Piyano eserlerinin gitar için transkripsiyonlarıyla ön plana çıkan genç gitarist Dorukhan Ersin: “Yaptığımız işte tutku kaybolmamalı”

Fotoğraf: Erdal Atik

Dorukhan Ersin, 2006 – 2010 yılları arasında, Ankara Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nde ve Hacettepe Üniversitesi ADK Yarı Zamanlı Gitar bölümünde Güneş Apaydın ve İskender Özçelebi nezaretindeki eğitiminden sonra, 2010’da aynı konservatuvarın Gitar Sanat Dalı’nda lisans eğitimine başladı. 2014’te 3. Uluslararası Antalya Gitar Festivali kapsamındaki gitar yarışmasında birincilik ödülü aldı. Lisans eğitimini Soner Egesel ile tamamlamasının ardından bu kurumda öğretim elemanı olarak görev yaptı.

Mayıs 2017’de Mozarthaus’ta, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı Erdal Atıcı’nın açış konuşmasıyla Köy Enstitülü eğitimci – yazar Talip Apaydın’a saygı konseri gerçekleştirdi. 

Gitar dalındaki master çalışmalarını, 2018’de kabul edildiği Óscar Esplá Konservatuvarı’nda Ignacio Rodes ile sürdürdü. İspanya’daki çalışmaları sırasında Joaquin Rodrigo’nun “Concierto Andaluz” isimli dört gitar için konçertosunu orkestra eşliğinde seslendiren gitaristlerin arasında yer aldı ve eğitiminin ardından akademik çalışmalarına devam etmek üzere Türkiye’ye döndü. Eğitimi süresince Costas Cotsiolis, Heiki Mätlik, Jesper Sivebæk, Susanna Prieto, Thomas Kirchhoff, Hopkinson Smith gibi birçok uluslararası müzisyen ile aktif çalışma imkânı buldu.

23 Ağustos 2020’de aramızdan ayrılan değerli gitarist Soner Egesel’e ithaf ettiği yüksek lisans tezinde, Cumhuriyet’in kuruluş dönemi önemli bestecilerinden Ulvi Cemâl Erkin’in piyano eserlerinin gitara uyarlanması üzerine çalıştı. Çalışmalarına Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nda Prof. Dr. Ahmet Kanneci ve Argun Defne ile devam ediyor. 

“Gitar icracıları olarak orijinal repertuvarımızın yanında özellikle piyano edebiyatından bizler sıklıkla besleniyoruz” diyen Dorukhan Ersin, özellikle 2011 yılından itibaren değerli gitarist ve “ustam” olarak nitelendirdiği Soner Çiftçioğlu ile duo olarak gerçekleştirdiği konserlerde genellikle Avrupalı bestecilerin klavsen – piyano eserlerinden yaptıkları transkripsiyonları seslendirdiler. “Bu süreçte özellikle Türk bestecilerinin uyarlamalar çerçevesinde ihmal edildiğini düşünmekteyim. Konuyla ilgili son çalışmalarım, ADK’da sürdürdüğüm yüksek lisans tezim kapsamında, Cumhuriyetimizin kültür ve müzik devrimine öncülük etmiş önemli bestecilerden Ulvi Cemâl Erkin’in solo piyano için 1931’de yazdığı “Beş Damla” ve 1937 tarihli “Duyuşlar”, ayrıca Necil Kâzım Akses’in 1936’da bestelediği ve Ulvi Cemâl Erkin’e ithaf ettiği “Minyatürler”in iki gitar için transkripsiyonları…” diyor Ersin.

Dorukhan Ersin’e göre, özellikle “Duyuşlar” albümünden seçilmiş bazı eserlerin gitar için transkripsiyon çalışmaları yapılsa da şimdiye kadar hem Erkin’in hem de Akses’in eserleri için bütünsel anlamda yayınlanmış bir çalışma yapılmamış ve daha önce gitar ile seslendirilmemişti.

“15 Eylül 2021’de, tez çalışmam kapsamında Erkin’in “Duyuşlar” ve “Beş Damla” eserlerini ve toplamda 16 parçayı ilk kez gitar ile seslendirerek müzik ve sanatseverlerin beğenisine sunacağız (resmî sınav haricinde).  Dolayısıyla buna bir nevi gitarlı bir prömiyer de denmesi mümkün. Böylelikle Erkin’i de aramızdan ayrılışının 49uncu yıldönümünde farklı bir konsept ile anmış olacağız” diyor genç gitarist.

