
Karabük Üniversitesi’nde Safranbolu Fethi Toker Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi – Müzik Bölümü’nden Dr. öğretim üyesi Elif Yaygıngöl Şehirli bugünkü konuğumuz. Kendisi çok derinlikli bir Rus eğitiminden geçmiş, çok başarılı bir keman sanatçısı genç… Ona göre, “Rus Keman ekolünün değişmez gerçeği üstün bir teknik standart ve onun üzerine kurulmuş müzikal imgeleme ile gelen derin müzik anlayışı.”
1990 yılında Eskişehir’de doğan sanatçı, keman çalışmalarına 2001 yılında Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda, Dr. Öğretim Üyesi Zenfira ZÖHRABBEKOVA ile başladı. 2002-2003 eğitim ve öğretim döneminde, Edirne’de düzenlenen 6. Uluslararası Genç Müzisyenler Yarışması’nda keman dalında mansiyon ödülü aldı.
Prof. Sergey KRAVCENKO, Prof. Dora SCHWARZBERG, Prof. Mihail ARANOVIC GODSDINER, Prof.Mincho MINCHEV, Prof. Lyutsia IBRAGIMOVA, gibi isimlerin Master Class Kurslarında başarı belgeleri aldı.
Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Gençlik Senfoni Orkestrası ile başkemancı olarak konserler verdi. Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası’nda 1. Keman üyesi olarak yurt içinde ve yurt dışında pek çok konserde görev aldı. Prof.Cihat AŞKIN yönetimindeki CAKA’da bir dönem boyunca burslu öğrenci olarak eğitim gördü.
2009-2010 eğitim öğretim yılları arasında Farabi programı kapsamında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı, keman sanatçısı Venyamin VARSAVSKY’nin keman sınıfına kabul edildi. Lisans eğitimini Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda, Yüksek Onur Derecesiyle tamamlayan sanatçı, 2011 Eylül ayında, Moskova Tchaikovsky Devlet Konservatuarı lisansüstü eğitimi giriş sınavlarını kazanarak, Dünyaca ünlü keman virtüözü, Leonid KOGAN’ın öğrencisi ve asistanı, orkestra çalgıları bölüm başkanı, Prof.Sergey KRAVCENKO’nun sınıfına kabul edildi. Ayrıca Moskova’daki eğitimi boyunca ünlü piyanist Prof. Nina KOGAN ile oda müziği ve ansamble çalıştı.
20 Mayıs 2012 tarihinde Kuzey İtalya’da meydana gelen depremde yıkılan ‘’Emilia Romagna’’ antik kentinin tarihi dokusunun onarımı yararına, İtalya/Cremona’da 28 Temmuz 2012 tarihinde yaptığı yardım konseri büyük ilgi görmüş; konsere, Milano Türk Baş Konsolosluğu Delegasyonu katılmışlardır. “Güzel bir amaca hizmet eden bu organizasyonun kalbimde ve kariyerimde yeri büyüktür” diyor genç müzisyen bu etkinlik hakkında konuştuğumuzda.
2013 yılında iki yıllık lisansüstü keman eğitimini, Moskova Tchaikovsky Devlet Konservatuvarı, Prof. Sergey KRAVCENKO sınıfından mezun olarak başarıyla tamamlamıştır. Haziran 2019’da, Anadolu Üniversitesi, Güzel Sanatlar Enstitüsü, Yaylı Çalgılar Sanat Dalı (Keman) alanında; Prof. Gülen EGE SERTER’in danışmanlığındaki “Sanatta Yeterlik” öğrenimini başarıyla tamamladı.
Sanatçının, lise öğrenciliğinde seslendirdiği bazı piyano eşlikli kayıtları, TRT Müzik Dairesi Çoksesli Türk Sanat Müziği Komisyonu tarafından yayınlanır nitelikte görüldü ve yayın arşivine alındı.
2015-2017 yılları arasında Eskişehir “İki Elin Sesi Var” Çocuk Senfoni Orkestrası’nda eğitmen olarak görev aldı. 2018 yılında, Karabük Üniversitesi Safranbolu Fethi Toker Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi Müzik Bölümü’ne öğretim görevlisi olarak atandı.
