
Kazandığı konservatuar sınavlarının ardından konservatuar binasında ilk olarak fotoğrafını görünce tanıdığı viyolayı çalmaya 11 yaşında başladı Cansu Yılmaz. Görece geç bir yaş olsa da, aslında müzik seslerinin eksik olmadığı bir ailede büyümesi, müzik kulağının gelişmiş olması, erken yaşta gitar dersleri alması onu müzikal anlamda sonraki sürece zaten çok güzel hazırladı. Konservatuar eğitimi ise bu akademik derinliği veren en önemli saçayağı oldu. Cansu Yılmaz, 2011 yılında Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı Yaylı Çalgılar Anasanat Dalı viyola bölümünden okul birincisi olarak mezun oldu.
Birçok masterclass’a katılan ve Prof. Ulrich Eichenauer, Prof. Gisella Bergman, Prof.Tatjana Masurenko, Prof. Sigfried Führlinger, Prof. Yuri Gandelsman, Prof. I.Naiden, Prof. Gerhard Dierig, Prof. Matthias Buchholz gibi ünlü viyola hocaları ile çalışan Cansu Yılmaz, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, Yıldızlar Topluluğu, Türk Alman Orkestrası, Jungenc Filarmoni Orkestrası, Aşkın Ensemble, Mersin Akademik Oda Orkestrası, Anadolu Üniversitesi Senfoni Orkestrası, Tugfo, Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası gibi ulusal ve uluslararası bir çok orkestrada yer aldı ve bir çoğunda viyola grup şefliği görevini üstlendi.
Robert Schumann Hochschule, Roterdam Codarts ve Fontys Conservatorium master sınavlarına yüksek başarı ile kabul edildi. Bir yandan lisans eğitimini yüksek onur ve okul birinciliği ile bitirdiği Anadolu Üniversitesi’nde Sanatta Yeterlik eğitimimi gerçekleştiriyor, bir yandan Mersin Devlet Opera ve Balesi’nde orkestra sanatçısı olarak görev yapıyor.
Bu değerli viyola sanatçımızı sizinle mutlaka tanıştırmak isterim. Buyrun söyleşimize:
Merhaba Cansu hanım. Müzikle, ardından da viyola ile tanışma hikayenizi biraz da sizin ağzınızdan dinleyebilir miyiz? Bilinçli bir tercih miydi ve üzerine nasıl bir eğitim eklemlediniz? Ailede ya da çevrenizde size rol modelolabilecek kimler vardı?
Annemin ilkokulda mandolin öğrenimi görmesi, babamın gençlik yıllarında gitar çalması dışında müzisyen bir aileden gelmiyorum. Ama ailemdeki herkesin müzik kulağı çok iyiydi. Anneannem şarkı söylerdi, onun babası da keman çalarmış. Ben genellikle taklit yapan bir çocuktum. Herkesi, her şeyi taklit eder, bütün reklamları, şarkıları, şiirleri su gibi ezberlerdim. İlkokul 5. sınıfta gitar kursuna yazdırdılar beni. Bir süre devam ettim. Annem bir gün öğretmenimle durumumla ilgili konuşmaya geldi. “Biz Cansu’nun konservatuvar sınavına girmesini arzu ediyoruz. Sizin yorumunuzu da almak isteriz” dedi. Gitar öğretmenim de “ boşuna girmesin, çok fazla kişi giriyor sınava, kazanmak kolay değil “dedi. Annem bu duruma o kadar hırslandı ki bir kaç gün sonra beni konservatuvardaki piyano öğretmeni Zöhrab Adıgüzelzade’ye götürdü. Dün gibi gözümün önünde her bir detay. Kocaman ve aydınlık bir oda, kuyruklu piyano tam ortada. Gel bakalım dedi Zöhrab hoca. Bana piyanoda bir şeyler çaldı, sesleri sordu, ellerime baktı. Kulağı çok iyi, elleri de büyük, viyolonsele uygun olur dedi . Hemen beni 5 günlük hazırlık kurslarına yazdırdılar. 5 günün sonunda da giriş sınavı… Yetenek olarak sınavı kazanacak kadar bir varlığımın olduğunu konservatuvar yollarında annemle her gün git gel yaparken hiç anlamadım. Kursun son günü “çok geldik gittik anne çok yorulduk, inşallah kazanırım da buna değer” dedim.