Dorukhan Ersin, “Bir eserin transkripsiyonunu yaparken önemli gördüğüm nokta eserin armonik ve melodik yapısının, dolayısıyla orijinalitesinin bozulmamasıdır. Dolayısıyla Erkin transkripsiyonları üzerine çalışırken de olabildiğince eserlerin orijinalitesini korumak amaçlı hamleler yaparak ilerlemeye çalıştım” diye belirtiyor. Transkripsiyonların solo gitar yerine iki gitar için yapılması da aynı amaç doğrultusunda gösterilmiş bir özen… “Dolayısıyla gitar ile seslendirildiğinde de gitarın icra imkânları dâhilinde eserlerin orijinallerine mümkün olan en yakın tınıyı yakaladığıma inanıyorum” diyen Ersin’in çalışmalarına süreç içerisinde Ulvi Cemâl Erkin’in kızı İçten Erkin Sar’ın ve Ferhunde Erkin’in öğrencisi değerli piyanist Kamerhan Turan da değerli katkılarda bulunmuş.

İleri bir tarihte planladığı bir konserde ise şu anda gitar transkripsiyonlarını yayına hazırladığı, önsözü Akses’in öğrencisi ve hocam Argun Defne tarafından kaleme alınan “Minyatürler” eserini; İlhan Baran’ı ve dahasını da gitar konserlerine taşımayı hedefliyor Dorukhan Ersin…

15 Eylül’de, Erkin’in ölüm yıldönümünde bu röportajı yayımlamayı özellikle çok önemsedik. Genç gitaristimizi daha fazla müzikseverin tanıması ve başarılarını takdir etmesi dileğiyle. Keyifli okumalar dilerim…

Fotoğraf: Erdal Atik

Dorukhan bey merhaba. Söyleştiğim tüm müzisyenlere ilk sorumdur, sizin de yanıtınızı merak ediyorum. Müziğe olan ilginiz ve yeteneğiniz çocuklukta ilk nasıl fark edildi? 

Merhabalar. Bu biraz tesadüf oldu aslında..  Annemin yönlendirmesiyle gitara başladım. O dönemde müziğin mesleğim olacağı benim için henüz belli değildi; müziğe, resme ve tiyatroya ilgim paralel gidiyordu ama müziğin ağırlığı daha fazlaydı o dönem için… Gitarı amatör bir bakışla ilk kez eline alan hemen herkes gibi ben de pop müzik parçaları çalarak başladım. Klasik gitara geçiş biraz daha sonra…

Peki gitara yönelmenizde temel sebepler neydi ve bu yeteneğinizin üzerine nasıl bir eğitim aldınız? Gitarda ilerlerken nasıl bir yöntem izlediğinizi de öğrenmek isterim. 

Bu sorunuzla aklıma Isaac Albeniz’in “Asturias” adlı eseri geliyor. İspanyol Süiti’nin bir bölümüdür ve herhalde çoğu insanın klasik gitara başlamak arzusunu kamçılayan eserlerden biridir.  

8 – 9 yaşlarındayken; tanıdığım, izlediğim ilk gitarist Avusturalyalı efsane virtüöz John Williams’tı ve bu eseri, 1993 yılında Alcazar Palace’ta kaydettiği video albümde büyük bir ustalıkla icra ediyordu. Klibin başında “Isaac Albeniz – Asturias” alt yazısı çıkınca; benim, Williams’ı Albeniz zannetmekten başka çarem kalmamıştı. Tabii böylelikle John Williams’ı öğrenmiş oldum. İzlerken büyülenmiştim. Çok geçmeden, sonradan yolumun kesişmesinden onur duyduğum değerli ustam Ahmet Kanneci’nin, “Popular Classics” albümüyle tanıştım. Gitarı gerçekten başka türlü çalıyorlardı. Dolayısıyla her iki albüm ve sanatçıların yorumları, benim klasik gitara yönelmemde güçlü birer basamak oldular. Enstrümanda ilerledikçe alacağım eğitimin ne üzerine olacağı da netlik kazanmaya başladı. 

2006’da, kısa bir hazırlık sürecinin ardından Ankara Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nin Müzik ve Ankara Devlet Konservatuvarı’nın Yarı Zamanlı Gitar bölümlerine başladım. Çok değerli gitaristlerin yetiştiği Yarı Zamanlı bölüm ne yazık ki şu anda kapanmış durumda…  İkinci senemde, burada kıymetli hocam İskender Özçelebi’nin, beni sınıfına kabul etmesi benim için bir dönüm noktasıdır. Dolayısıyla sorunuzun ikinci kısmı da burada başlıyor. Çünkü hocamın rehberliğinde gitar çalıştığımız yıllarda, O’nun aynı zamanda çok değerli bir pedagog olmasıyla ilk mesleki disiplin ve farkındalığımı hocamdan almış olmak; verdiği eğitimde sabrı, özveriyi, disiplini ve bütün bunlarla birlikte bir baba sıcaklığını görmek benim için muhteşem bir şanstı. Bu eminim diğer öğrencileri için de böyle! Devamında, Ankara Devlet Konservatuvarı’ndaki lisans devresinde ise Prof. Dr. Ahmet Kanneci ve Soner Egesel ile çalışmak bu şansın devamıydı benim için…   

Dolayısıyla sadece gitar için değil bütün enstrümanlar için yöntem belirlemek söz konusu olduğunda; öğretmenin, daha doğru bir deyişle “ustanın” yaklaşımı ve sizi nasıl yönlendirdiği bence çok büyük önem taşıyor. Usta-çırak ilişkisinde bunu çok önemsiyorum. 

