Başarılı viyolacı Öykü Koçoğlu: “Viyola senfonik orkestralarda zaman zaman gizli kahraman rolünde. Orkestrayı bir bina olarak düşünürsek bu binanın kolon ve kirişlerini viyola oluşturuyor”

Fotoğraf: Özge Balkan

İstanbul’da doğan Öykü Koçoğlu, viyola eğitimine İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda başladı. 1999’da Almanya Bremen Müzik Akademisi Gençlik Orkestrası’na davet edildi. 2001 ve 2007’de Tatjana Masurenko, 2003’te Ruşen Güneş, 2004’te Fransa’da Rus Müzik Okulu atölyesinde Yuri Gandelsman ve 2014 Pauline Sasche’ın ustalık sınıflarına katıldı. Sergei Kalyanov, YuriSemenov, Alexander Brussilovsky ile oda müziği çalıştı.

2005-2007 yılları arasında Alban Berg Quartet’ten Gerhard Schulz ve Julliard String Quartet’ten Samuel Rhodes ile Borusan Quartet üyesi olarak çalıştı. 2007 ve 2008 yıllarında BBC Senfoni Orkestrası tarafından düzenlenen atölye çalışmalarına katıldı. 2010 yılında İtalya’nın Floransa kentindeki Tuscan Uluslararası Gençlik Orkestrası’nda grup şefi olarak görev yaptı ve 2011 yılında İtalya’ya davet edildi.

Mayıs 2013’te Hande Küden ile Britten “Keman ve Viyola için Konçerto”yu Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası ile seslendirdi. Mayıs 2016’da Panama Senfoni Orkestrası ile Oğuzhan Balcı’nın “Orkestra ve Quartet için” eserini Nemeth Quartet ile birlikte seslendirdi.

Cemal Reşit Rey Senfoni Orkestrası, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, Bursa Bölge Senfoni Orkestrası, İstanbul Sinfonietta, Aşkın Topluluğu, Eskişehir Belediyesi Senfoni Orkestrası’nda tutti olarak çaldı.

Tercih hakkı olsa Rönesans İtalya’sında yaşamayı hayal eden, “Dvorak’ın kendisinin de viyolacı olmasından yola çıkarak bir viyola konçertosu yazmamış olmasına” çok şaşıran Koçoğlu, lisans eğitimini, 1999 yılından beri aynı okulda çalıştığı Çiğdem Altaş Epikmen ile 2004 yılında tamamladı. 2009 yılında onur derecesi ile yüksek lisans diplomasına sahip oldu. Notre Dame de Sion Oda Orkestrası’nda 11 yıl grup şefliği yaptı. 2004-2018 yılları arasında Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nda grup şefi ve yardımcı grup şefi olarak yer aldı. 

2011 yılında kurduğu Lepidus Quartet ile Yaşar Üniversitesi Oda Müziği Yarışması’nda birincilik ödülünü kazandı. 2011 yılında Lepidus Quartet ile Yaşar Üniversitesi Oda Müziği Yarışması’nda birincilik ödülünü kazandı. Güney Kore, Como-İtalya, Borusan Music House İstanbul, Notre Dame de Sion Konser Salonu, İş Sanat, Koç Üniversitesi Sevgi Gönül Kültür Merkezi, Sabancı Üniversitesi, Ankara Üniversitesi gibi mekanlarda Lepidus Quartet ile konserler verdi. Çukurova Üniversitesi, Cemal Reşit Rey Konser Salonu, Yeldeğirmeni Sanat Merkezi, A. Adnan Saygun Kültür Merkezi ve Türkan Saylan Kültür Merkezi ve 23. Akbank Caz Festivali’nde yer aldı. 2011 yılında Borusan Quartet ile İlhan Usmanbaş’ın Yaylı Çalgılar Dörtlüsü 96 Müziklerini kaydetti. Grubun kurucu üyelerinden Hande Küden’in Berlin Filarmoni Orkestrası’nı kazanmasının ardından yeni bir yapılanmaya giten Quartet, “Lepidus Ensemble”a dönüştürüldü ve triodan hatta bazen düetten, oda orkestrasına kadar genişleyebilen bir repertuvar yelpazesi oluşturuldu.

