Çellist Melis Ezgi Sakabaş Ankara’da doğdu. İlköğrenimini Milli Eğitim Vakfı Özel Ankara İlköğretim Okulu’nda tamamladıktan sonra Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nın yetenek sınavını kazanarak viyolonsel eğitimine Doç. Sinan Dizmen ile başladı. Konservatuvar eğitimi boyunca Ulusal Gençlik Senfoni Orkestrası, Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası, Türksoy Gençlik Oda Orkestrası, Türkiye Ermenistan Gençlik Senfoni Orkestrası, Ankara Gençlik Senfoni Orkestrası ve Hacettepe Senfoni Orkestrası viyolonsel grubunda yer alarak, yurtiçi ve yurtdışında sayısız konserde çaldı. Üniversite yıllarında arkadaşlarıyla kurduğu yaylı sazlar dörtlüsü ile gerek Türkiye gerek Avrupa’da ustalık sınıflarına katıldı, konserler verdi. Aynı grupla Edirne Uluslararası Oda Müziği Yarışması’nda jüri özel ödülü, İzmir Yaşar Üniversitesi Uluslararası Oda Müziği Yarışması’nda iki jüri özel ödülüne layık görüldü. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’ndaki eğitimini “Yüksek Onur Öğrencisi” olarak tamamladı.
Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı bünyesinde viyolonsel çalışmalarına Doç. Sinan Dizmen ile devam ederken, aynı kurumda öğretim görevlisi olarak da çalışmaya başladı. Kendi lisans sınıfına 3 yıl ders vermesinin ardından, eğitimine Musikhochschule Lübeck’de Prof. Ulf Tischbirek’in sınıfında devam etmeye karar verdi.
Almanya’daki eğitimi boyunca ağırlık noktası olarak oda müziği ve tarihi müziğe (barok) odaklandı, Almanya’nın bir çok şehrinde konserler verdi. Musikhochschule Lübeck’te düzenlenen viyolonsel ustalık sınıflarına 2 yıl katılma hakkı kazandı. Bu kapsamda David Geringes ve Thomas Grossenbacher ile çalışma fırsatı buldu. Diğer çalıştığı çellistler arasında Troels Svane, Johannes Moser, Maria Kliegel, Peter Bruns, Robert Cohen sayılabilir. Sabine Meyer, Konstanze Eickhorst, Maria Egelhof, Elisabeth Weber, Daniel Sepec, Anna Melkonyan ve Daniel Draganov ile oda müziği çalışmalarının yanında Pieter Jan Belder ile barok müzik çalıştı.
Musikhochschule Lübeck’in seçilmiş çellistlerinden oluşan Cello topluluğu ile CD kaydetti, Deutschlandfunk radyo kanalında canlı performansta bulundu. Dünyanın birçok ülkesinin sayısız şehrinde düzenlenmekte olan yenilikçi konser projesi 1to1 Concerts bünyesine gönüllü dahil olarak, pandemi sürecinde ekonomik sıkıntıya düşen müzisyenlere yardım fonu için sayısız konser verdi.
Master eğitimini tam notla (1,0) tamamlayarak Musikhochschule Lübeck’ten mezun oldu. Ankara’da başlamış olduğu eğitmenlik serüvenine Almanya’da da devam ederken, pratikteki içgüdüsel metodlarını teorik bilgiler ile desteklemek amacıyla pedagoji eğitimine başladı. Halen enstrümantal pedagoji eğitimine devam ediyor.
Eğitimciliğinin yanında aktif konser kariyerine solo ve oda müziği konserleriyle sürdüren Melis Ezgi Sakabaş, baroktan moderne geniş bir repertuara sahip olan Sakabaş’ı sizinle tanıştırmak için sabırsızlanıyorum; zira dopdolu ve çok keyifli bir söyleşimiz oldu. Haydi okumaya:
Merhaba Ezgi hanım. Konservatuarda çello eğitimine başlamanızdan önce bu enstrümana karşı özel bir ilginiz var mıydı? İlk karşılaşmanızda neler hissetmiştiniz? “İlk görüşte aşk” diyebilir miyiz?
