyez minör, op. 3 no. 2’yi çalışmıştık. Daha sonra Wasserburg’a ikinci gidişimde iki parçayı da sahnede çaldım. İlk gidişimde Türkiye’de hocamın verdiği ama daha sonra hiç beraber çalışmadığımız ve benim de sadece kendi kendime çalıştığım bir Beethoven sonatım vardı; onun birinci bölümünü 3-4 gün içinde sahneye yetiştirmiştim. Çok yoğun bir çalışma temposuydu; ama oldukça keyifliydi.
Prof. Kaufmann bana her konuda oldukça yararlı teknikler öğretti; ama en çok çalışma yöntemleri gösterdi. Bu çalışma yöntemleri o zamanlar benim tekniğimi çok geliştirmişti.
Ulusal ve uluslararası ödüller de kazandın. Onlardan biraz bahseder misin?
Katıldığım yarışmalardan şimdiye kadar önemli ödüller kazandım. Ancak bu yarışmalara katılış amacım sahne tecrübesi edinmek ve aynı yaş kategorisinde bulunduğum farklı ülkelerden gelen katılımcıların seviyelerini ve tekniklerini görmekti. Şu andaki esas amacım uluslararası geçerliliği ve saygınlığı bulunan önemli yarışmalardan birine katılarak kazanmayı hedefliyorum.
Peki Avusturya’da dört el piyano kategorisinde aldığın ödüle gelelim. Kimle beraber çaldın? Dört el piyano sık denediğin bir stil mi? Ve bunu yaparken partnerinle nasıl bir uyumun olması şart?
Arkadaşım Moses Pirijok’la beraber dört el çaldık. Dört el daha önce bir kere iki piyanoyla Bach Fa minör Piyano Konçertosu No.5’i Prof. Klaus Kaufmann ile masterclass açılış konserinde çalmıştım. Yarışmaya hazırlık sürecinde ve yarışmada ilk defa bir piyanoda dört el denedim, çok ilginç ve keyifli bir süreçti. Partnerimizle tempomuzun, ya da bestecilerin parçalarda bazen istediği ölçüde hızlanıp yavaşlamalarımızın aynı olması gerekiyor ve sürekli olarak karşılıklı bir diyalog halindeymişiz gibi düşünmemiz gerekiyor. Partnerimizi hep dinlemek zorundayız, hatta bir yerden sonra aldığımız nefesler bile aynı anda olmaya başlıyor.
2020 Eylül döneminden itibaren hem Mozarteum Üniversitesi’nin Pre-College piyano bölümü öğrencisi hem de Salzburg Mozart Musikgymnasium 9’uncu sınıf öğrencisi olarak müzik eğitimini Salzburg/Avusturya’da sürdürüyorsun. Avusturya’da klasik müzik ve piyano eğitimini Türkiye ile kıyaslar mısın?
Avusturya ve Almanya klasik müziğin en önemli merkezidir. Hedeflerime ulaşmak için en iyi müzisyenlerin olduğu bu ortamın içinde olmak gerektiğini düşünüyordum. Avusturya’da klasik müzik eğitimine Türkiye’ye kıyasla çok daha fazla değer ve önem veriliyor.
Çalışımın Avusturya’ya geldikten sonra profesyonelleştiğini düşünüyorum. Eskiden büyük piyanistlerin çaldığım parçaları çalış şekillerini dinlediğimde benim çalışım ile onların çalışları arasında bir sürü fark bulup, bunun üstesinden nasıl geleceğimi bilmezdim. Son iki senede zaten ilerlemekte olan tekniğimin özellikle bu sene oldukça fazla ilerlediğini düşünüyorum; öyle ki artık çaldığımda aynı büyük piyanistlerin çaldığı gibi güzel, ama aynısı olmayan, benim yorumumu da içeren tınılar çıkıyor ortaya.