Değdi… Sınavı kazananlar listesi asıldı. Annemle babam koş dediler bak bakalım kazanmış mısın? O kalabalığın içinden adım var mı diye görmeye çalışıyorum. Gördüm adımı, annemlerin yanına koştum bu sefer. Kazanamamışım dedim. Bir durakladı ikisi de. Yazmıyor mu adın dediler. Yazıyor ama o sanırım kazanamayanların listesi dedim… Güldüler. Sonra listeye tekrar baktık. İsmimin yanında viyola yazıyordu. Konservatuvarın girişinde enstrümanların resimlerinin olduğu kocaman bir tablo vardı. Viyolanın resmini ilk orada gördüm. Ben kazanacağıma ihtimal vermedim sanırım ama viyola ile yolculuğum bu şekilde başladı… 20 yıldır birlikteyiz adını bile sonradan öğrendiğim enstrümanımla…
Her yerde, her anımda yanımda, sırtımda, omzumda oldu…
Bu zamana değin çok değerli orkestralarda yer aldınız, birçoğunda viyola grup şefliği yürüttünüz. Biraz bunlardan söz eder misiniz? Orkestra deneyimi bir müzisyene neler kazandırır?
Evet, orkestra deneyimim oldukça fazla. Yaklaşık 16 senedir birçok orkestrada görev aldım. Orkestra, müzikteki birliğin ve beraberliğin özetidir benim için. Bireysellikten uzaklaşıp bütün olmanızın gerektiği yerlerden bir tanesidir. Orkestra deneyimi elde etmek bir müzisyen için oldukça önemli. İlk zamanlar anlaşılamayan birçok şey, zamanla netleşmeye başlıyor. Tecrübe kazanmadan önce orkestra, kendini gösterebileceğin, çok fazla çaldığında iyi olacağını sandığın bir yerken, tecrübeyle beraber bir bütün halinde çıkan sesin ve müziğin bir anlam ifade ettiğini anladığın yer haline geliyor.
Grup şefliği bambaşka bir deneyim. Çok mutluyum ki birçok kez bu görevi üstlenme şansına eriştim. Orkestra şefine karşı bir grubun sorumluluğunun yanı sıra, arşe yazımı, müziği çok iyi takip etme, tüm grup şefleri ile iletişimde kalma gibi birçok yükümlülüğü var. Hakkıyla yapabilmek için büyük çaba gerekli. Kısacası, iyi bir icracı olmak yeterli değil, donanımlı ve aktif olabilmek de çok önemli.
Benim için orkestracılık çok keyifli. Her bir şef ile bambaşka bir deneyim elde ediyorum. Çaldığım her eseri severek araştırıyorum, öğreniyorum.
2006 yılından beri çok çeşitli ustalık sınıflarında yer aldınız. Bunların geneline baktığınızda sizin tekniğiniz ve müziği algılayış biçiminiz üzerinde nasıl bir etki doğurdu?
Masterclasslar ilerlememdeki en büyük etkendir. Birçok şehirde ve ülkede masterclasslara katıldım. Hepsini kendi çabamla ve isteğimle araştırıp buldum. Yeri geldi burs bularak gittim. Hepsi beni bir adım öteye taşıdı. Sadece bir hocanın fikrini alabilmek için Moskova’ya, Köln’e, Düsseldorf’a, Rotterdam’a gittiğim zamanlar oldu.
Tüm bu deneyimler ile müzikal olarak farklı fikirleri topladım ve toplamaya da devam ediyorum. Bunları sentezliyorum. Ortaya çıkarmak istediğim müzik, tüm bu öğrendiklerimin, ayıklanmış ve yeni bir şekil alabilecek seviyeye gelmiş hali.

Yüksek lisansınızı Almanya’da gerçekleştirdiniz, ardından Hollanda’da yüksek lisansınıza devam ettiniz. Bir müzisyen için yurtdışı deneyimi hangi açılardan ufuk açıcıdır sizce? Sizin açınızdan nasıl değişimler yarattı?