İspanya’da önemli bir eğitim aldınız. Gitar eğitiminde İspanya’nın önemi nedir? Bu eğitim sizin tekniğinize neler kattı? 

Bugün çaldığımız modern klasik gitarın atası olarak, İspanya menşeili telli bir çalgı olan vihuelayı kabul ediyoruz. Bilinenin aksine lavta, farklı bir telli çalgı. Dolayısıyla İspanya elbette gitar için çok önemli bir merkez. Fakat günümüzde, farklı ekoller çerçevesinde, her enstrümanda olduğu gibi gitar üzerine de akademik eğitim dünya çapında… 

Burada daha önemli gördüğüm bir nokta var ki hedefiniz doğrultusunda ilk önce öğretmeni, ancak ona göre gideceğiniz akademiyi, konservatuvarı ya da ülkeyi belirlemek… Yani çalışmak istediğiniz hoca neredeyse bence hedefiniz orası olmalı! Benim en çok çalışmak istediğim isimlerden biri İspanyol gitarist Ignacio Rodes’ti. Kendisiyle yaptığımız iki master-classta da yaklaşımı beni çok etkilenmişti. Bu sebeple, master eğitimim için Maestro’nun gitar hocalığını üstlendiği Alicante kentindeki Conservatorio Superior de Musica Oscar Éspla’da sınava girdim ve kabul edilmem neticesinde Ignacio Rodes ile çalışmaya başladık ve gerçekten hayatıma dokunan insanlardan biri oldu. Gitarın teknik boyutundan ziyade, müzikal ve özellikle pedagojik anlamda ufkumu genişletti diyebilirim. 

Bizden eğitim amacıyla yurtdışına giden müzisyenlerin, özellikle sahne kariyeri yapmak arzusuyla orada kalmak istek ve tercihlerini, ülkemizdeki yetersizlikler çerçevesinde haklı buluyorum. Her ne kadar ben de başlangıçta aynı sebeple Alicante’deki eğitimime başlasam da öncesinde mezun olduğum bölümde, akademik çerçevede “hocalığı” deneyimlemiş olmak ve İspanya sürecinde sahne performansı alanından çok eğitimcilik üzerine ilerlemenin kendi kişiliğime daha uygun olacağını düşündüm. Tabii bu kendi ülkemde olmalıydı! Dolayısıyla bu kararımda, oradaki eğitimimin ve Ignacio Rodes’in özverili yaklaşımının da büyük payı olduğunu düşünüyorum. 

Geçtiğimiz sene kaybettiğimiz Soner Egesel’in öğrencisiydiniz. Kendisinin hiç unutamadığınız öğütleri nelerdi? Size yaptığı en değerli katkılar neler oldu? 

Yazdığı bir mailde, “Seni çok seviyorum” dediğini asla unutamıyorum. Kattıkları o kadar çok ki… Sadece gitar ve müzik üzerine değil üstelik. İnanılmaz yetenekli bir gitaristti. Duygusaldı, çok duyarlıydı ve kim ne derse desin hayatı seviyordu. Benim için yeri doldurulamayacak bir insandır. Bu mesleğin, belki kendi doğalında barındırdığı “ego” hocaya çok yabancıydı; bunu istisnasız her zaman fark edebilirdiniz. Camiada öğrencisi olsun olmasın herkese, her zaman güler yüzlü yaklaşmış ve az ya da çok herkesin hayatında bir iz bırakmıştır. Dolayısıyla biz mesleğimiz adına eşsiz bir insanı sonsuzluğa uğurladık. Bense babamı kaybetmiş gibiyim çünkü çok yakındık. Ağustos’un 23’ünde bir sene bitti. Özelde unutamadıklarım elbette var ama kendisinin herkese, sadece gitarcılara değil, bütün müzisyenlere son sözü şuydu:

“Biz bu camiada bir avuç insanız. Hiçbir şekilde bir kaygının, stresin, “yarışmanın” âlemi yok. Bir arada olalım! Herkes birbirini takip etsin, eğlensin, çalsın, öğrensin, öğretsin… Biz hepimiz, birbirimizi seviyoruz…”Bu, O’nun son mesajıydı.  Rekabet, tabii ki her zaman insanı gelişme yolunda ileri taşıyan bir olgudur. Ama hırsın rekabeti esir almasını, bir şekilde söylediği anlamda “yarışmayı” gereksiz, hatta saçma bulurdu. 

