Başarılı genç piyanist Ece Aksu: “İyi müzisyen olmanın kalbinde sevgi, sevebilme becerisi yatar”

2002 yılında Çanakkale’de doğan Ece Aksu, piyano öğrenimine 7 yaşında Viktoria Uçar’dan özel dersler alarak başladı. 2013 yılında Bursa Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın giriş sınavını kazanarak Özgür Ünaldı’nın öğrencisi oldu.

2018 yılında Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Senfoni Orkestrası’nın “Genç Solistler” sınavını kazanarak orkestra ile solist olarak konser vermeye hak kazandı ve 2019 yılında Eskişehir’de Beethoven’ın 3. piyano konçertosunun 1. bölümünü seslendirdi.

Jerfi Aji, Patricia Buzari, Maija Weitz, Gülsin Onay, John Rink ve Ersin Onay’ın ustalık sınıflarında aktif katılımcı olarak yer alan Aksu, 2020 yılında Bursa Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müzik ve Sahne Sanatları Lisesi’nden birincilikle mezun oldu. Bugüne kadar çeşitli resitaller ve oda müziği konserleri verdi.

“Beethoven her zaman benim kendimi en yakın hissettiğim besteci olmuştur” diyen Aksu, halen Bursa Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda lisans öğrencisi olarak eğitimini Doç. Özgür Ünaldı ile sürdürüyor ve tüm mütevaziliğine rağmen, yeteceğiyle ve kararlı bir şekilde müzikal altyapısını güçlendirme gayretleriyle müzik çevrelerinin büyük beğenisini topluyor.

Peki konservatuardan yeni mezun gençlerin sorunları neler? “Genel anlamda bizlerin karşılaştığı en büyük problemlerden biri, motivasyonumuzu canlı ve sürdürülebilir tutmakta zorlanıyor olmamız. İçimizdeki şevk ne kadar yüksek olursa olsun, bu motivasyon pek çok farklı koşula bağlı olarak kırılabiliyor ya da sürdürülemez hale gelebiliyor. Bu kırılmaya sebep olan en önemli faktörlerden birinin ise geleceğe dair belirsizlikleri aydınlatacak olan imkânların ülkemizde yetersiz olması olduğunu düşünüyorum” diyor Aksu ve devam ediyor: “Kendimize sorduğumuz “Ben bu işi yaparak geçimimi sağlayabilecek miyim?”, “Emeğimin karşılığını alıp istediğim gibi bir hayat sürebilecek miyim?”, “Müziğim talep edilecek ve bana saygı gösterilecek mi?” gibi sorulardan yana olumsuz bir beklenti daha güçlü olduğunda motivasyonumuz da haliyle kırılıyor. Bu durumun çözümü ise öncelikle sanata verilen değerin ve dolayısıyla sanatçıya verilen değerin artması ile mümkün.” Aksu’ya göre, sanat yaşamımızda aynı temel ihtiyaçlarımız gibi bir ihtiyaç olup, diğer koşulların olumsuz olması bunu daha da büyük bir ihtiyaç haline getiriyor ve yine bütün bu olumsuzlukları tüketecek olan değerlerin aktarılması için de bir araç oluyor. Eğitim kapsamında bir eksiklik olarak, Aksu’ya göre öğrencilik yılları içerisinde yeterli düzeyde orkestra ile birlikte çalışma imkânı bulunamıyor.

En büyük hayalini sorduğumda ise, “duygu, düşünce ve izlenimlerimi ifade edebilmek için müziğin diliyle bütünleşebilmek ve bunun getireceği özgürlüğe ulaşabilmek” diyor Ece Aksu. İlerleyen zamanlarda orkestra ile birlikte çalacağı konserlere kariyerimde yer vermeyi çok isteyen Aksu’nun Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Senfoni Orkestrası ile solist olarak verdiği konser, şu ana kadar kariyerinin “zirve noktalarından” biri olmuş. Ama daha nicelerinin olacağına da eminim.