Konservatuvar eğitiminden önce birer yıl piyano ve keman dersi almıştım, fakat viyolonsel tanıdığım bir enstrüman değildi. Giriş sınavında jüri bana „Hangi enstrümanı çalmak istiyorsun?“ diye sorduğunda „Keman dışında herhangi bir şey.“ dediğimi hala anımsıyorum. Cevabıma güldükten sonra parmaklarımı inceleyip, viyolonseli uygun görmüşler. Viyolonsel kelimesini ilk görüşüm, kazananlar listesinde adımın yanında idi. Başta çocukça düşünceler ile bu kadar büyük bir enstrüman çalabilir miyim diye çekinmiştim, fakat sesini duyduğum anda en güzel enstrümanın beni bulduğunu anladım.

Eğitiminiz boyunca Türkiye’nin en seçkin orkestralarının viyolonsel gruplarında yer aldınız ve yurtiçi ve yurtdışında sayısız konserde çaldınız. Peki en unutulmaz konser anınız hangisiydi?
İlk orkestra deneyimim o zamanlar adı Ulusal Gençlik Senfoni Orkestrası olarak geçen, Cem Mansur yönetimindeki projeydi. (Artık Türkiye Ulusal Gençlik Filarmoni Orkestrası olarak devam ediyor) Hayatımda ilk kez yurtdışına çıkmıştım ve Berlin Konzerthaus’ta ayakta alkışlanan bir konser vermiştik. Onun üzerine hem aynı salonda hem de Avrupa’nın birçok farklı yerinde defalarca çaldım ama ilkini hep gülümseyerek hatırlarım.

Üniversite yıllarında bir de yaylı sazlar dörtlüsü kurmuştunuz. Ondan da söz eder misiniz? Birlikte nasıl projeler yürüttünüz?
En yakın arkadaşlarım Beste Sevindik (keman), Buğu Can Eroğlu (keman) ve Tuğçe Uçar (viyola) ile yıllarca oda müziği hocaları tarafından oluşturulan ayrı gruplarda çaldıktan sonra neden dördümüz beraber çalmıyoruz ki dedik. Hem müzikal, hem bireysel olarak çok iyi anlaşıp, birlikte yoğun vakit geçiren bir gruptuk. Kısa sürede kendimizi yarışmalar, ustalık sınıfları ve konserler ile geliştirdik. Bünyesinde çaldığımız Türksoy Gençlik Oda Orkestrası’nın yaylı çalgılar dörtlüsü olarak konserler verdik ve Almanya Bayreuth Festival junge Künstler’de Deutsche Oper Berlin ve Bayreuther Festspielorchester keman grubu üyesi Daniel Draganov’un oda müziği ustalık sınıfına katıldık. Bavyera eyaletinde bu çerçevede birçok başarılı konser verdik. Gönül isterdi ki mezuniyet sonrasında da devam edebilelim bu güzel projeye, maalesef hepimiz Türkiye ve Avrupa’nın başka şehirlerine dağıldık.
Bu zamana değin yüksek onur öğrenciliğinden jüri özel ödüllerine dek çok sayıda başarınız var. Biraz bunlardan da söz eder misiniz?
Az önce bahsettiğim yaylı çalgılar dörtlüsü ile Edirne Uluslararası Oda Müziği Yarışması’nda jüri özel ödülü, ve İzmir Yaşar Üniversitesi Oda Müziği Yarışması’nda 2 farklı jüri özel ödülü aldım. İzmir’deki ödüller bir keman ve bir viyola idi. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’ndan yüksek onur öğrencisi olarak mezun oldum. Musikhochschule Lübeck’teki Master eğitimimi de tam not (1,0) ile bitirdim.
