Türkiye’de müzik çevrelerinin daha çok sahiplenmesi gereken başarılı bir genç piyanist: Yener Gökbudak

1996 yılında Konya’da doğan Cemil Yener Gökbudak, piyano eğitimine 2004’te Gülnara Bahşiş ile başlayan, 2006 yılında ise Bilkent Üniversitesi Müzik Hazırlık İlköğretim okulunda Doç. Gülnara Aziz ile piyano çalışmalarını sürdüren, onun sınıfından ise 2014 yılında mezun olup, aynı sene Moskova Çaykovski Konservatuarı piyano bölümünün giriş sınavını kazanıp Prof. Ruvim Ostrovsky’nin piyano sınıfında okuma şansı elde eden, halen de kendisiyle çalışmalarını sürdüren değerli piyanist gençlerimizden.

Türkiye içinde birçok şehirde, üniversitede, birçok elçilikte resitaller veren, Rusya’dan Fransa’ya, Portekiz, Hollanda, İtalya, Ukrayna ve Bulgaristan’a dek birçok etkinlikte resital veren Gökbudak, aynı zamanda şef Işın Metin, Ender Sakpınar ve Serdar Yalçın yönetiminde Bilkent Senfoni Orkestrası, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Senfoni Orkestrası ve Mersin Üniversitesi Oda Orkestrası’yla konserler verdi. Ayrıca piyanist Akuilles Delle-Vigne, Dimitry Bashkirov, Boris Berezovsky, Boris Berman, Matti Raekallio, Gülsin Onay, Özgür Aydın, Emre Elivar ve Kamerhan Turan’ın ustalık çalışmalarında yer aldı.

Gökbudak, Alion Baltık Uluslararası Piyano Yarışması’nda (Letonya, 2019) birincilikten, 1. Sergey Rahmaninov Piyano Yarışması’nda (İstanbul, 2011) ikinciliğe, doğumunun 200.yılında Chopin Ulusal Piyano Yarışması’nda (Ankara, 2010) birinciliğe, Kamuran Gündemir 1. Ulusal Piyano Yarışması’nda (Mersin, 2009) ikinciliğe, 10. Uluslararası Genç Virtüözler Yarışması’nda (Sofya, 2014) ikincliğe, Coimbra Dünya Piyano Yarışması’nda (Portekiz, 2016) üçüncülüğe ve daha nice başarıya imza atmış bir piyanistimiz.

Ancak Gökbudak ülkesindeki müzik çevrelerine haklı sebeplerle kırgın. “Ne yazık ki Türkiye’de 4-5 yıldır çalmadım. Yaptığım bütün konser başvurularım bir Türk olarak eşi benzeri olmayan özgeçmişime rağmen reddediliyor. Sanırsam bu sorunun cevabı sanatçılara kukla muamelesi yapan ve “proje” adı altında bu kuklaların arkasından zengin olan insanların elinde. Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir demiş yüce bir insan. Ben de bu söze sadık kalmaya devam ederek, kimsenin evcil hayvanı olmadan müziğimi yapmaya devam edeceğim” diye açıklıyor bu kırgınlığının sebeplerini.

Genç piyanistlere de üç değerli tavsiyesi var ve bunların üçünün de bol bol çalışmaktan geçtiğini kaydediyor: Aynada “göründüğünden” daha iyi ol. Aynada “gördüğünden” daha iyi ol. Aynadan “görüldüğünden” daha iyi ol.

Kendisini mutlaka tanımanızı isterim. Onun için de bu keyifli, samimi ve kendisinin sitemlerini de içeren bu söyleşiyi gerçekleştirdik kendisiyle. İnanıyorum ki kendisinin birkaç video kaydını dinledikten ve onu tanıdıktan sonra niçin 5 yıldır onu Türkiye’de dinleme şansından mahrum kaldığımızı soracaksınız siz de kendi kendinize… İyi okumalar dilerim.

Merhaba Yener bey. Piyano eğitimine sekiz yaşında başlamışsınız. Ayrıca ağabey-kardeş müzisyen bir ailede büyüdünüz. Müziğe olan ilginiz ilk kimin gözüne çarpmıştı ve ardından nasıl bir eğitim sürecinden geçtiniz?

Müziğe olan ilgimi annem de babam da ben küçük yaştayken fark etmişler. Annem müzik öğretmeni ve babam ses kayıt uzmanı olduğu için kanımın bu mesleği çekeceği kaçınılmazdı.

Birçok değerli ustalık sınıfına katıldınız ve Türkiye’nin önde gelen şefleri ve orkestralarıyla çaldınız. Bir yandan da piyano alanında çok değerli gençler yetiştirmiş olan Gülnara Aziz’in de öğrencisisiniz. Gülnara hanımın size verdiği ve aklınızdan hiç çıkmayan öğütler, yönlendirmeler oldu mu?

