Başarılı genç viyola sanatçısı-akademisyen Füsun Naz Altınel: “Bırakın kendinizi müziğe. O size yolu gösterir” 

Fotoğraf: Onur Acımaz

Dr. Öğr. Üyesi Füsun Naz Altınel, Nişantaşı Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Müzik Bölüm Başkanı ve aynı zamanda yıllarını viyolaya, onun tanıtımına, bilinirliğine ve daha geniş kitleler tarafından anlaşılmasına adamış bir genç müzisyen. 3 Kasım’da Yeldeğirmeni Sanat Merkezi’ndeki konseriyle de güz dönemi konser sezonunu kendisi ve takipçisi müzikseverler açısından açmış olacak.

Biraz geçmişinden söz etmek gerekirse; 1990 yılında İstanbul’da doğan Füsun Naz Altınel, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda Prof. Nuri İyicil ile viyola eğitimine başladı. Lisans öğrenimine ise İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda Ani İnci ve Çiğdem Altaş Epikmen’in sınıflarında devam etti, 2011 yılında ‘okul ikincisi’ olarak mezun oldu. İlk yüksek lisans eğitimine 2012 yılının şubat ayında MSGSÜ Devlet Konservatuvarı’nda Doç. Hande Özyürek ile başladı, 2013-2014 döneminde ise Erasmus Öğrenci Değişim Programı ile İngiltere’deki Royal Northern College of Music’de Post Graduate Diploma in Solo Performance – (Viyola Solistliği) programında Asdis Valdimarsdottir ile çalışma olanağı buldu.

2014 yılının eylül ayında MSGSÜ Devlet Konservatuvarı’ndaki yüksek lisans eğitimini tamamlayan Füsun Naz Altınel; eğitimi süresince Nobuko İmai, Thomas Riebl, Henk Guittart, Vicci Wardman, Lise Berthaud, Annette İsserlis, Tatjana Masurenko, Siegfried Führlinger, Katherine Murdock, Ruşen Güneş gibi dünyaca tanınan viyola solistleri ile ustalık sınıflarında aktif katılımcı olarak yer aldı. Akademik anlamdaki kariyeri dışında, yurtiçi ve yurtdışında çeşitli konser ve festivallere davet edildi; 2008 yılında Amerika’nın Minnesota eyaletinde yapılan Sieur Du Luth Summer Arts Festival’inde, 2010-2011 yıllarında Cem Mansur yönetimindeki Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası ile Essen Young Euro Classic Festival, Linz Brucknerfest, ve İÜDK senfoni orkestrası ile birlikte Fransa’da Festival International de Musique Universitaire festivallerinde yer aldı. 2016 yılının temmuz ayında ise İtalya’da düzenlenen Fondazione Cantiere d’Arte di Montepulciano festivaline üçüncü kez davet edilerek Royal Northern College of Music senfoni orkestrası ile konserler verdi.

2014 yılında Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası eşliğinde Hoffmeister’in viyola konçertosunu solist olarak seslendirdi. 2014-2016 yılları arasında İngiltere’nin Leeds şehrinde bulunan  Orchestra of  Opera North’un viyola grubu üyesi olarak konserler verdi. Yurtdışındaki eğitimi süresince Borusan Kültür Sanat Vakfı müzik bursu ile desteklenmiş olan Füsun Naz Altınel, 2016 yılının temmuz ayında Royal Northern College of Music’deki yüksek lisans eğitimini bitirmiştir. 2017-2018 konser sezonunda Yeldeğirmeni Sanat Merkezi, TOBAV, Barış Manço Kültür Merkezi gibi önemli konserler salonlarında resitaller ve oda müziği konserleri gerçekleştirdi; aynı yılın mart ayında ise Karşıyaka Belediyesi Oda Orkestrası ile Schubert’in Arpeggione Sonataadlı eserini solist olarak seslendirdi.

2018-2019 sezonunda ise keman sanatçısı Prof. Cihat Aşkın’ın kurucusu olduğu Aşkın Ensemble’ın üyesi olarak yurtiçi konserlerinde yer aldı. Aynı yıl itibari ile İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ve Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrasında takviye sanatçı olarak konserlerde bulundu. 2017-2021 yılları arasında Karşıyaka Belediyesi Oda Orkestrası’nın viyola grubu üyesi olarak konserler verdi. 2020 yılında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda sürdürmekte olduğu Sanatta Yeterlik çalışmalarını Prof. Beste Tıknaz Modiri danışmanlığında tamamladı.

2021 Mart ayında Dr. Emine Bilir Eyüpoğlu ile birlikte ‘Romantik Müzikten Seçkiler’ başlığı altında gerçekleştirdikleri “Viyola & Piyano Resitali” konser kaydı TRT Radyo 3’te Keman Virtüozü Prof.Dr. Cihat AŞKIN’ın sunduğu “TRT Radyo 3 Konserleri” kapsamında yayınlandı. 2020-21 sezonunda ‘Nish Online Konser Etkinlikleri’ serisine misafir sanatçı olarak davet edildi ve Nish Barok Konseri’nde yer alarak Telemann Viyola Konçertosunu yaylı orkestra eşliğinde seslendirdi. Konserin kaydı 2021 Mayıs ayında “TRT Radyo 3 Konserleri” kapsamında Ayşe YAVAŞ’ın sunduğu “Allegro” programında seyirci ile buluştu. Akademisyen olarak çalışmalarına devam eden Altınel, 2021 Eylül ayından itibaren Nişantaşı Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Müzik Bölümü’nde Dr. Öğr. Üyesi olarak çalışmakta ve Müzik Bölüm Başkanı olarak görev yapıyor.

Kendisini, başarılarını, hayallerini daha yakından tanımanız için kendisiyle çok keyifli ve oldukça bilgilendirici bir söyleşi gerçekleştirdik.

