
Genç soprano Ceren Aydın, koro çalışmaları sırasında müzikte kendisini etkileyen asıl unsurun “titreşim” olduğunu ve “bu titreşimin bedense dolaşma halinin kendisini şarkı söylemeye bağladığını” keşfettiği yıllardaki yoğun keman çalışmalarının ardından, müzik yolculuğuna enstrümanla değil sesiyle devam etme kararı alan, başarılı bir genç müzisyen. Kendisi 2009 yılında Pera Güzel Sanatlar Lisesi Keman-Şan bölümünü ikincilikle bitirdikten sonra aynı yıl İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera Bölümüne girdi. 2014 yılında Conservatorio Statale di Musica E.F. Dall’Abaco’ya (Verona/İtalya) gitti ve burada Chu Tai-Li ile şan çalıştı. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın Şan Bölümü’nden 2016 yılında mezun olan Aydın, çalışmalarına katıldığı ulusal ve uluslararası ustalık sınıfları ve seminerlerle devam etmekte ve aynı zamanda çeşitli projelerde hem solist hem korist olarak konserler veriyor.
2016/17 sezonunda Borusan Sanat bünyesinde açılan Akademi Bifo’ya seçilen Aydın, burada Richard Strauss’un “Der Rosenkavalier” operasında rol aldı. Şef Sascha Goetzel, rejisör Yekta Kara, Luciana Serra, Eva Mei, Giuseppe Sabbatini, Renato Bruson ile çalıştı. 2017/18 sezonunda ise Leyla Gencer anısına düzenlenen konserde Borusan Filarmoni Orkestrası eşliğinde Puccini’nin “Gianni Schicchi” operasında Lauretta’yı seslendirdi.
2017 yılında 19. Siemens Opera Yarışması’nda ikincilik ödülünü kazandı ve Mozarteum University Salzburg’da 1,5 aylık eğitim hakkı kazandı. Burada Helen Donath, Klaus Donath, Lorraine Nubar, Dalton Baldwin and Daniel Kotlinski gibi önemli isimlerle çalıştı. 2018 yılının Temmuz ayında Hırvatistan’da düzenlanen Zinka Milanov 3. Uluslararası Genç Opera Şarkıcıları yarışmasının finalisti oldu ve gala konserinde yer aldı. Genç soprano, İDOB 2019 Cumhuriyet Konseri Muhammet Sun’un “Bozkırın Sesi”ni seslendirdi ve 11. ve 12. Uluslararası İstanbul Opera Festivali’nde “Saraydan Kız Kaçırma” operasında Konstanze rolünü söyledi ve bu İDOB bünyesinde ilk başrolü olması itibariyle oldukça özel bir yere sahip… “Seyirciyle buluştuğum ilk andan operanın bitişine kadar olan süreçte, sağ gözümden hiç ayrılmayan göz yaşım da bu anıya eklenebilir” diye anımsıyor o anları… Ayrıca Konstanze rolü ile derinlerde var olan başka bir “Ceren”i keşfetmiş genç soprano ve geçen sene oynadığı ilk temsilden sonra eli kağıt kaleme gitmiş. “Duygularımı yazmaya başladıkça, hayata karşı yapmam gereken şeyleri görmeye başladım. Sanıyorum bu bir özdeşleşme çabası değildi. Konstanze ve Ceren arasında bir etkileşimdi” diyor.
“Her zaman sesine karşı nazik ol” tavsiyesinin izinden giden Ceren Aydın, 2019 yılı Mayıs ayından bu yana İstanbul Devlet Opera ve Balesi bünyesinde, soprano sanatçı olarak görevini sürdürüyor. Kendisinin zengin repertuarında Le Nozze di Figaro – W.A. Mozart, Susanna‘dan Don Givanni – W.A. Mozart, Zerlina‘ya, La Finta Semplice – W.A. Mozart, Rosina‘dan, L’Elesir D’Amore – G. Donizetti, Adina‘ya, Roméo et Juliette – C. Gounod, Juliette‘e, La Bohéme – G. Puccini, Musetta, Gianni Schicchi – G. Puccini, Lauretta‘ya dek birçok rol var.