Sanatçı, Anadolu Üniversitesi, Açıköğretim Fakültesi bünyesinde faaliyet gösteren Akadema Kitlesel Açık Çevrimiçi Ders Platformu’ndaki keman derslerinin hazırlayıcısı ve yürütücüsüdür. Aynı zamanda Prof. Cihat AŞKIN yönetimindeki, Aşkın ansamble üyesi olup, bulunduğu üniversitenin Müzik Bölümü’nde orkestra ve keman derslerini yürütüyor.
Bu değerli gencimizi tanımanızı çok isterim; çünkü geçtiği kariyer yolculuğunu, çabalarını, çalışmalarını, hedeflerini, başarılarını gördükçe hayranlığımı gizleyemedim. Umarım tüm hayallerinin yanı sıra Münih’teki Neuschwanstein Şatosu’nda keman çalma rüyası da günün birinde gerçek olur. Zira küçük yaştan itibaren tüm hayallerini çok güzel bir şekilde gerçekleştirmiş yoğun bir çalışma disiplini ve keman tutkusu sayesinde. Buyrun söyleşimize:
Elif hanım merhaba. 11 yaşında başladığınız keman çalışmalarında Moskova Çaykovski Devlet Konservatuarı’na dek devam eden çok başarılı bir kariyer süreciniz var. Biraz sizin ağzınızdan dinleyebilir miyiz? Müzik yolculuğunuz nasıl başladı, yeteneğinizi ilk fark eden kim oldu ve nasıl bir eğitim sürecinden geçtiniz?
Benim babam, Türkiye’nin önde gelen çalgı yapımcılarından Hasan Sami Yaygıngöl. Kendisi İtalya’dan Türkiye’ye Stradivari il Cremonese evrensel keman yapım ekolünü taşımıştır. Aynı zamanda icracı olmamasına rağmen iyi düzeyde viyola çalar. Dolayısıyla müzikle ailede tanışan şanslı çocuklardanım. Babam anne karnından itibaren beni müzikle tanıştırdığını anlatır. Fakat müziği meslek edinmem konusunda babamın bir yönlendirmesi olmadı. Bu tamamen kendi seçimim oldu. Bu anlamda da kendimi çok şanslı hissediyorum. Zorlama olmadan, kendi isteğimle bu yola girdiğim için…
Müzik sevgisi, çok küçük yaşlardan itibaren bende kendisini gösterdi. İlkokulda müzik derslerini heyecanla bekler, tahtaya çıkıp şarkı söylemek için can atardım. Bazen şarkıların sözlerini müziklerini değiştirip söylerdim. Sık sık babamın konservatuvardaki odasına ziyarete gider bulduğum piyanoların tuşlarına anlamsızca basardım. Beşinci sınıfa geldiğimde bir anda “ben konservatuvara gitmek istiyorum” dedim. O döneme kadar hiç müzik eğitimi almamıştım. Bu isteğimden sonra, yaklaşık iki hafta gibi kısa bir çalışma döneminin akabinde konservatuvar yetenek sınavlarına girerek başarılı oldum. Enstrüman seçim aşamasında ise aklımdaki ve kalbimdeki tek enstrüman kemandı. Öyle ki konservatuvarda, enstrüman seçim komisyonunda olan hocalara keman çalmazsam okula devam etmeyeceğimi söyleme cesaretini gösterdim. Komisyonda olan Zenfira Hoca ellerime şöyle bir baktı ve kemana uygun olduğumun sinyalini o anda verdi. Tabi dünyalar benim oldu. Ve böylece on yıllık konsevatuvar eğitim sürecim başlamış oldu.
İlk ödülünüz sanırım Edirne’de aldığınız mansiyon ödülü oldu. Hayatınızda iz bırakan yarışmalardan biraz söz edebilir misiniz?