Merhaba Naz hanım. Öncelikle Eylül ayından itibaren Nişantaşı Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Müzik Bölümü’nde Dr. Öğr. Üyesi olarak çalışmakta ve Müzik Bölüm Başkanı olarak başladığınız görevden dolayı sizi tebrik ederim. Bu röportajda hem müzisyen kimliğiniz hem de akademisyenliğinizi ele almak istiyorum. Öncelikle hoşgeldiniz. 

Müziğe olan ilginiz çocuklukta nasıl ortaya çıktı? Dilerseniz oradan başlayalım. 

Ailemde hiç müzisyen olmamasına karşın klasik müziğin eksik olmadığı bir evde büyüdüm. Babam üniversite yıllarında klasik müzik ile tanışmış, tam bir Herbert von Karajan ve Berlin Filarmoni Orkestrası aşığı. Şimdilerde ise youtube’da farklı şeflerden Mahler senfonileri saatlerce dinliyor.. Annem ise piyano ile lise çağlarında tanışmış. Çok iyi derecede kulağa sahip olmasına ve duyduğu her melodiyi piyanoda çalabilmesine rağmen yaşadığı zamanın koşulları gereği ileriki yıllarda inşaat mühendisliğine yönelmiş. Benim müzik yolculuğum ise annemin arzusu ile 8 yaşında piyano dersleri almamla başladı. Piyano dersleri almamdan kısa süre sonra müzik kulağımı ve yeteneğimi fark eden eğitmenler tarafından konservatuvarın yetenek sınavlarına yönlendirildim. Hem Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı’nın hem de İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın giriş sınavlarını kazandım. Kabul sınavında son aşamaya gelindiğinde ise (enstrüman seçimi) Mimar Sinan Üniversitesi  ağır bastı ve orada okumayı tercih ettim. 

Peki bunun üzerine günümüze dek nasıl bir eğitim sürecinden geçtiniz? 

İlk olarak Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda Prof. Nuri İyicil ile eğitimime başladım. Nuri İyicil’in vefatından sonra İstanbul Üniversitesi’nden görevlendirme ile MSGSÜ’ye  gelen Ani İnci ile bir yıl çalışma fırsatı buldum. Kendisi ile çalışmalarım beni çok geliştirdi, çalışmalarıma onunla  devam edebilmek adına lisans eğitimimi İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda sürdürme kararı aldım. Sonrasında kısa bir süre Çiğdem Altaş Epikmen ile de çalışarak okul ikincisi olarak mezun oldum. İlk yüksek lisans eğitimime ise tekrar Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda başladım.  MSGSÜ’ye dönmemdeki en büyük sebep başarılı bir keman sanatçısı olan Doç. Hande Özyürek ile çalışmak istememdi. 

Bizim mesleğimizde bilirsiniz ki okul değil çalıştığınız hoca önemlidir. Benim seçimlerim de hep bu yönde oldu. Hande Özyürek ile çalışmak tarif edilemez bir deneyimdi. Hep “müzikle kal” derdi. Hayat dolu, enerji saçan ve çok da iyi bir solist olan bir hocaydı. Nuri İyicil ile aldığım teknik eğitime karşın müziği esas alan bir mottosu vardı. Ben hep “iyi müzik yapmak için iyi bir tekniğe sahip olmak gerekir” diye öğrenmiştim, Hande hoca ise “teknik müziğe hizmet eder, doğru müzik doğru tekniği getirir” derdi. Bu benim için yepyeni bir başlangıç oldu. Keşke kemancı olsaydım da Hande Özyürek’le daha uzun süre çalışabilseydim dediğim çok olmuştur. Kendisi ile bir yıl çalıştım sonrasında Erasmus ile yurtdışına gittim ve The Julliard School mezunu İzlandalı viyolacı Asdis Valdimarsdottir’in öğrencisi oldum. Onunla olan eğitimimde yine teknik ön plandaydı ancak öğrenci psikolojisinden bu kadar iyi anlayan birini daha görmemişimdir. Yurtdışından gelmişim kalacak yerim yok bana evini açtı. Viyolam yoktu araştırdı buldu, arşem çok vasattı arşesini verdi. Tam bir koruyucu kollayıcıydı, anne gibi davrandı desem yeridir. Maalesef ki bir yıl sonra Royal Northern College of Music ile olan anlaşmasını sonlandırdı ve bana yeni bir eğitmen seçmem gerektiği söylendi.  Bunun üzerine Opera North Orkestrasının grup şefi David Aspin ile çalışmayı seçtim. İlk dersimizi hatılıyorum kendisine Hoffmeister’in Viyola Konçerto’sunu çalmıştım. Bitirdim bir şey demesini bekliyorum, “iş ister misin?” dedi. O an hem sevindim hem şaşırdım. Bunun üzerine Opera North ile takviye sanatçı olarak iki yıl boyunca konserler verdim. İngiltere’deki son yılımda farklı bir vizyon kazanmak için modern müzik alanında usta olan besteci ve viyolacı Garth Knox ile çalıştım. Bu öyle bir devrimdi ki nasıl anlatsam bilemiyorum. “Bildiğiniz her şeyi unutun” der gibiydi onunla çalışmak. Tam bir modern müzik üstadı, “extended techniques” profesörü. Kendisinin bestelemiş olduğu “Viola Spaces” adlı etütleri çalıştık ve konserlerde seslendirdik.  İngiltere’den döndükten sonra ise Türkiye’de bilgisi ve tecrübesi ile çalışabileceğim tek kişi olduğunu düşündüğüm Prof. Beste Tıknaz Modiri ile Sanatta Yeterlik eğitimime başladım. Kendisi için viyola alanında Türkiye’nin bir numarası desek yanlış olmaz, her genç viyolacıya onunla çalışmasını tavsiye ederim. 

Türkiye’de klasik müzik konusundaki en yetkin insanlarından biri olan Prof. Nuri İyicil’in öğrencisi oldunuz. Kendisinin hiç unutamadığınız öğütleri, yönlendirmelerinden birkaçını bizimle de paylaşır mısınız? 