Maalesef yüksek lisans maceram biraz karmaşık ve yorucu bir süreci kapsıyor. Lisans 4. sınıfta Erasmus değişim programı kapsamında Hollanda’nın Tilburg şehrine okumaya gittim. Fontys Conservatorim’da Prof.Gisella Bergman ile çalıştım. Bu süreci çok verimli kullandım. Henüz mezun olmamışken yüksek lisansımı nerede yapabilirim diye araştırmalara başlamıştım. Prof. Gisella Bergman’ın tavsiyesiyle henüz mezun olmadığım halde, Fontys’in ve Rotterdam Konservatuvarı (Codarts)’nın yüksek lisans sınavlarına girdim ve iki okula da %80 burs ile kabul edildim. Türkiye’ye döndükten ve mezun olduktan sonra burs arama serüvenim başladı. O kadar çok yere başvurdum ve geri çevrildim ki…
Burs arama sürecimde bir yandan da Anadolu Üniversitesi’nde özel öğrenci olarak yüksek lisans eğitimine başladım. Hollanda’nın okul ücretleri Almanmya’daki çoğu okula göre daha yüksek. Bu nedenle Almanya’da şansımı denemeye karar verdim. Prof.Gerhard Dierig ile çalışmayı çok istediğim için Düsseldorf, Schumann Hochschule’de sınava girdim ve mastera kabul edildim. Dil eğitimi için 1 sene hazırlık okumam gerektiği için burs aramaya geri döndüm. Gazete haberlerinde bile benim burs mücadeleme yer verildi. Ama burs bulamadım. Artık ümidim kalmamıştı. Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda Prof.Çetin Aydar ile yüksek lisansa başladım ve Mersin Üniversitesi’nde Doç.Tuba Özkan ile devam ettim. Bu süreç içerisinde Mersin Üniversitesi’nde hem yüksek lisansımı yaptım, hem de Araştırma Görevlisi olarak çalıştım.
Her ne kadar yurtdışında bu eğitimimi tamamlayamasam da, hala elime geçen her fırsatta yurt dışında çalışmak istediğim bir hoca araştırıyorum, planımı yapıp mutlaka çalışmaya gidiyorum. Bunun hayat boyu devam edecek bir süreç olduğunu düşünüyorum. Öğrenmeyi çok seviyorum.
Keman ile kıyaslandığında Türkiye’de viyolanın bir enstrüman olarak tanınırlığı açısından ne düşünüyorsunuz?
Her ne kadar kemanın gölgesinde kaldığı zamanlar olsa da, viyola çalgısı özellikle romantik dönem itibariyle tercih edilen bir enstrüman olmaya başladı. Repertuvar olarak da romantik dönemden sonra büyük bir artış gözlemlenmekte.
Tarihsel olarak incelendiğinde, viyolanın kemandan daha önce var olduğu bilgisine erişiyoruz. Viyol ailesi, viyola çalgısının atalarından meydana geliyor. Buna rağmen kemanın daha popüler bir çalgı olması, müzikal ve teknik yapısının melodinin çalınmasına daha müsait olmasından kaynaklanıyor.
Türkiye’de genellikle bizler de kemancıyız. Viyola kutusunu sırtımda görüp soran herkese ya keman diyorum, ya da viyolanın ne olduğunu açıklıyorum… Viyolacılar için kaçınılmaz bir durum. Bir arkadaşımın yaşadığı komik bir olaydan bahsetmek isterim. Arkadaşımın sırtında asılı viyola kutusunu gören meraklı bir beyefendi sormuş “Ne çalıyorsunuz?, arkadaşım da keman demiş. Beyefendi de “Aaa bana kutusu büyük göründü viyola zannettim.” demiş. İşte böyle bir hayatımız var bizim…

Kimine göre Shostakovich, kimine göre Brahms, kimine göre ise Marcello… Keşke solo viyola için daha fazla konçerto yazsaydı dediğiniz kompozitör kim?
P.I.Tchaikovsky viyola için bir tane bile olsa konçerto yazmış olsaydı öyle mutlu olurdum ki… Romantik dönem eserlerimiz var, ama onun konçertosunu icra etmeyi çok isterdim.
Peki çağdaş viyola sanatçıları arasında virtüöziteleriylesize hangileri en çok ilham veriyor?
