
Aslıhan Keçebaşoğlu 16 Aralık 1994 tarihinde Ankara’da dünyaya geldi. 2007 yılında Antalya Devlet Konservatuvarı’nın sınavlarını kazanarak piyano bölümünde müzik çalışmalarına başladı. Lise eğitimine aynı okulda devam eden Keçebaşoğlu Yuriy Sayutkin’in piyano sınıfından lise ikincisi olarak mezun oldu.
2010 senesinde Ankara Ulusal Chopin Yarışması’nda üçüncülük, 2012 senesinde katıldığı ilk uluslararası yarışma olan Stockholm Uluslararası Genç Müzisyenler Piyano Yarışması’nda mansiyon ödülünü elde etti.
Lisans eğitimine bestecilik alanında devam etmek isteyen Keçebaşoğlu‚ 2013 yılında Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Teori-Kompozisyon bölümünün sınavlarını tam burs alarak kazandıve Onur Türkmen’in kompozisyon öğrencisi olarak çalışmalarına başladı. Aynı kurumdan yüksek şeref derecesi ile mezun oldu.
2014’te ‘Moments for Six Distinct Manners’ adlı altılı müziği Bilgi Üniversitesi’nin düzenlediği 6. Yeni Müzik Günleri’nde çalınmak üzere seçilerek Alman müzik grubu Ensemble Garage tarafından seslendirildi. Kadıköy Süreyya Operası’nda gerçekleşen 8. Sesin Yolculuğu Genç Besteciler Şenliği’nde piyano ve viyola için yazdığı düeti seslendirildi ve aynı festivalin 9.su içerisinde piyano‚ flüt ve çello için yazdığı trio ile yer aldı.
2016 yılı Şubat ayında Ensemble Garage tarafından düzenlenen Alman ve Türk genç bestecilerin müziklerinin seslendirildiği konserler dizisinde yer almak üzere Köln’e davet edilen Keçebaşoğlu’nun ‘Moments for Six Distinct Manners’ isimli bestesi ikinci olarak icra edilerek kendisinin bestecilik alanında ilk uluslararası etkinliği oldu.
2017 yılı Nisan ayında 10. Sesin Yolculuğu Genç Besteciler Şenliği’ne “Encounters”(Karşılaşmalar) adlı ensemble müziği ile katılan Keçebaşoğlu’nun eseri şef Orhun Orhon yönetiminde Hezarfen Ensemble tarafından seslendirildi.
Haziran ayında Bilkent Kompozisyon Akademisi’nde uluslararası çevrede kabul görmüş olan besteci Mark Andre ile bir hafta süren ustalık sınıflarına aktif olarak katıldı; akademi sonunda yine Encounters isimli bestesi Hezarfen Ensemble tarafından Bilkent Konser Salonunda icra edildi.
Bilkent Senfoni Orkestrası’nın siparişi üzerine yazdığı orkestra müziği aynı orkestra tarafından Vladimir Ponkin yönetiminde seslendirildi. New York’lu piyanist Yael Weis’in ’32 Bright Clouds’ adlı uluslararası solo piyano müziği siparişi projesi için sipariş aldı. Eser Amerika Birleşik Devletleri’nin çeşitli eyaletlerinde seslendirilmiş ve pandemi sonrasında da seslendirilmeye devam edecek.