Prof. Nuri İyicil görüp görebileceğim en özel hocalardan biriydi. Onun gibi birine bir daha denk gelir miyim bilmiyorum.. Aynı anda hem keman hem viyola çalardı ama öyle sadece çalmak değil hakkını da vererek. Okulda keman, viyola, oda müziği, orkestra repertuvarı ve deşifraj ne kadar yaylı çalgılar öğrencisi varsa onunla ders yapardı. Haftanın neredeyse her günü sabahtan akşama ders yapan bir hocaydı. Mesleğine saygısı sonsuzdu,  kendisini öğrencilerine ve müziğe adamıştı. 

Dersleri ustalık sınıfı gibi geçerdi. Büyük küçük fark etmez herkes kendisinden önceki veya sonraki kişinin çalışını dinler bir şeyler öğrenirdi. Ben çok küçük olduğum için bazen korkardım, bazen de çekinirdim. Düşünün lisans son sınıf öğrencisi J.S. Bach Chaconne çalıyor sonra sen çıkıyorsun onun önünde Telemann Viyola Konçertosu çalıyorsun.. Hem teknik hem müzikal anlamda kendimizi kıyaslamamızı sağlardı bu dersler ve birbirimizden bir şeyler öğrenmemizi. Gerçekten cesaret isteyen bir durumdu ama sanırım şuan teşekkür etmem gerekir. İyi ki bu şartlar bu şekilde oluşmuş, sayesinde sahne korkusu denen şeyi ilk orada öğrenmiş ve yine orada aşmışımdır. Kendisinden öğrendiğim en önemli öğüt ise her zaman çok çalışmak ve disiplinli olmaktır. 

Mesleğine olan saygısı, prensipleri, öğrenciyi tanıması ve analiz etmesi, enstrümanındaki yetkinliği, çok yönlülüğü ve adanmışlığıyla bulunmaz bir pedagogdu Nuri İyicil. Vefat ettiğinde tüm müzik camiası ve öğrencilerinin ne kadar derinden sarsıldığını ve cenazesindeki kalabalığı hiç unutmuyorum. Çok saygı duyulan bir insandı. Işıklar içinde uyusun.  

Bir yandan da erken yaşta Erasmus öğrenci değişim programı ile İngiltere’de viyola solistliği programında eğitim aldınız. Bu ilk yurtdışı eğitimi size neler kazandırdı, vizyonunuzu ne yönde geliştirdi, değiştirdi? 

Yurtdışı eğitimi bana neler kattı; ilk olarak zamanın önemini kavradım. İngiltere’de okurken çalışma odaları rezervasyon ile kullanılırdı.   Üç gün sonra saat 14.00’de diye kendinize çalışma odası rezerve ederdiniz. Eğer bu kadar planlı ve tutarlı bir öğrenci değilseniz saat başı veya her yarım saatte bir dönüşümlü kullanılan odalarda çalışırdınız. Temel amaç herkesin odalardan ve çalışma fırsatlarından eşit faydalanmasıydı. Kaldı ki kendi kendinizi planlamanız için de çok faydalı olduğunu düşündüğüm bir yöntemdi. Mesela konçerto çalışacaksın ve sadece bir saatin var en etkili şekilde zamanı kullan. Temel düşünce prensibi bu yöndeydi. “Zamanı etkin kullanmak”. Ne yazık ki o kadar zamana önem vermeyen bir toplumuz ki en çok bu yüzden enerjimiz ve potansiyelimiz boşa gidiyor…

Okulun öğrencilere sunduğu imkanlardan bana kalırsa en  mükemmeli ise “Professional Experience Schemes” denen stajdı. BBC Filarmoni, Liverpool Filarmoni ve Manchester Camerata gibi İngiltere’nin önde gelen orkestralarından bir heyet gelip odisyon yapıyordu ve  kazanırsanız bunu eğitiminizin bir parçası olarak okulda bir ders olarak kredinize saydırabiliyordunuz. Ben de bu fırsattan faydalandım ve 2016 yılında Liverpool Filarmoni’de konserlerde çalma hakkını kazandım. Daha sonra ise viyola hocam David Aspin’in daveti üzerine Opera North’un orkestrasında da iki sezon boyunca konserlerde görev aldım. 

Bir de öğrenci işleri ve orkestra ofisi vardı inanılmaz iyi çalışan. İngiltere’nin neresinde ne masterclass oluyor, hangi orkestralarda odisyon açılmış, nerede hangi branş için yarışma düzenlenmiş her türlü bilgiyi, fırsatı bulup maillerimize yollayan. Mail kutusu o kadar çok fırsatla dolar taşardı ki hangisini seçsem diye öncelik sıralaması yapmak zorunda kalırdım. Hiç bu kadar seçme fırsatım olduğunu ve hayır deme lüksüm de olduğunu hatırlamıyorum. Kendi öncelik sıranızı yapmanız beklenirdi. Eşsiz bir deneyimdi. Türkiye’deyken müzik dünyası ile ilgili bir fırsatı yakalamak,  masterclass, yarışma veya burs bulmak için saatlerce araştırmalar yaparken İngiltere’ye gidince bunların mailime zahmetsizce gelmesi pozitif anlamda inanılmaz bir şoka uğratmıştı beni. 

Solistlik anlamında ise yaşadığım ilk ve en güzel tecrübe 2014 yılında Borusan Kültür Sanat Vakfı’nın müzik bursiyerlerine destek olmak amacı ile düzenlenmiş olduğu “Özel Konser”‘e davet edilmek ve Gürer Aykal yönetiminde Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ile çalmaktı. İlk solistlik deneyimim olduğu ve başlangıç yaptığım yerin de bu denli büyük oluşu beni çok heyecanlandırmıştı. Bu konseri takiben 2018 yılında Karşıyaka Oda Orkestrası ve 2021 yılında Nişantaşı Üniversitesi bünyesinde “Nish Barok Konseri”  kapsamında da solist olarak konserlerde bulundum.   