Bu yetenekli gencimizi tanımanızı özellikle çok istiyorum. Yolu hep açık olsun ve başarılarıyla bizi gururlandırmaya devam etsin. Söyleşimizi beğeninize sunuyorum:

Merhaba Ece hanım. Müzik yeteneğiniz nasıl ortaya çıktı ve bunun üzerine nasıl bir eğitim inşa ettiniz? 

Müzik eğitimim henüz 4-5 yaşlarındayken ailemin beni piyano dersi almak üzere bir müzik evine yazdırmasıyla başladı. Piyanoyla ilk burada tanıştım fakat kısa bir süre sonra piyano dersi alma imkânımın olmadığı küçük bir ilçeye taşındığımız için bir süre ara vermek zorunda kaldım. 7 yaşına geldiğimde tekrar dersler almaya başladım, yeteneğim ve yapabilirliklerim de bu eğitim süreciyle birlikte gelişti. Birkaç sene sonra piyano öğretmenim Viktoria Uçar’ın yönlendirmesiyle konservatuvar sınavlarına girdim ve kazandım. Ortaokuldan beri eğitimime Bursa Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda devam etmekteyim.

Bursa Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda Özgür Ünaldı’nın öğrencisi oldunuz. Öğretmeninizin sizin piyano çalış tarzınıza dair verdiği ve aklınızdan çıkmayan birkaç öğüdü paylaşabilir misiniz? 

Özgür hocamız bizlere her zaman; müziği anlamanın ve dolu bir sesle müzik yapmanın, hızlı ve gösterişli bir performanstan çok daha önemli olduğunu öğütlemiştir. Bence bu her müzisyenin benimsemesi gereken, çocuklara daha enstrümanı ellerine aldıkları ilk andan itibaren verilmesi gereken kritik bir öğüttür. Çünkü bir icracı olmaktan öte nasıl müzisyen olunacağının cevabıdır bu. Günümüzde, seslendirilecek bir eserin fikrine ve mesajına kulak verip onu anladıktan sonra iletmekten ziyade; buna saygı göstermeyip eğreti duran dokunuşlar ile dikkat çekmek isteyen pek çok icracı görüyoruz. Fakat ben bu kişilerin yaptığımız işe duyulan saygıyı zedelediğini ve sanatı insanlara yanlış tanıttığını düşünmekteyim. Eğer hocamın rehberliği olmasaydı belki ben de müziğin ve sanatın özünü anlayamamış biri olabilirdim. Bu yüzden Özgür Hoca gibi bilinçli bir müzisyen ve harika bir öğretmen tarafından yetiştirildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum.

Kendisinin bir sınavımdan önce bana söylediği bir cümle de beni çok düşündürmüştür. “Biz hocalar olarak sınav dinlemekten çok sıkıldık, konser dinlemek istiyoruz.” demişti. Bu söylediği üzerine düşündüğümde, biz müzik öğrencileri hakkında önemli bir gerçeği fark ettim. Bir performans esnasında, pek çoğumuz o kadar stresli ve endişe içinde oluyoruz ki, yaptığımız müziğe kulak vermeyi ve ondan keyif almayı unutuyoruz maalesef. Aslında çok güzel ve keyifli olan işimizin, zaman zaman bizim gözlerimizde böyle korkutucu bir hal alabiliyor olması gerçekten üzücü. Aynı zamanda bu kaygılar sağlıksız bir boyutta seyrettiğinde, olabileceğimizin en iyisi olma sürecinde de bir zaman kaybı haline gelebiliyor. Bu yüzden sınavı veya diğer kaygıları bir kenara bırakıp, en başta kendimiz keyif alarak, bütün konsantrasyonumuz ve yapabilirliğimiz ile eser ve seslerle bir olmayı öğrenmemiz gerekiyor. Elbette ki bu bir süreç ve bu beceriyi zamanla geliştirmek de bu sürecin bir parçası. Bana kalırsa Özgür Hoca’nın söylediği de tüm bunlara çok güzel bir şekilde işaret eder nitelikte. 