Teknik ve müzikal anlamda söylediği her şey nokta atışıydı. Her cümlesi ayrı bir ders gibi… Sadece gitarda değil, çok farklı konularda ufkunuzu açabilirdi.  Kısacası esprili yaklaşımlarıyla, engin bilgisiyle O’nun derslerini, masterclasslarını izlemek, dinlemek, onunla sohbet etmek büyük keyifti bizler için… Ancak bana en değerli katkıları belki de gitardan ziyade hayat üzerine oldu. Yani beni aslında hayata hazırlamaya çalışan insanlardan biriydi. Zaten “Usta” da bunu yapmaz mı? 

Bir performansım kötü geçtiğinde örneğin, bazen kızarak, ama çoğu zaman bir baba şefkatiyle yaklaşır ve her ikisinde de çok özel hissettirirdi. Benim, her babalar gününde Egesel’i de aramamın sebepleri bunlardı! 

2015 yılından beri albüm hazırlığı içindeydi Soner Hoca… İlk kayıtlara beraber gitmiştik. Aramızdan ayrılışından sonra aklıma ilk gelen o kayıtlar oldu. Yapamadığı ön hazırlıkları yapmaya gayret ettim. Özellikle Brouwer, Carlevaro, Barrios ve Villa-Lobos’un eserlerinden oluşuyor… Umuyorum ki sevenleriyle buluşacaktır!

Aktarmak istediğim iki anekdot var izninizle… 2012’de bir gitar yarışmasına girmiştim ve 6 finalistten biri olarak finalde elendim. Yarışmada etüt zorunluluğu vardı. Fernando Sor’un ünlü Si minör etüdünü (Op. 35, nr.22) çaldım ve yarışmadan sonra şöyle dedi: “Sırf şu parçayı dinlemek için seni yanımdan ayırasım gelmiyor!” İnanın Menekşe Hanım, yarışmayı kazanmayı, derece almayı, o sözünden sonra önemseyemedim bile. Elbette müzisyenseniz, yaşadığımız dönemde yarışmaların, özellikle hedefini performans üzerine kurgulayanlar için mühim kapılar açtığı bir gerçek… Ancak bazı şeyler yarışmadan daha önemli olabiliyor kimi zaman… 

Kendi gitarıyla çaldığım bir barok eseri dinledikten sonra ise “Keşke imkânım olsa da şu gitarı sana hediye edebilsem”, diyerek takdirini belirttiğini hatırlıyorum. 15 Eylül Çarşamba günü “Ulvi Cemâl Erkin” transkripsiyonlarını seslendireceğimiz konserde elimde “o gitar” olacak. Bu transkripsiyonları içeren yüksek lisans tezimi bir vefa borcu duygusuyla Soner Egesel’e ithaf ettim. Hocamı saygıyla ve büyük bir özlemle anıyorum. 

Ulvi Cemal Erkin transkripsiyonları ile ön plana çıkıyorsunuz. Ulvi Cemal Erkin sizin için ne ifade ediyor, biraz bundan söz edebilir misiniz? 

Evet… Yüksek lisans tezim, Erkin’in solo piyano için yazdığı “Beş Damla” ve “Duyuşlar” eserlerinin iki gitar transkripsiyonları! Çalışma, Erkin’in eserleri çerçevesinde, özellikle piyanodan gitara transkripsiyon konusunda dikkate alınabilecek temel aşamaları da kapsıyor. Bununla birlikte gitarı tanımak isteyen bestecilerin de yararlanabileceğini düşünüyorum.   

Erkin, kendisini besteci değil bir piyanist olarak addediyor. Bunu, mütevazı kişiliğinin bir düşünü olarak görüyorum. Eşi, değerli piyanistimiz Ferhunde Erkin’in düşüncesine göre ise durum tam tersi; Erkin piyanist değil, besteciydi… Benim için ise Cumhuriyet’imizin kültür ve müzik devrimine öncülük etmiş beş bestecimizden kendime en yakın bulduğum isimdir diyebilirim. 

Transkripsiyonları üzerinde çalıştığım ve piyanistlerin keyifle seslendirdikleri eserlerde, Erkin’in ilk dönem yapıtları olarak, özellikle Debussy ve Ravel etkileri var. Hatta Erkin’le birlikte Debussy’nin de “Küçük Çoban” ismiyle aynı adlı bestelerinin olması ilginç bir detay! Öte yandan özellikle “Duyuşlar” albümünde Erkin; halk müziğimizin folklorik ögelerini, Klasik Türk Müziği makamlarını ve batı tekniğini ustalıkla sentezliyor. İkinci kuşak bestecilerimizden İlhan Usmanbaş, Erkin’in “Beş Damla” eseri için diyor ki;

“25 yaşında, henüz yeni mezun olmuş bir besteci ‘Beş Damla’ eseriyle, Türkiye’de birden bire nasıl bir müzik yapılması gerektiğini açıkça ortaya koydu.”