Eğitiminiz boyunca dünyaca tanınan viyola solistleri ile ustalık sınıflarında aktif katılımcı olarak yer aldınız. Ustalık sınıfları müzisyenlere temel olarak nasıl katkılar sağlar Naz hanım? 

Öncelikle bir müzisyen olarak ustalık sınıfları, gençlik orkestraları, yarışmalar vs. gibi oluşumları son derece önemli buluyorum. Çünkü bu ortamlar sadece enstrümanınızı iyi çalmanız veya öğrenmenizle ilgili değil, sizinle aynı mesleği yapan insanlarla buluşma noktanız. Çok fazla gözlem, paylaşım ve etkileşim içeren oluşumlar. Kendimden bir örnek vereyim; 2006 yılında ilk ustalık sınıfınım İznik “Uluslararası Viyola Kampı”na katıldığımda dünya sadece benim okuduğum konservatuvardan ibaret sanıyordum. Oysaki Türkiye’nin her yerinden gelen öğrencileri ve  enstrümanlarındaki seviyeleri gördüm. Tatjana Masurenko ile bir hafta çalışma olanağı buldum ve hiç aklıma gelmeyen yepyeni bilgiler edindim. Ustalık sınıfları ufukları genişletmekle ilgilidir, hem enstrüman anlamında hem de çevre anlamında. Vizyon katar, bilgi katar. Tabi ki ustalık sınıflarına başvururken dikkate alınması gereken hususlar da var. En önemlisi kimin verdiği, gitmeden kesinlikle o hocayı araştırın. Sonra kendi seviyenizin ve ihtiyaçlarınızın farkında olarak bilinçli şekilde ustalık sınıfı seçimini yapın. 

Yurt dışında ise Nobuko İmai, Thomas Riebl, Henk Guittart, Vicci Wardman, Lise Berthaud, Asdis Valdimarsdottir ve Annette İsserlis gibi dünyaca ünlü eğitmenler ve solistlerle ustalık sınıflarına katıldım. Kendimde gözlemlediğim en büyük değişim zamanla öğrenci olmaktan çıkıp meslektaş pozisyonuna geçtiğim oldu. Türkiye ve yurtdışında katıldığım ustalık sınıflarında eğitmenler ile beraber sahne aldım, oda müziği grubunda konserler verdim, asistan hoca olarak onlarla derslere girdim, bazen de yabancı dili yeterli olmayan öğrenciler için çevirmen oldum. Yapılabilecek her görevi aldım. Sanırım beni en çok mutlu eden kısım da bu olmuştur ustalık sınıfları ile ilgili. 

Türkiye’de ilk kez ustalık sınıfında eğitmen olma tecrübem ise 2020 yılında “Aşkın Academia Online Yaz Akademisi” çatısı altında oldu. Çalışmalarını beğenerek yakından takip ettiğim keman virtüözü Prof. Cihat Aşkın hocamızın önderliğinde gerçekleşen bu ustalık sınıfında çok değerli sanatçılar ile aynı kadroda eğitmen olarak yer almak benim için onur vericiydi. Kendisine bana bu imkanı sağladığı için çok teşekkür ediyorum. 

İşin maddi boyutunu da gözden kaçırmamak gerek. Gerek standart eğitim, gerek yarışmalar, gerekse ustalık sınıfları ciddi bir maliyet de getiriyor. Herhangi bir eğitim bursundan, destekten yararlandınız mı bu dönemde? 

Yurtdışına gitmek hep aklımdaydı ancak hem yabancı dil hem maddi konularda bir çare bulmam gerekiyordu. Okul seçerken ve burs ararken şartları çok iyi değerlendirmek ve oluşturmak gerektiğinin farkındaydım. O yüzden ilk olarak eğitim bedeli ödememek için Erasmus’a başvurdum daha sonra da olur da Erasmus ile gittiğim ülkedeki okulda yüksek lisans yapmak istersem diye o okula burs veren kurumları araştırdım. Royal Northern Collge of Music’te okumayı seçmemdeki en büyük etkenlerden biri de Borusan Kültür ve Sanat Vakfı’nın müzik bursu verdiği okullar listesinde yer alıyor olmasıydı. Diyebilirim ki hiç bir şeyi şansa bırakmadım. Bir hedefe ulaşmak gerekiyorsa o yolda çok iyi plan yapmak gereklidir. Eğitim felsefem hep bu yönde oldu. 

Yurtdışındaki eğitimim boyunca Borusan Kültür ve Sanat Vakfı’nın müzik bursu dışında Royal Northern College of Music’ten de burs aldım. RNCM bursu için okul içinde belirli görevlerde çalışmam gerekiyordu. Çalışmak derken yanlış anlaşılmasın o kadar keyifli ve faydalı bir çalışma metotları vardı ki gönüllü bile olunurdu. Mesela şeflik sınıflarında küçük toplulukta çalmak; şeflik öğrencileri yönetiminde her hafta piyano ve yaylı kuartet ile bir senfoni deşifre ederdim. Tchaikovsky, Mahler, Beethoven, Dvorak, Mendelssohn vb. bestecilerin senfonilerinin viyola partisini kuartetle çaldım. Deşifre kabiliyetini geliştirmek ve şef takibi öğrenmek için çok yararlı bir deneyim oldu. Genç şefler içinde muazzam bir deneyimdi kanımca. Bir başka burs karşılığı iş ise  “Kompozisyon Laboratuvarı”  adlı oluşumda çalmaktı. Burada da burs saatleri karşılığında okuldaki bestecilik öğrencilerinin eserlerini seslendirirdik. Onlar yazdıkları eserin nasıl tınladığını duyar biz de modern müzik alanında tecrübe kazanırdık. 