NK Ensemble için yazdığı ‘Sonbahar’ adlı eseri de Orhun Orhon yönetiminde seslendirildi ve kaydedildi. Ensemble’ın albümü ‘Lahza’ adıyla Şubat 2019’da yayımlandı. 2020 yılı içinde Gedik Sanat tarafından ‘Unvoiced Diaries-Sözsüz Günlükler’ ve ‘Fusion- Kaynaşma’ başlıklı projeler için iki eser siparişi aldı ve bu projeler için bir solo keman minyatürü ve yaylı dörtlü müziği besteledi. Eserler proje kapsamında Gedik Sanat bünyesindeki müzisyenlerce seslendirildi ve dijital ortamlarda kayıtlar yayınlandı. Aynı yıl içerisinde İsviçre-Lugano’da düzenlenen Ticino Musica Young Composer Festival içinde yer almak üzere davet aldı; besteci Oscar Bianchi, Francesca Verunelli ve Quatuor Diotima ( Diotima yaylı dörtlüsü) ile çalıştı; yazdığı yaylı dörtlü müziği festival sonunda seslendirildi. Ayrıca Sibelius
Akademisi kompozisyon bölümü tarafından XII. Creative Dialogue paneline katılmak için seçildi ve bu buluşmalar dahilinde besteci Kaija Saariaho ve Magnus Lindberg ile çalıştı, çalıştay için bestelediği solo piyano müziği etkinlik sonunda seslendirildi.
2021 Haziran ayı içerisinde Paris’te düzenen Manifeste-IRCAM bestecilik çalıştayına 69 kişi arasından seçilen 6 kişiden biri olarak katıldı ve bu çalıştay için yazdığı eser Ensemble Intercontemporain tarafından Paris CENTQUATR’da seslendirildi. Çalıştay besteci Isabel Mundry’nin yönetiminde gerçekleşti.
Son olarak Aslıhan Keçebaşoğlu, Finlandiya-Amerika Birleşik Devletleri temelli oda müziği grubu olan Juurilla Ensemble’ın düzenlediği ‘Cultural Diplomacy Through Chamber Music’ temalı eser siparişi projesine 20 farklı ülkeden başvuran 50 aday arasından seçilerek dahil oldu ve şu anda bu proje için sipariş edilen yaylı dörtlü eserini besteliyor.
Lisans eğitimi süresince Onur Türkmen ile müzik tarihi ve kompozisyon, Yiğit Aydın ile armoni ve orkestrasyon, Tolga Yayalar ile polifoni-füg ve post-tonal teori, Maria Nowotna ile solfej ve Işın Metin ile şeflik ve partisyon okuma çalışan genç besteci, 2018 yılında Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Teori-Kompozisyon bölümünden yüksek şeref derecesi ile mezun oldu. Bir sene aynı kurumda Tolga Yayalar’ın kompozisyon sınıfında yüksek lisans çalışmalarını sürdürürken Yiğit Aydın’ın armoni ve kontrpuan derslerinin asistanlığını da yürüttü.
2019 yılı Haziran ayında Sibelius Akademisi’nin yüksek lisans sınavlarını kazanan iki kişiden biri olarak okula kabul aldı. Yüksek lisans eğitimini Finlandiya Sibelius Akademisi’nde besteci Veli-Matti Puumala ile sürdürüyor.
Başarılı genç bestecimizi tanımak ister misiniz? Çok bilgilendirici ve ilham verici bir söyleşi var sırada:
Merhaba Aslıhan hanım. İlk önce tüm söyleşi yaptığım müzisyenlerde merak ettiğim o müthiş “başlangıç noktası”nı sormak istiyorum size. Müziğe olan ilginiz, yeteneğiniz nasıl fark edildi çocukluğunuzda?
Müzikle içiçe bir aileye doğdum. O bildiğimiz klasik hikaye aslında. Zaman içindeyse ailemin, özellikle abimin, gözlemleri sonucunda müziğe olan ilgim farkedildi. Zannediyorum müzik dinlerken aldığım keyif ve söylediğim şarkıları tonalite algısıyla söylüyor olmam belli başlı işaretlerdi.
Peki sizi konservatuara yönlendiren etmenler nelerdi? Konservatuar eğitimi hangi açılardan önemli?
Müzik öğrenmeye 10 yaşımda başlamama rağmen uzunca bir süre konservatuvara girmek istemedim hiç. Nedenini bilemiyorum veya hatırlayamıyorum. 12 yalımdaydım bir gün bir pikniğe gittik ailecek ve abimin arkadaşları da eşlik ediyorlardı. Deniz kenarında otururken müzik hakkında konuşuyırlardı çok heyecanlılardı. O sırada nedendir bilmem konservatuvara girme kararı aldım. Sanırım onların heyecanından etkilendim ve ona özendim. İyi ki diyorum şimdi bu kararı almış olmama.