Transkripsiyonlar üzerinde çalışmaya, yaklaşık 3 sene önce “Duyuşlar” albümüyle ve “Duyuşlar’dan Seçilmiş Eserler” başlığı ile başladım. Süreç içerisinde, hem Duyuşlar’ın hem Beş Damla’nın gitara çok yakışacağını düşünerek ilerledim ve önce Duyuşlar’ın transkripsiyonları tamamlandı, ardından Beş Damla’nın… 

Burada bir ufak detay var ki Erkin; hem piyanist olmasının, hem de aldığı eğitim çerçevesinde etkilendiği akım ve bestecilerin müziğine yansımasının bir sonucu, piyanoyu teknik ve müzikal anlamda geniş bir perspektifle ele alan bestecilerimizden… Bu da transkripsiyonlar üzerine çalışırken bazı eserler için karşıma birtakım güçlükler çıkarmadı değil! Transkripsiyonların; 6 telli standart bir gitarın icra kapasitesi çerçevesinde solo gitar yerine iki gitar üzerine olması, bu durumun doğurduğu sonuçlardan…

Son olarak bu konuyla ilgili önemli gördüğüm bir detayı da paylaşmak isterim: Transkripsiyonları hazırladığım ve tez üzerine çalıştığım dönemdeki araştırmalarım sırasında, “Beş Damla” üzerine bugüne kadar gitar için herhangi bir transkripsiyon çalışmasının yapılmadığını fark ettim. “Duyuşlar” albümünün ise bazı bölümleri gitara adapte edilmişti. Ancak her iki eserin de (toplamda 16 parça) bütünsel anlamda transkripsiyonu ve bunun seslendirilmesi ilk defa yapılacak. Dolayısıyla buna bir “gitarlı prömiyer” denilebilir diye düşünüyorum. 

Bir eserin transkripsiyonunu yapmak hangi açılardan önemlidir? Bunun teknik boyutunu bilmeyen biri için biraz basite indirgeyerek anlatır mısınız? 

Konservatuvarlar ve diğer müzik okullarında kabul gören müzik sözlüklerinde, transkripsiyonun karşılığı, “uyarlama” olarak geçiyor. Daha anlaşılır bir ifadeyle; bir müziğin tüm yapısını korumak koşuluyla, orijinalinde yazılandan farklı bir çalgı ya da çalgı topluluğu için uygulanması! Burada özellikle armonik ve melodik yapısında değişiklik yapılmamalı. Dolayısıyla, belki “uyarlama” yerine “aktarım” ifadesi, transkripsiyon kavramını daha net bir şekilde karşılayabilir. 

Bir eserin transkripsiyonunu yapmak; onun farklı bir enstrümanla da icra edilebilmesini sağlamak, dolayısıyla o enstrümana ait repertuvarın genişlemesine de katkıda bulunmak adına son derece önemli. Örneğin Beethoven’ın piyano sonatlarının orkestrasyonunun yapılması (ki bunu deneysel bir çalışma olarak bestecimiz Fazıl Say yapmıştı) ya da tam tersi bir bakış açısıyla, Franz Liszt’in, Beethoven’ın senfonilerini piyanoya aktarması, transkripsiyondur.  Bu sayede bestecinin piyano sonatlarını orkestradan dinleme fırsatı bulurken, senfonilerin uyarlanmasıyla da piyano edebiyatına katkı sağlandığını görüyoruz. 

Gitardan örneklemek gerekirse; 1860’lı yıllara gelindiğinde, kaybettiği popülerliğini yeniden kazanması adına olumlu yönde geçirdiği fiziksel değişim, gitar için yeni bir repertuvar arayışını da beraberinde getiriyor. O yıllardan itibaren başta Francisco Tarréga, Andrés Segovia, Emilio Pujol, Miguel Llobet gibi usta gitaristlerin özverili çalışmaları sonucu; orijinal gitar eserlerinin yanında, özellikle piyano edebiyatı ile opera ve orkestra müziklerinden yapılan transkripsiyonlar, bu eserleri gitarın da ustalıkla seslendirebildiğini ortaya koydu ve böylelikle gitar repertuvarı transkripsiyon eserlerle büyük ölçüde genişledi. 

Modern gitar için yapılan ilk transkripsiyonları düşündüğümüzde, Francisco Tarréga’nın aslı piyano için olan Asturias’ı ve Andrés Segovia’nın, Bach’ın ünlü Chaccone’unu ilk kez gitara aktarmaları; onların bilgi birikimleri çerçevesinde bir şeyleri hayal etmeleri sonucunda gitar repertuvarına kazandırıldı. Bu şüphesiz, repertuvara yeni eserler kazandırmak konusunda, ardılları için önemliydi. Bugün konuştuğumuz Erkin’in eserleri de aynı çıkış notasına dayanıyor. 