2018 yılında Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Senfoni Orkestrası’nın “Genç Solistler” sınavını kazanarak orkestra ile solist olarak konser vermeye hak kazandınız ve 2019 yılında Eskişehir’de Beethoven’ın 3. piyano konçertosunun 1. bölümünü seslendirdiniz. Bu başarı sizin kariyerinizde nasıl bir açılım sağladı? 

Konservatuvar yaşantımız içerisinde pek çok resital ve oda müziği konseri veriyor olsak da bunlar bir orkestra ile çalışmanın ve o atmosferi yaşamanın, deneyimlemenin yerine geçemiyor. Bu sebeple kariyerime yönelik bir gelişmeyi öncelikle deneyim kazanmak olarak yorumluyorum. Bu deneyimi de beni müziğin sahne boyutuna dair daha farkındalıklı ve hazır kılması açısından önemli görüyorum. Haricen böylesi bir heyecanı tekrar yaşamanın motivasyonu içerisinde beni daha da istekli kıldığına inanıyorum. Dış kaynaklı bir açılımdan söz edecek olursam da 16 yaşında bir orkestra eşliğinde çalmış olmak, bu konserden haberi olan çevreler ve izleyiciler tarafından olumlu bir izlenim bırakmış olmalı. Fakat yine de tek bir konserde bir açılım ve değişim beklemiyorum, yolumun uzun olduğunun bilincinde çalışmalarımı sürdürüyorum.

Peki Beethoven zaman tünelinden gelse ve sizin bu performansınızı dinlese size ne derdi?

Beethoven her zaman benim kendimi en yakın hissettiğim besteci olmuştur. Eserlerini çalarken ve dinlerken, “Ben olsam ben de bunu tam olarak böyle anlatırdım!” diye heyecanlanırım hep. Eserlerinde bize sunduğu fikirleri doğru anladığımı düşünüyorum ve bana kalırsa bestecinin anlatmak istediğini anlamak iyi bir performans sergileyebilmenin en önemli şartlarından biridir. Bu yüzden eğer Beethoven günümüze gelseydi ve ona sesimi duyurma şansım olsaydı, performansımın kendisinde genel olarak olumlu bir izlenim bırakacağına ve müziğiyle anlattıklarının insanlara ulaştığını görmenin onu mutlu edeceğine inanıyorum. Bununla birlikte eleştireceği yerler de olurdu elbette ve gözden kaçırmış olabileceğim birçok şeyi bana gösterip beni aydınlatacağına eminim.

Peki ağırlıklı olarak orkestra ile mi yoksa solo bir piyanistlik kariyerini mi hedefliyorsunuz? 

Tek başıma çalmayı da çok seviyorum elbette. Fakat orkestra ile beraber çalmanın; bir bütünlüğün, o akan müziğin bir parçası olduğunu hissetmenin insana getirdiği duygular gerçekten çok farklı. Kesinlikle tekrar tekrar yaşamak isteyeceğim türden bir heyecandı. Bu yüzden ilerleyen zamanlarda orkestra ile birlikte çalacağım konserlere kariyerimde yer vermeyi çok isterim.

Fotoğraf: Rahime Günkaya 

Jerfi Aji, Patricia Buzari, Maija Weitz, Gülsin Onay, John Rink ve Ersin Onay’ın ustalık sınıflarında aktif katılımcı olarak yer aldınız. Bu ustalık sınıfları size toplamda nasıl bir katkı sağladı?

Ustalık sınıflarında yer alma şansı bulduğum bu isimlerin hepsi, alanlarında ayrı ayrı başarılara sahip özel insanlar ve hepsinin kendi yaklaşımları, bakış açıları ve yine kendilerine özgü metotları vardı. Ben de onların bu sınıflarda bana sundukları üzerinden bunları keşfetme imkânı buldum, tabii ki bu da piyanoya ve performansa dair perspektifimi genişletmeme yardımcı oldu. Bununla birlikte, bu işe yıllarını vermiş değerli müzisyenlere kendinizi dinletebilmenin getirdiği heyecan ve kazandırdığı deneyim de oldukça değerli elbette.

