Frankfurt’tan başarılı piyanist Utku Asan: “Sanat yolculuğumu uluslararası düzeye taşımak için Almanya’ya gittim”

Fotoğraf: Laura Brichta

1999 yılı doğumlu olan Utku Asan, 7 yaşında piyanoyla tanıştı. İlk resitalini 13 yaşındayken Maltepe Üniversitesi’nde verdi.  Orkestra ile solist olarak ilk konserini ise, MSGSÜ Genç Orkestra ile 2013’te Robert Kolej’de verdi. O yaşlarda Ulvi Cemal Erkin’in ‘Küçük Çoban’ eserini büyüleyici şekilde icra etmesi ise onun tanınırlığı üzerinde önemli bir katkı daha sağladı.

Bugüne kadar Gümüşlük Piyano Festivali, AIMA ‘’İdil Biret ile Genç Yetenekler konseri’’ , İş Sanat Parlayan Yıldızlar Serisi, Antalya Piyano Festivali ‘’Kamuran Gündemir anısına Genç Yıldızlar konseri’’, Akbank Sanat Piyano Günleri gibi önemli organizasyonlarda sahne alan Asan, Oxford, Frankfurt, Ankara (CSO), Antalya, Bodrum ve İstanbul gibi şehirlerde resitaller verdi.

Asan, 2016 yılında Bursa’da düzenlenen Uluslararası Piyano Yarışması’nda 2.lik, ardından bir sonraki sene Almanya Baden Württemberg eyaletinde düzenlenen ‘’Musical Fireworks’’ piyano yarışmasında da 2.lik elde etti.

Türkiye’deki eğitimini Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda Prof. Ece Demirci ile tamamlayan genç sanatçı, daha sonra lisans eğitimi için 2018’de Hochschule für Musik und Darstellende Kunst Frankfurt am Main’da (Frankfurt Müzik ve Performans Sanatları Üniversitesi) girdiği sınavlar neticesinde dünyaca ünlü piyanist Prof. Alexej Gorlatch’ın sınıfına kabul edildi ve 2021 yılına kadar eğitimini aynı hocayla sürdürdü.

2021 yılından itibaren piyano çalışmalarına aynı üniversitede Vassilia Efstathiadou ile devam eden. Utku Asan aynı zamanda Prof. Hansjacob Staemmler ile oda müziği çalışmaları gerçekleştiriyor.

Frankfurt Müzik ve Performans Sanatları Üniversitesi’nde Aralık 2020’de gerçekleştirilen solistlik seçmelerinde üniversite orkestrasının gerçekleştireceği CD kaydı projesine solist olmaya hak kazanan Asan, geçtiğimiz Mayıs ayında ilk profesyonel CD kaydını solist olarak Hochschulorchester Frankfurt ile Igor Stravinsky’nin Piyano Konçertosu’nu icra ederek gerçekleştirdi. CD’nin sonbaharda yayınlanması bekleniyor. Asan’ın repertuarında ise her zaman Chopin’in yeri ayrı ve özel…

İdil Biret, Hüseyin Sermet, Gülsin Onay, Lilya Zilberstein, Denis Kozukhin, Herbert Schuch, Muza Rubackyte,  Johan Schmidt gibi önde gelen piyanistlerle de masterclass çalışmaları yapmış olan Asan hakkında İdil Biret’in yorumu oldukça çarpıcı: ’’Utku Asan müziğin problemlerini hızla kavrayıp bunları çözebilecek zekaya sahip çok yetenekli genç bir piyanistimizdir. Yorumlarındaki form anlayışı ve doğal farklılık en etkileyici özelliklerindendir’’.

Denis Kozukhin ise Asan hakkında şunları söylemişti: ‘’Utku’yu bir başyapıtta dinledim. Bence çok güçlü tekniği, çok parlak zekası ve doğal müzik yeteneği ile kabiliyetli bir genç piyanist. Yeni bilgilere çok hızlı uyum sağlıyor ve inanıyorum ki çok parlak bir gelecek var önünde.’’