Bu değerli genç sanatçımızı, opera sanatına ve opera salonlarına dair görüşlerini, başarılarını, kendisini var etme ve gerçekleştirme sürecini, sesiyle olan etkileşimini, bu zamana gelene dek üzerinde emeği geçen öğretmenlerinden aldığı hayat tavsiyelerini ve geleceğe dönük hedeflerini öğrenmeye, kendisini yakından tanımaya ne dersiniz? Çok bilgilendirici bir söyleşi sizi bekliyor:
Merhaba Ceren hanım. Müziğe olan ilginiz nasıl ortaya çıktı ve bu süreçte nasıl bir eğitimden geçtiniz? Hiçbir çocuk erken yaşlarda “ben opera sanatçısı olacağım” demez genellikle. Sizde o dönem nasıl ilerledi?
Tamamen tesadüflerle gerçekleşen bir yaşam diyebiliriz. Benden bir yaş küçük olan kardeşimle aynı ilkokula gidiyorduk. Kendisi okul öncesi okumayı öğrenmiş bir çocuk. O zamanlar şimdiki gibi çok yaygın olan bir durum değil. Kardeşim birinci sınıfa çok kalabalık bir sınıfta başlamış. Sınıf öğretmeni bu durumu ve potansiyel başarısını fark edip annemlere daha iyi eğitim alabileceği bir okula yönlendirmeleri gerektiğini söylemiş. Bu olayla, benim de kardeşimle birlikte okulum değiştirilmiş. Aslında bu kararın, hayatımı direkt etkileyen bir hadise olduğunu ben sonralarda fark ettim..
Ben, kardeşim ve ablam gibi derslerimde başarılı bir öğrenci değildim. Ders çalışırken kendimi neredeyse hiç hatırlamıyorum. Hatırladığım bir kaç anı, o da masa başında oturmaya çabalasa da o sandalye ait hissetmeyen bir kız çocuğu…
Yeni başladığım okuldaki sınıf öğretmenimin eşi okul sonrası etkinlik olarak bizim sınıfa mandolin dersleri vermeye başladı. Kendimi bir anda heves ile çalıştığım ve başarabildiğim bir uğraş içinde buldum. Bununla yetinmeyip melodika da çalmaya başladım. Beni çalıştıran öğretmen, piyano öğretebileceği konusunda teklifte bulununca tabii hemen kabul ettim. Bir süre piyano eğitimi aldım. Müzikle daha yakın bir ilişki kurmaya başlamıştım ve keşfim devam ediyordu. İzlediğim bir televizyon dizisinde, Yıldız Asyalı’nın çaldığı keman sesi ile adeta büyülendim. Konservatuvara girip keman çalmak istiyordum. Hayatımda verdiğim ilk karar buydu sanıyorum. 6. sınıftaydım ve konservatuara girmek için seviye vermem gerekiyordu. Kemana başlama yaşı 5-6 civarıdır. Bense 12 yaşındaydım ve sınava 3 ay vardı. İlk bulduğumuz öğretmen bunun mümkün olmadığını, 3 ayda bunca şeyi öğrenemeyeceğimi söyledi. Annemler beni ilk defa bu kadar istekli gördüler muhtemelen ve bu öğrenme isteğimin kırılmaması adına şansımı denemem gerektiğine inandılar. Nilay Sancar ile keman, Hande Akkan ile solfej dersleri almaya başladım. Neredeyse haftanın her günü ders alıyordum. 3 ayın sonunda istenilen seviyeye ulaşmıştım. Prof. Reşat Nuri İyicil’in sınıfına kabul edildim. Solfej sınavı öncesi bana ulaşmayan bir zorunlu parça eksikliğinden dolayı solfej sınavından geçemedim. İlk duyduğum an benim için bir yıkım olmuştu. Ama yine de bu başarı hikayesini devam ettirmek istedim. Keman çalmaya ve ders almaya devam ettim. Sonrasında Notre Dame de Sion Lisesi’ne girdim ama müzikte gösterdiğim azmi, hala norm eğitimde gösteremiyordum. Sonuç sınıf tekrarı oldu. Hazırlık sınıfı sonrası ailemi de ikna ederek Pera Güzel Sanatlar Lisesine kaydımı aldırdım. Lisede koro dersleriyle birlikte ses ile olan bağım kurulmaya başladı. Benim fark ettiğim ve üzerine eğildiğim bir durum değildi aslında. Sonrasında bana küçük sololar verilmeye başlandı. Daha sonra farkettim ki müzikte beni etkileyen asıl unsur titreşim. Ve bu titreşimin bedende dolaşma hali beni şarkı söylemeye bağladı. Lisans eğitimi öncesi son bir karar aşamasına girmiştim. Bunca sene emek verdiğim keman ya da söylerken içimde hissettiğim titreşimlerin sonucu olan sesim. Sesim ile yola devam etmek daha ağır bastı ve lise son sınıfta lisans opera bölümüne hazırlanmaya karar verdim. Söz konusu müzik olunca liseyi okul ikincisi olarak bitirdim.