Yurtdışında eğitim görmek isteyen birçok çocuk ve genç müzisyen var. Onlara nasıl tavsiyelerde bulunursun?
Her şeyden önce anadil seviyesinde yabancı dil gerekiyor. Özellikle Avusturya’da Almanca anadil seviyesinde olmayınca çok kötü gözle bakılıyor. Mozarteum Üniversitesi’nde dersler; Avusturya, Çin, Japonya, Almanya, Slovenya, Rusya ve İtalya gibi çok farklı ülkelerden gelen en iyi öğrencilerin oluşan adeta bir birleşmiş milletler topluluğu gibidir. Ancak buna rağmen Profesörler derslerin neredeyse tamamını Almanca yapıyor ve sadece ders sonlarında İngilizce 1-2 dakika kısa bir açıklama yapıyorlar.
Gymnasiumlarda ise kesinlikle yabancı dil dersleri dışında dersler yabancı dilde yapılmıyor, öğretmenler Almanca bilmeyen öğrencileri umursamıyorlar bile. Yabancı dil sınavları dışındaki sınavlar tamamen Almanca yapılıyor ve sınav esnasında da sözlük/çeviri tarzı araçlar yasak. Aynı zamanda Almanca yeterlilik sınavına tabi tutuluyoruz ve yeterlilik sınavını geçmeden sınıf geçmek de mümkün olmuyor. Bu yüzden eğitim alınacak ülkenin dilinin anadil seviyesinde olması çok önemli.
Burada her şeyde oldukça sıkı bir çalışma gerekiyor; Türkiye’deki gibi tam zamanlı konservatuar eğitimi yok. Ben Mozarteum Pre-College’in yanında kültür dersleri ve artı müzik dersleri de aldığım bir müzik okuluna gidiyorum, kültür dersleri kesinlikle hafif geçilmiyor, aksine bazen öbür okullardaki arkadaşlarımla konuşunca bizde biraz daha ağır bile olduğunu fark ediyorum. Gymnasium için de ayrı giriş sınavı var, buraya gelmek isteyince iki sınav kazanmak gerekiyor. O yüzden sıkı bir çalışma disiplini şart bence.
Enstrüman eğitimi Türkiye’dekinden çok daha yoğun ve çok daha detaylı. İşin en kolay tarafı giriş sınavını kazanmakmış diyor başladıktan sonra insan, halbuki bu sınavları kazanmak neredeyse imkansıza yakın. Bu tarz sınavlara girmek isteyen çocuk ve genç müzisyenlerin yüz yüze şekilde en iyi hocalarla çok yoğun bir şekilde çalışması gerekiyor. En ufak detaylar bile fark yaratabiliyor bu tip sınavlarda çünkü.
En önemli sorun ise oturum izni almak. Mozarteum Üniversitesi sadece üniversite öğrencileri için yurt sağlayabiliyor ve Mozart Müsikgymnasium’un ise yatılı okul imkanı bulunmamaktadır. Okul kazanmış olsanız dahi Avusturya’da 18 yaşın altında bir çocuğun tek başına oturum izni alma hakkı bulunmuyor. Benim ve ailemin oturum iznimizle ilgili sorunların çözülmesi tam altı ay sürdü ve ben bu konuda yaşadıklarımla ilgili bir kitap bile yazabilirim. En büyük şansım ise problemlerin çözümünde annemin ve babamın tüm temasları ve süreci yönetecek nitelikte çok iyi yabancı dil bilmeleriydi.
En üzüldüğüm nokta ise geçmişin kısıtlı imkanlarına sahip Türkiye’sinde “Harika Çocuk Kanunu” kapsamında devlet tarafından 1990’lı yıllara kadar inanılmaz imkanlar sağlanırken aynı başarıları yakalayan benim gibi müzisyenler için bürokratik engelleri aşarken bile yalnız bırakılmamızdır.
Klasik müziğin tek bir başkenti olsa neresi olurdu ve neden?