Edirne’deki yarışmaya yaklaşık 1 yıllık konservatuvar eğitim sürecinin sonunda 12 yaşında katıldım. Müzikle iç içe olsam da daha önce keman ya da başka bir enstrüman çalmamış biri olarak 1 yıl gerçekten bir yarışmaya katılmak için çok kısa bir zaman. O dönemde hocam yarışmaya gidelim dediğinde çok korkmuş ve başarılı olabileceğime hiç inanmamıştım. Yarışma günü geldiğinde hala orada çıkıp çalacağıma inanamıyordum. Ama sahneye çıktım ve büyük bir odakla eserlerimi çaldım. Açıkçası nasıl çaldığımı çıktığımda hatırlamıyordum. Ama performansım bittiğinde hocam bana öyle gururlu ve güzel baktı ki o zaman her şeyin yolunda olduğunu anladım. O anda benim için en önemlisi o bakışı görebilmekti. Çünkü dediğim gibi bir ödül beklentim yoktu. Yarışma bitip ödül töreni başladığında ilk önce ödül alamayan katılımcıları katılım belgesi vermek üzere sahneye davet etmeye başladılar. Ben tabi o esnada şimdi benim adım okunacak diye bekliyorum. Ama katılım belgeleri verildi benim ismim okunmadı. Sonra mansiyon ödülünü almak üzere sahneye çağırıldım. O anda yaşadığım şaşkınlığı ve mutluluğu anlatmak çok zor. Henüz 1 yıllık bir keman eğitimi almışken bunu başarabilmiş olmak benim için büyük bir motivasyon ve itici güç oldu.
Sonrasında kariyerim yarışmalar ekseninde şekillenmedi. O rekabet duygusunu kendi içimde, kendimle yaşamak, kendi en iyimi ortaya koymak esas hedefim oldu.
Eğitim sürecinizde genellikle Rus öğretmenlerin etkisini görüyorum. Zaten tüm bu disiplin de sizi Moskova’ya dek taşımış. Rus keman ekolünü nasıl tanımlarsınız? Hangi ayırt edici özelliklerinden söz edersiniz?
Rus keman ekolü her şeyden önce büyük bir kültürel miras bence. Köklü geçmişi, güçlü pedagojik ve bilimsel yönü ile 20. Yüzyıla damga vurmuş bir ekol, bir gelenek. Rus keman ekolü yalnız Rus pedagoglarla değil yabancı pedagoglarla da gelişmiş, zenginleşmiş. Bir yanda Mostras, Yampolsky, Yankelevich, Stolyarsky gibi efsane Rus pedagoglar, bir yanda aslen Macar olan ama St.Peterburg’ta görev yapmış ve Rus keman ekolünde büyük yeri olan Auer. Ve tabi bu efsane pedagogların yetiştirdiği ikinci kuşak büyük virtüözler; David Oistrakh, Leonid Kogan, Mischa Elman, Nathan Milstein gibi isimler ve bu isimlerin yetiştirdiği sayısız başarılı virtüöz ile süre gelen bir gelenek, nesilden nesille aktarılan bir miras.
Bugün dünyadaki bütün prestijli müzik kurumlarında, orkestralarında, okullarında Rus Keman ekolünde yetişmiş pedagoglar, sanatçılar var. Öyle zengin bir ekol ki kendi içinde bile farklı öğretilere, isim bazında geliştirilmiş farklı metotlara rastlamak mümkün. Moskova’da okuduğum dönemde başka hocaların öğrencisi olan arkadaşlarımla öğrendiklerimizi kıyaslar, metotlardaki farklılıkları konuşurduk.
Hangi büyük ismin geleneği söz konusu olursa olsun Rus Keman Ekolü’nün değişmez gerçeği üstün bir teknik standart ve onun üzerine kurulmuş müzikal imgeleme ile gelen derin müzik anlayışı.

Moskova’daki eğitim süreciniz nasıl geçti? Lisans eğitiminizden yüksek onur derecesiyle mezun olduktan sonra 2011 yılı Eylül ayında Moskova’da Leonid Kogan’ın öğrencisi ve asistanı dünyaca ünlü keman virtüözü Sergey Kravcenko ile çalışmaya başladığınız dönem ve sonrası nasıl gelişti? Başlarda zorlandınız mı? Bu rekabetçi ancak derinlikli eğitim sizi hangi noktalarda zenginleştirdi?
Moskova’daki eğitimim benim tüm hayatım için bir dönüm noktası, hayallerimin gerçeğe dönüşmesi. Başlarda açıkçası zorlandım. Moskova’daki hayat şartları, yurt koşulları zorluydu. Ama kısa süre içinde uyum sağladım. Çünkü zaten amaç konforlu yaşamak değil, aksine o coğrafyanın bu tarz zorluklarının insanı diri tuttuğunu ve çalışma azmini arttırdığını söyleyebilirim.