J. S. Bach kendi sırrını “durmak bilmeden çalışmak, analiz etmek, düşünmek, bolca yazmak, sonu gelmeyen biçimde düzeltmeler yapmak” şeklinde özetlemişti. Siz de 2020 yılında Bursa Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müzik ve Sahne Sanatları Lisesi’nden birincilikle mezun oldunuz. Peki sizin başarınızın sırrı nedir? 

“Başarılı olmanın sırrı nedir?” sorusuna verilebilecek en basit cevap çok çalışmak olurdu elbette. Fakat insanın ne yaptığını ve neden yaptığını sorgulamadan, robotik bir şekilde durmadan çalıştığı bir çalışma düzeni bir noktada faydadan çok zarar getirebiliyor. Konservatuvar yaşamının oldukça yoğun ve disiplinli bir çalışma gerektirdiği doğru, ancak bu çalışmanın size getirdiği bir yorgunluk da var. Yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda zihinsel bir yorgunluk bu. İnsan da bu yorgunluğun getirisiyle emeklerinin karşılığını yeteri kadar alamadığı düşüncesine kapılabiliyor bazen. İşte bu noktada sorgulamaya başlıyor, “Ben yeterli miyim, niçin bu işi yapıyorum, bu beni ne kadar mutlu ediyor?” diye. Böyle hissettiği anlarda insanın kendine verebilecek bir cevabı yoksa, o zaman bu yoğun çalışmayı sürdürecek gücü kendinde bulamamaya başlıyor artık. Neden bu işi yaptığımız sorusuna verilebilecek cevaplar ise kişiden kişiye değişir elbette. Kimi insan madde madde sıralayabilir belki bu sebepleri, fakat çoğu zaman insanın yalnızca bu işe olan sevgisini hatırlaması bile yeterli oluyor bana kalırsa.

Tüm bu yazdıklarımı kısaca özetleyecek olursam; benim de başarım yıllarca süren disiplinli bir çalışmanın sonucu elbette, fakat bu çalışmayı devamlı olarak sürdürebilmek adına ihtiyacımız olan sağlıklı motivasyonu bulma sürecinin de çalışmanın kendisi kadar önemli olduğunu düşünüyorum. 

Piyanistlik kariyerinizde bu noktaya gelirken ne tür özverilerde bulundunuz? 

Müzisyenlik dünyanın en güzel mesleklerinden biri olsa da her işte olduğu gibi getirdikleriyle beraber götürdükleri de var. Bizim işimiz oldukça yoğun ve disiplinli çalışmayı gerektiren bir iş ve bu hayat tarzını benimsediğinizde doğal olarak bazı şeylerden taviz vermek zorunda kalıyorsunuz. Sosyal hayata yeteri kadar zaman ayıramamak, özgürce seyahat edememek ve gittiğiniz yerlerde uzun süre kalamamak bunlardan bazıları. Piyanonun taşınabilir bir enstrüman olmamasının da bunda rolü büyük elbette. Bununla birlikte müzisyenlik biraz stresli bir hayatı beraberinde getiriyor. Sahneye çıkmadan önce yaşanan stres bir yana, bir performansa hazırlanıyor olmasanız dahi kendi çalışınızdan memnun kalabilmek adına enstrüman başında ve kafanızın içinde verdiğiniz savaş bazen gerçekten çok yorucu olabiliyor. Bunlar hemen hemen her müzisyenin deneyimlediği şeyler. Sorunuza biraz daha kendi hayatımın içinden bir cevap verecek olursam; konservatuvarda okumak için, doğduğum şehir olan ve çok sevdiğim Çanakkale’den taşınmış olmak benim içimde her zaman bir burukluk olarak kalmıştır. Fakat ne olursa olsun, şöyle bir geriye bakıp kendime “Tüm bunlara değdi mi?” diye soracak olsaydım cevabım hiç düşünmeden “Evet, kesinlikle değdi.” olurdu.

Kendinize referans aldığınız çağdaş piyanistleri öğrenmek isterim. 