Her müzisyenin bir de profesyonel bir şekilde bizlerden gizlediği, performansına gölge düşürmemesi için ustaca yönettiği “insani” yönleri var. Örneğin Asan’ın sahneye çıkmadan önce elleri terlermiş. Tamamen psikolojik bir durum… Çoğu piyanistte de ellerin buz kesmesi, karın ağrısı, baş ağrısı, çarpıntı gibi benzeri heyecan belirtileri söz konusu. Asan bu heyecanını yaratıcı bir üretim ve müthiş bir profesyonellikle yönetiyor ve aslında bu heyecan belirtileri onun halen mesleğine aşık olduğunu, büyük bir tutkuyla piyanosuna bağlı olduğunu gösteriyor bizlere. “Esas zor olan bu heyecanın sizi kontrolü altına almasına izin vermeden sizin onu kontrol etmeniz. İşte o zaman çoğu şey sahneye çıktığınızda yolunda gider. Sahneye çıkışımda ve sahneden inişimde çok ağır hareket etmemeye özen gösteririm. Önemli olan icradır, sahneye nasıl gelip gidildiği değil. Selamımı verdikten sonra çalmaya hemen başlamam. Önce bir soluklanırım, gözlerimi kapatırım, salonun sessizliğini dinlerim, o atmosferi benimserim ve sonrasında hazır hissettiğimde çalmaya başlarım” diye ifade ediyor bu süreci.

Birçok değerli piyanistten böylesine takdir gören bu genç piyanistimizi, geçmişteki deneyimlerini, Almanya’da gördüğü eğitimi, gelecek planlarını da içeren bir dizi soru çerçevesinde sizlerin de yakından tanımasını çok istedim ve kendisiyle keyifli bir söyleşi gerçekleştirdim.  

Müziğe olan ilginiz nasıl ortaya çıktı ve akabinde nasıl bir eğitime yöneldiniz?

Ben yazar bir babanın ve ressam bir annenin oğluyum. Sanatla iç içe olan bir ailede büyümemin sanata ve bilhassa müziğe olan ilgimde büyük rol oynadığını düşünüyorum. Aile ortamında çocukluğumdan beri diğer tür müziklerin yanı sıra klasik müzik de sık olarak dinlenirdi. Doğrusunu söylemek gerekirse özellikle babam müziğe yönelmem hususunda öncü olmuştur.

İlkokul eğitimim süresince eğitim gördüğüm İstanbul Marmara Eğitim Kurumları’nda seçmeli ders olarak piyano dersini tercih etmiştim. Bu süreçte piyano ile beni tanıştıran ve sonrasında kabiliyetimi keşfedip beni konservatuvara yönlendiren çok değerli hocam merhum Levent Tanman idi. Kendisini şükran ve saygıyla yad ediyorum.

İlkokul eğitimimden sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı’nın sınavlarına girdim ve ortaokulda konservatuvara kabul edildim. Burada Prof. Nurferi Onur ve Prof. Ece Demirci gibi birbirinden değerli hocalarla çalışma imkanım oldu. Akabinde ise Frankfurt Müzik ve Performans Sanatları Üniversitesi’nin sınavlarına girdim ve müzik eğitimime burada Prof. Alexej Gorlatch’ın sınıfında devam etmeye hak kazandım. Eğitimime halen bu üniversitede Vassilia Efstathiadou ile devam etmekteyim.

İlk resitalinizi 12 yaşında verdiniz. Sahneye çıktığınız o anı, heyecanınızı anımsıyor musunuz?

Gayet iyi hatırlıyorum. İlk resitalim T.C. Maltepe Üniversitesi’nin büyük salonunda idi. Üniversite öğrencilerinin, çok değerli hocaların ve yöneticilerin iştirak ettiği bir konserdi. Oldukça heyecan verici bir anıdır benim için. Resital öncesi ellerimin nasıl buz kestiğini ve terlediğini dün gibi hatırlarım. Fakat sahneye çıktığım andan itibaren her şey yolunda gitti ve güzel ve değerli bir hatıra olarak hafızamda yer edindi.

