
1990 yılında Eskişehir’de doğan Çetin Ceviz’in önümüzdeki yıllarda başarılı bir keman sanatçısı olma süreci, öğrenimine 2001 yılında Eskişehir Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı keman sanat dalında Prof. Nazım Rzaev ile başlamasıyla birlikte gelişti. 2003 yılından itibaren Dr.Öğr.Üyesi Zenfira Zöhrabbekova ile devam eden Çetin Ceviz, 2006 yılında Şef Rengim Gökmen yönetimindeki Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrasını kazandı. Bu orkestra ile yurt içi birçok konserde yer aldı.
2007 yılında Şef Cem Mansur yönetimindeki Türkiye Ulusal Gençlik Filarmoni Orkestrasını kazanan, bu orkestra ile 3 yıl boyunca gerek başkemancı gerek 1. keman sanatçısı olarak yurt içi ve yurt dışı birçok konserde yer alan Çetin Ceviz, 2008 yılında, Prof.Dr. Cihat Aşkın tarafından Caka (Cihat Aşkın ve Küçük Arkadaşları) projesine davet edildi. İTÜ Miam’da (Müzik İleri Araştırmaları Merkezi) Cihat AŞKIN ile solo çalışmalarına ve konserlerine devam etti.
2010 yılında, Moğolistan-Ulan Batur Türk Büyükelçiliği’nin daveti üzerine Şef Cem Mansur yönetiminde Ulan Batur Filarmoni Orkestrası ile solist olarak çaldı ve Moğolistan medyası tarafından büyük beğeni kazandı. Aynı yıl, Akbank Oda Orkestrasını kazandı ve bu orkestra ile 1.keman sanatçısı olarak birçok konserde yer aldı.
2011 yılında, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı lisans eğitimini yüksek onur derecesinde tamamlayarak Prof. Gülen Ege Serter’in sınıfından mezun oldu. Aynı yıl Moskova P.I. Çaykovski Devlet Konservatuvarı komisyonunca yapılan yüksek lisans sınavını kazanarak Rusya Federasyonu Onur Sanatçısı Prof. Mikhail Gotsdiner’in keman sınıfında eğitim görmeye hak kazandı.
2015 yılında, Rodos Adasında gerçekleştirilen Türk-Yunan Gençlik Orkestrası projesinde başkemancı olarak konserlerde yer aldı. Aynı yıl Roma Türk Büyükelçiliği’nin daveti üzerine Yunus Emre Kültür Merkezinde Gülen Ege Serter ile birlikte 10 Kasım Atatürk’ü anma konseri gerçekleştirdi.
Çetin Ceviz, Moskova P.I. Çaykovski Devlet Konservatuvarı’nda Prof. Alexander Rudin, Prof. Mikhail Olenev, Prof. Alexandr Korchaghin, Prof. Anna Yanchishina, Prof. Fyodor Belughin, Prof. Rustem Kudoyarov, gibi tanınmış müzisyenler ile çalıştı. 2016 yılında, Moskova P.I. Çaykovksi Devlet Konservatuvarı’nın yüksek lisans bölümünden başarılı bir şekilde mezun oldu ve aynı yıl yaylı çalgılar bölümü solo keman dalında sanatta yeterlik eğitimine devam etmeye hak kazandı.
2018 yılında, Moskova P.I. Çaykovski Devlet Konservatuvarı sanatta yeterlik eğitimini de başarılı bir şekilde tamamlayan Çetin Ceviz, Türkiye’deki konserlerinin yanı sıra, Rusya Federasyonu, Almanya, Avusturya, İtalya, Tayland, Yunanistan ve Moğolistan gibi ülkelerde bulunan keman sanatçımız, Moskova’daki 7 yıl süren yurt dışı eğitim sürecini, Rönesans Holding bünyesinde değerli bir iş adamı tarafından kendisine sağlanan başarı bursuyla tamamladı.