Fotoğraf: Murat Dürüm
Operanın anavatanı İtalya’da çok değerli bir eğitimden geçtiniz. Oradaki eğitimle Türkiye’yi kıyasladığınızda hangi unsurlar ön plana çıkıyor?
Benim eğitim aldığım alan Avrupa çıkışlı olmasına rağmen, Türkiye’de çok başarılı müzisyen ve eğitmenler var. Ancak benim ve bir çok arkadaşım için gerek Avrupa’da aldığımız eğitimler gerek katıldığımız yarışmaların ortak bir eleştirisi oluyordu. O da erken yaşta ağır repertuar çalışıyor olmamız. Eğitimlerde hep daha temele inmek istiyorlardı.
Peki opera alanında uzmanlaşmak, derinleşmek isteyen müzisyenler sizce nasıl bir yol izlemeli? Onlara önerileriniz ne olur? Örneğin imkan yaratarak yurtdışında okumak hangi açılardan önemli?
Bir alanda uzmanlaşmak, derinleşmek için başka alanlardan beslenmemiz, bakış açımızı genişletmemiz gerektiğine inanıyorum. Böylelikle yavaş yavaş zihnimiz, fikirlerimiz esner ve ulaşmak istediklerimize daha da yakınlaşırız.
Yurtdışında okumak da size daha farklı bakış açıları sağlayacaktır.
Verona’da Chu Tai-Li ile şan çalıştınız. Öğretmeninizin size verdiği ve hiç unutamadığınız birkaç öğütten söz edebilir misiniz?
Chu Tai-Li ile bir keresinde opera izlemeye gitmiştik. Dönüş yolunda sohbet ederken geçirdiği bir hastalığından bahsetmişti. Onu hayata tekrar döndüren şeyin hala sahnede olma isteği olduğunu ve hastalığını bu inanç ve istekle yendiğine inandığını söylediği gün hiç aklımdan çıkmıyor. Bana bir öğüt vermemiş olsa da ben kendime buradan bir öğüt çıkarmıştım. Bu öyle bir tutku ki seni yaşama tekrar bağlayabilir. O yüzden istelerinden asla vazgeçme, taa ki son nefesine kadar…
Her zaman sesine karşı nazik olmalısın derdi. Elimden geldiğince bu şiddetsizliği kendime göstermeye çalışıyorum.
Ve şarkı söylemeyi bir ağaca sarılmaya benzetirdi. Onu da zaman geçtikçe anlıyorum.
Bir öğretmenin öğretisi o sizin yanınızda olmasa dahi siz çalışmaya devam ettikçe zaman içinde evrilmeye ve gelişmeye devam ediyor.
Bunun dışında hala çalışmalarımıza devam ettiğim Berlin’de yaşayan çok değerli piyanist-şan pedagogu Prof. Raminta Lampsatis’in söylediği söz hiç aklımdan çıkmaz. Der ki, “Sesin dinleyicilere hediye etmen için sana verilmiş bir hediyedir. Kendine saklama, biz dinleyicilere sun.”