Bence klasik müziğin bir başkenti olsaydı Viyana olurdu. Neredeyse bütün büyük bestecilerin yolu Viyana’dan geçmiş; Salzburg’ta doğup büyüyen Wolfgang Amadeus Mozart’ın da üne ulaştığı şehir aynı zamanda. Konser salonlarının sayısı oldukça fazla ve Viyana Filarmoni Orkestrası gibi bir orkestraya ev sahipliği yapıyor.
Herhangi bir eseri o anki ruh haline göre yorumladığın oldu mu?
Bir eseri daha önce ruh halime göre yorumladığım hiç olmadı, ama o anki ruh halimden ötürü eserleri çok daha iyi yorumladığım çok olmuştur. Çok güçlü duygular yaşadığımda piyano çalma ihtiyacı hissederim ve genelde ruh hali açısından o anki durumuma uygun olan parçalar seçerim.
Avusturya’da yaşamanın avantajlarıyla sık sık klasik müzik konserlerine gider misin? Avusturyalı klasik müzik dinleyicileri Türkiye’den hangi açılardan farklı?
Ne yazık ki Avusturya’ya tam anlamıyla Covid-19 döneminde yerleşebildim ve sonrasında Covid-19 nedeniyle neredeyse bütün konserler iptal oldu. Dinleyebildiğim konserler ise sıkça yaptığımız bizim sınıf konserlerimiz; orada da dışarıdan izleyici gelmesi yasak ve bir konser salonunda sadece yedi kişi (sosyal mesafeye dikkat edilerek) sınırı var, yani sadece konserde çalacak olan öğrenciler bir süre için başkalarını da dinleyebiliyor, sonra ne yazık ki kişi sınırından ötürü dışarı çıkmak zorunda kalıyoruz. Ama önceki deneyimlerimi düşünecek olursam, Avusturya’daki klasik müzik dinleyicilerinin Türkiye’ye kıyasla çok daha fazla sayıda olduklarını söyleyebilirim. Çok daha büyük bir ilgi var burada. Seyircilerin çalınan eserlerle ilgili bilgisi var. Özellikle Wasserburg’daki konserler sonrasında seyirciler ile çalınan eserler ile ilgili yaptığım sohbetlerde yapılan yorumlar beni hem şaşırtıyor hem de eserler hakkında bu kadar detaylı bilgi sahibi olmaları beni sevindiriyor.
Peki, Avrupa’da piyano çaldığın veya konsere gittiğin, seni büyüleyen bir konser salonu var mı?
Konsere gitme imkanı bulduğum salonlardan yine yaşadığım şehir Salzburg’da bulunan Stiftung Mozarteum beni çok etkilemişti. Ne yazık ki Covid-19 sebebiyle orda çalma imkanını bulamadım. Milano’ya gittiğimde Alla Scala’ya gitmiştim; konser izleme imkanı bulamamıştım orada ama yine de çok etkilenmiştim. Bunun dışında fotoğraflardan görüp çok etkilendiğim ama gidemediğim konser salonları da var.
Senin için vazgeçilmez kompozitörler ve piyanistler hangileri?
Benim için özellikle vazgeçilmez olan besteciler… Çok var aslında düşünecek olursam. Spesifik olarak söylemem gerekiyorsa Bach, Mozart, Beethoven, Chopin, Rachmaninoff, Liszt ve Ravel bunlardan sadece birkaçı. Benim için vazgeçilmez olan piyanistler ise Martha Argerich, Evgeny Kissin, Krystian Zimerman, Vladimir Horowitz ve Claudio Arrau.
Peki kendini en yakın hissettiğin besteci hangisi?
Kendimi en yakın hissettiğim besteci aslında ruh halime göre değişiyor. Mutlu olunca kendimi genelde Mozart’a, üzgün olduğumda ise mesela Rachmaninoff ya da Chopin’e daha yakın hissederim. Bazen de herhangi bir besteciden bir eser dinlerim ve o an çok yakın hissederim kendimi ona.