Viyolonsel çalışmalarına bu alanda çok değerli öğrenciler yetiştirmiş olan Doç. Sinan Dizmen ile devam ettiniz. Peki öğretmeninizin hiç aklınızdan çıkmayan birkaç öğüdünü bizimle paylaşır mısınız?
Kendisinden o kadar çok şey öğrendim ki, gerek ilk başladığım yıllarda gerek sonrasında. Beni her zaman daha fazlası için teşvik etti, bana 12 yaşımdan beri Almanya’da okumamı yılmadan öğütledi. Hiç aklımdan çıkmayan bir sözü vardır, “Almanya’daki en iyi hocayı Ankara’ya getirtsem okuman için, oraya gidip öğrenebileceklerini öğrenemezsin.” Ve çok haklıydı, çünkü insan sadece bir kişiden değil, diğer hocalardan, öğrencilerden, kültürden ve yaşantıdan öğreniyor her yönüyle bir müzisyen olmayı.
Musikhochschule Lübeck gibi seçkin bir müzik okulunda eğitim gördünüz. Yurtdışı deneyimi ve özellikle Almanya’daki bu okulun sizin müzik kariyeriniz üzerindeki etkileri neler oldu? Örneğin oda müziği ve Barok müziğe olan ilginiz bu süreçte mi perçinlendi?
Buradaki eğitimim bana sorgulamayı öğretti. Daha iyisini, daha yoğununu, daha farklısını nasıl yapabilirim; hep bunu sorguladım. Bir de yurtdışına okumaya giden çoğu öğrencinin büyük ihtimalle farkettiği seviye farkı beni özellikle başlarda çok şaşırttı. Çok iyi müzisyenlerden eğitim almanın yanında, çok iyi müzisyenlerle beraber okumak insanı farklı bir açıdan geliştiriyor. Sınıf arkadaşlarından ya da başka enstrüman çalan öğrencilerden de çok şey öğreniyor insan.
Oda müziği hep benim için özeldi, yoğunlaşmak istediğim ilk alan bu yüzden o oldu. Fakat barok müziği derinlemesine anlayarak icra etmek gerçekten 2 yıl ağırlık noktası olarak aldığım eğitim sayesinde oldu. Artık bambaşka bir yerde benim için tarihi müzik icrası.

Peki Almanya’daki eğitiminiz boyunca kimlerle çalıştınız? Avrupa’da okuyan birçok müzisyenin söylediği önemli bir tespit vardı: Alanlarındaki seçkin öğretmenlere ve müzisyenlere erişimlerinin görece kolay oluşu. Siz de benzer bir süreç deneyimlediniz mi?
Sık sık ustalık sınıfları ve workshoplar düzenleyen bir okulda okumanın avantajı kesinlikle bir çok büyük isimle çalışabilmek. Aynı zamanda kendi kadrosu da çok başarılı isimlerle dolu bir okulda okuduğum için şanslıydım. Son yıllarda David Geringas, Troels Svane, Thomas Grossenbacher, Sabine Meyer, Konstanze Eickhorst, Pieter Jan Belder, Maria Egelhof, Elisabeth Weber çalıştığım müzisyenlerden bazıları.
Bir de CD kaydınız var sanırım. Ondan da söz etmek ister misiniz?
2018 yılında viyolonsel Almanya’da yılın enstrümanı seçildi. Bu çerçevede solodan 24 celloya temalı konser serileri, radyo performansları ve bir de CD kaydı organize edildi Musikhochschule Lübeck tarafından. Bu keyifli etkinliklerin hepsinde yer alma şansı buldum, benim de çaldığım 4 eser hazırlanan CD programına seçildi ve böylece bu dopdolu yılı en güzel şekilde hatırlatacak bir meyve oldu elimizde. İlk profesyonel kayıt tecrübemdi, gerçekten ne kadar incelikli ve titiz bir süreç olduğunu anladım.
Peki 1to1 Concerts isimli yenilikçi konser projesinin amacı nedir? Siz bu projede nasıl yer aldınız?