Gülnara öğretmenim harika bir öğretmen olmanın yanı sıra ikinci bir anne gibi davrandı bana. Müziği müzik olarak tanımamı sağladı. Pek çok insan günümüzün perfeksiyonist dünyasında evrildikleri için bu mesleği bir yarış olarak görüyorlar. “Hız nerede, talep orada… hızın kurbanı olma” dedi.

Moskova Çaykovski Konservatuarı’nın piyano bölümünü kazanmak ve burada okuma hakkı elde etmek birçok müzisyenin hayali. Peki siz bu başarınızı ilk duyduğunuzda neler hissetmiştiniz? Bu konservatuarı hedeflemenizdeki sebepler neydi?

Ufak bir heyecan vardı tabii. Kısa sürede adapte oldum. Benim bu konservatuarı hedefleme sebebim öncelikli olarak ruhsal ve mental gelişimim içindi. Pek çok insan Moskova bitti der fakat ben hala eğitiminin Dünya’da bir numara olduğuna inanıyorum, çünkü çalışan hocalar mesleklerini aldıkları 3 kuruş maaşa bakmadan sevdikleri için yapıyorlar. Bu ortamın içinde müziği müzik için yapmak için daha da evrildim.

Katıldığınız yarışmalar ve derecelerinizden de söz edebilir misiniz?

Yurtiçinde ve yurtdışında pek çok yarışmada ödül aldım. Bunların içinde en büyük olanı İstanbul’da Notre Dame de Sion Uluslararası Yarışması’ydı. Ülkemizde, Avrupa’nın en büyük ilk 5 yarışmasından birinin yapılıyor olması ve bu yarışmada birinci olmak her şeyin daha güzel olacağı hissi vermişti. Devasa bir repertuar ile başa çıkmanın yanı sıra, doğa üstü bir seviyeye sahip bir yarışmamız var. Dünya’nın dört bir yanından kendini kanıtlamış müzisyenler yarışmaya geliyorlar. Böyle bir pozisyona sahip yarışmada birinci olup 5 yıl ülkede çalamamış olmak veya bütün konser başvurularının hala reddediliyor olması beni şaşırtmıyor değil… Gerçi amca oğlu terimini bulan da bizdik.

Bu süreçte herhangi bir burstan, kurumsal destekten yararlandınız mı?

Şu an Borusan Kocabıyık Vakfı tarafından desteklenmekteyim. Maalesef aldığım burs eğitim ve hayat masrafının yarısını karşılamıyor bile. Önümüzdeki 2 yıl için yıllık 25.000 dolar olacak şekilde bir desteğe ihtiyacım var. Annem ve babam ikisi de devlet memuru. Kafası çakırı çoktan geçmiş, uçup giden bir Dollar ve Euro ile benim bu rakamı ödemem maalesef imkansız. Bir şeyleri umarak yaşamak kaderi değil midir her Türk’ün?…

Çok göreceli bir soru ama bu kadar yükselen bir ivme karşısında sizin de kendi tanımınızı öğrenmek isterim: Sizce başarı nedir Yener bey?

Bence başarı, bir insanın bir gün önceki kendinden daha iyi olmasıdır. Pek çok insan başarıyı not ortalaması veya bir kağıt parçası sanar. Okuduğu bir kitabı anlamayan bir toplum, elindeki kağıdın hafızı olsa ne yazar?

Dünyanın dört bir yanında konserlerde, festivallerde, ustalık sınıflarında yer almışsınız. Peki Türkiye’de sizi daha fazla nasıl dinleyebiliriz? Bu açıdan projeleriniz, hedefleriniz var mı?

Halen Avrupa ve Rusya’da aktif olarak çalmaktayım. Ne yazık ki Türkiye’de 4-5 yıldır çalmadım. Yaptığım bütün konser başvurularım bir Türk olarak eşi benzeri olmayan özgeçmişime rağmen reddediliyor. Sanırsam bu sorunun cevabı sanatçılara kukla muamelesi yapan ve “proje” adı altında bu kuklaların arkasından zengin olan insanların elinde. Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir demiş yüce bir insan. Ben de bu söze sadık kalmaya devam ederek, kimsenin evcil hayvanı olmadan müziğimi yapmaya devam edeceğim.

Son dönemde konservatuarlardan mezun olan çok geniş bir müzisyen kitlesi var. Sizce bu müzisyenlerin tümünü istihdam edecek bir sistem var mı? Yurtdışı deneyimi olan biri olarak, müzisyenlerin tümünün müzik havuzuna katkıda bulunması adına nasıl bir sistem geliştirilmelidir?