Dediğiniz gibi hocam Sergey Kravcenko, Leonid Kogan’ın öğrencisi olmuş ve asistanlığını yapmış. Moskova Konservatuvarı binası farklı bölümlerden oluşur ve bu bölümler içinde barındırdığı sahnelerle birlikte anılır. Sergey Kravcenko ile ilk dersim küçük salon bölümünde 14 numaralı sınıftaydı. Sınıfa ilk girdiğim anda karşımda kocaman bir tabloda Leonid Kogan’ın resmi duruyordu. Hocam “tanıyor musun” diye sordu. “Tanımaz mıyım tabi ki tanıyorum “dedim. Meğer o sınıf Leonid Kogan’ın kullandığı sınıfmış. Sonra hocam başladı onunla ilgili anılarını anlatmaya. Nasıl heyecanlandığımı anlatamam. Ders başlayıp keman çalmaya başladığımda ise sanki o da beni dinliyor, hata yaparsam kızacakmış gibi hissetmiştim.
Moskova’daki o odalara, sınıflara girdiğiniz anda koskoca bir tarihe tanıklık ediyorsunuz.
Hocam Sergey Kravcenko müthiş bir icracı ve pedagog. Bu özelliklerinin yanında insani duyguları da çok gelişmiş, sevgi dolu bir insan. Oradaki eğitimim boyunca beni hep tatlılıkla, güzellikle karşıladı, her zaman motive etti. Moskova’daki zorlu koşullara çabuk uyum sağlamamda katkısı büyüktür.
Onunla yaptığım her ders masterclass niteliğindeydi. Orada olduğum süre boyunca sınıfına hep erken gider diğer öğrencilerle olan derslerini mutlaka izlerdim. O zaman da adeta Masterclass’ta pasif katılımcı oluyordum. Onunla yaptığım derslerin yanında izlediğim derslerin de gelişimimde katkısı büyüktür. Zaten Moskova Konservatuvarı’nın en önemli özelliklerinden biri de bu. Tüm müzisyenler mutlaka belli bir standarttın üzerinde o standarttın altında kimse yok ama çok üzerinde olup aradan sıyrılanlar var. Nereye kafanızı çevirseniz size ilham olacak bir ses bir melodi duyuyorsunuz. Ki bu da eğitiminize, müzikal anlayışınıza büyük katkı sağlıyor. Dediğiniz gibi rekabet duygusunu da arttırarak sizi çalışmaya teşvik ediyor. Her şey bir yana o koca tarihe, o sınıflardaki değerli anılara layık olmak için bile kendinizi çalışmak zorunda hissediyorsunuz. Ben Moskova’da 2 yıl eğitim gördüm. İmkanlarım el verseydi eğitimime devam etmeyi çok isterdim. Çünkü oradaki her hoca çok kıymetli ve onlardan öğrenecek çok şey var. Çoğu hoca efsane pedagogların bizzat çalıştığı o kuşağın son temsilcileri. Bu anlamda da eşsiz bir mücevher gibiler. İyi ki o sınava girdim ve kazandım.
Sonuç olarak tüm bu yönleriyle Moskova’daki eğitimim beni teknik, müzikal algı ve kültürel olarak çok zenginleştirdi diyebilirim.

Rusya’daki klasik müzik dinleyicisini nasıl tanımlarsınız?
Rusya’da klasik müzik dinlemek de bir gelenek, kültür zincirinin önemli bir parçası. Sovyet döneminde yürütülen politikaların sonucunda Rusya’da sanat sevgisi yerleşmiş, kemikleşmiş. Aynı zamanda o denli köklü ve başarılı bir geçmişe sahip olunca, müzik adeta gurur duydukları milli bir olgu haline gelmiş. Dolayısıyla her konsere ilgi büyük oluyor. Öğrenci konseri de olsa ünlü bir ismin konseri de olsa fark etmiyor, salon mutlaka dolu oluyor. Bu anlamda Rusya’daki klasik müzik dinleyicisini sadık ve o kültürde yoğurularak entelektüelleşmiş bir kitle olarak tanımlayabilirim.
Rusya’da eğitimin çok maliyetli olduğu malum. Bu süreçte herhangi bir kurumsal destekten, burstan yararlandınız mı? Bu desteklerin müzisyenlerin gelişimi ve hayatlarının akışındaki yeri ve önemi nedir sizce?
