
1997 yılında İskenderun’da Türk Sanat Müziği ve Türk halk müziği ezgilerinin eksik olmadığı bir evde doğan ve isminin gerçek hayatta hakkını bu ezgileri yeteneğe dönüştürerek bir nevi vermiş olan Ezgi Göktürk piyano çalışmalarına 2007 yılında Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nda Diler Argat ile başladı. Henüz 12 yaşındayken İlhan Baran’dan çağdaş müzik tarihi, caz & blues ve orkestrasyon dersleri almaya başladı. 2012 yılında çalışmalarına Öznur Orbay ile devam etti ve konservatuvarın lise kısmını başarılı bir şekilde tamamlayıp aynı konservatuvarın üniversitesine girmeye hak kazandı. 2017 yılında Finlandiya’da bulunan University of the Arts, Sibelius Academy’nin giriş sınavlarında başarılı oldu ve lisans eğitimini orada Erik T. Tawaststjerna ve Antti Siirala ile piyano, Paavo Pohjola ile oda müziği çalışarak 2 senede tamamladı. Şu anda yüksek lisans eğitimine aynı okulda devam eden Ezgi Göktürk, Erik T. Tawaststjerna ve Anna Kuvaja ile piyano, Tuomas Turriago ile oda müziği çalışmalarına devam ediyor. Bütün bu süre zarfında master classlara aktif olarak katılmayı ihmal etmeyen Ezgi Göktürk halen ulusal ve uluslararası festival ve master classlara katılmaya ve konserler vermeye devam ediyor. Çok farklı ekollerden öğretmenle çalışmasının kendi kişisel gelişimi üzerindeki etkisini ise çok duru ve net ifadelerle aktarıyor Ezgi: “Farklı farklı kişilerle çalışınca müzikte “doğru” diye bir nitelendirmenin olmadığını fark ediyorsun. Çünkü her müzisyenin, öğretmenin kendine göre bir doğrusu var ve bu doğru başkasına göre yanlış olabilir. Bu durum müzikal fikirler açısından benim ufkumu çok zenginleştirdi. Tabii ki bazı zamanlarda kafamın karıştığı oldu. Fakat zaten olması gereken de bu diye düşünüyorum.”
Ezgi Göktürk, 2014 yılından beri piyano yarışmalarında çeşitli ödüllere layık görüldü. 2014 yılında 9. Pera Piyano Yarışması’nda 3.lük ödülünü kazanan Ezgi, bir sonraki sene aynı yarışmanın duo kategorisinde piyanist Zeynep Ülbegi ile birlikte “En iyi duo” ödülünü kazandı. 2019 yılında Helsinki’de düzenlenen 10. Helmi Vesa Piyano Yarışması’nda ana ödülü kazanan 10 piyanistten biri oldu. 2021 yılın Eylül ayında Tampere’de düzenlenen Tampere Piyano Yarışması’nda finale kaldı ve bunun sonucunda “Finalist” ödülü aldı.
2015 yılından bu yana Ezgi, Türkiye, Finlandiya, Yunanistan, Avusturya, İzlanda ve Fransa gibi ülkelerde hem solo hem de oda müziği konserleri verdi. 2015 yılında düzenlenen Bela Bartok Müzik Festivali ve Sempozyumu’nda TRT Radyo 3’te canlı yayınlanan konserde yer aldı. 2019 yılında Sibelius Akademisi ve Helsinki Filarmoni Orkestrası’nın ortak olarak düzenledği “Yhdessä!” projesinde yer almaya hak kazanan iki piyanistten biri seçildi ve bunun sonucunda Helsinki Filarmoni Orkestrası’nın üflemeli üyeleriyle oda müziği konseri vermeye hak kazandı. Yine aynı yıl kendi oda müziği grubu Trio 424 ile hem Helsinki’de hem de Türkiye’nin farklı şehirlerinde başarılı bir konser turu gerçekleştirdi. 2021 yılında Académie musicale de Villecroze’a seçilen 8 piyanistten biri oldu ve bunun sonucunda Fransa’da Avedis Kouyoumdjian ile 1 haftalık yoğun piyano dersleri almaya ve konser vermeye hak kazandı.