Krystian Zimerman, Grigory Sokolov, Martha Argerich, Murray Perahia, Evgeny Kissin, Daniel Barenboim… Bu ünlü yorumcuların her birinin; ulaştıkları becerilerle, ifade güçleriyle ve ürettikleri ile hayatları referans alınası ve özenilesi.

Peki repertuarınızda mutlaka yer verdiğiniz kompozitör kim ve neden? 

Repertuvarımda her zaman birçok farklı bestecinin eserlerine yer vermeye çalışıyorum, çünkü her farklı besteciyi çalışmanın ayrı bir keyfi ve farklı kazanımları oluyor. Yine de Beethoven’ın bendeki yeri her zaman ayrı olmuştur. Eserlerinde sunduğu fikirler bana hep, hayata bakış açımızın benzer olduğunu ve duygudaş olduğumuzu hissettirmiştir. Bir eseri çalışırken, o eserin bestecisini anladığınızı hissetmek de sizi gerçekten çok mutlu ediyor ve heyecanlandırıyor. Bu yüzden bulduğum her fırsatta, repertuvarımda onun eserlerine yer vermeye çalışırım.

Kimine göre Clara Schumann, kimine göre ise Fanny Mendelssohn. Kadın besteciler arasında hayatından, mücadelelerinden en çok etkilendiğiniz hangisi ve neden? 

İzniniz olursa bu soruya tek bir isim ile cevap vermemeyi tercih ederim. Çünkü tüm kadın besteciler, toplum baskısı ve daha bir sürü zorlayıcı koşul altında olmalarına rağmen bunların üstüne gidebilecek cesareti göstermişler. Bu yüzden de içlerinden birini öncelemek istemem. Barbara Strozzi, Marianna Martines, Cécile Chaminade, Ethel Smyth, Lili Boulanger benim sevdiğim kadın bestecilerden bazıları, hepsinin de hayatının ve mücadelelerinin eşsiz ve etkilenilmeye değer olduğunu düşünüyorum. Kadınlar müzik literatüründe daha fazla yer edinmeye başladıkça da müziğin zenginliğini daha da keşfedeceğimize inanıyorum.

Müzik tarihi boyunca hangi dönemde yaşamak isterdiniz? 

Geçmişe yolculuk ederek, tarihin akışını değiştirmiş müzisyenlerle aynı dönemde yaşama fikri her ne kadar çekici geliyor olsa da şu an yaşadığımız dönemde kalmayı tercih ederdim. Çünkü bugün bulunduğumuz yerden bakarak, bütün o güzel gelişmeleri, stilleri ve müzik tarihinin serüvenini keşfetme imkanına sahibim. Bu yüzden de bunlardan birini veya bir dönemi tercih ederek müziğin diğer zenginliklerinden mahrum kalmak istemezdim.

Şu ana kadar herhangi bir burs veya kurumsal destekten yararlandınız mı? 

Hayır, yararlanmadım.

Türkiye’de sizce sizin gibi yeni mezun genç piyanistlerin ne tür desteklerden yararlanmaları gerekiyor? Neler eksik? Ne yapılmalı? 