Cem Mansur yönetimindeki Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası ile çok hoş konserleriniz oldu ve yurtdışı ayağında size çok fazla katkı sağladığını düşünüyorum. Birçok genç müzisyenin ufkunu açan, ağlarını genişleten, bir yandan da ciddi bir özgüven kazandırıp yurtdışı sahne deneyimi sunan TUGFO’nun müzisyen kimliğiniz açısından önemini sizden de duymak isterim.

Cem Mansur gerek vizyonu gerekse gençlere verdiği değer ve içten yaklaşımı ile çok sevdiğim bir şef. 2007 yılında TUGFO’ya ilk seçildiğim zaman henüz yurtdışı turneleri başlamamıştı ama buna rağmen enstrüman gruplarını çalıştıran eğitmenlerimizin Türkiye’nin önde gelen müzisyenlerinden seçilmiş olması ve orkestra için belirlenen hedeflerden belliydi bu orkestranın kısa zamanda büyük atılımlar yapacağı. Öyle de oldu. 2011 yılında tekrar katıldığım zaman Essen, Linz ve Viyana turnesi yapıldı. Yurtdışında bir gençlik orkestrasında yer almaktan farksızdı diyebilirim TUGFO’da çalmak. Konser programları, orkestra üyelerinin enstrümanlarındaki seviyeleri, eğitmenler, konser salonlarının prestiji her şeyiyle üst düzey ve çağdaş bir oluşum. Türkiye’nin batıya bakan yüzü TUGFO…

Bunların haricinde gençler için eşsiz bir buluşma noktası, yıllar süren dostluklar, birlikte ilk yurtdışı deneyimi. TUGFO genç müzisyenlerden oluşan bir aile. Yıllar sonra Karşıyaka Belediyesi Oda Orkestrasına girdiğim zaman bile geçmişte TUGFO üyesi olan arkadaşlarımla karşılaştım. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nda ve Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nda takviye olarak çaldığım konserler için de böyle oldu. Bugün Türkiye’nin hangi orkestrasına giderseniz gidin geçmişte TUGFO’da çalan biri ile karşılaşırsınız ve kendinizi hiç yabancı hissetmezsiniz. Sanatçılar arası bağları güçlendiren bir oluşum TUGFO, bu açıdan da çok kıymetli.  

Yurtiçi ve yurtdışı birçok seçkin sahnede yer aldınız. İçlerinden hiç unutamadığınız bir sahne deneyiminiz var mı? 

Bir sürü var ama ben en aklımda kalanları sizinle paylaşacağım 🙂 Opera North Orkestrası ile Leeds Town Hall’da Mahler 8. Senfoniyi çalıyoruz. Salon muazzam büyük ve ihtişamlı, sahne arkadan yukarı doğru kat kat uzuyor. Senfoni deseniz “Binler Senfonisi” arkada devasa koro. Orkestra o kadar kalabalık ki bakır üflemeliler arkamızdaki katlarda bir metre üzerimizde çalıyor. Müzik inanılmaz etkileyici. O konseri hiç unutamıyorum tüylerim diken diken olmuştu son bölüme geldiğimizde. Eser bitti salonda bir sessizlik herkes müziğin büyüsü ile donmuş kalmış. O an anladım ki müzik bu etkiyi yaratıyorsa amacına ulaşmıştır. 

 Bir de komik anılarım var. Konserlerde en hazırlıksız yakalandığım kısımlar sahne adabı ile ilgili olanlar. Mesela ne zaman selam verilecek, ne zaman sahne terk edilecek, şef hangi enstrüman grubunu ayağa kaldırıp selam verdirtecek. Bu sahne trafiği beni hep paniğe sevk etmiştir. Tamamen tecrübeye dayalı spontane hareketler grubu. İşte ben de bu duruma bir kez gafil avlandım desek yeridir. 2018 yılında KODA ile solist olarak sahneye çıkışım, konser bitti alkışlar geldi ben içeri gitmek bilmiyorum yüzümde gülümseme kaldım sahnede. En sonunda şef gidelim der gibi omzuma dokundu da öyle uyandım rüyadan. Hatırlıyorum orkestradaki arkadaşlarım da gülmüşlerdi bu duruma. Biraz sempatik biraz da komik bir durum ortaya çıkmıştı 🙂   

Peki akustiği ve mimarisiyle en çok beğendiğiniz üç konser salonu hangisi oldu? 

Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası turnesi kapsamında 2011 yılında çıktığımız turnede konser verdiğimiz Wiener Konzerthaus ve Philharmonie Essen hem akustik hem görsel anlamda en beğendiğim salonlar arasında. İngiltere’deki yüksek lisans eğitimim sırasında konser verme fırsatı bulduğum Manchester’daki The Bridgewater Hall konser salonunun da muazzam bir akustiği var.  

Bir diğer çok beğendiğim konser salonu ise İzmir’deki Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi büyük salon ve küçük salonları. Ülkemizde yurtdışı standartlarına yakın salonlar yapıldığı için ne kadar gurur duysak az, gerçekten mutluluk verici. Tabiki henüz konsere gitme fırsatı bulamadığım İstanbul AKM ve Ankara’daki yeni CSO konser salonlarını da merak etmekteyim.   

Katıldığınız yarışma ve festivallerden de kısaca söz edebilir misiniz? 

Öncelikli belirtmeliyim ki hiçbir zaman yarışma veya kıyaslanma türü oluşumları sevecek kadar rekabetçi ve hırslı bir yapım olmadı. Buna karşın bazen hocalarımın isteğiyle bazen de kendi seviyemi görmek amaçlı birkaç yarışmaya girdim. İlk yarışma tecrübesini 2010 yılında Edirne’de Mimar Sinan Rotary kulübünün düzenlediği “14. Uluslararası Genç Müzisyenler Oda Müziği Yarışması”nda yaşadım. Trio grubumuzla mansiyon ödülü aldık ancak ödülden ziyade bizim için hem farklı bir şehir, hem de yarışmaya hazırlanma tecrübesi esas önem taşıyandı. Daha sonra İzmir’de “Yaşar Üniversitesi Oda Müziği Yarışması”, İngiltere’de RNCM’in düzenlediği “Oda Müziği Yarışması” ve İDSO’nun düzenlediği  “Ulusal Genç Yetenekler Yarışması” gibi tecrübelerim oldu. 