Herhangi bir kurumsal destek / burs imkanından yararlanıyor musun?
Evrensel bir müzik olmakla birlikte Türk halkının çok da iyi bilmediği bir müzik olması nedeniyle klasik müziğe Türkiye’de eskiden devlet tarafından verilen destek maalesef günümüzde artık verilmemekte olup sadece bazı özel yapılar tarafından desteklenmektedir.
Klasik müziğin dünyada en önemli markalarından biri olan Mozarteum Üniversitesi ve Salzburg’un en prestijli okulu olan Mozart Musikgymnasium’da okuyorum, çok iyi derecede Almanca ve İngilizce konuşuyorum ve iyi derecede Fransızca biliyorum. Ancak Avusturya’da gördüğüm ilgi ve desteği maalesef Türkiye’de hiçbir zaman görmedim. Tamamen ailemin sağlamış olduğu maddi-manevi imkanlar ve beraber çalıştığım Avusturyalı ve Alman hocalarımın yönlendirmeleri ile hareket etmekteyim. Bu doğrultuda, belirlemiş olduğum hedeflerime doğru emin adımlarla ile ilerliyorum.
Maddi ve manevi hiçbir desteğe ihtiyacım olmamakla birlikte ülkemde benim gibi çocuklara değer verilip önemsendiğimizi bilmek ve doğru projelerin içinde yer alarak Türkiye’nin tanıtımına katkıda bulunmak ve Türkiye ile olan bağlarımın kopmaması açısından Türkiye’den de gerçek başarılara önem veren ve projeleri olan bir kurumun beni desteklemesine önem veriyorum. Bu nedenle, Türkiye’de herhangi bir kuruma şimdiye kadar destek ya da burs için bir başvurum olmamakla birlikte benim hedeflerime uygun olan ve fayda sağlayacağıma inanacağım bir yapının içinde olmayı çok istemekteyim.
Peki piyano çalış tarzını biraz anlatır mısın? Hangi ekoller etkili?
Benim çalışım büyük ölçüde Alman-Avusturya ekolü, bunda en büyük etki çalıştığım hocalar. Onun dışında aralarda biraz da Fransız ve Rus ekolünden etkiler var.
Müzik tarihini geriye dönüp düşündüğünde “keşke yaşasaymışım” dediğin dönem hangisidir?
Ben klasik dönemde yaşamayı çok isterdim. Çünkü geriye dönüp bakınca aslında bugün kullandığımız formların büyük çoğunluğu klasik dönemde ortaya çıkmış; bugün konserlerde veya yarışmalarda çalınan özellikle sonatlar; klasik dönemde ortaya çıkmış. Bir de ben Wolfgang Amadeus Mozart’la tanışmayı çok isterdim, onun da etkisi var aslında klasik dönemde yaşamayı istememin.
Piyano çalmadığın zamanlarda neler yaparsın?
Piyano çalmadığım zamanlarda okul ödevlerimi yaparım, kitap okurum ve ailemle zaman geçiririm. Özellikle yabancı dil öğrenmek çok hoşuma gidiyor; bu aralar Fransızcamı geliştirmeye çalışıyorum.
Bundan sonraki kısa vadeli hedeflerini anlatır mısın kısaca?
Kısa vadeli hedeflerim ülke çapında katılmaya hak kazandığım Prima la Musica’dan dört el piyano kategorisinde birincilik almak, repertuarımı genişletmek ve sürekli konserler vermek. Pandemi nedeniyle daha önce hazırlamış olduğum konçertoları orkestra ile çalamamıştım. O yüzden orkestrayla mümkün olduğu kadar çok konçerto çalmayı hedefliyorum. Birkaç yıl sonrası için de hedeflerim arasında da dünyanın en önemli piyano yarışmalarından birini kazanmak var.