2017’de Lepidus Ensemble olarak, Lila Music etiketiyle Jeremy Woodruff’un çağdaş müziğini kaydetti. Koçoğlu’na göre, viyola senfonik orkestralarda zaman zaman gizli kahraman rolünde oluyor; orkestrayı bir bina olarak düşünürsek bu binanın kolon ve kirişlerini viyola oluşturuyor. Ensemble’ın Kasım ayında gerçekleşecek olan keman-viyola duo konserinin ardından 4 Şubat 2022 tarihinde CRR Konser Salonu’nda yapacağı Berlin Filarmoni Solistleri konseri de müzikseverlerin takvimlerinde yerini çoktan almış durumda. Bu konserde Lepidus Ensemble yine oda orkestrası formunda olacak ve Kotowa Machida ve Hande Küden solist olarak yer alacaklar. 

Aynı zamanda müziği herkes için erişilebilir kılmayı hedefleyen İstanbul Kent Orkestrası’nın daimi üyesi olan Koçoğlu, yüksek lisansını 20. yüzyıl İngiliz müziği üzerine yaptıktan sonra halihazırda Okan Üniversitesi Konservatuvarı’nda doktora yapıyor ve keman-viyola öğretim görevlisi olarak yer alıyor. Geçmişteki keşkeleri ve deneyimlerinden yola çıkan Koçoğlu bugün kendi öğrencileriyle çalışırken, önlerine hedefler koymaya, onları bu yönde motive etmeye, belli bir yere ulaşma ve başarma hissini deneyimlemelerine aracı olmayı hedefliyor.

Bu değerli müzisyeni ve eğitimciyi tanımanızı çok isterim. Bu isteğimi de size çok keyifli bir söyleşiye dönüştürüyor ve beğeninize sunuyorum:

Merhaba Öykü hanım. Müziğe olan ilginiz, yeteneğiniz nasıl ortaya çıktı? İlk önce çocukluğunuzdan başlayalım sizi tanımaya. 

Menekşe Hanım öncelikle nazik röportaj teklifiniz için çok teşekkür ediyorum. 

Müzikle içiçe olan bir ailede büyüdüm. Annem de babam da coğrafya bölümü mezunu ancak babam eline hangi enstrümanı alsa çalabilen, müzik ve tiyatroya ilgisi olan hatta bu iki sanat dalını hayatında bir dönem meslek olarak yapmış birisi.  Dolayısıyla evimizde müzik hep vardı. Bu sayede evde bulunan flüt, mandolin, mızıka, armonika, ud, gitar, keman gibi enstrümanlarla erken yaşta tanıştım. İlgimi fark eden ailem beni konservatuvar sınavlarına yönlendirdi. Sınavı kazandım ve müzik eğitimime 9 yaşında başlamış oldum.

Peki viyola konservatuarda tanıştığınız bir enstrüman mıydı yoksa öncesinden bu yönde bilinçli bir tercihte mi bulundunuz? 

Sanırım 7 yaşımdayken bana bir keman alındı. Ancak o sırada her hangi bir müzik eğitimi almıyordum. Ailem “keman eğitimi almaya başladığım zaman bana vermek üzere” kemanı kaldırdı. Tabi bu durum benim merakımı arttırdı. Şimdilik dokunmamam gereken bana ait değerli bir şey var ve benim için bu “şey”le ilgili bir gelecek planlanıyor. Dolayısıyla iki yıl sonra konservatuvar sınavına girdiğimde bana son aşamada hangi enstrümanı çalmak istediğim sorulduğunda, yanıtım “keman” oldu. Sanırım daha popüler bir enstrüman olduğu için çoğu kişi keman çalmak istediğini söylemiş olacak ki, jüri el, kol, parmak gibi fiziksel özelliklerime de bakarak beni viyolaya yönlendirdi. Sonuç olarak viyolayla o gün konservatuvarda tanıştım. Dürüst olmak gerekirse o güne kadar müzisyen olmayan çoğu kişi gibi benim de viyola denilince gözünün önüne viyolonsel geliyordu. 

Bunun üzerine nasıl bir eğitim inşa ettiniz? 

Konservatuvardaki ilk yıllarım kendi öz disiplinimi oturtmaya çalışarak geçti. Küçük yaşta başlanan viyola eğitiminde öğrenci, ilk yıllarında genellikle kemana yönlendirilir; teknik açıdan oldukça benzemesi nedeniyle öğrenci, enstrümanı keman çalarak kavramaya başlar. Ben de evdeki kemanımla eğitimime başladım ancak o dönemdeki hocam, kemanıma viyola teli taktırdı. Dolayısıyla solfej dersinde sol anahtarıyla bir şeyler öğrenirken, viyola dersine girdiğimde do anahtarı çalıyordum. Bu, şu demek; sol anahtarıyla yazılmış bir müzikteki “Do” notası, do anahtarı bir müzikte “Re” olarak okunur. Neyse ki yaşımız küçükken bazı şeyleri olduğu gibi kabul edip çok sorgulamıyoruz. Bugün yaşı büyük öğrencilerim için bu durum bir zihinsel bir kaos yaratabilirken, küçükler için hiç bir sorun olmuyor. 