Festivaller açısından ise durum daha farklıydı. İlk yurtdışı festivaline 2008 yılında kazandığım odisyon ile gittim. Amerika’nın Minnesota eyaletinde “Sieur Du Luth Summer Arts Festival”inde iki büyük opera prodüksiyonunda yer almak için bir ay kalacak üç müzisyenden biri olarak seçildim. Yurtdışı  festivalleri yolunda ilk attığım adımdı bu. Daha sonra İÜDK Senfoni Orkestrası  ile Fransa’da “Festival International de Musique Universitaire” sonrasında ise RNCM Senfoni Orkestrası ile İtalya’da “Fondazione Cantiere d’Arte di Montepulciano” müzik festivallerine davet edildim. Tabi 2007 ve 2011 TUGFO yıllarını da unutmamak gerek. 

Peki çalmaktan en çok hoşlandığınız viyola konçertoları hangileri? 

Konçerto konusunda dağarcığı çok geniş olmayan bir enstrüman viyola. Bir keman kadar uçsuz bucaksız değil repertuvarımız maalesef. Ancak Ahmed Adnan Saygun’un Op. 59 Viyola Konçertosunu ilk çaldığım zaman çok beğenmiştim. Bartok Viyola Konçertosu da lise zamanlarında favorilerim arasındaydı. Hindemith “Der Schwanendreher”i çok kez odisyonlarda çalmışımdır ama sanırım üniversite öğrencisiyken çalmayı daha cazip bulmuştum. Şu aralar daha önce çalmamış olduğum konçertoları öğrenmek istiyorum. Peteris Vasks, York Bowen ve Cecile Forsyth’ın Viyola konçertoları ilgimi çekiyor. 

Fakat esasını sorarsanız realist hedefler koymaktan hoşlanırım. Çalmamış olduğum konçertoların çoğu modern döneme ait  ve büyük orkestra için.. Bundan dolayı şimdilerde  resitaller ve yaylı çalgılar orkestrası ile çalmak üzere repertuvarımı oluşturuyorum. Tabi ki bir imkan çıkarsa senfoni orkestrası ile de konser vermeyi çok isterim. Konçerto olmasa bile Weber Rondo Ungarese, Bruch Romance, Berlioz Harold in Italy veya Bloch Suite Hebraique gibi eserleri seslendirmeyi isterim. 

Foto Fevzi

Oda müziği açısından bakıldığında viyolaya eşlikçi olarak en çok beğendiğiniz enstrüman hangisi? 

Haziran ayında Nişantaşı Üniversitesi’nde Doç. Dr. Cevdet Uysal Konferans salonunda “Nish Online Konser Etkinlikleri” kapsamında Dr. Öğr. Üyesi Emine Bilir Eyüpoğlu ve Dr. Öğr. Üyesi Halis Gürkan Kırankaya ile Klarnet,Viyola ve Piyano için trio repertuvarını seslendirdik. Bugüne kadar yaylı kuartet, düet, trio vs çok fazla oda müziği oluşumunda yer aldım ama son tecrübemi de dikkate  alarak söylemem gerekirse klarnet’in sesini viyola ile çok yakıştırıyorum. 

2020 yılında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda sürdürmekte olduğuz Sanatta Yeterlik çalışmalarınızı Prof. Beste Tıknaz Modiri danışmanlığında tamamladınız. Belki zor bir soru ama viyola alanında önde gelen müzisyenlerden ve eğitimcilerden olan Beste hanımın size verdiği en önemli üç öğüt hangisi oldu? 

Prof. Beste Tıknaz Modiri birçok konuda örnek alınması gereken bir akademisyen ve sanatçı. Çok çalışkan, üretken ve girişimci ruhlu. Tez aşamasındaki çalışmalarımızı hatırlıyorum en ince detaylara bile dikkat ederdi. Enstrüman çalışmaları da öyle geçerdi. En iyiye ulaşmak her zaman hedefi olmuştur, bize de bunu göstermiştir. Şimdi akademisyen olduğumda bunun ne kadar önemli olduğunu anlıyorum. Onunla geçen eğitim sürecimde öğrendiğim en önemli üç öğüt; hakkını vererek başarıya ulaşmak, çok çalışmak ve detaylara dikkat etmek.  

Peki akademisyen kimliğiniz açısından baktığınızda, “viyola”nın tanınırlığı Türkiye’de ne durumda? Halen keman ile farkını anlatmak zorunda kaldığınız durumlar oluyor mu? 

O kadar çok oldu ki geçmişte halen de oluyor. Bazen anlatmaktan yoruluyorum acelem varsa keman deyip geçiyorum. Yapmamak gerek tabi ama kısa süreli bilgilendirme ile bu bilginin hafızalara yerleşeceğini de düşünmüyorum. Keman ve viyola arasındaki farkı çalarak anlatmak her zaman daha etkili ve akılda kalıcı oluyor. Hem keman hem viyola çaldığım zamanlar oldu hiç klasik müzik ile ilgilisi olmayan arkadaşlarıma. Ben çaldıktan sonra viyolanın sesi kemandan daha güzelmiş, daha derin ruhumuzu dinlendirdi dediler. Ben şaşırdım tabii, tüm dünya kemanın sesine aşık ama baktım ki insanlar bilmediği için sevmiyormuş. Sesinden haberdar olsa sevecekler demek ki viyolayı. Bu ufak deney bana onu gösterdi. Viyolacılara sesleniyorum; viyolayı çalarak tanıtın, dışarıda sevenleri çokça çıkacaktır. 🙂  

Müziğe yetenekli bir çocuğu viyolaya yönlendirmede hangi fiziksel özellikleri etkili olur? Siz öncelikle nelere dikkat edersiniz? 