Solo kariyeri dışında oda müziği ve farklı topluluklarla çalışmayı ihmal etmeyen Ezgi, 2010-2016 yılları arasında Çiğdem Aytepe ve Atilla Çağdaş Değer’in çeşitli korolarına eşlik yaptı. 2016 yılında Ankara Gençlik Senfoni Orkestrası ile konserler verdi. 2019 yılında Musica Nova Festivali and Espoon Kaupungin Teatteri’nin düzenlediği Juhani Nuorvala’nın bestelediği “Flash Flash; Two Deaths of Andy Warhol” adlı operada korrepetitör olarak çalıştı. O yıldan beri çağdaş müzik topluluğu “NYKY Ensemble” ile çeşitli konserler vermeye devam ediyor.
Finlandiya’ya taşındığından beri Ezgi çeşitli dernekler tarafından finansal anlamda destekleniyor. 2018 yılında İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın düzenlediği “Yarının Kadın Yıldızları” burs projesine seçilen kişilerden biri olan Ezgi Göktürk, 2019 yılından beri Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı’nın seçkin bursiyerlerinden biri. Şu günlerde kendisi için üç altın kural var: “kendini dinlemeyi çok iyi bilmek, parmak numarası yazmak ve kesinlikle haftanın bir günü dinlenmek.”
Birçok müzisyende olduğu gibi Ezgi açısından da bursların yeri oldukça kritik önemde: “Finansal problemlerimiz olduğu zaman okurken bir yandan bir işte çalışmamız gerekiyor. Bu da enstrüman başında geçirdiğimiz zamanın azalması anlamına geliyor. Bu açıdan burslar aslında bizim hem enstrümanımızı istediğimiz kadar çalışmamızı sağlıyor hem de mental açıdan da bizi rahatlatıyor çünkü her ay ekmeğimizi nasıl çıkaracağız diye düşünmek yerine müziğimize odaklanabiliyoruz” diye ifade ediyor bu durumu.
Yüksek lisans eğitimini bu ay içerisinde bitirmeyi planlayan Ezgi, akabinde Orta Avrupa’ya taşınarak kendimi oda müziği alanında daha fazla geliştirmek; özellikle çağdaş müzik topluluklarında daha fazla yer almak; Finlandiya’da özellikle pedagoji konusundaki birikimini Türkiye’deki müzisyen arkadaşlarımla paylaşarak yapıcı eğitimin yaygınlaşmasında rol oynamak istiyor.
Finlandiya gibi uzak bir coğrafyada eğitim hayatını devam ettiren bu genç müzisyenimizi sizlere fikirsel ve müzikal açıdan yakınlaştırmak adına bir söyleşi yapmayı çok arzu ettim. Keyifli ve öğretici söyleşimizi paylaşmak isterim:
Merhaba Ezgi hanım. On yaşında başladığınız piyano çalışmalarından bugüne gelen bir başarı serüveniniz var, öncelikle çok tebrik ederim. Müziğe ve özellikle de piyanoya olan ilginiz nasıl ortaya çıktı? Bu açıdan çocukluğunuza dair anekdotlar var mı?
Müziğe olan ilgim muhtemelen küçükken evimizde annemin çok müzik dinlemesi ve babamın da amatör olarak evde sürekli bağlama çalmasıyla başladı diye düşünüyorum. Evimizde klasik müzikten ziyade daha çok Türk sanat müziği ve Türk halk müziği dinlenirdi. Şarkı söylemeyi çok severdim. Açıkçası piyanoya özel olarak bir ilgim yoktu, klasik müziğe de hiç aşina değildim. Daha sonra müzik öğretmenim Fatih Alkaya’nın yönlendirmesi ile ondan piyano dersleri almaya başladım. Başladığım zaman da çok ilgi duyduğum söylenemez, benim aklım o zamanlar hep şarkı söylemekteydi. Bu ilgisizlik uzun süre devam etti diyebilirim.