İlham aldığınız birkaç opera sanatçısını da öğrenmek isterim.
Mariella Devia, Luciana Serra, Diana Damrau aklıma ilk gelen üç isim. Şimdi fark ediyorum ki bu insanların ortak özelliği güzel seslerinin yanında sahnedeki mütevazı halleri. Ve tabii dünya kariyeri yapmış Türk opera sanatçısı Leyla Gencer. Yaşadığı tüm engellere rağmen “ya Scala’da söylerim ya da ölürüm” söylemini gerçekleştirmiş, gerçek bir tutku örneği ve ilhan kaynağı.
Sağlığınızda nelere dikkat edersiniz? Performansınızı nasıl korursunuz?
Genel ses sağlığı kurallarını uyguluyorum. Ama bunu yaşam biçimi haline getirmek en önemlisi. Özellikle sesli ortamlarda fazla vakit geçirmemeye çalışıyorum. Bunun yanı sıra sesin oluşumuna etkisi olan beden sağlığı da vazgeçilmez bir unsur benim için.
Rol aldığınız ilk opera hangisi oldu ve sahnede neler hissetmiştiniz? Kaç yaşındaydınız? Heyecanlanmış mıydınız örneğin?
Mozart’ın 12 yaşındayken bestelediği “La Finta Semplice” operasında Rosina rolünü oynamıştım. Okul bitirme projesiydi. Süreyya operasında sahnelenmişti. Hiç bir zaman sahende çok heyecanlanan biri olmadım. O günden aklımda kalan tek his ne kadar çabuk bittiğini düşündüğüm sahneye selam vermeye çıktığım o an.
Rol aldığınız operalar arasında -tercih yapmak elbette çok zor ama- en unutulmazı, aklınızda ve kalbinizde en çok yer edeni hangisi?
11. ve 12. Uluslararası İstanbul Opera Festivali’nde Mozart’ın “Saraydan Kız Kaçırma” operasında Konstanze rolünü seslendirdim. Profesyonel dünyadaki ilk operam olması sebebiyle en unutulmazım olarak yerini sabit tutacağına inanıyorum. Seyirciyle buluştuğum ilk andan operanın bitişine kadar olan süreçte, sağ gözümden hiç ayrılmayan göz yaşım da bu anıya eklenebilir.
Bu alanda aldığınız ödüllerden söz edebilir misiniz biraz da?
2017 yılında 19. Siemens Ulusal Opera Yarışması’nda 2.lik ödülünü aldım. Katıldığım ilk yarışmaydı. Burada aldığım ödül Salzburg’daki Mozarteum Üniversitesi’nde burs idi. Bu ödül kendimi fark etmem için çok değerliydi. Var olanı fark edip, eksikliklerimi gidermemde çok faydalı oldu. Akabinde Hırvatistan’da 3. “Zinka Milanov” Uluslararası Opera Yarışması’nda finalist olarak söyledim. Son olarak pandemi öncesi 1. Ulusal Yalçın Davran Opera Yarışması’nda mansiyon ödülüne layık görüldüm. Sonraki süreç malum sebeplerle biz Türkiye’deki genç opera şarkıcıları için duraklama evresine girdi.
Peki bu süreçte nasıl burs mekanizmalarından yararlandınız? Bu burslar sizin müziğe odaklanmanızda yardımcı oldu mu?
Salzburg’daki Mozarteum Üniversitesi’ne burslu olarak gönderildim. Burada Helen Donath, Klaus Donath, Lorraine Nubar, Daniel Kotlinski, Dalton Baldwin gibi efsane isimlerle çalışma imkanı buldum. Bunun dışında yurt dışı çıkışlarımı, çalışmalarımı kendi imkanlarımla karşıladım.
2019 yılı Mayıs ayından bu yana İstanbul Devlet Opera ve Balesi bünyesinde, soprano sanatçı olarak görevinizi sürdürüyorsunuz. Türkiye’de operaya olan ilgi yıldan yıla artıyor mu? Bu konuda gözleminiz nedir? Çünkü örneğin 80’lerde, 90’larda opera halen elitist bir uğraş olarak görülürdü. Ama giderek halka indiğine dair yorumlar var. Siz ne düşünürsünüz bu konuda?
