Koro şefi ve besteci Turgut Onur Avdan: “Müzik başladığından itibaren, bir serüvenin içinde oradan oraya savrulan fantastik bir film karakteri gibiyimdir”

Bestecilik çalışmalarına İlteriş Sun ile başlamış olan Turgut Onur Avdan, MSGSÜ Devlet Konservatuarı Kompozisyon ve Orkestra Şefliği Bölümü’nden mezun olduktan sonra Haliç Üniversitesi Türk Müziği Ana Sanat Dalı’nda Yüksek Lisans yaptı.

İstanbul Şehir Tiyatroları’nda oynanan “Lillian”, Müjdat Gezen Tiyatrosu’nda oynanan “Yeni Dalga: Kuvay-ı Milliye Destanı” gibi  birçok oyunun müziklerini besteledi. İlker Başbuğ’un yazdığı, Melike İlgün’ün oyunlaştırdığı ve Ayşe Emel Mesçi’nin yönettiği “Mucize” adlı oyunun besteciliğini ve müzik direktörlüğünü yaptı. “West Side Story” ve “Phantom of the Opera” adlı yurtdışı prodüksyonların  Türkiye temsillerinde piyanist ve keyboardist olarak görev aldı.

İstanbul ve Kocaeli Devlet Konservatuarları, çeşitli üniversite ve sanat merkezlerinde öğretim görevlisi olarak çalgı bilgisi, piyano, solfej, armoni gibi konularda dersler vermiş olan besteci, Eylül 2020’den beri Procne Kadın Korosu’nun koro şefliğini yürütüp, bestecilik çalışmalarına devam ediyor. Bestecilik ile koro şefliğini birlikte yürüten ve ikisine de kalbinde eşit ağırlık veren Avdan, Avrupalı ve Amerikalı minimalist bestecileri dinlemeyi ve incelemeyi tercih ediyor.

Bir kadın korosu yönetmenin ayrıcalık ve önemini de özellikle vurgulayan genç şef, Procne’nin festival, konser ve yarışmalara hazırlanması, çeşitli müzik stillerinden oluşan bir repertuar ile geniş kitlelere seslenmesi gibi hedeflerini önümüzdeki dönemde gerçekliğe kavuşturmak için birkaç aydır koro üyeleriyle yüzyüze yoğun bir çalışma içerisinde.

Bir yandan da Fransa’nın dünyaya kazandırdığı en değerli sanatçılardan biri olan Edith Piaf’ın hayatını yorumlayan bir oyunda piyanist olarak yer alan, müziği sanatın farklı dallarına entegre ederek bütünlükçü bir müzisyen olduğunu her fırsatta gösteren Turgut Onur Avdan’ı daha yakından tanımanız için kendisiyle bu yoğun temposunda keyifli bir söyleşimiz oldu. Sizinle de paylaşmak istedik:

Merhaba Onur bey. Öncelikle müzikle tanışma hikayenizi çocukluktan günümüze dek kısaca aktarmanızı isterim. Müziğe ilginiz nasıl ortaya çıktı ve bugüne gelene kadar o tutku nasıl gelişti, derinleşti?

Küçük yaşta müziğe olan ilgimi annem keşfetmiş. Eski bir dizi olan Köle Isaura’nın soundtrack’ini 3 yaşında iken mırıldanırmışım, bir yandan da çanak çömlekle ritim tutarmışım. Mehmet Gündüz’den org dersleri alıp, özel olarak İAGSL’ ye hazırlandım ve kazandım. Buradaki eğitimim sırasında hocam Gürsel Yurtsever ile beste denemeleri yapmaya başladım. Lise son sınıfta iken sevgili İlteriş Sun ile tanışma fırsatı yakaladım ve bestecilik bölümüne hazırlandım.

Müzik benim için her zaman çok başkaydı, sanki bir elim kolum ayrılmaz parçam gibi…  Öğrencilik ve sonrasındaki hayatımda içimdeki o tutku hiç bitmedi. Üretmenin vermiş olduğu haz ile aldığım o heyecan derin bir tutkuya dönüştü.  

Koro/orkestra şefliği ile bestecilik arasında zaman zaman değişen yoğunluklarla ilerleyen bir müzik kariyeriniz gözüme çarpıyor. Bu iki değerli “şapkanız” birbirinizle ne ölçüde örtüştü ve zaman zaman birini diğeri lehine geri plana atmak zorunda kaldınız mı?