Nova Trio ve Camerata Anatolia oda müziği gruplarının da keman sanatçısı olan Çetin Ceviz, gerek yurt içinde gerek yurt dışında solo ve oda müziği konserlerine aktif bir şekilde sürdürüyor ve pandemi koşullarının kontrollü bir şekilde yavaş yavaş kültür-sanat hayatının hareketlenmesine izin vermesiyle birlikte yeniden birçok konserde müzikseverlerle buluşmaya başladı. Çünkü Çetin Ceviz’e göre, müzik, kendisini anlatmanın önemli bir yolu ve bir hayat biçimi. Çetin Ceviz, “keman beni seçti” diyor ve eline arşeyi ilk aldığı andan itibaren kemana olan bağlılığı her an biraz daha katlanıyor.
“İyi ki keman çalıyorum” cümlesini binlerce kez dile getirdiğini söyleyen bu tutkulu müzisyenimizi mutlaka tanımalısınız. Başarılı sanat kariyeri ve önündeki uzun yıllarda bu kariyeri daha yüksek hedeflere eriştirme gayreti, isminin hakkını sonuna dek verdiğinin en güzel kanıtlarından. Bu güzel Pazar sabahında söyleşimizi okumaya bekleriz siz müzikseverleri:
Merhaba Çetin bey. Keman ile aranızda tutku dolu bir bağ olduğunu görüyorum. Müziğe olan ilginiz çocukluğunuzda nasıl fark edilmişti ve üzerine nasıl bir eğitim aldınız. Kısaca bundan söz eder misiniz ilk olarak?
Merhaba Menekşe Hanım. Kesinlikle öyle. Aslında müziğe olan tutkum kemanla ete kemiğe büründü diyebiliriz. Ailemde müzisyen kimse yok. Küçüklüğümde birçok çocuk gibi benim de dilimde daha yaygın meslek grupları olan doktorluk, avukatlık ya da polis olmak istiyorum gibi cümleler vardı. Ta ki evde durmadan şarkı söylemeye, dans etmeye ve bunun bana yaşattığı mutluluğu tadıncaya kadar. Ardından müziğe olan ilgimi halamın da fark etmesiyle beraber ve Eskişehir’de yaşıyor olmamın da vermiş olduğu avantaj ile hemen konservatuvara doğru yola çıktık. Konservatuvar eğitimcilerinin de yeteneğimi keşfetmesinin ardından 2001 yılında Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda, ruhu şad olsun çok değerli öğretmenim Prof.Nazım Rzaev ile keman eğitimim başladı. Tabi ki burada aile faktörü ve doğru yönlendirme çok önemli. Bu yönden şanslı bir çocuktum. Ailemin bana olan desteği ve güveni, müziği bir meslek olarak değil, bir hayat biçimi olarak yaşamama olanak sağladı. Fakat geçmişe şöyle bir bakacak olursam müzikle tanışmış olmamın kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu bugün daha iyi anlıyorum. Duygusal bir yapıya sahibim. Bu yüzden kendimi anlatmamın müzik sayesinde bir başka yolunun daha olması bence çok ayrıcalıklı ve özel bir duygu diye düşünüyorum.
Peki neden başka bir enstrüman değil de keman? Kemanı sizin için vazgeçilmez kılan ne oldu?
Açıkçası, aklımda ya keman ya da piyano vardı. O yaşlardaki birçok çocuğun hayali gibi… Enstrümanları tam anlamıyla bilmiyordum, fikrimi söyleyip seçimi komisyona bırakacaktım. Fakat rahmetli öğretmenim Nazım Rzaev daha komisyona girmeden yanıma gelip ‘‘seni ben alacağım küçük serçe, çünkü seni kemancı yapacağım’’ demişti ve sözünü de tuttu. Ben sınıfına girdiğimde epey yaşı vardı ve son öğrencisi de bendim. Sanki tanışmamız gerekiyordu ve bu sayede hayatıma dokundu. Bu yüzden “keman beni seçti” desem yanlış olmaz. Kemanı benim için vazgeçilmez kılan şeyse, aslında onunla başlamam değil, onunla devam etme arzum olmuştur. Her geçen gün enstrümanıma olan bağlılığım kat be kat arttı. Ardından Moskova Çaykovski Devlet Konservatuarı’nı kazanmamla birlikte girmiş olduğum yeni dünyada, neden keman sorusu değil de, “iyi ki keman çalıyorum” cümlesini binlerce kez dile getirmişimdir sanırım.