Moskova’da okuyabilmem için ailem çok büyük fedakarlıklar yaptı. Sınavı kazandıktan sonra burs ya da sponsor bulmak için pek çok girişimimiz oldu ama maalesef hepsinden olumsuz geri dönüşler aldık. İlk yılımın masraflarını ailem kendi imkanlarıyla karşılamak zorunda kaldı. Her zaman olduğu gibi arkamda durdular, bana destek oldular. İkinci eğitim yılımın başında çok kıymetli, gerçek bir sanat aşığı olan rahmetli Nejat Girgin ile tanıştım. Kendisinin referansıyla kıymetli Seda Gengörü Hanımefendi sponsor olarak son yılımın eğitim masraflarını karşıladı. Bu vesileyle Seda Hanım’a içten teşekkürlerimi tekrar iletiyorum. Ve sevgili Nejat Amcamı da her daim saygıyla, sevgiyle, özlemle andığımı belirtmek istiyorum. Aileme ve beni bu yolda yalnız bırakmayan Nejat Amcama ve Seda Hanımefendi’ye minnettarım.
Dileğim tüm yetenekli gençlerin özel fonlar ayrılarak desteklenmesi, dünya çapında ünlü olan bu tarz okulların daha ulaşılabilir hale gelmesi.
Rusya’da muhtemelen harikulade konser mekanlarında çaldınız. Şu ana kadar sizde en çok iz bırakan konser salonu hangisi oldu?
Okul binası içerisinde akustik ve estetik olarak birbirinden güzel 4 farklı salon var. Büyük salon (bolşoy zal) dışında hepsinde konser verme imkânım oldu. Benim için içlerinde en unutulmazı küçük salonda (maliy zal) verdiğim konserdi. Öyle bir akustiğe bir daha rastlamadığımı söylemek isterim. Çaldığım her notanın enstrümanımdan çıkıp karşıya nasıl ulaştığına tanık oldum. Çalarken sesin yolculuğuna da eşlik ettim adeta. O uzayan tınıları deneyimledikçe konser hiç bitmesin istedim.
Kemancılığınızda toplumsal farkındalığın izleri de beni oldukça etkiledi. Kuzey İtalya depremi ve sizin bu süreçteki yardım konserinizden okurlarımıza bahseder misiniz biraz?
Çok teşekkür ederim. 2012 yılı Temmuz ayında Cremona, Teatro Filodrammatici sahnesinde, Cremona belediyesi, La Provincia Gazetesi gibi önemli kuruluşların işbirliği ile bir yardım konseri organize edildi ve bu konserde çalmam için davet aldım. Tabi ki seve seve bu daveti kabul ettim. Konserde Ukraynalı pianist Eugenia Lysogor bana eşlik etti. Programda, Handel, Vieuxtemps ve Paganini’nin eserlerine yer verdik. Biletli olan bu konserin tüm geliri Kuzey İtalya depremi sonucunda Emilia Romagna’da oluşan hasarın giderilmesinde kullanılmak üzere bağışlandı. Konsere Cremona halkı ve yerel basın büyük ilgi gösterdi. Aynı zamanda Milano Türk Başkonsolosluğu delegasyonu da bu konserde beni yalnız bırakmadı. Güzel bir amaca hizmet eden bu organizasyonun kalbimde ve kariyerimde yeri büyüktür.
Başarılı bir lisans ve lisans-üstü eğitiminden sonra sanatta yeterlilik öğreniminizi de iki sene önce tamamladınız. Birçok piyano eşlikli kaydınız TRT yayın arşivinde yer alıyor. Peki sizce “başarı” ne demek Elif hanım? Bir altın formülü var mı?
Evet eğitim hayatımı resmi olarak tamamladım ama kendi gelişimim için azimle çalışmaya devam ediyorum. Öğrenciliğimde yaptığım bazı kayıtların TRT tarafından yayınlanır nitelikte bulunması benim için büyük başarıydı ve büyük bir motivasyon kaynağı olmuştu. Zaten elde ettiğimiz başarılar, hedeflerimize doğru ilerlediğimiz yolda bizi kamçılayan motivasyonlar. Başarı olarak nitelendirdiğimiz her şey bir sonraki adımı atmak, diğer basamağa tırmanmak için bir güç kaynağı. Ama esas olan hem başarılı hem mutlu olabilmek. Bence yalnız müzikte değil hayatın her alanında altın formül bu. Mutlu olduğun şeyler yaparak başarılı olabilmek.
Bir yandan da Eskişehir’de İki Elin Sesi Var Çocuk Senfoni Orkestrası’nda eğitmenlik yaptınız. Çocukların erken yaşta senfoni orkestrası deneyimi kazanması sizce hangi açılardan faydalı ve yeteneklerini geliştirici nitelikte?