Açıkçası ben tipik bir orkestra şefi değilim.  “Sesler Hazinesi” ekibinde 3 sene orkestra şefliği tecrübem oldu. Bu süreçte kendi yazmış olduğum düzenlemelerimi yönetme fırsatı yakaladım. Ama bu iki şapkadan en ağır basan bestecilik yönüm oldu. Fakat buna rağmen birini geri plana atma gibi bir durum yaşamadım. İkisi de çok değerli…

İyi bir bestecinin sizce temel özellikleri neler olmalı?

Besteci dediğimiz kişi öncelikle dönemsel olarak müziği bilmesinin yanısıra,  entellektüel birikimi olan ve birçok alanda söz sahibi olabilme yetisine sahip olmalıdır. En önemlisi kendini devamlı yenileyen biri olmalıdır.

Şu ana kadar birçok değerli oyunun müziklerini bestelediniz. İçlerinden sizi en çok etkileyen, kariyerinizde, müzik yaşantınızda yeni bir kapı aralayan beste hangisi oldu?

Hepsinin yeri bende çok ayrı ama “Lillian” oyunu ve Sevgili Ayşe Emel Mesçi ile çalıştığım “Mucize” oyunu diyebilirim. Lillian oyununda Yönetmen Sevgili Orhan Alkaya ile birlikte Lillian  Hellman’ın  düşsel yolculuğuna geçiş müzikleri ile yer verdiğimizde sahneye göre müzik bestelemek bambaşka bir deneyimdi.          

Mucize oyununda ise, tarihsel konu olan Çanakkale ve Kurtuluş savaşını farklı bir bakış açısı ile yöneten Ayşe Emel Mesçi  ile prova esnasında piyanoda oyuncularla birlikte beste yapmak kariyerimde çok başka bir yer tutar. Bir kesitte; halkların sesi ile başlayıp biten metin, ortak ruh bilinci ile bestelenmiştir.   

Peki beste yaparken oyunun hangi özelliklerine yoğunlaşırsınız? Oyunla nasıl bir bağ kurarsınız?

Tiyatro müziği bestelemek aynı film ve dizi müziğindeki gibi. Sahneye göre müzikler besteliyorsunuz, genel olarak karakter ve oyun ile sıkı bir bağ kuruyor ve oyun metnini içselleştiriyorum.

Çağdaş besteciler arasında size ilham kaynağı olanlar var mı?

Genel olarak Avrupalı ve Amerikalı minimalist bestecileri dinlemeyi ve incelemeyi seviyorum. Örnek olarak Steve Rich, Gorecki, Ralph Vaughan Williams…

Besteleriniz, yüksek lisansınıza da konu olan Türk müziği ağırlıklı mı yoksa klasik Batı müziğinden mi yola çıkarsınız?

Genel olarak klasik batı müziği üslubunda yazıyorum. Türk müziğine karşı ilgim var, fakat eserin içinde makamsal renkleri soyut bir biçimde kullanmayı tercih ediyorum. Modal bir müziğin içinde makamı yer yer duyuran bir anlayış gibi.

Bir yandan da çeşitli üniversitelerde müzik alanında yetkinleşmek isteyen öğrenciler yetiştiriyorsunuz. Yeni nesilde müzik kariyerinden beklentiler ne yöne evriliyor? Kendi neslinize kıyasla neler gözlemliyorsunuz?

Birçok devlet ve özel üniversitelerde ders verdim. Genel olarak  gözlemim; birçok öğrenci kendi alanında uzmanlaşmak istiyor ama fiziki şartların yetersizliğinden dolayı farklı iş alanlarına yönelmek zorunda kalıyorlar. Eskiden alternatif daha fazla iken şuan iş imkanları daraldı. Bizim öğrencilik yıllarımızda bilgiyi almak için verdiğimiz mücadeleyi, şu an çoğu öğrencide göremiyorum.

Küresel pandemi müzik yapma biçimlerini de ciddi şekilde dönüştürdü. Bestecilik, performans sanatçılığı, koro şefliği, eğitimcilik gibi birçok alanda faal biri olarak, son bir buçuk yılda müzikal rollerinizde nasıl dönüşümler yaşandı?