16 yaşında şef Rengim Gökmen yönetiminde Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası deneyimi ile birçok konserde yer aldınız. Ardından Cihat Aşkın’ın CAKA projesine katıldınız. Bu iki dönüm noktası müzik kariyerinizde, sonraki yıllar açısından nasıl bir deneyim kazandırdı? Henüz yirmi yaşındayken Akbank Oda Orkestrası’nda birinci keman sanatçısı olmak sanırım tüm bu yoğun eğitimin en güzel meyvelerinden biri.
Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası benim dönemimdeki müzisyen arkadaşlarım için o yaşlarımızda harika bir fırsattı. Türkiye’nin dört bir yanından gelen müzisyenler ile entegre olmak, müziği paylaşmak ve de bu deneyimi birlikte yaşamak inanın çok güzeldi. Birlikte bir şey yapma duygusunu hissetmek ve profesyonel yaşamda bu iş nasıl oluyor? bunu çocuk yaşta tecrübe etmek ilerisi için eminim hepimize büyük kazanç sağlamıştır. Hala bir araya geldiğimizde o günleri mutlulukla hatırlıyoruz. Aynı şekilde CAKA projesi de bunlardan biridir. Okul dışında eğitimin bu denli önemli projelerle desteklenmesi gelecek kuşak müzisyenler için oldukça değerlidir. Bunu kendim için ve benimle aynı dönemi paylaşan arkadaşlarım için de söyleyebilirim. Ayrıca dile getirmek isterim ki, Şef Cem Mansur yönetimindeki Türkiye Ulusal Gençlik Filarmoni Orkestrası’da, gelişimimdeki en önemli yere sahip projelerden biridir. Orkestracılığa dair öğrenilmesi gereken tüm bilgiler, dünyaca tanınan müzisyenlerle çıktığımız yurt dışı turneleri, birbirinden harika akustikteki salonlar ve bu gibi projeler sayesinde kurulan dostluklar… Her biri hayatımda çok önemli bir yere sahip. Sizin de dediğiniz gibi, henüz üniversite yıllarımda kazanmış olduğum ilk profesyonel çalışma ortamım Akbank Oda Orkestrası da bu tecrübe ve birikimin sonucudur. Gençlere gereken değerin verildiği takdirde, karşılarına çıkan fırsatı en iyi şekilde değerlendireceklerine inanıyorum. Yeter ki ülkemizin zenginliklerinden eşit faydalanabilsinler. Ve tabi ki bu deneyimleri yaşamak için disiplin ve özveriyle çalışmaktan asla vazgeçmesinler.
2011 yılında, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı lisans eğitimini yüksek onur derecesinde tamamlayarak Prof. Gülen Ege Serter’in sınıfından mezun oldunuz. Aynı yıl Moskova P.I. Çaykovski Devlet Konservatuvarı komisyonunca yapılan yüksek lisans sınavını kazanarak Rusya Federasyonu Onur Sanatçısı Prof. Mikhail Gotsdiner’in keman sınıfında eğitim görmeye hak kazandınız ve orada çok değerli müzisyenler ile çalıştınız. Moskova deneyimi kemancılık kariyerinizde nasıl bir kazanımdı? Size nasıl ufuklar açtı?