Konservatuvar eğitimi, müziğin kendi tarihsel çizgisinde içinden geçmiş olduğu en önemli süreçleri, bu süreçler içinde uğramış olduğu gelişim ve dönüşümleri, kritik noktaları zannediyorum en kompakt halde teorik ve pratik olmak üzere müzik öğrencisine öğretmesi açısından büyük bir önem taşıyor. Burada alınan temelin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yalnız bir yandan burada edinilmiş olan teorik bilgi ve pratik becerilerin ‘asla dışına çıkılmaması gereken bir çerçeve’ olmadığını aklın bir yanında tutmak gerekir diye düşünüyorum. Gerektiği yerde ve doğru zamanda, gerektiği ölçüde esnek olabilmek müziğin biraz önce bahsetmiş olduğum ve hala devam etmekte olan tarihsel gelişim sürecinin bir devamıdır ve hayatidir.
16 yaşında ilk ödülünüzle tanıştınız sanırım. O heyecanınızı anımsıyor musunuz? Chopin yarışmasına nasıl hazırlanmıştınız? Chopin sizin için çok özel olmalı bu ödülün ardından…
Çok stresli bir çalışma sürecim olmuştu. O dönemde çalışmış olduğum piyano hocam hırslı bir insandı. Bence-bunun o zaman farkında değildim veya söylemeye cesaret edemedim- bana seviyemin üstünde eserler vermişti. Çaldım, düzgün de çaldım diyebilirim. Fakat bu önemli değil. Zevk aldığımı hatırlamıyorum. Benim el becerimle gösteri yapmamı amaçlayan bir program yerine müzikal algıma daha yakın, daha rahat iletişim kurabildiğim ve çalarken savaşmak yerine zevk alabileceğim bir program verilseydi daha mutlu olabilirdim. Bazen tabi savaşmak da gerekir ama bunun zamanı vardır. Ben o zaman buna hazır hissetmiyordum.
Peki bundan sonra katıldığınız yarışmalardan ve ödüllerden de biraz söz eder misiniz?
Daha sonra bir de yurtdışında İsveç’in Stockholm şehrinde bir yarışmaya katıldım ve mansiyon ödülü aldım.
Yarışmalar konusunda müzisyenler ikiye ayrılıyor. Siz hangi tarafta konumlanıyorsunuz? Yarışmaları önemli buluyor musunuz müzisyenlerin gelişimi açısından?
Yarışmalar konusunda ben de kendi içimde ikiye ayrılıyorum. İyi ve kötü tarafları var. İkisinden de bahsetmek doğru olur zannediyorum. İyilerden başlayayım. Yarışmalar kollektif olarak düzenlenen organizasyonlar olduğu için bu etkinliklere eş zamanlı olarak birçok koldan katkı sağlanıyor. Medya tanıtımından icranızın profesyonel kaydının yapılmasına, iyi akustiği olan salonlarda profesyonel enstrümanlarla çalma veya eserinizin çalınması imkanından yarışma süresince tanışma fursatınız olan eğitmenler, kuracağınız ilişkiler… bunların hepsi bireysel olarak aynı anda derleyip toplayamayacağınız şeyler. Ya da maddi şartlarınızın gözle görülür şekilde iyi olmasını gerektirir. Kısacası yarışmalar çok kısa bir zaman dilimi içinde tüm bunları önünüze getirir. Bir müzisyen, eğer istiyorsa, iyi bir yarışmaya katılarak bu fırsatlara erişme şansına sahip olabilir. Bu anlamda yarışmaları önemli değil ama iyi buluyorum. Bence yarışmalar önemsizdir. Ama bazı koşulları iyileştirme ihtimali olması yönünden ‘iyi’ dir. Önemsizdir diyorum çünkü yarışma deneyimi diye nitelendirilen şeyi tehlikeli buluyorum. Kiminle yarışıyoruz? Hayatımızda ilk defa o yarışmada