Ve birçok müzisyenin hayallerini süsleyen bir eğitimci olarak İlhan Baran’dan daha 12 yaşındayken çağdaş müzik tarihi, caz, blues ve orkestrasyon dersleri aldınız. İlhan Baran’ı nasıl tanımlarsınız? Onun sizin piyano yetenekleriniz ve müzisyenliğinizin entelektüel yönü üzerindeki etkileri neler oldu?
İlhan Baran benim müzik serüvenimde gerçekten çok önemli bir yere sahip. Müziğe tam anlamıyla ilgi duymam onun sayesinde oldu. Baran’dan ders aldığım yıllar benim için çok zor yıllardı. Piyanoya olan ilgim giderek azalıyordu, piyano çalışmanın ne demek olduğunu tam olarak kavrayamamıştım. Hep nasıl çalıştığıma değil, ne kadar çalıştığıma odaklanıyordum çünkü böyle öğrenmiştim. Nasıl çalışıldığını bilmedikten sonra o çalışma saatleri de işkence gibi geliyordu. O sırada Baran’dan caz ve blues dersleri alıyorduk. Her derste yeni bir eseri koro olarak söyletip bizi sınıfta tek tek kendisiyle doğaçlama yapmamız için teşvik ediyordu. Bunu yaparken çok zevk alıyordum, Baran da beni çok destekliyordu bu konuda. Birkaç beste yapmıştım o zamanlar. Kendi piyano öğretmenimden çok korktuğum için ona hiçbir zaman gösteremedim ama Baran’a çok rahatlıkla göstermiştim. Kendisi de eserleri nasıl geliştirebileceğime dair tavsiyeler veriyordu. 13 yaşındayken yılsonu sınavında bütünlemeye kaldım çünkü öğretmenim sınava girmemi istememişti. O zaman bunun yolun sonu olduğuna karar vermiştim ve müziği bırakmaya çok kararlıydım. Baran’a bu durumu anlattığımda çok öfkelendi. Öğretmenimi derhal değiştirmem ve müziğe devam etmem konusunda beni ikna etti. Hayatımın en büyük dönüm noktalarından biri bu oldu. Baran’ın bende çok önemli bir yere sahip olmasının en büyük sebeplerinden biri kesinlikle bu.
Peki daha sonra nasıl bir eğitim sürecinden geçtiniz? Ve yolunuz nasıl Finlandiya’ya dek uzandı?
Bu süreçten sonra caz ve blues’a ilgi duymaya başladım. Piyano çalışmalarıma devam etsem de hala aklım şarkı söylemekteydi. Konservatuvardaki piyano öğretmenim Öznur Orbay beni caz ve blues konusunda hep destekledi ama bir yandan da konservatuvardaki piyano çalışmalarımı sıkı tutmaya çalışıyordu. Bana hep “Ezgi kayıt dinle, notalarının üstüne not al.” derdi. Onun sayesinde klasik müziğe ilgi duymaya başladım. Çalışmaktan çok zevk alıyordum, hatta çalışmayı iple çektiğim zamanlar oluyordu. Gerçekten beni klasik müziğe öyle bir bağladı ki bir daha bırakamadım.
Konservatuvarda lisans eğitimime başladığım zaman Erasmus+ değişim programıyla Avrupa’ya gitmek istiyordum. Önümdeki seçenekleri değerlendirdikten sonra hem eğitim sistemini çok merak ettiğimden, hem de okuldaki çalışma olanaklarının çok iyi olduğunu duyduğumdan dolayı Finlandiya’ya Sibelius Akademisine başvurmaya karar verdim ve kabul aldım. Verimli bir sene geçirdikten sonra eğitimime tamamen burada devam etmeye karar verdim.
Finlandiya’da Sibelius Academy’de eğitiminizi sürdürdünüz. Peki size yurtdışı eğitimi neler kazandırdı? Burada kimlerle çalıştınız?