Sınıfından mezun olduğum keman öğretmenim Prof. Gülen Ege Serter de aynı şekilde Moskova Çaykovski Devlet Konservatuvarı mezunu. Nazım Rzaev ile başlayan Rusya’da eğitim hayali, ardından Gülen Ege Serter’in vesilesiyle başlamış oldu. Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’ndan mezun olduğum yıl, yüksek lisans ve doktora eğitimim için Moskova Çaykovski Devlet Konservatuvarı’nda Prof. Mikhail Gotsdiner’in sınıfına kabul edildim. Moskova deneyimimi size günlerce hatta haftalarca anlatabilirim. Moskova serüvenim benim için hayatımın öncesi ve sonrası gibi. Şunu açıkça şöyleyebilirim; zorlu bir eğitim gerçekten, yaşayanlar beni anlıyordur diye tahmin ediyorum ama keşfedilmesi gereken harika bir dünya ve o kadar keyifli ki… İnanın, özveri ve disiplin ile çalışırsanız Moskova size karşılığını fazlasıyla veriyor. Öğrenecek, çalacak, dinleyecek, seyredecek o kadar çok konser ve kültürel etkinlik var ki… Sanatçı olmasanız dahi 7/24 sanatla beslenen bir toplumun parçası haline geliyorsunuz. Benim için kendimi yeniden keşfettiğim ve farkındalığımı aydınlatan bir dönemdi diyebilirim. Bu yıl Moskova Konservatuvarı 155. yılını çok özel konserler ile kutluyor. Düşünsenize, koskoca bir tarihin içerisinde bir yolculuktasınız… Büyük müzisyenlere ev sahipliği yapmış, biri sağınızdan geçiyor biri solunuzdan. Yıldızlar geçidi adeta. Sonra bir bakıyorsunuz o yıldızlardan biri öğretmeniniz oluveriyor… Anılarla dolu… İnanın 7 yıl bana yetmedi ve bi 7 yıl daha yetmezdi sanırım. Keman öğretmenim Prof. Mikhail Gotsdiner başta olmak üzere, çalıştığım tüm eğitmenler konusunda çok şanslıydım. Benimle anne gibi ilgilenen bir Rusça öğretmenim vardı. İlgisi ve sevgisi sayesinde kültüre hızlıca adapte olabildim. Keman öğretmenim Mikhail Gotsdiner ise harika bir pedagogdu. Öğrencilerini iyi analiz eder ve sahip olduğu özellikleri ortaya çıkarabilmesi adına ona göre bir reçete uygulardı. Evet, sınıfına baktığımızda doğal olarak herkes keman çalıyordu, doğru, fakat herkes onun gözünde farklıydı. Uyguladığı eğitim şekliyle benim de kendi rengimi bulmama yardımcı oldu. Bu sayede kendi kariyerimde özgüvenimi kaybetmeden emin adımlarla ilerlemeye çalışıyorum. Çünkü bildiğim doğruların gerçekten doğru olduğunu biliyor ve buna inanıyorum. Bu sayede global dünyaya açılabildiğimi düşünüyorum. Çünkü Moskova Konservatuvarı nasıl bir kemancı olmak istediğimi bana defalarca kez gösterdi. Hayatıma ve mesleğime büyük bir vizyon kattı. Çok özlüyorum.

Peki kendi geçmişinize, şimdinize, geleceğinize baktığınızda size göre “başarı” nedir? Bir müzisyenin başarılı olması için nasıl özverilerde bulunması, nasıl bir derinleşme ve entelektüel zenginleşme içerisinde olması gerekir?