Peki piyano için yazılmış eserlerin gitara aktarılması ne tür zorlukları içinde barındırır?

Tabii her şeyden önce özellikle 6 telli standart bir gitar ile piyano arasında, bir ses alanı sorunsalı var. Piyanonun ses alanı yaklaşık 7,5 oktav. Gitarın ise neredeyse piyanonun yarısı kadar! Ancak bu durum; piyanodan, gitara transkripsiyon yapmaya engel değil. Buradaki bir zorluk da orijinalinde salt yatay klavyeye sahip piyano için yazılan bir müziği, hem yatay hem de dikey olarak işleyen bir klavyeye aktarmak. Bu, kimi zaman güç bir durum…

Bu noktada düşüncem; çoğu zaman bu aktarım iki gitara yapıldığında, müziğin aslını yansıtmaya daha çok hizmet ettiği yönünde… Tabii bu; icra sırasında müziği paylaşmayı, kendi partinizi çalarken partnerinizi de dinlemeyi, empati yapmayı, farklı fikirlere saygı duymayı ve disiplini öğretiyor size. 

Gitar tutkunuzu beş kelimeyle ifade etmenizi istesem? 

Bu sorunuzda Andres Segovia’dan bir anekdot aktarmak istiyorum. Benim de sevdiğim güzel bir cümlesi var. Beş kelimeyle şöyle tanımlıyor Segovia gitarı: 

“Kalbimize yaslayarak çaldığımız tek enstrümandır!”

Türkiye’de gitar repertuarında klasik müziğin yeterince yer bulduğunu düşünüyor musunuz? Bu konuda daha başka ne yapılabilir? 

İspanya’daki yüksek lisans sınavım için Meksikalı besteci Manuel Maria Ponce’nin “Sonatina Meridional” adlı eserini hazırlamıştım. Bugün dünya çapındaki gitar konserlerinde ve uluslararası yarışmalarda kabul gören besteci ve eserlerden… Sınavdan bir gün önce Alicante’de canlı performansını izleme fırsatını bulduğum dünyaca ünlü gitarist Ricardo Gallen o akşam sahnede aynı eseri çaldı. 

Dolayısıyla, sorunuza ilişkin “gitar repertuvarı” kavramını, her şeyden önce akademik eğitim çerçevesinde değerlendirmek yerinde olur diye düşünüyorum. Bu açıdan baktığımızda, Türkiye’de de elbette ki gitarla icra ettiğimiz, ortak bir repertuvar. Dolayısıyla buradaki konservatuvarlarda ve müzik akademilerindeki gitar eğitiminde de repertuvar anlayışıyla, teknik boyutlarıyla hiç şüphesiz evrensel bir bakış gözetiliyor. 

Tabii ki bunun dışında, yapılan transkripsiyon ve düzenlemelerle dünya müzikleri, yerel ve popüler müziklerden örnekler de klasik gitar ile seslendirilebiliyor ki bu sentezler bence çok keyifli. Özellikle bu alanda eğitim almamış insanlarımızın, repertuvarı ve teknik boyutuyla yabancı olduğu bir enstrümandan; bildikleri, aşina oldukları melodileri de duymaları, onun daha çok sevilmesine ve anlaşılmasına katkı sağlıyor diye düşünüyorum; onun için konserlerimde de böyle örneklere yer vermeye çalışıyorum. 

Lisans döneminde ODTÜ’de verdiğim bir konserimde, 1960’ların efsane grubu “The Beatles” ile ünlenen “Michelle” ve “Yesterday” parçalarının Tōru Takemitsu düzenlemelerini çalmıştım. Tabii tanıdık şarkılar olduğu için keyifli oldu. Aynı olumlu tepkileri, gitaristler ya da bestecilerimiz tarafından halk müziğimizden yapılan düzenlemeleri icra ettiğimizde de alıyoruz. Bunlar kimi zaman “düzenleme” boyutunu aşıp re-kompoze eserler hâlini alabiliyor. Fazıl Say’ın Aşık Veysel’den esinlenerek bestelediği “Kara Toprak”ı gibi… Bizim müziğimizin farklı coğrafyalarda tanınmasının da evrensel bir yolu olarak görüyorum bu çalışmaları.  

Peki size ilham kaynağı olan, örnek aldığınız çağdaş gitaristler kimler? 