karşılaşmış olduğumuz diğer müzisyen akranlarımızla mı? Yoksa egomuzla mı? Bu fikir bana inanılmaz anlamsız geliyor. İyi hisler yaratmıyor içimde. Özellikle sanatın herhangi bir alanını meslek edinmiş insanların en büyük dertlerinden biri kendi anlatım biçimlerini bulmaktır. Bu kendi anlatım biçimini bulma sürecine illa başkalarını eklemek istiyorsak bu ‘yarışma’ değil ‘paylaşma’ olmalıdır. Fikir alış verişi, eleştiri, kritik, birlikte büyüme gelişme… Tek bir kişinin değil de bir sürü kişinin kazandığı bir atmosfer yani. Genelleyerek konuşuyorum, öyle yapmak zorundayım. Yarışmaya katılan çoğu yarışmacının bilinç altında bir diğerini geride bırakma düşüncesi vardır. Doğal olarak böyledir. Bana kalırsa bu çok da methedilecek bir şey değil! Hiç değil! İkinci bir nokta ise yarışma sonucunun kişide yanlış izlenimler yaratma tehlikesidir. Yarışmayı kazanan daha iyi kazanamayan daha kötü gibi bir şey söz konusu değil. Yarışma sonucu size hiçbir şey kanıtlamıyor aslında. Düşünün, oradaki jüri üyelerinden birisi şans eseri bir başka birisi olsaydı ve karar dengelerini değiştirseydi, veya dünyanın bir ucundan bir kişinin imkanları elverseydi de o yarışmaya katılsaydı sizden de biraz daha iyi bir performans sergileseydi ve siz o kazanmış olduğunuz yarışmayı kazanamamış olsaydınız… Özetlemem gerekirse yarışmalar materyalistik kaygılar söz konusuysa ‘iyi’ olabilir. Bunun ötesinde başka bir şey ifade etmiyor bana. Ben kendi açımdan konuşursam henüz bir bestecilik yarışmasına katılmadım. Ama bir zaman yukarıda bahsettiğim bazı maddi konuları iyileştirme ihtimali bakımından bir yarışmaya katılabileceğimi düşünüyorum. İnsan, aksiyonlarının asıl motivasyonunu dürüstçe kendine söylemelidir önce. Pek hoş olmasa da.
Konservatuarın ardından nasıl bir eğitim süreci izlediniz? Piyanodan besteciliğe yönelmenizi, “altılı müzik” maceranızı, bu müziğin özeliğini, bu alandaki başarılarınızı belki biraz anlatır mısınız? Sanırım bu iki tutkunuz birbirini dengeleyecek şekilde ilerledi müzik kariyeriniz boyunca.
Aslında piyanodan besteciliğe geçme gibi bir durum olmadı. Bestecilik hep vardı ve bunun formal eğitimini almak ana hedefti. Ancak konservatuarın lise devresinde kompozisyon bölümü olmadığı için anasanat dalım müziği öğrenmeye başladığım enstrüman olan piyanoydu. Piyano çalmayı çok sevdim ve çok seviyorum fakat benim tutkum hep beste yapmaktı. Hep beste yaptım. Umuyorum her zaman yapabilirim.
Piyano, flüt ve çello için trio yazdınız. Peki hangi enstrümanlar için beste yaparken daha fazla heyecanlanırsınız?
Şüphesiz henüz müzik yazmamış olduğum enstrümanlar ve enstrüman grupları var. Bu yüzden çok net bir cevap veremeyeceğim. Hoş tam tersi olsaydı dahi cevap verebilirmiydim bilemiyorum. Her müzik yazma sürecinin kendine özgü başka başka heyecanları, ruhsal durumları oluyor. Karşılaştırmak pek mümkün değil sanırım. Aslına bakarsanız karşılaştırmak da istemem. Hepsi kendi özelinde güzel kalsın.
Klasik müzik besteciliği alanında uluslararası trendleri nasıl takip edersiniz? Şu anda dünyada bu alanda nasıl bir eğilim var?