Dediğiniz gibi kendi açımdan baktığımda bir müzisyenin sahip olması gereken vasıfları elimden geldiğince yapmaya çalıştım ve çalışıyorum. Öğrenmenin sonu yok. Ama şu zamana kadar uyguladığım bir şey varsa o da ‘‘Doğru reçete ve doğru çalışmak’’. Aslında anahtar kelime ‘‘orantı’’ diye düşünüyorum. Disiplinli bir yapıya sahibim, ama bu sadece kemanımla ilgili değil, hayat tarzımda da bunu uygulamaya özen gösteriyorum. Çalışmak konusunda hiçbir zaman aşırıya kaçmadım ama gereken çalışma programıma da daima sadık kaldım. Sanatçıyım, hayatın tüm duygularını yaşamam, seyretmem, algılamam ve farketmem lazım. Müziğin derinliğine inebilmem için, okumam, hayal etmem, iletişim kurmam şart. Evet, hayatımız büyük bir özveri ile çoğunlukla dört duvar arasında geçti. Fakat sadece dört duvar arasında, olması gerektiğinden fazlasını yapmak ile istemek arasında fark olduğunu düşünüyorum. Tabi ki bu benim şahsi fikrim fakat, entelektüel gelişim bir sanatçı için olmazsa olmazlardandır. Bana göre başarı tek bir kelimeden oluşur ama içinde büyük bir çeşitlilik ve zenginlik barındırır fikrine sahibim. Evet, benim hayatım keman ama hayat sadece keman değil. Her şey bir bütünün parçası ve sanatçı olarak vasıflarımızın çok yönlü olmasının gerektiğini düşünüyorum.
Peki sizin “süper gücünüz” nedir Çetin bey?
Sanırım mücadele etmek. Hayallerimi gerçekleştirmek her genç gibi benim de en büyük arzum. Hedefim karşıma çıkan en uzun yol dahi olsa asla vazgeçmem. İstediğim şey için sonuna kadar mücadele ederim. Taşıdığım isme layık olmaya çalışıyorum.
Türkiye’deki konserlerinizin yanı sıra, Rusya Federasyonu, Almanya, Avusturya, İtalya, Tayland, Yunanistan ve Moğolistan gibi ülkelerde bulundunuz. Şu ana kadar sizi mimarisi, akustiği, izleyicisiyle en çok etkileyen konser mekanı hangisi oldu peki?
Eğitimimden dolayı en çok performans sergileme imkanı bulduğum ülke Rusya Federasyonu olduğu için birinci Rusya diyeceğim. Okulumuzun büyük salonu Bolşoy Zal ve tabi ki Bolşoy Tiyatrosu. Orada izlediğim konserleri, operaları ve salonun tarihi ambiyansını unutmam mümkün değil. Tabi ki Almanya’da Konzerthaus Berlin, Avusturya’da Viyana Filarmoni ve İtalya’daki Parco della Musica Auditoryum’u aynı şekilde beni etkileyen sahnelerden sadece bir kaçı. Fakat bu sıralama mimarisi ve akustiği ile ilgili. Seyirciye saygım ve sevgim dünyanın her yerinde sonsuz.
Müzik hayatınız boyunca hangi burslardan yararlandınız ve bu sizin eğitim sürecinizi hangi açılardan destekledi?
Türkiye’deki lisans eğitimim boyunca YÖK’ten başarı bursu aldım. Tabi ki bu denli destekler öğrencinin moral ve motivasyonuna destek oluyor ve başarısını korumasını sağlıyor. Onun dışında hayatımı değiştiren ve maddi açıdan da benim zaten karşılamamın mümkün olmadığı 7 yıllık Moskova eğitimim. Bu süreci Rönesans Holding bünyesinde çalışan çok değerli bir işadamının desteği sayesinde tamamladım. Bana olan inancı ve güveni için kendisine ne kadar teşekkür etsem az. Elimden gelen en iyi şekilde desteğine karşılık vermeye çalıştım ve hala aynı sorumlulukla devam ediyorum. Fakat şimdiki dünyadan bunun karşılığını alabilmek maalesef giderek zorlaşıyor. Belki yıllarca çalışıp biriktiremeyeceğimiz ücretlere okullarda okuyor ve çok iyi eğitimler alıyoruz. Sonrasında ülkemize hizmet etme arzusuyla geri dönüyoruz. Bu sefer de kadro sıkıntısıyla karşı karşıya kalıyoruz.