Sanıyorum bu konuyu doğru bir şekilde gözlemlemem, yaşım itibariyle pek mümkün değil. Ancak, eski haber kaynaklarından okuduklarım ve benden yaşça büyüklerden duyduklarımla bir yorum yapabilirim. AKM’nin 2008’de tadilata girmesiyle birlikte, 2009 yılında temsil sayılarının artmasına karşın seyirci sayısında bir azalma olduğunu doğrulayan bir istatistik var. Bunun da temel sebebi salonların fiziki koşullarından başka bir şey olmadığını düşünüyorum. AKM’nin 1300 kişilik salonundan ayrılarak, Süreyya Operası’nın 570 kişilik salona geçilmek zorunda kalınıyor. Yine salonlar hacim itibariyle birbirlerinden epeyce farklı. AKM, Süreyya Operası’nın on katından fazla. Bu koşullarla, özellikle İstanbul özelinde seyirci artışı olduğunu söylemek mümkün gözükmüyor.
Sanatla iç içe toplum modeli, Cumhuriyetin kurulduğu yıllardan beri Türkiye’de üzerine düşünülen bir konu olmuştur. Buna ulaşmak ancak devlet eliyle mümkün olur. Eskiden uygulanan yurdu gezen ressamlar, gezen tiyatrolar tekrar faaliyete geçirilirse belki bu konuda tekrar konuşmak mümkün olur. Belki operanın fiziki alt yapısından dolayı, bu mümkün olmaz şeklinde düşünceler belirebilir ancak tanıtmak amaçlı bazı uygulamalar yapılabilinir diye düşünüyorum.

Operanın bir “başkenti” olsa hangisi olurdu sizce?
Yaşadığımız çağda, herhangi bir sanat dalının bir “başkenti” olma düşüncesi açıkcası bana çok yakın bir fikir gibi gelmiyor. Sanat, ayrım yapmadan her durumu, olayı ve olguyu kendi içerisinde barındırmalıdır. Bu da ancak bağımsız bir hal ile olabilir. Düşüncelerin, kültürlerin birleşmesi, sentezlerle meydana gelebilir. Bu bağlamda “başkent” kavramı ayrıştırıcı bir unsur olacaktır.
İDOB 2019 Cumhuriyet Konseri Muhammer Sun’un “Bozkırın Sesi”ni seslendirdiniz. Bu eserin opera repertuarındaki önemi nedir sizce?
Aslen, Muammer Sun 1998 yapımı olan “Cumhuriyet” filmi için bestelemiş olduğu bir parçadır. Sonrasında “Kurtuluş ve Cumhuriyet Film Müzikleri” adı ile orkestra, solo soprano ve koro suiti olarak konserlerde çalınmaya başlanmıştır. Ve eğer yanılmıyorsam “Bozkırın Sesi” ilk olarak obua solo olarak bestelenmiş, daha sonra soprano solo olarak söylenmiştir. Çoğunlukla 29 Ekim’de Türkiye’nin birçok sahnesinde seslendirilir.
İDOB bünyesinde solo olarak söylediğim ilk parça olduğu için benim kalbimde ayrı bir yeri var.
11. ve 12. Uluslararası İstanbul Opera Festivali’nde “Saraydan Kız Kaçırma” operasında Konstanze rolünü söylediniz. Bu rolü bize biraz anlatır mısınız? Role çalışırken, onunla o anlık özdeşleşmeye çabalarken nasıl bir yol izlersiniz?