Bir mahalle terzisi düşünün, eşi benzeri olmayan gömlekler diken. Yaratıcı, orijinal, hayatını kazandığı 3 kuruşa bakmadan işine adamış. Bir de Armani veya Gucci… Marka zaten markadır. İsmini kazanmıştır. Yeni insanlara, yeni kumaşlara şans tanımaları lazım. Etkinlikler arttırılmalı, markalaşmış isimleri bırakıp yenilere destek sağlanmalı. İnsanlar küçük akvaryumlarında kral kalmak için birbirlerini boğazlıyorlar. Okyanusa açılamıyorlar çünkü biliyorlar oranın küçük balıkları olduklarını.

Böylesi geniş bir kitlenin çocuk havuzuna sığmadığını ilk olarak devletin görmesi lazım. Devlet desteği olmadan hiç bir sanat kurumu bu havuzun üstesinden gelemez… Gerçi batan bir gemi kendini kurtaramazken, o batan gemiye Requiem çalan gençleri kim ne yapsın.

Müzik icra etmediğiniz veya çalışmadığınız zamanlarda hobileriniz nelerdir? Rusya’da günleriniz nasıl geçiyor?

Spor yapmayı seviyorum. Genelde düşünerek geçiyor günlerim. “Düşünmek hobi mi be?” diyenler olacaktır elbet fakat benim için bu bir hobi oldu. Felsefe yapmaya, insanlarla tartışmaya bayılırım. Mümkün olan her anda insanlarla her konuda fikir alışverişi yaparım. Sokrates misali diyebilirim.

Peki Rusya’da nerelerde sahne alıyorsunuz? Ne tür etkinliklerde müzikseverlerle buluşuyorsunuz?

Aralık ayında Petersburg’da Mariinsky Tiyatrosu’nda solo konserim olacak. Kiliselerde ve okuldaki konser salonlarımızda yılda bir kaç kez çalma şansımız oluyor.

Rusya ve Türkiye’yi klasik müziğe duyulan ilgi ve “bilgili dinleyici” açısından değerlendirirseniz hangi noktalarda benzeşmeler ve ayrışmalar gözünüze çarpıyor?

Konser dinlemeye gelen profil bence Dünya’nın her yerinde eşit derecede bilgiye sahiptir. İlgiye dayalı bir konu olduğu için, konserde ilgisi veya bilgisi olmayan insanı görmek oldukça nadirdir. Burada da aynı Türkiye’deki gibi telefonlar çalmıyor veya yere düşmüyor değil…

Müzik kariyeriniz boyunca “keşkeleriniz” oldu mu?

Keşkeleri olmayan insan neyi kaçırdığını veya neleri daha iyi yapabileceğini bilmeyen insanlardır. Gelişimin, hedeflerin ve ilerlemenin olduğu yolda keşkeler kaçınılmazdır. Düşünsenize bir ineğe ot yerken geçen trenin manzarasını kaçırdığını söylüyorsunuz. Daha trenin ne olduğunu bilmeyen inek nasıl keşke desin. Treni hayatında bir kez tanısaydı ve trene dair biraz bilgi sahibi olsaydı, eminim treni kaçırdığını duyduğunda o da bir “keşke” derdi.

Peki yeni nesil müzisyen çocuklara, bu süreçten geçmiş biri olarak üç tane temel tavsiye vermenizi istesem neler söylerdiniz? 

  1. Aynada “göründüğünden” daha iyi ol.
  2. Aynada “gördüğünden” daha iyi ol.
  3. Aynadan “görüldüğünden” daha iyi ol.

İpucu: Çalışarak oluyor bunlar.

Piyanistlerin en çok dikkat ettiği organları elleri olsa gerek. Kimisi çay bile demlemez, kimisi ekstrem sporlardan kaçınır. Peki sizin sağlığınızı korumak adına yaptıklarınız ve yapmadıklarınız neler?

Ellerimi korumak için hiç bir özel çabam olmadı. Boks, tenis, profesyonal seviye vücut geliştirme veya voleybol dışında hiç bir sporun ele zarar vereceğini düşünmüyorum. Kendim yıllardır fitness yapıyorum.

Chopin ve Rahmaninov’un eserlerini piyanoda icra ettiğiniz önemli dereceleriniz var. Bu iki değerli kompozitör sizin ruhunuzun hangi yönlerine hitap eder ve sizde en çok iz bırakan eserleri hangileri?

Rachmaninov gençlik hevesimdi. Kendimi bir cümlede tanımlayacak olsam; Ben Chopin’im ve en sevdiğim besteci Schubert.

Chopin’in en çok iz bıraktığı an Opus 25 bütün etütleri konserde çalışımdı. Chopin melankolisi ve romantizmi ile, Schubert de kaostan uzak saf müziği ve kalbi ile bana hitap eder.

Çok teşekkürler Yener bey. En yakın zamanda sizi Türkiye’de sahnelerde yeniden dinleyebilmek ümidi ve dileğiyle.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s