Oda müziği gruplarında da hayli aktifsiniz. Onlardan da biraz söz eder misiniz? Kemanın verdiği duygunun izleyiciye / dinleyiciye ulaşması açısından oda orkestraları ile senfoni orkestraları arasında nasıl bir fark gözlemliyorsunuz?
Evet, elimden geldiğince aktif olmaya çalışıyorum. Nova Trio ismini taşıyan, değerli müzisyen arkadaşlarım Piyanist Ecem Alnıaçık ve Çellist Seren Karabey’den oluşan piyanolu trio grubumuz var. 2019 yılında kurulan bu grubumuzun bir misyonu var, o da klasik batı müziğini ve kendi Türk müziğimizi geniş bir repertuvarla ulusal ve uluslararası sanat camiasında kaliteli ve aktif bir rol oynaması. Birlikte güzel bir uyuma, disiplin ve anlayışa sahibiz. Pandemi hayatımıza girmemiş olsaydı, Türkiye konserleri yanı sıra, Romanya, Slovakya, Polonya, Sırbistan ve Rusya’da önemli müzik festivallerinde yer alacaktık. Neyse ki şimdi tekrar nefes almaya ve seyirciyle buluşmaya başladık. Dilerim daim olur ve askıda kalan tüm projelerimizi gerçekleştirir, ülkemizi en iyi şekilde temsil etmeye devam ederiz. Bir diğer grubumuz ise Camerata Anatolia. Değerli üyeleri Damla Akan (Flüt), Ecesu Sertesen (Klarinet), Pınar Sivritepe (Arp), Seren Karabey (Çello), Emre Akman (Viyola) ve Vugar Gurbanov (Keman) ile gerçekleştirdiğimiz ve gerçekleşmesini beklediğimiz birbirinden güzel projelerle sanatseverlerin karşısında olmayı sürdüreceğiz.
Diğer sorunuza gelince; yaylı çalgılardan oluşan bir oda orkestrasında tabi ki kemanın ve diğer yaylı grupların vereceği haz başkadır. Onu da bir oda müziği grubu olarak düşünebiliriz. Aslında tüm yaylılar ana roldedir diyebiliriz. Bende bunu tecrübe etme fırsatı yakaladığım için oda orkestrasının yeri ve duygusu bende ayrı bir yere sahip. Senfoni orkestrasında da çalmak benim için inanılmaz keyif verici bir duygu ama oda orkestrasında çalarken kendimi daha tatmin hissediyorum sanırım. Ama bir müzisyen olarak hangisinde yer alırsam alayım eseri dinleyiciye en iyi şekilde aktarmak bizim görevimiz. Her ikisinin de tadı farklı. Bu bir enerji ve sinerji işi. İster oda orkestrası, ister senfoni orkestrası isterse dinleyici olalım, hepimiz bir bütünün parçasıyız. O anki atmosferi birlikte yaşıyor, müziği birlikte paylaşıyoruz. Dinleyici bakımından değerlendirecek olursak, tabi ki senfoni orkestrası tam kadroya sahip olduğu için orada dinleyicinin isteği, beklentisi ve hazzı devreye girecektir diye düşünüyorum. Eğer dinleyici daha enstrümantal bir zenginlik duymak ve görmek istiyorsa senfoni orkestrasını tercih edecektir. Ama özellikle oda orkestrasına ait yazılmış bir eserin icrasını dinlemek istiyorsa o zaman tercihini oda orkestrasından yana kullanacaktır.
Peki Rusya’da veya Avrupa’nın farklı ülkelerinde oda müziği alanındaki eğilim ne yönde? Türkiye’de son birkaç yıldır oda müziği alanında bir ilgi artışı gözlemleniyor.