İki Elin Sesi Var Çocuk Senfoni Orkestrası’nın hala bendeki yeri çok ayrıdır. El Sistema modelini örnek alan bu proje hepimizin tahminlerinin ötesinde bir başarıya ulaştı. Bu orkestranın yaş aralığı 7-17 yaş çocuklardan oluşuyor.
Hiçbir yetenek sınavına tabi tutulmaksızın her sosyokültürel çevreden çocuk bu projeye başvurabiliyor ve kontenjan dolana kadar kimse geri çevrilmiyor. Normalde, yetenek şartı aranmadığında herhangi bir müzik topluluğunun başarıya ulaşma şansı neredeyse yoktur. Ama söz konusu çocuklar olunca her şeyin mümkün olduğunu bu projede bizzat görmüş oldum. Her şeyden önce orkestrada çocuklar kendilerini bir bütünün parçası olarak hissediyorlar. Takım ruhunu ve iş birliğini öğreniyorlar. Farklılıklara saygı duymayı öğreniyorlar. Ki bu hayatlarının ilerleyen dönemleri için müthiş bir kazanım. Projenin başında birbirine ön yargı ile bakan farklı çevrelerden gelen çocukların projenin ilerleyen dönemlerinde nasıl arkadaşlıklar geliştirdiğine inanamazsınız. Bu arkadaşlıklar bazı veliler arasındaki ön yargıları bile yıktı. Bir çocuk için orkestrada çalmanın en güzel yanı bu bahsettiğim sosyal becerileri geliştirmesi bence. Eğer çocuğun biraz yeteneği varsa ve müzikal gelişime açıksa o da işin tadı tuzu oluyor. Pek çok çocuğumuz bu orkestrada müzik aşkını ve yeteneğini keşfederek eğitimine konservatuvarda ya da güzel sanatlar lisesinde devam etme kararı aldı. Ben ve diğer hoca arkadaşlarım bunun tohumlarını atmış olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz.
Peki bir çocuğun müziğe yetenekli olduğuna ve kemana yönlendirilmesi gerektiğine karar verirken hangi kriterlere dikkat edersiniz? Kemana yatkın çocukların fiziksel özellikleri nasıl olur?
Keman tartışmasız en zor enstrümanlardan biri. Eğer profesyonel bir kariyer için yola çıkılacaksa tabi ki iyi bir duyuş ve müzik kulağı gerekiyor. Aksi taktirde entonasyon problemini çözmek pek mümkün değil. Fakat fiziksel özellik konusunun o kadar belirleyici olmadığı görüşündeyim. Keman çalmaya engel bir fiziksel problem olmadığı sürece bence bu kalıba sokulmaması gereken bir konu. Normalde ince uzun parmakların uygun olduğu görüşü yaygındır. Ama tanıdığım, kısacık parmaklara sahip fakat çok esnek olduğu için hiç bunun dezavantajını hissettirmeyen çok iyi kemancılar var. Benim görüşüm bu konuda fiziksel özelliklerden çok doğal yatkınlığın önemli olduğu.
İlham aldığınız, çok beğendiğiniz kadın keman virtüözleri kimler Elif hanım?
Viktoria Mullova, Janine Jansen ve yeni kuşaktan Clara Yumi Kang ve Bomsori Kim diyebilirim. Viktoria Mullova benim için rus ekolünün soğukkanlı duruşunun ve kusursuzluğunun yansıması. Janine Jansen’in enerjisine hayranım. Clara Yumi Kang’ı ve Bomsori Kim’i ise 2015’teki Tchaikovsky yarışmasından beri takip ediyorum. Genç yaşta ulaştıkları başarı bana çok ilham veriyor.
Kemanınızla “tüm gün çalsam sıkılmam” dediğiniz eserler hangileri?
Ben tam bir romantik dönem hayranıyım. O yüzden böyle bir liste yapsam romantik dönem eserleri çoğunlukta olur. Wieniawski, Tchaikovsky, Brahms, Sarasate gibi bestecilerin eserleri benim için liste başı.
Örneğin; Brahms’ın 1 numaralı Keman – Piyano Sonatı çalışmayı en sevdiğim eserlerden. Özellikle üçüncü bölümün teması için “bu müzik için yaşanır” yorumunu yaparım.