Buradaki ‘nasıl takip edersiniz’i ‘hangi araçlarla’ değil de ‘hangi yaklaşımla takip edersiniz’ olarak cevaplamak isterim. Malum, araçlar çok belli: sosyal medya ve çevrenizde olup biten etkinlikler, konserler. ‘Hangi yaklaşımla takip ederim’ meselesine gelince… Çok hızlı değişimler oluyor. Yeni fikirlerin yarattığı girdaplarla çevrili etrafınız. Hiç farkında olmadan özünüze ait olan fikirler bu girdapların yarattığı adrenalin tarafından ele geçirilebilir. Ben şahsen şöyle bir adım geriden izliyorum olup bitenleri. Sorguluyorum: Bu şey bana bir şeyler söylüyor mu? İşlevsel mi? Uygulanabilirliği nedir? Hangi dertten yakınır veya neye çözüm getirir? Bir sanat eserinin yaratılmasını öncüleyen itki kaynağının temiz ve kuvvetli olması gerekir. Özellikle disiplinlerarası müzik üretiminin had safhada olduğu bu çağda eserinizi henüz kafanızda oluşturduğunuz o süreçte şöyle bi durup sormalı insan kendine: ‘Müzik özelinde sanat alanında bir hizmetçi olan ben, şimdi bu eserle neye hizmet edeceğim? Ne istiyorum? Bizim için değeri çok büyük olan müziğe mi, yoksa modaya mı? Birinin kendisini kandırması o kadar kolay ki çok dikkatli olmak gerekiyor. Naçizane fikirlerim bu yönde.
Eserleriniz birçok konser salonunda icra edildi. O anda neler hissediyorsunuz? Eserlerinizi icra edecek orkestralara önceden yönlendirmede bulunur musunuz, fikir alışverişi yapar mısınız?
Prova süreçlerinde-genelde bu zaman çok kısıtlı oluyor- fikir alışverişi yaptığınız, size yönlendiriler soruları cevapladığınız bir süreç oluyor, evet. Müziğin ortaya çıkarılması açısından önemli bir zaman dilimi bu çünkü genelde eserinizin prömiyeri yapılıyor oluyor bu da icracıların eserinizle ilgili referans alabilecekleri hiçbir kayıt yok demek. Siz anlatmak durumundasınız. Onlar da size anlatıyor. Bazen gergin anlar olabiliyor. Ama bütünüyle benim çok keyif aldığım zamanlar bunlar. Konser anında ise artık hiçbir şey bestecinin elinde değil. Ben çok heyecanlanıyorum. Endişe de hissediyorum biraz. Doğal olarak sizin zihninizdeki müziğe ve provalrda yakalamış olduğunuz en iyi sonucu konserde dinleyicilere sunmak istiyorsunuz. Bu bir tansiyon yaratıyor. Ve bunu da bütünüyle çok seviyorum.
Yurtdışından eser siparişleri alıyor musunuz peki?
Evet alıyorum zaman zaman. Projelerim oldukça bunları sosyal medya hesaplarımdan duyuruyorum.
Bir eser bestelerken nasıl bir ortamda olmayı ve nasıl bir ruh halini tercih edersiniz?
Tamamen yalnız olabileceğim, mümkünse sessiz bir ortam benim için en ideali. Bir de yakınımda bol ağaçlı doğal bir alan varsa ara verdiğimde yürüyüş yapabilmek için tadından yenmiyor:)
Finlandiya Sibelius Akademi, birçok müzisyene büyük katkılar sağlayan bir kurum. Peki size neler kazandırdı? Nasıl deneyimler edindiniz bu yurtdışı deneyiminizde?