Aynı okulda Çiğdem Epikmen’in sınıfında üniversiteye ve yüksek lisansa devam ettim. Bu sırada hocamın da önayak olmasıyla pek çok ustalık sınıfına katıldım. Şu anda Okan Üniversitesi’nde doktoramı yapıyorum. Aynı zamanda aynı kurumda öğretim üyesiyim. 

Bu zamana değin ağırlıklı olarak Rus ekolünden müzisyenlerin ustalık sınıfına katıldınız. Viyolada Rus yaklaşımı mı ağır basıyor? 

Yaylı çalgılarda özellikle Alman ve Rus ekolü dikkat çekicidir. Sanıyorum kontrbasta aynı konu Alman ve Fransız ekolü üzerinden konuşulur. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte bir çok değerli sanatçı ve akademisyen ülkemizdeki çeşitli konservatuvar ve güzel sanatlar akademilerine eğitmen olarak geldi. Türkiye’deki viyolacıların eğitiminde Rus ekolü ağırlıklı gibi görünse de eğitimimizin devamında Alman ekolünün de rolü büyük. 

Bence bu noktada önemli olan kişinin kendi sentezini yapabilecek donanıma ualşmasıdır. 

İtalya’nın Floransa kentinde Tuscan uluslararası gençlik orkestrasının grup şefi olarak görev aldınız. Öncesinde de yurtdışında birçok farklı konumda görev aldınız. Bir müzisyenin yurtdışı deneyimi hangi açılardan önemli sizce? 

Farklı kültür ve deneyimlerden gelen insanlarla farklı teknik ve müzikalitede müzik yapmak, bilgiyi birbirine aktarabiliyor olabilmek, birbirinden öğrenmek büyük bir zenginlik diye düşünüyorum. 

İstanbul Kent Orkestrası’nın da daimi üyelerindensiniz. Bize biraz bu projeden de söz eder misiniz? 

Kent Orkestrası, müziği herkes için erişilebilir, ulaşılabilir hale getirmeyi amaçlayan bir oluşum. İnsanları müzikle buluşturan ve müzik sevgisi aşılayan bu orkestra, bünyesinde pek çok farklı müzik türünü barındırıyor. Çeşitli ilçe belediyeleriyle sık sık konserler veriyor ve müziğe teması yaygınlaştırıyor. Değerli bir misyonu olan bu köklü kurumda yer alıyor olmak gurur verici. 

Sizce Türkiye’de viyola yeterince bilinen bir enstrüman mı? Bilinirliğini artırmak adına neler yapılmalı? 

Türkiye’de yetişkin birisine viyola çaldığımı söylediğimde ilk akla gelen ne yazık ki viyolonsel oluyor. Viyolonsel ve çelloyu da iki farklı enstrüman olarak düşünüyorlar. Repertuvarımız son yüzyılda solo olarak çok daha fazla eser kazanmış olsa da viyola, keman ve çelloya göre dar repertuvara sahip bir çalgı. Daha fazla solo ve oda müziği konseri vermenin bilinirliği artırmak adına yararlı olacağını düşünüyorum. Ben de kendi çalışmalarımda ve Lepidus Ensemble’la yaptığım projelerde bilinirliği artırmak ve müzik sevgisini yaymak için çalışıyorum.

Yurtdışında çok fazla bulunmuş olan bir müzisyensiniz. Peki şu ana kadar konser verdiğiniz ve akustiği, mimarisi, dinleyici profiliyle aklınızdan hiç çıkmayan konser salonu hangisi oldu ve neden? 

Viyana Filarmoni Orkestrası’nın evi olan neredeyse 155 yıllık yapı; Musikverein, müthiş akustiğiyle ilk aklıma gelen konser salonu oldu. Neoklasik tarzda inşa edilmiş bu binanın kulisi dahi neredeyse orijinal halinde; belli ki yapıyı yenilemekten çok onararak korumayı tercih etmişler. Binadaki heykeller ve ilk çalınışını Bruckner’in yaptığı muhteşem org sizi zaman yolculuğuna çıkarıyor. 