İlk olarak sadece viyola değil yaylı çalgılar için bir öğrenciyi yönlendireceksem çok iyi bir müzik kulağı olması şartını ararım. Çünkü perdesiz bir enstrümanda sesleri doğru basmak üzerine bir hayat geçirecek. Yaylı çalgının olmazsa olmazı ise entonasyon… Bu bakımdan ilk bakacağım özellik bu olur. İkincil olarak fiziksel uygunluk olarak parmaklarının uçlarının etli olmasına ve esnekliğine bakarım. Özellikle viyola çalacaksa bu çok önem teşkil eder, parmağı bastığında telleri kapatabilmek, vibratoyu güzel yapabilmek gibi birçok konuda fayda sağlar. Son olarak da boyu önemli, ufak tefek bir çocuğu viyolaya yönlendiremezsiniz diyemem ama yurtdışında okurken gördüğüm genelde hep uzun boylu ve parmakları uzun olanları viyolaya seçtikleri yönündeydi.

Fotoğraf: Özge Balkan

Viyolaya yönelik olarak çocukların ilgisi ne durumda? 

Çocukları bir kenara bırakalım yetişkinlerin bile viyolanın ne olduğu ile ilgili fikri yok. O yüzden eğitim konserleri önem taşıyor. Karşıyaka Belediyesi Oda Orkestrası’nda çalışırken 23 Nisan ve 19 Mayıs gibi milli bayramlarda özel konserler yapar bu konserlerde enstrümanları tanıtırdık. Çoğu orkestramız bu misyonu üstleniyor ancak sayı yeterli değil. Çocukların ilgisini çeken konserler çoğaltılmalı. Bir de tabi viyola özelinde konuşursak boyutu itibariyle bir çocuk için başlangıçta öğrenmesi zor bir çalgı. Bazı eğitim sistemlerinde kemana viyola teli takılarak başlangıç yapılabiliyor. Ben de böyle başladım ama tavsiye etmem çünkü tel boyu uzun olduğu için özellikle do telinde hiç de cazip olmayan sesler çıkabiliyor ve entonasyonu da kötü yönde etkilediğini düşünüyorum. O yüzden kemandan geçiş daha iyi olabilir. Tabi bu durumda sol anahtarından do anahtarına geçiş üzerine çalışmalar ve nota okuma alışkanlığı geliştirmek gerekecektir. 

Bir viyola sanatçısı fiziksel ve duygusal olarak sağlığını nasıl korumalı peki Naz hanım? 

Viyola çalmaya başladığımdan beri gerek hocalarım gerekse ailem tarafından elime koluma dikkat etmem gerektiği, ekmeğimi buradan kazanacağım gibi uyarılarla büyüdüm. “Müzisyenler için en iyi spor yüzmektir” mottosu ile büyütüldü bizim nesil. Dolayısıyla çok istememiş olsam da bisiklete binmek, paten kaymak, voleybol veya basketbol oynamak gibi aktivitelere hep temkinli yaklaştım. Yıllar geçince tabi hepsini yaptım. Ne çok şey kaçırmışım diyorum.. Şimdi dönüp baktığımda benim verebileceğim tavsiye aşırı derecede zorlayıcı bir spor olmadığı sürece her türlü spor yapılabilir. Önemli olan nokta kendi sınırlarınızı bilmekte. Kendinize kattığınız her yeni deneyim sizi daha iyi bir sanatçı olma yolunda bir adım ileri taşır. 

Öte yandan duygusal diyemem ama zihinsel pratiklerin çok önemli olduğuna inanıyorum. Yoga ve meditasyon bence bir sanatçı için apayrı bir önem teşkil ediyor. Kendimden biliyorum oldum olası zihnim içinde tavşanlar koşuşturur gibi çalışır. Bir düşünce bitmeden diğerine zıplarım, üstüne elim ayağım da durmaz. Hiperaktif teşhisi konmamış olsa da hızlı yaşıyorum olayları çok da sabırsızımdır. Yoga yapmaya başladığımdan beri hem zihnimi hem de vücudumu çok daha iyi kontrol edebildiğimi fark ettim. Bizim gibi el-kol-zihin koordinasyonu yüksek derecede kullanan meslek gruplarına mensup kişilerin olmazsa olmazı olmalı yoga. 

Viyola sanatçılığı mı akademisyenlik mi önümüzdeki dönemdeki proje ve hayallerinizde ağır basıyor? 

Bugüne kadar kendimi sahne üzerinde geliştirdim. Akademisyenliği tercih etmemdeki nedenlerden biri de kendimi yeni bir alanda geliştirmek istemem. Öğrenmediğim şeyleri öğrenip kendi bildiklerimi de öğrencilerime aktarmak istiyorum. Ayrıca bölüm başkanı olarak idari sorumluluklarım da var ki bu apayrı öğrenilmesi gereken bir görev. Şu ana kadar yapmış olduğum girişimlerden memnunum ve gelecekte daha ileriye götürmek hedefim var. 

Tabi ki akademisyenlik dışında sanatsal faaliyetlerime de devam edeceğim. 2021-2022 sezonu boyunca planlanmış resital ve solistlik konserlerim var. İlk resitalim piyanist Verda Karaçil Cerit ile 3 Kasım’da Yeldeğirmeni Sanat Merkezi’nde olacak. Şubat ayında ise İzmir’de Aziz Vukolos Kilisesi Kültür Merkezi’ndeyiz. Bir de şu an taslak aşamasında olan Nişantaşı Üniversitesi bünyesinde başlatacağım “Nish Konser Serisi” var.   