Çok fazla viyolacı dinliyorum. Çalıştığım her eserde mutlaka iki favori belirlerim. Her eser için aynı kişilerden ilham alamıyorum ama genellikle Tabea Zimmermann, Maxim Rysanov, Kim Kashkashian, Paul Cortese, Nobuko Imai, Barbara Westphal ve Yuri Bashmet. Ama daha genç viyolacılardan da çok beğenerek dinlediklerim ve ilham aldıklarım var. Timothy Ridout, Oskar Nedbal ve Sergey Malov’u örnek verebilirim.
Shostakovich’in ölüm döşeğinde bestelediği en önemli eserlerinden biri olan ve bir nevi onun “vasiyeti” olarak görülen Viyola Sonatı Op147 dediğimde aklınıza ilk gelen duygular neler oluyor?
Oldukça soğuk bir eser diyebilirim. Sanatta Yeterlik mezuniyetimde seslendireceğim için güncel olarak repertuvarımda. Birinci bölümün girişi, giderek netleşen flu bir görüntü gibi. Bölüm içerisinde biraz agresiflik, biraz kızgınlık hissediyorum icra ederken. İkinci bölüm daha tatlı ve sıcak bir melodiye sahip. Ama yine soğuyup ısınıyor. Hareketli ve kıvrak melodilerin arasında, bir anda vibratosuz, düz bir ses duyuluveriyor. Değişken bir ruh halini yansıtıyor gibi. Üçüncü bölüm ise gerçekten ölümün ürpertisinin hissedildiği bir bölüm. Sanki her şey gözden geçirilmek, değerlendirilmek isteniyor ama tüm bunlar için enerji yok gibi.
Bir viyola sanatçısının sağlığında nelere dikkat etmesi gerekir?
Her gün enstrüman ile yarım saat bile olsa vakit geçirilmeli. Bunu kondisyonumuzun sürekliliği için yapmamız gerekir. Çalışmalardan önce ve sonra esneme yapılması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle yaş ilerledikçe, viyola çalmak fiziksel olarak daha çok yorabiliyor. Bunun en aza indirgenmesi için, fiziksel olarak aktif kalabileceğimiz egzersizler çok önemli bir yer tutuyor.
Genellikle stresli kişiler için de nefes egzersizleri, yoga ve türevlerini tercih etmeleri sağlık açısından faydalı olabiliyor.
Eserlerini çalmaktan en çok keyif aldığınız besteciler kimler?
Solo olarak en çok J.S.Bach çalmayı çok seviyorum. Barok dönem eserlerini toplu olarak seslendirmek fikir ayrılıklarına sebep olabiliyor. Özellikle Bach çalarken özgür olmayı seviyorum.
F.Schubert Arpeggione Viyola-Piyano Sonatını ve R.Schumann, Marchenbilder Viyola-Piyano Sonatını çalmaktan büyük keyif duyuyorum.
Oda müziği ve senfonik eserlerde empresyonist besteci C.Debussy’nin eserlerini çalmak benim için çok keyifli.
Peki performanstan hemen önceki gün neler yaparsınız, nelerden kaçınırsınız, sahneye çıkmadan önce bir ritüeliniz / uğurunuz var mı?
Ben eğer solo performans gerçekleştireceksem biraz stresli ve gergin oluyorum. Tek sebebi, istediğim gibi çalamamaktan korkuyor olmak. O nedenle, performans öncesi, beni rahatlatabilecek bir şeyler bulmaya çalışırım ve ellerimi yoracak ekstra hiç bir şey yapmam.
Çok fazla yemek yiyemem. Çok uyuyamam. Ama tüm bunlar tercihli değil, içimdeki stresin birer sonucu olur hep…
Uğurlu ya da uğursuz kabul ettiğim bir şey olmadı şimdiye kadar.
Yurtdışında ve yurtiçinde birçok viyola resitali verdiniz. Sahnedeki en unutulmaz anınız hangisi oldu?