Helsinki’de çalışmanın bana birçok yönden katkısı oldu. Öncelikle eğitim sistemleri tamamen yapıcılığa dayalı. Tabii ki bu müzik eğitimine de yansıyor. Öğretmenler için öğrencinin mutluluğu çok önemli. Öğrencilerin başarı kriterini potansiyellerine ya da müziğin hangi alanıyla daha çok ilgilendiklerine göre ayarlamayı iyi biliyorlar. Bu da herkesin çok açık görüşlü olmasını sağlıyor. Öğretmenlerin arasında genel olarak bir dayanışma var ve bu öğrencilere de yansıyor. Bence bu durumun bana en büyük katkısı istediğim zaman istediğim öğretmenle ders yapabilmek oldu. Ayrıca iki farklı öğretmenle aynı anda çalışma fırsatı da veriliyor. Farklı farklı kişilerle çalışınca müzikte “doğru” diye bir nitelendirmenin olmadığını fark ediyorsun. Çünkü her müzisyenin, öğretmenin kendine göre bir doğrusu var ve bu doğru başkasına göre yanlış olabilir. Bu durum müzikal fikirler açısından benim ufkumu çok zenginleştirdi. Tabii ki bazı zamanlarda kafamın karıştığı oldu. Fakat zaten olması gereken de bu diye düşünüyorum. Bu şekilde bir müzisyen olarak kendi kendine karar vermeyi ve kendinden sorumlu olmayı öğreniyorsun. Bu avantajlardan yararlanarak lisans eğitimimi Erik T. Tawaststjerna ve Antti Siirala ile tamamladım. Şu an yüksek lisans eğitimime Erik T. Tawaststjerna ve Anna Kuvaja ile devam ediyorum. Bunun dışında gerçekten çok kaliteli konserler izleme fırsatım oldu. Aynı zamanda akademinin 24 saat açık olması, çalışma olanakları açısından büyük faydalar sağlıyor.
Birçok ulusal ve uluslararası festivalde yer aldınız, konserlere çıktınız. Hiç unutamadığınız bir konser anınızı aktarır mısınız?
Bu yaz Fransa Villecroze şapelinde verdiğim konseri hiç unutamayacağım. Şapelden sivrisinek hiç eksik olmuyormuş hatta bu yüzden sivrisinek şapeli diyenler varmış. Üstüne üstlük şapeldeki piyanonun durumu gerçekten fecaat durumdaydı ve akustik de bir hayli kötüydü. Janacek’in piyano sonatını çalarken bir sivrisinek sürekli çok yakınımdan uçuyordu ve bütün eseri umarım beni sokmaz düşüncesiyle tamamladım.
Konserlere çıkmadan yaptığınız bir uğurunuz var mı?
Hayır, yok. Sadece konser gününe yakın uymaya çalıştığım rutinlerim var. Uykuma dikkat etmeye çalışıyorum, ağır şeyler yemiyorum. Bir kere arkadaşlarımın tavsiyesiyle konserden birkaç saat önce meditasyon yapmayı denedim ama benim için çok etkisi olduğunu düşünmüyorum.
Aldığınız ödüllerden de kısaca söz ederseniz çok sevinirim. Çünkü solo piyanistliğinizin yanı sıra duo performanslarınızla da ödüller alıyorsunuz.
İlk ödülümü 2014 yılında 9. Pera Piyano Yarışması’nda aldım. Ertesi sene piyanist Zeynep Ülbegi ile aynı yarışmada en başarılı duo ödülünü aldık. Açıkçası o zamandan beri piyano duo üzerine pek yoğunlaştığım söylenemez. Daha sonra 2019 yılında Helsinki’de düzenlenen Helmi Vesa Piyano Yarışması’nda ve geçtiğimiz Eylül ayında düzenlenen Tampere Piyano Yarışması’nda ödül aldım.