Peki hangi enstrümanı çaldığından bağımsız olarak bir müzisyeni başarılı kılan / kılacak olan karakter özellikleri neler olmalı? 

Bir eseri çok iyi çalabilirsiniz fakat kusursuzluğuna rağmen, bir makinadan çıkmışcasına mükemmel ancak doğallıktan kopuk, donuk bir tını yansıtabilir. Oysa kendine ve duygularına temas edebilen, ahenklenme yeteneği olan empatik bir müzisyen, size bestecinin o eseri yazarken arzuladığı duygulanımı aktaracaktır. Yani bir müzisyenin kendisiyle barışık, duyarlı ve duygularına temas edebilen biri olması, onun müzikalitesini de artırır. 

Son dönemde oda müziği topluluklarının sayısı giderek artıyor. Siz de daha önceden yer aldığınız kuartetlerin ardından kurucusu olduğunuz Lepidus Ensemble’dan bahseder misiniz biraz bize? Hangi ihtiyaçla kuruldu ve bu zamana kadar neler yaptınız, nasıl başarılar elde ettiniz? Yakın dönem projeleriniz neler?

Lepidus Quartet’i 2011 yılında kurduk. İlk konserimizi Ankara’da verdik. 2012 yılındaysa Yaşar Üniversitesi’nin düzenlediği oda müziği yarışmasında Birincilik Ödülü kazandık. Yurtdışında ve Türkiye’de pek çok konser verdik. Grubun kurucu üyelerinden Hande Küden’in Berlin Filarmoni Orkestrası’nı kazanmasının ardından yeni bir yapılanmaya gittik ve birlikte Lepidus Quartet’i “Lepidus Ensemble”a dönüştürme kararı aldık. Bu sayede triodan hatta bazen düetten, oda orkestrasına kadar genişleyebilen bir repertuvar yelpazemiz oluşmuş oldu. Hatta en son konserimizi 16 kişilik bir oda orkestrası şeklinde verdik. Kesinleşen bir keman-viyola duo ve bir de yine oda orkestrası konserimizin dışında henüz netleşmeyen bazı projelerimiz üzerinde çalışmaya devam ediyoruz. 

Viyola repertuarınızın olmazsa olmaz bestecileri ve eserleri hangileri? 

Dediğim gibi viyola repertuvarımız çok geniş değil ne yazık ki. Ancak özellikle İngiliz bestecileri çok seviyorum. Yüksel lisans tezimi de 20. yüzyıl İngiliz müziği üzerine yapmıştım. Walton’ın Viyola Konçertosu, Frank Bridge’in viyola ve piyano için parçaları, viyola için uyarlanmış Bach ve Telemann başta olmak üzere bütün Barok dönem bestecilerini ve ayrıca Çağdaş müziği, özellikle de minimal müziği ki aklıma ilk Arvo Part geliyor, çok seviyorum.

Peki keşke solo viyola için daha fazla eser yazsaydı dediğiniz besteci kim? 

Dvorak’ın kendisinin de viyolacı olmasından yola çıkarak bir viyola konçertosu yazmamış olmasına çok şaşırıyorum. Harika iki çello konçertosu yazmış, o mükemmel temaları bulmuş, işlemiş. Ancak viyola ve Dvorak sözcükleri yanyana gelince akla ilk Amerikan Quartet’teki meşhur viyola solo geliyor. Keşke bir konçerto veya sonatı olsaydı. Ayrıca Shostakovich de Viyola Sonatı dışında keşke ardında bir kaç viyola eseri daha bırakabilseydi. Bridge de eminim harika bir konçerto yazabilirdi. 

Viyolaya yeni başlayacak çocuklar öncelikle nelere dikkat etmeli? 

Hangi çalgı olursa olsun bu yola hem enstrümanı hem pedagojiyi iyi bilen, bilgisini öğrenciye doğru bir biçimde aktarabilen ve öğrencisini motive edebilen, sahip çıkan bir öğretmenle başlamak gerek. 

Ayrıca enstrümanın boyutundan dolayı, viyolaya ilk önce keman çalmayı öğrenerek başlamak en doğrusu olacaktır. Eğer yaşı çok küçük olmayan ve biraz da fiziği erken yaşta viyola çalmaya elverişli bir çocuksa, çalmaya küçük bir viyolayla başlaması, vücudunu zorlamaması açısından çok önemli. 