Bugüne dek yurt içi ve yurt dışında birçok resital verdiniz. Peki sizi en çok etkileyen konser mekanı hangisi oldu?

Akustiği muhteşem pek çok konser salonunda çalma fırsatım oldu. Fakat benim için çok ayrı yeri olan bir mekan var. 2016’nın Temmuz ayında bir Pazar günü akşamüstü İngiltere’nin Oxford şehrinde verdiğim resital.. Çaldığım yer bir müzik derneğinin bahçesiydi. İlk yurt dışı konserimdi. Bir açık hava konseriydi diyebiliriz. Ben çalarken ağaçlardaki kuşların cıvıltısı bana eşlik ediyordu. Asla unutamayacağım yeri çok özel bir resitaldir. Çok güzel ve sıcak bir ortamdı.

Nedense dinleyicilerle mesafe olarak daha yakın olduğum bu tarz mekanlarda çalmak her zaman çok hoşuma gitmiştir. Onların varlığını yakından hissetmek bana hep kuvvet verir.

Yarışmaları birçok müzisyen bazı açılardan eleştiriyorlar. Sizin bu konudaki duruşunuz nedir? Yarışmalara katılım size ne kattı, sizden neler götürdü?

Elbette yarışmalar pek çok açıdan eleştirilebilir. Buna kimsenin itirazı olamaz. Ancak şunu belirtmek isterim ki, yarışmalar biz genç müzisyenler için zirveye giden yoldaki basamaklardır. Bu oldukça uzun ve büyük emek gerektiren yorucu bir yolculuktur. Bu uzun yolculukta basamakları teker teker çıkmak gerekir. Yarışmalara katılım bize büyük tecrübeler katar. Yarışmalarda yeni ve çok değerli müzisyen arkadaşlar edinilebilir, jürilerin yapıcı eleştirilerini dinleme fırsatı olur ve bütün bu deneyimler her seferinde müzikal ve hatta kişisel gelişimin daha iyi gösterilmesine yol açar. Yani sorunuzun kısaca yanıtını verecek olursam, yarışmaların bu bahsettiğim uzun yolculukta katkıları epey fazladır. Yarışmaların bizden neler götürdüğü sorusuna cevabım ise, sadece elde etmek istediğimiz ama her zaman ulaşamadığımız dereceler olacaktır. Her zaman her şey istediğimiz gibi olmayabilir, bu hayatın genelinde de böyledir. Yarışmalarda tek performans hakkınız var ve o performans sırasında bütün marifetlerinizi göstermekle mükellefsiniz, zira ikinci bir şans maalesef yok. Ancak işler istediğiniz gibi gitmediği zamanlarda da rakibinizi tebrik etmeyi bilmeniz gerekir. İşte yarışmaların sadece müzikal değil aynı zamanda bahsettiğim kişisel gelişime de katkısına iyi bir örnektir bu.

Lisans eğitiminizi Almanya’da dünyaca ünlü bir piyanistin sınıfında yaptınız ve piyano çalışmalarınıza aynı üniversitede devam ediyorsunuz. Almanya’daki müzik eğitiminin Türkiye’dekinden farkları nedir?

Evet, Almanya’da lisans eğitimime piyanist Prof. Alexej Gorlatch’ın sınıfında başladım. Alexej Gorlatch genç yaşına rağmen dünyaca tanınan harika bir piyanist ve aynı zamanda çok dinamik ve donanımlı bir eğitmen. Onunla çalışma fırsatım olduğu için çok şanslı hissediyorum. Fakat 2021’in başında ne yazık ki üniversitemizden ayrılmak durumunda kaldı ve o zamandan beri piyano çalışmalarıma aynı üniversitede başlı başına bir ekol olan ve bir zamanın efsane hocalarından Prof. Karl-Heinz Kammerling’in önce öğrencisi ve daha sonra asistanı olan Vassilia Efstathiadou ile devam ediyorum.