Pandemi sebebiyle tamamen duran kültürel etkinlikler ve gitgide yalnızlaşmamıza sebep olan sosyal izolasyona bir çözüm olması fikriyle ortaya çıkan bir proje. Bire bir konserler şeklinde çevrilebileceğimiz bu proje, bir çok açıdan benim ilgimi çekti. Kurucuları tarafından „müzikal bir sürpriz buluşma“ olarak nitelendiriliyor ve o kadar çok ilgi gördü ki Amerika’dan Avustralya’ya ve Avrupa’nın bir çok ülkesine kısa zamanda yayıldı. Öncelikle elde edilen gelirin pandemi sebebiyle ekonomik sıkıntıda olan müzisyenler fonuna aktarılması benim için çok önemliydi. Ayrıca konserlerin konsepti gerçekten de çok ilginçti; bir müzisyen ve bir seyirci. 2 metre mesafe ile karşılıklı oturan bu iki kişi 10 dakikalık bir süreyi paylaşıyorlar. İzleyici için müzisyen, enstrüman ve eser tamamen sürpriz. Belki en enteresan tarafı da hiç konuşulmaması ve bütün iletişimin başta ve sonda birer dakikalık kesintisi göz teması şeklinde olması. Hiç tanımadığınız biriyle bu kadar uzun süre bakışmak gerçekten de çok farklı bir deneyim. Her iki taraf için de unutulmaz bir an, sahnede çalarken hiçbir seyirci ile bu kadar kişisel bir alışverişimiz olmuyor. Aynı şekilde hiçbir seyirci bir konserde bu kadar dikkati üstünde hissetmiyor. O kadar farklı ve güzel geri dönüşler aldım ki, gözyaşlarını tutamayanlardan, konuşmadan duygularını anlatabilmek için işaret dili kullananlara. Üstelik konserler ücretsiz, sadece bağış toplanıyor yardım etmek isteyenlerden.
Benim yer almam projenin Lübeck ayağının başlayacağını bir arkadaşım aracılığıyla öğrenmem ile oldu. Bütün dünya için çok zor bir dönemden geçtik ve hala da geçiyoruz. Ben de gönüllü olmak ve katkıda bulunmak istedim.
Almanya’da şu anda enstrümantal pedagoji eğitiminizi sürdürüyorsunuz ve gördüğüm kadarıyla hedefiniz kendiniz gibi başarılı gençleri yetiştirmek. Bir çellistin yetişmesinde en önemli gördüğünüz konu başlıkları nedir? Veya bir başka ifadeyle bir çellisti “başarılı” kılan hangi özellikleridir?
Bir çellisti başarılı kılan, bir kemancıyı ya da piyanisti başarılı kılan şeyle aynı bana kalırsa; iyi bir müzisyen olmak. Bundan kastım çaldığı eser ne olursa olsun, arka plan çalışmasını iyi yaparak ne anlatmak istediğini çok net, ikna edici ve kendinden emin bir anlatım dili ile sunabilmek. Kelimeler yerine sesleri kullanmak gerektiğinde, elbette teknik hakimiyet üst sırada geliyor. Bir öğrencinin, özellikle ileri seviyelerde, hangi müzikal anlatım için hangi tekniği kullanması gerektiğini öncelikle öğrenmesi, sonra kendisi için bunu tekrar keşfetmesi gerekiyor. En iyi eğitim sistemi, öğrenciyi bağımsız hale getirerek mezun edendir.
Maliyetli bir eğitim sürecinden geçtiğinizin farkındayım. Özellikle yurtdışında bunca zaman okumak ve bir ideal uğruna bunca değerli ustalık sınıfında yer almak ekonomik açıdan da zorlu bir süreç. Peki bu süreçte herhangi bir burstan, kurumsal destekten yararlandınız mı?