Her ikisinde de oda müziği alanındaki eğilim geçmişten bugüne oldukça etkin. Sadece gruplar değil; festivaller, yarışmalar, dünyanın birçok yerinde etkinlikler var ve de giderek artıyor. Aslında bu konuda dünyada bir yükseliş söz konusu. Bu pandemi sürecinde bile kendi adıma paylaşmak isterim ki, Nova Trio benim için bir nefes, bir kaçış noktasıydı. Hatta pandemide birçok salon sahnelerini sadece oda müziği gruplarına açtı. Rusya’dan şöyle bir örnek verebilirim; Moskova Konservatuarı’nda yüksek lisansı bitirdiğinizde, doktoranızı (kendi alanımdan örnek veriyorum) isterseniz solo performans, isterseniz yaylı kuartet, isterseniz de piyanolu trio olarak seçme hakkına sahipsiniz. Nasıl anlatsam, aslında oda müziğini de bir bütün enstrüman gibi düşünelim. Oldukça ciddi, emek ve uyum gerektiren bir oluşum. Olmazsa olmaz. Aslında müziğin gücü, önce bizi birleştiriyor, sonrasında konuşmaya ve anlatmaya başlıyoruz. Başlı başına bir uyum ve anlayış söz konusu. Bana ben değil, biz demeyi öğreten oda müziğidir diyebilirim. Kesinlikle tadına bakılması gereken bir deneyim. Bana sorarsanız, Türkiye’de bu konuda oldukça hareketli ve ilgide giderek artıyor. Çok iyi oda müziği grupları var. Bu da son derece mutluluk verici.
Türk sanatçılar arasından -keman veya başka bir enstrüman fark etmez- kiminle duo yapmak isterdiniz?
Her ne kadar kemancı da olsam aynı derecede piyanoya da aşık bir insanım. Hayatımda olmazsa olmazlar arasında piyanolu ensemble yer alıyor. Bu yüzden kıymetli sanatçılarımız İdil Biret ve Gülsin Onay ile aynı sahneyi paylaşmayı çok isterdim.
Piyanoda bir Rus ekolü Türkiye’de yaygın olarak görülüyor. Özellikle de Rusya’dan gelen piyano öğretmenlerinin yetiştirdiği çocuk müzisyenlerle görüşmelerimde bunu yakından gözlemledim. Peki keman alanında Rus ekolünün göze çarpan özellikleri, ayırt edici nitelikleri neler?
Çok doğru. Moskova’da eğitim alan birbirinden yetenekli ve değerli piyanistlerimiz var. Bu çok güzel bir duygu gerçekten. Bilgi ve birikim kendini gösteriyor ve bu da kuşaktan kuşağa geçiyor. Sonuçta hep birlikte gurur duyarak takip ediyoruz. Aynı şekilde Rus keman ekolü de çok köklü bir geçmişe sahip ve Moskova’dan mezun çok değerli keman sanatçılarımız var. 1. kuşak profesörler, onların asistanları ve de dünyanın dört bir yanına mezun ettikleri öğretmenler ile geçmişten bugüne devam etmekte. Benim öğretmenim büyük kemancı David Oistrakh’ın öğrencisiydi. Birebir ilk ağızdan hikayelerini dinliyorsunuz, inanılmaz bir duygu. Öte yandan Lenoid Kogan, Abram Yampolsky, Yuri Yankelevich ve nicesi. Geçmişten günümüze sadece ekolü değil, tarihi ve eğitim şeklini de korumayı başarabilmişler. Metotları bilimsel olarak kanıtlanmış harika bir eğitim sistemine sahipler. En çarpıcı özelliklerini sorarsanız, hem müzikal hem de teknik anlamda inanılmaz bir kalite var. Çünkü tarih var. Birebir deneyimliyor ve yaşıyorsunuz. Oistrakh’ın sınıfında çalışıyorsunuz. Çaykovski’nin, Rahmaninov’un, Şostakoviç’in, Prokofiev’in açtığı pencereyi kapıyı siz de açıyor, aynı sınıflarda ders işliyorsunuz. Yuri Bashmet, Nikolai Lugansky gibi birçok ünlü virtüözün okuduğu okulun sahnelerinde konserlere ve sınavlara giriyorsunuz. Tarihin içindeki bu yaşanmışlıkların hepsi eğitimin birer parçasını taşıyor ve okulun ruhunu temsil ediyor. Şu anda kemancılar piyanistler kadar ağırlıklı değil okulda. Zannediyorum bu oran dengelendikçe gelecek kemancıları da duymaya başlayacağız. Şu anda hem Moskova Konservatuvarı’nda hem de konservatuvarın merkez müzik okulunda gururla takip ettiğimiz çok başarılı piyano ve keman öğrencilerimiz var. İsimlerini duyuyoruz, duymaya da devam edeceğiz.