Birçok meslektaşım gibi ben de derslerimi online olarak zoom üzerinden yaptım. Bunun dezavantajlarını görürken bir yandan da yeni bir eğitim modeli ile tanışmış oldum. Performans sanatçısı olarak pandemide faal olamadım. Bu süreçte kendimi üretime verdim. Koro ekibimle online teori ve Solfej dersleri yapıp, dijital ortamda işler yaptık. Ayrıca kompozisyon öğrencilerimle zoom üzerinden çalışmak oldukça zordu.

Eylül 2020’den beri Procne Kadın Korosu’nun koro şefliğini yürütüyorsunuz. Başlangıçta online olarak ilerleyen bir proje olarak sanırım ilginç bir deneyim oldu bu da müzik yaşantınızda. Procne’den, hedeflerinizden, çalışmalarınızdan, koronun bileşimi ve üye alım süreçlerinden kısaca söz edebilir misiniz?

Pandemi sürecinde online olarak tanışıp, bir bağ kurduğum ekip Procne. Online olarak teori ve duyuş dersleri ile geçirdiğimiz günleri yaklaşık 4 aydır yüz yüze çalışmalarla geride bıraktık. Yoğun bir tempoda çalışıyoruz.

Hedeflerimiz arasında; Procne’nin festival, konser ve yarışmalara hazırlanması,  çeşitli müzik stillerinden oluşan bir repertuar ile geniş kitlelere seslenmesi var.

Tabii ki Kadın korosu yönetmek bambaşka bir deneyim. Koro üyelerinin farklı meslek gruplarına ait olması ve o çeşitliliğin içinde müzik yapmak ayrı bir haz.  

Üye alırken  oryantasyon yapıp, ses rengi ve müzik kulağına bakıyoruz, tabii ki üyenin devamlılığı bizim için çok önemli bir yer teşkil ediyor.

Sizi nasıl bir koro şefi olarak tanırlar Onur bey? Dışarıdan kendinize bakarsanız nasıl tanımlardınız koro şefliğinizi?

Genelde çılgın, heyecanlı ama son derece disiplinli olarak tanırlar. Müzik başladığından itibaren, bir serüvenin içinde oradan oraya savrulan fantastik bir film karakteri diye tanımlayabilirim.

Peki koro şefliği şapkanızı taktığınızda bu zamana dek yaşadığınız en büyük kriz ve onu çözüm şekliniz nasıl oldu? Çünkü koro şefliği birçok açıdan şirket yönetmeye benzetilir.

Benim için en büyük kriz pandemide ekibin başına gelip, her şey normalleşmemişken ekibi yönetmek diyebilirim. Çözüm şeklim ise motive olmaktı.

Koroyu ben bir şirket olarak görmüyorum. Bu iş bir ekip işidir.

İlteriş Sun’un öğrencisi olma ayrıcalığını edinmiş bir müzisyensiniz. Kendisinin sizin müzik yeteneklerinize, müziğe dair bakış açınıza kattığı başlıca şeyler neler oldu? Hiç aklınızdan çıkmayan öğütleri nelerdir?

Canım hocam! Kendisi ile lise yıllarında tanışıp çalışma fırsatı yakaladım, hocadan öte çoğu zaman baba ve yer yer arkadaş olmuştur bana. Beste yaparken yöntem ve bunu nasıl kullanmam gerektiği ile ilgili çok önemli bilgiler verirken,  birçok besteciyi tanıma fırsatı yakaladım ve  onların  eserlerindeki yapı beni çok etkiledi.

Hocam bana; bestecilerin çok fazla alanda bilgi sahibi olması gerektiğini ve bunu müziklerine yansıtırken araç olarak kullanabileceğini öğütledi.    

Son olarak yakın dönem planlarınızı öğrenmek isterim.

Pandemi yüzünden ertelenen projelerden biri olarak hayata geçen Edith Piaf’ın hayatını kendi bakış açısı ile yorumlayan oyuncu arkadaşım Selin Köseoğlu’nun “Edith” adlı tek kişilik oyununda piyanist Martin’im. 17 Ekim’de Badau’da  prömiyerini yaptık. Diğer konser tarihleri ile ilgili bilgileri açıklayacağım.

Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler.

Bu keyifli sohbet için ben de çok teşekkür ederim.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s