Bir yandan da oda müziği konserlerinizi Türkiye ve Avrupa’nın birçok ülkesinde sürdürüyorsunuz. Oda müziğine sizi çeken ne oldu? Ve kendi oda müziği grubunuzdan, projelerinizden söz eder misiniz?
Oda müziğine ilgim Sibelius Akademisinde Paavo Pohjola ile çalışmaya başlamam ile başladı. Kendisi benim için İlhan Baran gibi bir yere sahip. 90 küsür yaşında olmasına rağmen çok iyi duyuyordu ve müzisyen olarak yapmak istediğimizi çok iyi anlıyordu. Hep az konuşuyordu ama dediği her şey performansımızı anında iyi yönde değiştiriyordu. O zamanlarda birlikte çalmaya başladığımız Aslıhan Gençgönül (çello) ve Emma Mali (keman) ile Trio 424 adı altında hem Finlandiya’da hem Türkiye’de birçok başarılı konser gerçekleştirdik. Daha sonra Emma’nın Münih’e taşınmasından dolayı pek bir araya gelemedik. Bunun üzerine yine Aslıhan ve Ömer Berk Taraklı (klarinet) ile bir grubumuz oldu ve çalışmalarımıza Tuomas Turriago ile devam ettik. Bu dönem tam korona zamanına denk geldi ve biz de YouTube üzerinden birkaç konser verdik. Bu konserler çoğu kişi tarafından çok beğenildi ve öğretmenimiz Tuomas bunun sonucunda bize bir eser yazmaya karar verdi. Benim piyano sınavlarımdan birinde ilk seslendirişini gerçekleştirdik. Bizim için gerçekten çok mutluluk verici bir olaydı. Oda müziğinde olan başarılı konserlerimizden dolayı Helsinki Filarmoni Orkestrasının üflemeli çalgılar üyeleriyle bir oda müziği konseri vermeye hak kazandım ve bu konserde W. A. Mozart’ın Piyano ve Üflemeli için beşlisini (K. 452) seslendirdik. Helsinki’deki serüvenimde oda müziği benim için ikinci bir ana dal gibi oldu diyebilirim.
Peki piyanonun yanına en çok yakıştırdığınız eşlikçi enstrümanlar hangileri?
Çok seçici olduğum söylenemez. Güzel müzik, kaliteli performans olduktan sonra her şey yakışıyor.
Kendinize örnek aldığınız, ilham kaynağınız olan kadın piyanistler kimler ve neden?
Açıkçası benim ilham kaynağım sadece piyanistler değil. Her türlü müzisyenden ilham alabiliyorum, hatta genelde başka enstrümanlar, şancılar, şarkıcılar ya da başka müzik türleri kaynak oluyor. İlham aldığım kişiler bazen arkadaşım da olabiliyor, bazen öğretmenlerimden biri, bazen de çok ünlü birileri. Ama illa ki bir örnek vermem gerekirse şu aralar Angela Hewitt ve Beatrice Rana’yı çok dinliyorum. Hewitt’in kuralları yıkarak eserlere yepyeni bir bakış açısı getirmesini çok etkileyici ve ikna edici buluyorum. Rana ise benim gözümde tam bir solist, sahnede olmak ona çok yakışıyor.
Dinleyici önüne çıkacak şekilde beste yaptınız mı hiç?
Hayır, yapmadım. Küçükken çok istedim ama o zamanki öğretmenim önceliği her zaman piyanoya vermem gerektiğini söylediği için küçük şeyler yaptım. Daha sonra da içimde istek kalmadı. Belki bir gün yine isterim.

Eğitiminizde Rus ekolü mü baskın? Bir diğer ifadeyle Finlandiya’daki eğitiminizde günlük çalışmanızın omurgasını virtüözite tekniğinizin geliştirilmesi mi oluşturdu?