Almanya’da okumaya başladığımdan beri yer aldığım ustalık sınıflarına okulum aracılığıyla ücretsiz katılım hakkı kazandım. Bu benim gelişmemde çok büyük rol oynadı. Bunun dışında bir yandan eğitmen kimliğimi sürdürerek çalıştım ve hala çalışarak bu maliyetli süreci yönetiyorum.
Baroktan moderne geniş bir repertuara sahipsiniz. Peki sizi müzik tarihinde en çok etkileyen, “kucaklayan” dönem hangisi?
Sanırım çaldığım her dönem eserinde beni kucaklayan başka bir şey buluyorum. Barok dönem müziği beni hep armonileriyle etkilemiştir, özellikle Fransız barok müziği tanıdık, bilindik gidişatı bir anda ters köşe yapan modülasyonlarıyla her zaman heyecan verici benim için.
Klasik dönem yalın dili ve sadeliğiyle teknik zorlukların üstesinden gelebilene saf bir müzikal haz sağlıyor. Romantik ve 20. Yüzyıl bir roman gibi, sayfaları heyecanla çevirmekten kendimi alıkoyamıyorum. Modern müzik ise bir ihtimaller ve yaratıcılık paleti, içinde sadece renkler değil akla gelebilecek her şey var.
Çellonuzla yıllardır eskimeyen bir dostluğunuz var. Peki çellonuz dile gelse, size neler söylerdi?
Enstrüman başında azimle geçirilen saatlerin karşılığını bazen daha fazla, bazen daha az, ama hep alıyoruz. Onunla seyirciye bir hikaye anlatıyoruz. Herhalde çellom dile gelse, bir sefer de bana bir hikaye anlat derdi.
Müzik kariyerinizdeki “iyi ki”leriniz nelerdir Ezgi hanım?
İyi ki Sinan Dizmen ile başlamışım viyolonsele. İlk yıllardaki sistematik ve dinamik eğitim sayesinde sağlam bir temel kazandım ve bunun öneminin kariyerim boyunca hep farkındaydım. Bir diğeri de Lübeck’teki profesörüm Ulf Tischbirek, bana hep daha fazlasını aramayı öğretti.
Almanya’daki klasik müzik dinleyicisini nasıl tanımlarsınız? Genç bir kitle var mı viyolonsele ilgi duyan?
Klasik müzik Almanya’da çok daha içinde hayatın, hafta sonu bir konsere gitmek, bir temsil izlemek çevremdeki birçok insan için belirli aralıklarla tekrarlanan bir gereksinim. Klasik repertuvara olan genç ilgi oldukça fazla, özellikle çocuklar okulda veya okul dışı vakitlerinde enstrüman çalmayı klasik parçalarla öğreniyorlar. Fakat viyolonsele olan ilgi salt klasik müzik dinleyicisinden gelmiyor, poptan caza farklı stillerde viyolonsel çalan, çalmak isteyen veya dinleyen çok genç var. Bir enstrümana ilgi duymak, bence müzik türünün ötesinde bir şey.
Keşke çello için bir konçerto yazsaydı dediğiniz kompozitörü de merak ediyorum.
Keşke Beethoven solo viyolonsel için bir konçerto yazsaydı, üçlü konçertosundaki viyolonsel melodilerinin hep tadı damağımda kalıyor.
Yakın döneme dair projeleriniz, hedefleriniz nelerdir?
Pedagoji eğitimimi de masterım gibi başarıyla tamamlamak istiyorum. Pandemi sebebiyle ertelenen konserlerim tekrar başladı, mümkün olduğunca seyirciyle buluşabilmenin keyfini çıkarıyorum. Her ne kadar kış aylarında artan vaka sayıları konserleri her an tekrar sekteye uğratabilecek olsa da, yeni eserler çıkararak dinamik bir program çeşitliliği sunmak listemin üst sıralarında. Elbette bir de müzikal yolculuğuna eşlik ettiğim bütün öğrencilerimi en iyi şekilde geliştirebilmek.