Okulun fiziki koşulları, yaratılan imkanlar zaten aşağı yukarı herkesin malumudur. Bunun dışında benim en çarpıcı bulduğum kişinin ruhsal ve fiziksel bütünlüğüne en az akademik başarı kadar önem verilmesi. Örneğin verimsiz geçirdiğiniz, fazla üretim yapamadığınız bir süreçten geçerseniz bunu hocanızla rahatça paylaşabiliyorsunuz. Onlar için çok olağan bir durum bu ve genelde şöyle bir cevap alıyorsunuz: ‘ Your well-being is more important than anything else. Take your time and let me know if you need help.- Sağlığın her şeyden önemli, kendine zaman tanı ve bir şeye ihtiyacın olursa söyle.’ Bu basit bir şey gibi duyulabilir. Ama beni uzunca bir süre düşündürdü. Türkiye’de bunun tam tersi bir durum söz konusu. Fabrikaymışcasına sürekli bir şey üretebilmeniz isteniyor sizden. Herkesin çalışma ve üretme ritmi farklı oluyor. Akademideki hocaların bu konuda anlayışlı olması, öğrencilerin de bu anlayışı suistimal etmemesi ve sağlıklı bir çalışma dengesi yaratılması gerekiyor. Burada bunun çok iyi oturmuş olduğunu gördüm. Bu durumun besteciliğim açısından katkısını ise şöyle açıklıyorum: Kendim-sadece Aslıhan olarak ben- ve yaptığım iş arasında daha organik bağlar oluşturmama yardımcı oldu.
Çağdaş besteciler arasından en çok beğendiğiniz üç ismi öğrenmek isterim.
Üçe indirgemek çok zor ama aralarında hiyerarşi olmadan aklıma gelen ilk üç isim : Jukka Tiensuu, Unsuk Chin, Jonathan Harvey. Torpil olmasın diye Türk bestecilere değinmiyorum. Şimdilik. 🙂
“Başarı” nedir sizce Aslıhan hanım? Şu ana kadar “başardım” dediğiniz birkaç örnek verebilir misiniz?
Şimdi burada müzik konuşuyoruz aslında ama bence başarı ne bir meslek ve meşguliyetle ne de bunları nasıl yaptığınızla ilgili bir şey değildir. Başarı diye bir şey var mı ondan bile emin değilim. Ama ‘başarmayı denemek’ diye asla sonu gelmeyen bir eylem var evet ve bu benim için bu dünyadaki yerimi bulmak, insani erdemlere, maddi olmayan dünyadaki dürüstlük ve doğruluğuma önem göstermek, sağlam-sağlıklı toplumsal yapıların oluşması için bireyliğim bazında elimden gelen neyse onu yapmaya çalışmak ve yalnızca etiğin değil içsel motivasyonumun getirisi olarak ‘iyi’ olmaya çalışmak… bu da iyi bir besteci olmaktan çok daha önemli ve çok daha zor bir şey bence. Başardım mı bilmiyorum. Başarmaya çalışıyorum hep. Sürekli de düşüp kalkıyorum.
Kariyerinizde şu ana kadar geldiğiniz “zirve noktası” hangisi oldu?
Öyle bir nokta olmadı, olmasını da istemezdim 🙂
Son olarak, yakın dönem projelerinizi ve hayallerinizi öğrenmek isterim.
Yüksek lisans eğitimimin sonlarına yaklaşıyorum; bu yüzden mezuniyet hazırlıkları, tez ve portfolyo hazırlama gibi akademik yoğunluklarım var. Bir yandan derslerim devam ediyor. Müzik pedagojisiyle ilgili çalışmalar yapıyorum. Eylül ve Ekim aylarında en son yazmış olduğum müziğin provalarını yapıyoruz. Bu eserin, eğer pandemi kaynaklı problemler oluşmazsa, Mart ayında Viyana’da prömiyeri yapılacak. Bunun dışında Helsinki-New-York tabanlı bir yaylı dörtlü projesi için müzik yazıyorum. İcra tarihleri henüz belli değil. Zannederim kısa zaman için de o da şekillenir. Bir de şu an için gizli tuttuğum ufak bir proje daha var, uygun şartlar oluştuğunda onu da açıklamış olacağım.
Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler.
Bana yer verdiğiniz için asıl ben teşekkür ederim.