Finlandiya coğrafi konum olarak Rusya’ya çok yakın olduğu için böyle bir algı olabiliyor ama öğretmenlerimizin her biri çok farklı yerlerde öğrencilik hayatını geçirdiği için bunun tam olarak doğru olduğu söylenemez. Rus ekolünden gelen öğretmenler de var, Fransız ekolünden de, Alman ekolünden de. Fakat bir şeyden tamamen eminim ki Rus ekolü geleneklere çok bağlı bir ekol ve açıkçası bu gelenekler yapıcı sistemle pek uyuşmuyor. Finlandiya’da genel eğitim sistemi tamamen yapıcılığa dayalı. Fakat henüz Fin müzik eğitiminin tam anlamıyla yapıcı olduğunu söyleyemiyorum. Ancak o da o yöne doğru hızla ilerliyor. Daha önce belirttiğim gibi birden fazla öğretmenle çalışmak ufkunuzu zenginleştiriyor ve her öğretmenden farklı bir ekol ile ilgili bir şey öğrenebiliyoruz. Bunun sayesinde müzikal fikir anlamında Sibelius Akademi’nin çok geliştirici olduğunu düşünüyorum.
Son dönemde hangi besteciler ve eserler üzerine çalışıyorsunuz?
Şu anda Beethoven’in Op. 101 Piyano Sonatını, Lyapunov’un Op. 11 No. 10 Transandantal Etüdünü ve Liszt’in Piyano Sonatını çalışıyorum.
Çalmaktan en çok hoşlandığınız üç konçertoyu merak ediyorum ayrıca…
Beethoven 4, Ravel Sol Majör ve Prokofiev 2.
Bu başarılı ve adanmışlıkla dolu müzik kariyerinize bakıldığında sizin bir kadın piyanist olarak “süper gücünüz” nedir Ezgi hanım?
Eğer buna süper güç diyebiliyorsak eserleri çok hızlı ezberleyebiliyorum. Fakat bir eseri ezber çalmanın müziği iyi icra etmekle uzaktan yakından bir alakasının olmadığını düşünüyorum.
Sizce piyanoyu iyi çalmanın üç “altın kuralı” nedir?
Bu altın kurallar şu ana kadarki yaşamım boyunca hep değişti. Şu aralar benim için altın kurallar kendini dinlemeyi çok iyi bilmek, parmak numarası yazmak ve kesinlikle haftanın bir günü dinlenmek.
Bu dolu dolu kariyerin elbette mali boyutu da var. Peki hangi burs mekanizmalarından yararlandınız ve sizce bir müzisyenin gelişiminde bursların rolü ve katkısı nedir?
Şu ana kadar İKSV’nin düzenlediği “Yarının Kadın Yıldızları” projesinin bursiyerlerinden biri oldum. 2019 yılından beri de Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı tarafından destekleniyorum. Müzisyen olmak için enstrümanımızın başında çok vakit geçirmemiz gerekiyor ve burslar olmadan bunu gerçekleştirmek çok zor. Finansal problemlerimiz olduğu zaman okurken bir yandan bir işte çalışmamız gerekiyor. Bu da enstrüman başında geçirdiğimiz zamanın azalması anlamına geliyor. Bu açıdan burslar aslında bizim hem enstrümanımızı istediğimiz kadar çalışmamızı sağlıyor hem de mental açıdan da bizi rahatlatıyor çünkü her ay ekmeğimizi nasıl çıkaracağız diye düşünmek yerine müziğimize odaklanabiliyoruz.
Son olarak, yakın döneme dair projelerinizi ve hayallerinizi de öğrenmek isterim.
Yüksek lisans eğitimimi bu yılın Aralık ayında bitirmeyi planlıyorum. Daha sonra eğer yapabilirsem Orta Avrupa’ya taşınarak kendimi oda müziği alanında daha fazla geliştirmek istiyorum. Özellikle çağdaş müzik topluluklarında daha fazla yer almak istiyorum. Finlandiya’da özellikle pedagoji konusundaki birikimimi Türkiye’deki müzisyen arkadaşlarımla paylaşarak yapıcı eğitimin yaygınlaşmasında rol oynamak istiyorum. Şimdilik hayallerim bunlar.
Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler Ezgi hanım.