Tilburg’da okurken, Fontys Konservatuvarı’nda Christmas Konseri adı altında bir proje oldu. Okuldaki tüm oda ve sahnelerde aynı saatler içerisinde konserler oluyor. Elinizdeki programda hangi konsere gitmek istediğinizi seçiyorsunuz. Kocaman okulun içerisinde sürekli bir konserden çıkıp diğerine koşuşturan insanlar var. Bende bu konserler topluluğu içerisinde, okuldaki bir sahnede S. Rachmaninov’un Vocalise eserini çaldım.
Konserden sonra yanıma bir kadın geldi. Türkçe olarak “çok güzel yaptınız” dedi. Bir süre Türkiye’de kalmış, çok az Türkçe biliyormuş J Yurt dışında tek başınıza olunca o 3 kelime bile olsa Türkçe bir şeyler duymak çok kıymetli oluyor… Çok mutlu olmuştum.
Bir yandan da Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda öğrencilerinizi yetiştiriyorsunuz. Kendi neslinizle kıyaslandığında yeni nesil müzisyenlerde öne çıkan özellikler nedir, enstrümanla ilişkileri ne düzeyde?
2016 yılı itibariyle Mersin Üniversitesi’ndeki görevim sona erdi. Araştırma Görevlisi kadrosu, yüksek lisans eğitimi bittikten sonra eğer biriminizde doktora programı yoksa sona eriyor. Maalesef doktora programı olmadığı için görev sürem bitti. O yıldan beri Mersin Devlet Opera ve Balesi orkestra sanatçısı olarak görev yapıyorum.
Üniversitede çalıştığım süre içerisinde Doç Tuba Özkan’ın asistanlığında tüm öğrencileri ile çalışma fırsatı buldum. Hala tüm öğrencilerin gelişimlerini konserlerinden takip ediyorum. Öğretmek çok keyifli bir süreç. Ama öğrenciler de öğrenmek istiyorlarsa eğer bu keyif katlanarak artıyor. Öğrencilerin bir kısmında hiç merak olmuyor. Merak eksikliği her alanda gelişmemizi olumsuz etkileyen bir durum. Öğretmen olduğunuzda, öğrencilerin meraklarını uyandırabilecek şeyler bulmak ve konsantrasyonlarını ders sonuna kadar aktif tutabilmek gerekiyor.
Bir yandan çağ değişti. Teknoloji sayesinde, notalara, ses kayıtlarına, enstrüman araştırma sürecine ve daha bir çok şeye rahatlıkla erişim sağlayabilen çok şanslı bir jenerasyon var. Bizim zamanımızda bir tane ses kaydına ulaşmak bile zaman almaktaydı. Ankara’ya gidip çaldığım eserin cd’sini kopyalatıp geri döndüğümü hatırlıyorum. Şimdi öğrencilerin istedikleri kayıtlara ulaşabilecekleri bir sürü kaynak var. Bu konuda hem çok şanslılar, hem de ne kadar şanslı olduklarının farkında değiller…
Her türlü erişimi çok kolay ve hızlı sağladıkları için beklentileri de bu yönde oluyor. Mesela viyola çalmaya yeni başlayan öğrenciler hemen parçalar çalmak istiyorlar. Yavaşlık onları sıkıyor. Çünkü hayatlarındaki her şey çok hızlı. Bizim neslimiz ile en büyük farklılıkları “hız”.
Son olarak müzik kariyerinizdeki yakın dönem projeleriniz ve hedeflerinizi öğrenmek isterim.
İlk hedefim Anadolu Üniversitesinde Prof. Burcu Tunca ile sürdürdüğüm Sanatta Yeterlik eğitimimi layığı ile bitirmek.
Yurt içinde ve yurt dışında masterclasslar verebilecek aşamaya gelmeyi, öğrendiklerimi aktarabilmeyi istiyorum.
Akademik olarak destek sağlayabilecek bir birikim oluşturmak ve bunları lisans sonrası düzeydeki öğrenciler ile paylaşabilmek ise bir sonraki hedefim.
Operada çalmayı çok seviyorum. Bu yüzden opera alanındaki araştırmalarımı derinleştirerek sürdürmek, bu alanda gelişmek isteyen viyolacılara tecrübelerimi aktarabilecek kaynaklar oluşturmak istiyorum.
Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler.
Benim için de çok keyifliydi. Bu güzel sorularınız ve değerli vaktiniz için ben teşekkür ederim.