Gitarı günümüzde modern bir bakış açısıyla ele alan çok önemli gitaristler var. Bunun, gerek orijinal gerekse uyarlama eserlerin icrasına da olumlu yansıdığını düşünüyorum. Bunlardan biri de Manuel Barrueco… İspanya’daki eğitimim sırasında derslerini takip etme şansım oldu. Gerçekten teknik ve müzikal anlamda son derece akılcı tercihleri olan, tabir yerindeyse işini şansa bırakmayan ve kariyeri boyunca insanı zorlayacak bir disiplini benliğine işleyen bir usta. Onu farklı kılan ve bu bakış açısına katkı sağlayan ise gençliğinde sürdürdüğü profesyonel spor yaşamı olmalı bir yandan. Çünkü müziğe de sporcu disipliniyle yaklaşan ve tabii benim de icra ve transkripsiyon çalışmalarımda, yaklaşımlarını örnek aldığım isimlerden…

Aklımdaki bir diğer isim Carles Trepat! Tarrega ekolünün yaşayan önemli temsilcilerinden… Müzikalitesi, repertuvar seçiminin orijinalliği, uyarlamaları ile etkilendiğim bir gitarist. 

Bizden ise ikisi de camiamız için çok değerli isimler olan Celil Refik Kaya’yı ve Emre Gökalp’i anmak isterim. Celil Amerika’da, Emre abi ise İngiltere’de ülkemizi büyük başarılarla temsil ediyor ve bizlere örnek oluyorlar.   

Bir gitar sanatçısı olarak sağlığınızda nelere dikkat edersiniz? 

İçinde bulunduğum dönemdeki gibi bir performans hazırlığı içindeysem eğer, biraz ihmal ediyorum ancak genel itibariyle sporu, düzenli beslenmeyi vs. hayatıma almaya çalışıyorum. Tabii performans öncesi ve sonrasında germe-açma egzersizlerini ihmal etmemekte fayda var.

Peki, sizin izinizden gelen genç ve çocuk gitaristlere, o yoldan daha önce geçmiş biri olarak tavsiyeleriniz ne olur? 

Yaptığımız işte “tutku” çok önemli. Elbette ki hedeflerimiz, önceliklerimiz kat ettiğimiz yol boyunca değişebilir. Buradaki önemli nokta tutkunun kaybolmaması! Güzel Sanatlar Lisesi’nde okuduğum dönemde bazı arkadaşlarımızın kendi istekleriyle ve büyük bir heyecanla müzik eğitimlerine başladıkları hâlde, sonradan müziği bıraktıklarına şahit olduk. Bu; kimi zaman sanat eğitiminin olmazsa olmazlarından olan disiplini kaldıramamaktan, kimi zaman özverili eğitimcilerle, iyi ustalarla yolumuzun kesişememesinden kaynaklanabiliyor. 

“Disiplin” bize çoğu zaman olumsuzu çağrıştıran bir kavramdır.  Hâlbuki disiplin; hedeflerde, ilkelerde ve performans kriterlerinde tutarlılıktır ve bizi başarıya götüren, bence yetenekten çok, sistemli çalışmadır. Bununla birlikte bu süreçte yılmazlığı, doğru kapıları çalmayı, öz-disiplini sevdirerek kazandıran eğitimcileri, kısacası doğru insanları bulmayı, yaptığımız işe karşı tutkuyu kaybetmemek adına çok değerli görüyorum.

Gitar eğitiminizin en başına dönecek olsaydınız yapmayacağınız hatalar nelerdir? 

Bence yapabileceğimiz en büyük hata, kendimizi başkalarıyla kıyaslamak… Rekabetin her konuda yarıştığı bir çağda, çoğu zaman bunu yapıyoruz ne yazık ki; ama mümkün olan en kısa sürede bu bakış açısından sıyrılmak gerek diye düşünüyorum, zamanında bunun zararını gören bir insan olarak… Bunun yerine kendi sınırlarımız dâhilinde neler yapabileceğimizi bilmek, bunların tespitini yaparak ilerleyebilmek çok değerli…

Gitar için besteleriniz de var mı peki? 

Gitara ilk başladığım yıllarda daha çok emprovizasyona (doğaçlamaya) dayanan çalışmalar yaptım. Ama kaleme alınmış, kâğıda dökülmüş bir çalışmam yok. 

Gitar haricinde başka bir tutkunuz daha var mı?

Hayatımda gitar olmasaydı tarihe ya da edebiyata yönelmeyi çok isterdim, ki bu aslında hâlâ hedeflerimden biri. Tarihe, resme ve edebiyata ilgim var. Karakalem portre çalışmayı çok seviyorum. Ama edebiyat, sizin de dediğiniz gibi, ayrı bir tutku benim için. 

2017 yılı itibariyle çeşitli dergi ve gazetelerde anı-derleme ve öykü türünde birtakım yazılarım yayınlandı. Bunu, fırsat buldukça ilerletmek ve ileride, özellikle babaannemin babasının çocukluğu ve gençliğini konu alan bir roman yazmak istiyorum.  Sanatın farklı alanları birbirini her zaman besliyor!

Gitarınızdan uzak kaldığınızda onun yerine koyabileceğim enstrümanınız ne olurdu? 