Kalbimde ayrı yeri olan diğer eser de “Saraydan Kız Kaçırma” operası. Yine İDOB bünyesinde ilk başrolüm Konstanze karakteri. Korsanlar tarafından kaçırılarak Selim Paşa’nın sarayında zorla tutulan İspanyol asıllı bir genç kız. İspanya’da sevdiği adama olan aşkını hatıralarında canlandırıp, kimi zaman öfke krizleri geçirip kimi zaman elinden birşey gelmeyeceğini anlayıp çaresizliğe kapılmış olsa da, kendisini her yıkılıştan sonra tekrar toplayarak eskisinden daha sert bir şekilde Selim Paşa’ya karşı çıkan güçlü bir kadın karakteri. Opera boyunca sevdiği adam kendisini ve arkadaşlarını kurtarmak için türlü yollar dener. Operanın sonunda Selim Paşa’nın insafına sığınırlar ve memleketlerine geri dönerler.
Konstanze rolü ile derinlerde var olan başka bir beni keşfettim ve geçen sene oynadığım ilk temsilden sonra gayriihtiyari elim kağıt kaleme gitti. Duygularımı yazmaya başladıkça, hayata karşı yapmam gereken şeyleri görmeye başladım. Sanıyorum bu bir özdeşleşme çabası değildi. Konstanze ve Ceren arasında bir etkileşimdi.

Rol alacağınız operalara nasıl bir yöntemle çalışırsınız? Komşularınızdan rahatsız olanlar oldu mu örneğin? Günlük nasıl bir tempo izlersiniz?
Bugüne kadar hiç bir komşumdan bu konuda uyarı almadım, bu konuda kendimi çok şanslı hissediyorum. Evde çalışma saatlerine özellikle dikkat ediyorum. Yasal çalışma saatleri dışında elbette çalışmıyorum.
Repertuarınızda yer alan ve sizi her zaman mutlu eden, neşelendiren üç opera bestesini sorsam hangilerinden söz edersiniz?
Don Pasquale, L’elisir d’amore ve Gianni Schicchi diyebilirim.
Opera sizce müzik dünyasında nasıl bir boşluğu dolduruyor?
Bir boşluğu doldurma olarak görmüyorum ancak sanat dünyasında bir birleştirme olarak düşünebilirim. Müzik, tiyatro, edebiyat, görsel sanatların bütünselleşmesi diyebilirim.
Türkiye’de opera eğitiminde değiştirilmesi gereken hangi unsurlar var? Örneğin bir günlüğüne “operadan sorumlu yetkili” olsanız öncelikle hangi değişikliklere gidersiniz?
Türkiye’de opera eğitimi sorunlarıyla değil öncelikle okul öncesi ve devamındaki eğitim programlarında değiştirilmesi gerekenlerden başlanması gerektiğini düşünüyorum. Ama opera eğitimde değiştirilmesi gereken ne var derseniz, eklenmesi gereken bir şey var derim. O da eğitim hayatı boyunca kazanmamız gereken deneyim. Çoğu arkadaşım sahneye çıkmadan mezun oluyor. Ama bunu meslek edinmek isteyen bir birey için bu mümkün değil.
Peki halkı opera konusunda eğitmek, bilinçlendirmek için neler yapılmalı?
Öncelikle AKM açılmalı ve bunun gibi büyük ve nitelikli sahnelerin yapımı desteklenmeli. Bunun dışında okullarda öğrenciler sanata teşvik edilmeli hatta geziler düzenlenmeli. Bu etkinlikler ilkokul hatta okul öncesi öğrencilerde başlatılmalı. Ağaç yaşken eğilir denebilir. Belli bir yaştan sonra bu tür yaklaşımlar biraz zorlama oluyor bence.
Çok basit bir denklemle bunu anlayabiliriz. İnsanın ne yiyeceğini seçmesi de kültürel bir durumdur. 35 sene hiç görmediğimiz ve yenebileceğini düşünmediğimiz bir yemek önümüze konsa muhtemelen onu reddederiz.
Sesinizi nasıl korursunuz?
Ses sağlığının korunması için bedenin bütünen korunuyor olması gerektiğine inanıyorum. En nihayeti beden, insan sesinin enstrümanı.