Avrupa’da son dönemde sizi büyüleyen, ilham kaynağı olan keman virtüözleri kimler?
Janine Jansen ve Clara-Jumi Kang’ı beğeniyle takip ediyorum.
Peki eserlerini çalmaktan en çok keyif aldığınız besteci kim? Veya başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, müzik tarihi boyunca hangi dönemde yaşamak isterdiniz?
Tam bir romantik dönem aşığıyım. O günlere gitmek imkansız tabi ki ama böyle bir ihtimal olsaydı o dönemde yaşamayı çok isterdim. Brahms, Çaykovski, Wieniawski, Taneyev, Rahmaninov, Schumann, Elgar, Arensky ve daha birçoğu… Hem dinlemekten hem de çalmaktan sonsuz keyif alıyorum.
Sahneye çıkmadan önce yaptığınız bir ritüeliniz var mı?
Moskova çok soğuktu. O yüzden oradan kalma bir alışkanlığım var. Hava sıcak dahi olsa ellerimi sanki soğukmuş gibi ısınsınlar diye birbirine sıkıca sıvazlıyorum. Bir de kan akışım dinamik olsun diye sahneye çıkana kadar sürekli hareket ederim.
Kemanınızın özelliklerini de biraz anlatır mısınız? Ayrıca, kemanınızla ilişkinizi nasıl tanımlardınız Çetin bey?
Kemanımı Viyana’dan aldım. 1930 yılı, Slovenyalı bir çalgı yapım ustasına ait. Benden önce Viyana Filarmoni Orkestrası üyesi bir keman sanatçısının enstrümanıydı diye biliyorum. Kemanım benim ifade aracım. Onunla olduğum her an çok mutluyum ama sahneye çıktığımdaki paylaştığımız duygu bambaşka. Beni anlıyor ve içimdeki Çetin’i dışarıya anlatmama yardımcı oluyor. Büyülü bir his. Birlikte iyi bir takımız diye düşünüyorum ve tabi ki onu çok seviyorum.
Son olarak, bundan sonraki hedefiniz, projeleriniz nelerdir?
Bundan sonraki hedefim dün de olduğu gibi motivasyonumu kaybetmeden çalışmaya devam etmek. Şartlar arzu ettiğim gibi gider ve Türkiye’de olmaya devam edersem öğretmen olmayı ve gelecek nesillere elimden geldiğince fayda sağlamayı çok istiyorum. Bildiklerimi ve gördüklerimi aktarmam lazım. Çünkü bunca emek sadece bana değil aynı zamanda geleceğe ait bir yatırımdı. Bunun için de sabırla bekliyorum. Nova Trio ile gerçekleşecek güzel projelerimiz var. Bunların da üstüne ekleyerek daha çok insana, destinasyona ulaşmak ve sanatımızı paylaşmak istiyorum. Sahnede olmayı ve o heyecanı yaşamayı çok seviyorum.
Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler.
Beni de böylesine güzel ve anlamlı bir söyleşiye davet ettiğiniz için ben de size çok teşekkür ediyorum.