Belki viyolonsel derdim bu sorunuza yanıt olarak ama ne olursa olsun gitarın yerine koyamazdım diye düşünüyorum. Bence enstrümanımız, zorluğuna rağmen dünyanın en güzel enstrümanlarından…

Sahneye beraber çıkmayı en çok istediğiniz gitarist kim peki? Ve beraber hangi parçayı seslendirirdiniz? 

Açıkçası ünlü bir ismi hiç düşünmedim bu noktada. Yıllardır duo olarak çalışmalar yaptığımız ustam, ağabeyim Soner Çiftçioğlu ile birlikte çalmayı hep bir ayrıcalık olarak gördüm, çünkü çalışmalarımız sırasında hem çok şey öğrendim O’ndan, hem de benim için çok keyifliydi. Bu süreç hâlâ devam ediyor. Birçok konserde, oda müziği ve birlikte çalma sınavlarında duo olarak performans sergiledik. Yaptığımız düzenleme ve transkripsiyonlar, bizi genellikle gitardan duymaya alışık olmadığımız, orijinal ve farklı repertuvar seçimlerine götürdü. Bugün bu keyifli röportajın ana konusu olan “Erkin” transkripsiyonlarının ortaya çıkması (Necil Kâzım Akses’in eserleri de öyle) ve akademik bir ürün hâlini almasında en büyük pay, Soner Çiftçioğlu ile geçmişten beri yaptığımız çalışmalardır. 

Gitarın yanına en çok yakıştırdığınız klasik müzik enstrümanını da öğrenmek isterim. 

Yine gitar sanıyorum… 

İlk kez seyirci önünde sahne aldığınızda ne hissetmiştiniz? O anları anımsıyor musunuz?

Sahne benim için her zaman heyecan verici oldu. Gitarla ilk sahneye çıkışım da öyleydi ve o güzel heyecan bugün hâlâ devam ediyor. Bunu güzel kılan da sizi izleyen ve dinleyen insanların gülümseyen bakışları! İnsanların duygularına bir saat için bile olsa yön verdiğinizi düşünün… Sizi dinlerken keyifleniyor, kimi zaman hüzünleniyor ve o süre boyunca belki dert edindiği bir şeyi unutuyor. Bu hisleri paylaştığımızı hissettiğimde, “keşke sahnede birkaç dakika daha kalabilseydim,” dediğim çok olmuştur. 

Ancak şunu da üzülerek söylemeliyim… Genellikle ülkemizde gözlemlediğim bir şeydir; ne yazık ki konserlere salt “hata aramak” için giden insanlar yok değil. Dünyaca ünlü, kariyerlerinde kendilerini kanıtlamış müzisyenlerin dahi hata yaptığına şahit olmuşuzdur oysaki. Hata yapmak, insanın doğasında var. İzlediğiniz konserden mutlu bir şekilde ayrılmış iseniz, sanatçı amacına ulaşmıştır bence…

Eğitim hayatınız boyunca herhangi bir burstan, kurumsal destekten yararlandınız mı?

Herhangi bir burstan yararlanmadım. İspanya’daki master eğitimimi; ailemin, özellikle annemin özverisiyle, yani özel teşebbüs ile gerçekleştirdim.

Katıldığınız yarışmalar ve elde ettiğiniz dereceleri de öğrenmek isterim. 

2014 yılı Şubat ayında Uluslararası Antalya Gitar Festivali kapsamında düzenlenen yarışmada birincilik ödülü aldım. Ancak özellikle eğitimciliğe yönelme hedefim kesinleştikten sonra her ne kadar sahnede olmaktan hâlâ keyif alsam da solo performans anlamında herhangi bir yarışmaya katılmayı düşünmüyorum. Ancak fırsat olursa “oda müziği” kapsamındaki yarışmaları değerlendirmek benim için keyifli olabilir. 

Son olarak, yakın döneme dair plan ve hayallerinizi öğrenmek isterim. 

Şu anda, önümüzdeki sene yayınlanmak üzere değerli bestecimiz Necil Kâzım Akses’in 1936’da piyano için yazdığı ve yedi bölümden oluşan “Minyatürler” eserinin iki gitar transkripsiyonlarını yayına hazırlıyorum. Genelde bu konuyla ilgili çalışmalarım için, daha önce gitar ile seslendirilmemiş eserleri araştırıyorum. Bir parametre de bu çalışmaların daha çok iki gitar için olması… Akses ve Erkin’in eserleri bu yönde ilerliyor. Bu çalışmaların gitar eğitimine, özellikle birlikte çalma ve oda müziği repertuvarlarına katkı sağlaması beni çok mutlu eder. Tabii ki ayrıca akademik anlamda deneyimlerimi paylaşacağım görevler almayı çok isterim. 

Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler. 

Kıymetli sorularınız için ben teşekkür ederim.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s