Uyku düzenime hep çok dikkat ediyorum, gece gezmelerim neredeyse olmuyor bu sebeple. Kalabalık ve gürültülü bir yere gitmek zorundaysam mecbur kalmadıkça konuşmamaya çalışırım veya konuşacağım kişi ile yakın dururum. Bol su içmek önemli. Bir sporcu gibi beslenmeye çalışıyorum ve bedensel aktivite yapılması gerektiğine inanıyorum. Ben yaklaşık 7 senedir yoga ile ilgileniyorum. Yoga bana aynı zamanda beden farkındalığı konusunda çok destek oldu. Bu sayede ne zaman neye ihtiyacım olduğunu daha kolay anlayabiliyor olmaya başladım.
Opera sanatçısı olmak için doğdum diyor musunuz?
Böyle bir şey söyleyemem. Bence hayat tesadüflerle dolu. Ama şunu söyleyebilirim, disiplin, özveri ve sebatın olduğu alanlarda var olmak için doğdum diyebilirim.
Peki pandemide müzikal anlamda en çok neyi özlediniz?
Ben bu dönemde genç opera şarkıcıları ve diğer sanat dalları ile uğraşan kişilere göre şanslıydım. Türkiye’de ilk vaka görüldüğü 11 Mart 2020 tarihinde, Işıl Kasapoğlu’nun yönetmenliğini yaptığı “Amadeus” oyununda Katerina Kavalieri rolünü canlandırıyor ve aryalar söylüyordum. O dönem için bir süre oyunlara ara verdik. Geçtiğimiz Kasım oyunda bir süre tekrar oynadık taa ki kısıtlamalar tekrar başlayana kadar. Son bir aydır oyunumuz tekrar sahnelere döndük ve Türkiye’deki yasaklar bittiğinde açılan ilk tiyatro olduk. Bunun dışında operada ilk başrolümü bu pandemi döneminde söyledim. Ancak elbette seyirci kapesitemiz eskisi gibi değil artık. Çoğu sahne yarı kapesite seyirci ile gösterim yapıyor. Bu da eski coşkulu günlerimize bir özlem yaratıyor. Ancak ışıklar açıldığında yarı kapasite seyircinin ayakta bizleri alkışladığını görmek de yüzlerimizdeki o tatlı tebessümü yaratmak için fazlasıyla yeterli oluyor ve geldikleri için seyircilere minnettar oluyoruz.
Bir de Özhan Kaygısız’ın besteleyip şiirini abisi Özgür Kaygısız’ın yazdığı “Sonsuzluk Yaşındayım” tüm dijital platformlarda yayınlanan ilk singlem da bu dönemde çıkmış oldu.
Çocukların opera / şan eğitimine yönelmesi ve opera sanatçılığı alanında derinleşme yolu seçmesi için ideal yaş aralığı sizce nedir?
Türkiye’deki genel kanı ergenlik sonrası eğitime başlanması gerektiği yönünde. Ancak dünyanın başka yerlerinde daha öncesinden de şan eğitimlerine başlayan çocuklar oluyor. En azından şarkı söylemek isteyen bir çocuğun bir enstrüman çalması ve koroda şarkı söylemeye başlaması ilerisi için önemli bir yol kat ettirecektir diye düşünüyorum.
Yakın döneme dair projelerinizi, hayallerinizi de öğrenmek isterim.
Albüm ve singlelar yapmak için yeni nesil Türk bestecileriyle görüşmelerim oluyor. Bu üniversitedeyken de hep hayalim olan bir şeydi. Var olanları ölümsüzleştirip kalıcılığını sağlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Bunun dışında konserler için teklifler oluyor. henüz kesinleşen bir proje olmamakla beraber, bunların haberlerini sosyal medyadan her zaman duyuruyorum. Onun dışında opera bünyesinde söylemek istediğim daha onlarca rol var. Bu zamanları söylemeyi istediğim rolleri öğrenmek için fırsata çevirmeye çalışıyorum. Yoğun olduğumuz dönemlerde bu imkansızdı çünkü.
Ve umut ediyorum ki, bir an önce bir sabah uyandığımızda bunlar rüya mı dedirtmeyen, gülümseten bir dünyaya merhaba deriz.
Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler. Sesiniz, soluğunuz sonsuz olsun…