Peki fakültenizde müzik sevgisi ve viyolanın tanınırlığı açısından nasıl projeleriniz olacak? 

Bir önceki sorunuzda bahsetmiş olduğum “Nish Konser Serisi” kapsamında ben de konserler vereceğim. Üniversitemiz çok sayıda farklı bölümü bir araya getiren bir kampüs. Bu sayede verdiğimiz konserler sadece müzik öğrencilerimize değil müzik dışı mesleklere sahip öğrencilerimize de ulaşacak. Bu bakımdan bu projeyi çok önemsiyorum. Belki de hayatında hiç viyola dinlememiş sesini duymamış öğrencilerimiz ilk kez burada bu çalgı ile tanışma fırsatı bulacaklar. Tabi ki konserlerde yer alacak olan diğer çok değerli akademisyen arkadaşlarımı da unutmamak gerekli. Onları dinleme fırsatına da erişecek öğrenciler. 

Müzik alanında son birkaç yılda özellikle çok fazla üstün yetenekli çocuk ve genci sosyal medya aracılığıyla tanıyoruz. Peki sizce bu kadar fazla müzisyeni istihdam edecek bir sistem var mı? Bu gençlerin ve çocukların müziğe verdikleri yılları heba etmemeleri için nasıl bir sektör ve arz-talep dengesi kurulmalı sizce? 

Bu konuda çok haklı saptamalarınız var. Konservatuvarlardan her sene çok sayıda başarılı sanatçılar mezun oluyor ancak yeterince iş imkanı yok. Hem kendimizi eleştirmeli nerede hata yaptığımıza dönüp bakmalı hem de nasıl bu sorunu düzeltebiliriz ona bakmalıyız.  

İlk olarak konservatuvardan mezun olan herkes “klasik müzik çalmalı veya solist olmalı” fikir sabitliğinden kurtulmamızın büyük ufuklar açacağına inanıyorum. Önemli olan ne tür müzik yaptığımız değil nasıl yaptığımız olmalı. İngiltere’ye gittiğimde gözlemlediğim bir diğer unsur da okulda çok sayıda farklı müzik topluluğu olmasıydı. Jazz, orkestrası, pop orkestrası, senfoni orkestrası, yaylı çalgılar orkestrası, üflemeli ensemble’lar vs. Ufkunuzu ne denli genişletirseniz iş imkanınız da o denli çoğalır. 

Türkiye’de de bu girişim var aslında ama biraz desteksiz ve çoğunlukla bireysel çabalarla yürüyor. Konservatuvarlardan mezun birçok arkadaşımı usta sanatçılarla aynı sahnede görüyorum. Haluk Levent, Teoman, Sertab Erener bunlardan birkaçı.. Bazı arkadaşlarım ise kendi albümlerini yapıyorlar, bazıları müzik prodüksiyon veya organizasyon şirketlerinde çalışıyorlar. Bence bu yolda olan atılımlar çok yerinde; tek eksik daha kurumsal çerçevelerle desteklenmeleri ve organize olmaları gerekmesi. Mesela Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı orkestralarımızın okul içi odisyon ile öğrencilere staj imkanı sağlaması, müzik şirketlerinin konservatuvarlar ile işbirliği içinde olması, Borusan Filarmoni, Tekfen Filarmoni gibi orkestraların da okullar ile işbirliği içinde olup senede birkaç konserde görevlendirmek üzere öğrencilere fırsat sağlaması gibi ufak adımlarla belki geleceğe yönelik olumlu girişimlerde bulunulabilir. Tabi bu dediklerim çok ütopya gibi duyulabilir ama pratiğe dökülürse belki iş değişir.

Bunun yanı sıra eğitmen olmak isteyen müzisyenler için çalışabilecekleri konservatuvarlar çok az sayıda. Yurtdışında yüksek lisans veya doktora yapın yine de kadroya giremeyebilirsiniz. Bu açıdan da bakılırsa temelde bir problem olduğu rahatlıkla anlaşılır. Çoğu konservatuvar mezunu hiç hoşlanmasa bile müzik kursları, güzel sanatlar liseleri veya özel dersler ile hayatını kazanıyor. Müzik kursu, GSF lisesi veya özel okullarda verilen enstrüman dersleri diye ayırmak yerine tüm müzik eğitimi veren kurumlarda üst düzey müzisyenleri istihdam etme yoluna gidilmeli diye düşünüyorum. Belki bu sayede temelden atılan bir adımla müziği ülkece bir meslek olarak algılayamamış olmamızın önüne geçilebilir.  Eğer müziğin bir meslek olduğu ve insanların hayatlarını bundan kazandığı bilincini topluma aşılayabilirsek büyük gelişmeler olacağını düşünüyorum. 

Son olarak, bir kadın akademisyen ve müzisyen olarak, bu alandaki geçmiş başarılarınıza da bakarak, sizin “süper gücünüz” nedir Naz hanım? Başarınızın ardındaki dinamikler neler oldu? 

Hiçbir şeyi şansa bırakmamak, hazırlıklı ve öngörülü olmak başarının olmazsa olmazı. İyi bir planınız yoksa başarılı olmayı beklemek ancak hayal kırıklığına yol açar. Bir de soğukkanlı ve rahat olmak gerek bana kalırsa. Aksilik illa çıkar, çıkacaktır da ama önemli olan sizin nasıl bir tutum sergileyeceğiniz. Üniversitede olsun, sahnede olsun sakinliği korumak, güven verebilmek belki bir ufak tebessüm sorunları çözmekte çok etkili olabilir. Bütün bunlar yerine gelmişse yolunuz açık demektir, bırakın kendinizi müziğe o size yolu gösterir. 🙂 

Sevgili Menekşe Hanım, 

Harika Gençler ile olan röportajlarınızın bu bölümünde bana da yer verdiğiniz için çok teşekkür ederim. 

Ben teşekkür ederim ilginiz, başarılarınız ve bu güzel yorumlarınız için. 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s