Peki 10 yaşındaki Öykü’ye neler tavsiye ederdiniz müzik yaşantınızda geçtiğiniz sürece dair? “Keşkeleriniz” var mı? 

Her zaman elimden geleni yaptığımı düşündüm ve kapasitemi artırmak için her zaman çalıştım. Ama her çocuk gibi, -çocukluğun doğasından olsa gerek- dikkatimin enstrümanın dışına kaydığı dönemler de yaşadım. Bunlardan pişman olduğumu söyleyemem çünkü sadece enstrümanla yaşıyor olmanın dezavantajları olabiliyor. Fakat belirli hedefler doğrultusunda, ilerleme hissini duyumsayacağım şekilde daha çok yönlendirilmiş olmak ve motive olmak isterdim. Bugün kendi öğrencilerimle çalışırken, önlerine hedefler koymaya, onları bu yönde motive etmeye, belli bir yere ulaşma ve başarma hissini deneyimlemelerine aracı olmayı sağlamam buradan kaynaklanıyor. 

Viyolanın oda orkestralarındaki sesi ile senfonik orkestralardaki sesini kıyaslarsanız nasıl farklar ve benzerlikler ortaya çıkar?

Viyola senfonik orkestralarda zaman zaman gizli kahraman rolünde oluyor. Orkestrayı bir bina olarak düşünürsek bu binanın kolon ve kirişlerini viyola oluşturuyor. Bunu enstrümanımı yüceltmek için söylemiyorum; besteciler viyolaya bu görevi vermişler. Bunun yanısıra bazen flüt, korno, fagot, klarinet, çello gibi enstrümanları destekleyen bir görevde de viyolayı görebiliyoruz. Viyola çalan birisi, büyük orkestralarda tüm orkestra partilerini bilir. Nerede kiminle birlikte ne yapıyor, kime önderlik etmesi gerek, kimi takip etmesi gerek hepsini saptar -provalar bunun için var- konser sırasında oluşabilecek krizleri aklına not eder ve o noktalarda algılarını daha da açar. Gruptaki viyola sayısı fazla olduğu için homojen bir ses elde etmeye, grubun tınısını bozmamaya özen gösterilmelidir.

Oda orkestrasıysa daha çok bir quartet gibidir; oda müziğidir. Senfonik orkestraya göre orkestra üyesi sayısı azdır. Dolayısıyla oda orkestrası eserleri daha solistik yazılmış eserlerdir. 

Zaman tünelinden gelse hangi besteciyle neler konuşmak isterdiniz? 

Zaman tünelinden gelecek bestecilerin onlar hakkındaki düşüncelerimi değiştirmelerine hazır mıyım bilemiyorum… Günümüzdeki bestecilerle neden, ne kadar beslendiği, hangi konudan niçin ve ne düşünerek etkilendiği hakkında konuşmak sanırım daha çok tercih edeceğim bir şey.

Peki, “keşke şu dönemde yaşasaydım” dediğiniz dönem hangisi müzik tarihinde? 

Her ne kadar karanlık duyulsa da Rönesans İtalya’sında yaşamayı çok isterdim. 

Yakın döneme dair planlarınız ve projelerinizi de öğrenmek isterim son olarak. 

20 Eylül’de Gedik Sanat’ın bünyesinde, Zorlu Center sahnesinde, üyesi olduğum Diskant Çağdaş Müzik Topluluğu ve Bülent Bezdüz ile birlikte günümüzün en iyi bestecilerinden Christian Jost’un yeniden yorumlayarak bestelediği Schumann Dichterliebe eserini çaldık. Türkiye prömiyerini yaptığımız bu eser, Heinrich Heine’nin şiirine dayanıyor; Jost kendi besteleyiş biçimiyle yeniden ele almış. Ekim ayındaysa Hollandalı aranjör Wim Selles’in SufiBach projesini kaydedeceğiz. 

Lepidus Ensemble’la kesin olan iki projemizden ilki, Kasım ayında gerçekleşecek olan keman-viyola duo konserimiz… İkincisi ise 4 Şubat 2022 tarihinde CRR Konser Salonu’nda yapacağımız Berlin Filarmoni Solistleri konseri. Bu konserde Lepidus Ensemble yine oda orkestrası formunda olacak ve Kotowa Machida ve Hande Küden solist olarak yer alacaklar. 

Öykü Koçoğlu ile ilgili güncel gelişmeler için, http://www.oykukocoglu.com/ uzantılı websitesini takip edebilirsiniz.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s