Almanya’daki klasik batı müziği eğitiminin Türkiye’dekinden daha farklı olduğu herkesçe bilinir. Zira bir tarafta tamamıyla bir batı kültüründen bahsediyoruz ve tabii olarak klasik batı müziği eğitiminde Almanya ile Türkiye’yi kıyaslamak pek doğru olmayacaktır. Fakat bazı sistem farklılıkları elbette mevcut. Mesela enstrüman sınavları Türkiye’deki gibi her dönem sonunda gerçekleşmiyor. Almanya’da dört senelik üniversite eğitiminde bu sistem yalnızca ikinci senenin sonunda bir ara sınav ve eğitimin son senesinde mezuniyet sınavı olarak yalnızca iki enstrüman sınavdan oluşuyor. Almanya’da Türkiye’nin aksine çalışma odalarını rezervasyon yaparak temenni edebilme olanağınız var. Bu da çok önemli farklardan biri. Öğrenciler çalışmak istediği odaları istedikleri saat diliminde rezerve edebiliyorlar.

Almanya başlı başına bir klasik müzik ekolü ve onun getirdiği doğal farklılıklar mevcut. Burada bahsetmekle bitmez, müthiş bir zenginlik.

Biz batının getirdiği onca zenginliği, bu çok çeşitliliği, çok sesliliği, bu olağanüstü kültürü benimsemiş başka bir zengin kültürden ve coğrafyadan gelen müzisyenler olarak yıllarca klasik batı müziği eğitimi aldık, alıyoruz. Ancak gözlemlediğim kadarıyla Almanya’da bizim coğrafyamızın müzik ve sanat alanındaki zenginliklerine dair bir eğitim veya ders söz konusu bile değil. Biz çocukluğumuzdan beri batı kültürüne adapte olmaya çalışırken, batılı akranlarımızın bizim kültürümüzle uzaktan yakından ilgisi ve bilgisi olmadığını çok geçmeden anladım. Elbette ilgi duyanlar var ama genel olarak baktığımızda bizim kültürel zenginliklerimizden pek haberdar değiller. Nitekim olmak zorunda da değiller. Fakat bundan daha fazla içler acısı olan, beni gerçek anlamda çok üzen ve değinmek istediğim başka bir başka durum söz konusu. Uzun yıllar boyunca Türkiye’de klasik batı müziği eğitimi alan biz genç müzisyenler de kendi zenginliklerimizden bihaber durumdayız. Kendi müzik türlerimizi, yöresel enstrümanlarımızı, ozanlarımızı, halk türkülerimizi ne kadar dinliyoruz, onları ne kadar iyi tanıyoruz ? Türkiye’deki konservatuvar eğitimim süresince en çok eksikliğini hissettiğim konu Türk müziği ve tarihiyle ilgili herhangi bir dersin olmamasıydı. Sanırım lisans eğitiminde müfredata seçmeli ders olarak eklenmiş son yıllarda. Neden bu ders müfredata daha erken ve katılımı zorunlu bir ders olarak eklenmiyor ? Ne kadar klasik batı müziği ağırlıklı bir eğitim alıyor olsak da biz Türk genç müzisyenler olarak kendi kültürümüzü, kendi müziğimizi iyice tanımadan, onu görmezden gelerek ve hatta ona iyice yabancılaşarak ne Türkiye’de ne de dünya genelinde bir saygınlık kazanabiliriz.

Oda müziği konusunda Türkiye’de bir açık olduğunu düşünüyor musunuz?