Keman bir noktadan sonra sanatçının vücudunun organik bir parçasına dönüşüyor. Peki sizin kemanınızla ilişkiniz, etkileşiminiz nasıl? Hayatınızda nasıl bir yere, önceliğe sahip?
Kemanım beni ben yapan şey. Kontrol bendeymiş gibi gözükse de kemanımın her zerremde etkisi ve izi var. Hayatıma girdiği andan itibaren her şey değişti. Yaşam tarzım, düşünce tarzım hatta kişiliğim, mizacım. Dolayısıyla şimdi kendimi başka bir şekilde düşünemiyorum. O olmazsa ben, ben olmam gibi geliyor.
Peki şu andaki kemanınızı biraz tanıtır mısınız? Bakımını nasıl yapıyorsunuz? Taşırken nelere dikkat ediyorsunuz?
Ben enstrüman konusunda babamdan dolayı çok şanslıyım. Babam Hasan Sami Yaygıngöl’ün yaptığı Antonio Stradivari il Cremonese 1715 (1986), Guarneri del Gesu il Cannone 1743 (2005), Nicola Amati 1663 (2007) ve Stradivari Oppenheim 1716 (2009) modelinde dört farklı kemanım var. Şu an ise babamın hocası Stefano Conia’nın bana hediye olarak özel yaptığı Guarneri X-Ysaye 1743 (2006) modeli kemanla çalıyorum. Tüm bu enstrümanlar benim için paha biçilemez değerde. Dolayısıyla bakımına da büyük özen gösteriyorum. Çaldıktan sonra mutlaka kemanımı temizler öyle kutusuna koyarım. Eğer çalışmaya ara vermişsem açık bırakmamaya gayret ederim. Nemli, rutubetli, çok sıcak ya da çok soğuk ortamlarda bırakmam. Yaz – kış fark etmeksizin arabada bırakmam. Bir yere giderken ilk kontrol ettiğim şey her zaman kemanım olur. Taşırken üzerine eşya konmamasına, darbe almamasına dikkat ederim.
Keman çalmayı hayal ettiğiniz en sıradışı mekan hangisi?
Münih’teki Neuschwanstein Şatosu gitmeyi en çok istediğim yerlerden. Defalarca Münih’e gittim ama henüz orayı ziyaret edemedim. Resimlerden çok büyülü bir yer olduğu kanaatindeyim. O yüzden orada keman çalmak da oldukça etkileyici ve sıradışı olurdu.
Yeni yetişmekte olan müzisyen nesilden çok değerli keman sanatçısı çocuklar görüyorum. Bu süreçten geçmiş bir müzisyen olarak onlara bu alanda vereceğiniz üç temel tavsiye ne olurdu Elif hanım?
Yetişen çok yetenekli çocuklarımızı ben de gururla takip ediyorum. Hepsi birbirinden kıymetli. Bu alanda başarının devamlılığı için disiplin, özveri ve inanç çok önemli bence. Disiplinli ve özverili bir çalışma sürecine bir de kendine ve yapabileceklerine karşı olan inanç eşlik ederse başarı kaçınılmaz olur. Tabi bu özgüven ve inancın yanında her zaman kendini geliştirmeye açık olacak şekilde tevazu sahibi olmak da çok önemli bence.
Keman Rönesans döneminde farklı, Barok dönemde solo çalgı olarak ön planda, Klasik dönemde çenelik ve sol el tekniği ile birlikte biraz daha gelişmiş, Romantik dönemde de yay tekniklerinin çeşitliliğiyle farklılaşmış bir enstrüman. Peki keman icracılığı ve virtüözite düzeyi açısından bakıldığında müzik tarihinde hangi dönemde yaşamayı çok isterdiniz?
Bu soruya cevabım yine Romantik dönem olacak. Hem enstrümanların gelişimini bu dönemde tamamlamış olması hem de müzikte duygu yoğunluğunun, öznelliğin ön planda olması sebebiyle o dönemde yaşamayı daha çok isterdim. Esas virtüözite deyiminin başlangıç noktası olması sebebiyle de Romantik Dönem diğer dönemlere göre bir adım önde benim için. O dönemde yaşasaydım belki hayranı olduğum bestecileri tanıma şansım da olurdu.
Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler.
Bizlere kendimizi ifade etmek için böyle bir platform sunduğunuz için ben teşekkür ederim Menekşe Hanım.