Genel anlamda bizlerin karşılaştığı en büyük problemlerden biri, motivasyonumuzu canlı ve sürdürülebilir tutmakta zorlanıyor olmamız. İçimizdeki şevk ne kadar yüksek olursa olsun, bu motivasyon pek çok farklı koşula bağlı olarak kırılabiliyor ya da sürdürülemez hale gelebiliyor. Bu kırılmaya sebep olan en önemli faktörlerden birinin ise geleceğe dair belirsizlikleri aydınlatacak olan imkânların ülkemizde yetersiz olması olduğunu düşünüyorum. Kendimize sorduğumuz “Ben bu işi yaparak geçimimi sağlayabilecek miyim?”, “Emeğimin karşılığını alıp istediğim gibi bir hayat sürebilecek miyim?”, “Müziğim talep edilecek ve bana saygı gösterilecek mi?” gibi sorulardan yana olumsuz bir beklenti daha güçlü olduğunda motivasyonumuz da haliyle kırılıyor. Bu durumun çözümü ise öncelikle sanata verilen değerin ve dolayısıyla sanatçıya verilen değerin artması ile mümkün. Tabii ilk bakışta, “İnsanımız temel ihtiyaçları ile meşgulken sanatın önemini nasıl içselleştirebilsin?” diye bir soru sorulabilir. Fakat biraz daha irdelediğimizde sanatın yaşamımızda aynı temel ihtiyaçlarımız gibi bir ihtiyaç olduğu, koşulların olumsuz olmasının bunu daha da büyük bir ihtiyaç kıldığı ve yine bütün bu olumsuzlukları tüketecek olan değerlerin aktarılması için de bir araç olduğu fark edilebilir. Ek olarak ise, eğitim kapsamında söylenebilecek bir eksiklik olarak, öğrencilik yıllarımız içerisinde yeterli düzeyde orkestra ile birlikte çalışma imkânı bulamıyor olmamız diyebilirim. Tabii bunun da direkt olarak olmasa da orkestra sayısının azlığıyla ilgili olduğunu düşünüyorum.

Şu ana dek kariyerinizin zirve noktası hangi olaydı? 

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Senfoni Orkestrası ile solist olarak verdiğim konserdi. Orkestra ile birlikte çaldığım ilk konser olmasının yanı sıra en sevdiğim piyano konçertolarından birini seslendirmiş olmanın bende yarattığı mutluluk gerçekten çok büyük. O geceyi hep çok güzel duygularla hatırlarım.

“Benim süper gücüm,” Bu cümleyi nasıl tamamlardınız? 

İnsanın mutluluğunun asıl kaynağı sevgidir, sevebilme becerisidir. Bu beceriyi kazanmak ise kişinin en başta kendini, sonrasında da etrafındaki dünyayı, canlılığı anlayabilmesi ve bütün o varoluştaki güzelliği görebilmesiyle olur. Tüm bunlar için de bir farkındalık ve emek gereklidir. İşte bu yüzden kendime ait bir süper güçten bahsedecek olsaydım, farkındalığım ve sevebilme becerim derdim. Bu yalnızca benim değil, tüm insanlığın süper gücü bana kalırsa. Kendini anlayan insan diğer insanları, dolayısıyla hayatı anlamaya başlıyor. Bu sayede yapabilirliklerinin de farkına vararak, yeteri kadar emek verildiği zaman her şeyin mümkün olduğunu görmeye başlıyor. Böylece korkularından ve umutsuzluktan sıyrılıp dolu ve anlamlı bir hayat yaşama arzusu hissediyor.

Bana kalırsa iyi bir müzisyen olabilmenin kalbinde de bu yatar. Elbette ki çok çalışmak her zaman önemlidir; fakat eğer kendimizi ve içinde yaşadığımız bu dünyayı sevemiyorsak, anlatacak bir şeylerimiz yoksa kendimize nasıl sanatçı diyebiliriz ki?

Biraz da hayallerinizden söz edelim. Geleceğe dair kendinize kurduğunuz hayalleri bizimle de biraz paylaşabilir misiniz?

Bütün bu sorulara cevap verirken dahi söylemek istediklerimi, düşüncelerimi anlatabildiğimde bundan büyük bir keyif aldım. Düşünün ki müzik bu aktarımın çok daha güçlü bir yolu. Böylece diyebilirim ki benim en büyük hayalim; duygu, düşünce ve izlenimlerimi ifade edebilmek için müziğin diliyle bütünleşebilmek ve bunun getireceği özgürlüğe ulaşabilmek. Tabii ki bu yol ile insanlara da sanatın bu güzelliğini gösterebilmek ve onların da güzele dair ifade edemediklerini onlara müziğimle ulaştırabilmek. Ben kendimi bu noktada görmeyi ve oraya ulaşmayı çok istiyorum, bu olduğunda da olmak istediğim yerde olacağıma inanıyorum.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s