Oda müziği konusunda Türkiye’de bilhassa son yıllarda çok değerli çalışmalar yapılıyor. Zira onlarca çok değerli müzisyenlerden oluşan oda müziği toplulukları mevcut. Ama bahsettiğiniz şey oda müziği eğitimindeki açıklık ise, evet orada bir açıklık söz konusu olabilir. Ama kesinlikle doldurulamayacak bir açıklık değil. Çok iyi oda müziği hocalarımız var ve bu hocalarımızın sayısının artması elbette hepimizin arzusu. Oda müziği ustalık sınıflarının sayısı artırılarak da güzel katkılar sağlanabilir.

İlk profesyonel CD kaydınızı da yakın bir tarihte gerçekleştirdiniz. Biraz ondan bahseder misiniz? Nasıl bir motivasyonla çıkardınız? Teması neydi?

Ekim 2020’de Rus besteci Igor Stravinsky’nin 50. ölüm yıl dönümü vesilesiyle üniversitemizin bir CD kaydı projesi gerçekleştirmeyi planladığı, bu proje için bir solist arandığı ve bunun için seçmeler yapılacağı duyuruldu. Bu haberi duyar duymaz aynı günün akşamı çalınacak eserin (Stravinsky Piyano Konçertosu) notasını elde ettim ve hemen çalışmaya başladım. Aralık ayında yapılan solistlik seçmelerine hocam Prof. Alexej Gorlatch’ın da desteğiyle çok hızlı bir şekilde hazırlandım ve seçmeler sonrasında Mart ayında gerçekleşmesi planlanan fakat alınan Covid 19 tedbirleri dolayısıyla Mayıs ayına ertelenen CD projesinde üniversite orkestrasına solistlik yapmaya hak kazandığım haberini aldım. Bu çok mutluluk verici bir andı.

Covid-19 sürecinde hepimiz zaman zaman motivasyonumuzu kaybeder gibi olduk. İşte tam da bu süreçte bu proje benim için adeta yeniden hayata dönüş oldu. Müthiş bir motivasyonla çalıştım ve bu motivasyonu bana sağlayan bu önemli projede yer aldım. Birbirinden kabiliyetli müzisyenlerden oluşan Hochschulorchester-HfMDK ile Mayıs ayında yalnızca iki prova ve iki kayıt günü olmak üzere 4 gün içerisinde büyük emek vererek kaydı tamamladık. Orkestramızın şefi Prof. Vassilis Chirstopoulos’tan edindiğim bilgiye göre ise CD’miz en geç önümüzdeki sonbaharda yayınlanacak.

İdil Biret sizin piyano yorumlarınızdaki form anlayışı ve doğal farklılıktan övgüyle söz eder. Gerçekten de sizin birçok konserinizi izlerken eseri yaşadığınızı tüm vücudunuzla, mimiklerinizle gösteriyorsunuz. Sizin piyanistliğinizi farklı kılan özellikleriniz neler?

Sanatla uğraşan insanlar sanatlarıyla iç dünyalarını dışarı yansıtırlar. Esasında sanat bir nevi duygularımızın dışavurumudur diyebiliriz. Ben hayatımda yaşadığım olumlu veya olumsuz hadiseleri dillendirmekten pek haz etmem. Fakat sahnede sanatımı icra ederek bütün duygularımı en saf haliyle gün yüzüne çıkarabildiğime inanıyorum. Ben istemesem de bu zaten sahnede bir şekilde vücuduma ve mimiklerime yansıyor. Fakat vücut ve mimik hareketlerinin icra sırasında getirdiği dezavantajlar da mevcut. Onları da sahnede bir şekilde kontrol etmeyi bilmeniz gerekiyor. Kontrol edemediğiniz takdirde icra ettiğiniz esere o esnada beklenmedik bir şekilde kötü tesiri olabilme ihtimali her zaman var. Ben sahnede kendimle hala zaman zaman bunun mücadelesini veriyorum diyebilirim.

Piyanistlikte bu başarılı noktaya gelene kadar nasıl bir çalışma disiplini izlediniz ve ne tür fedakarlıklarda bulundunuz?

Bu noktada her gün mümkün olduğunca düzenli çalışmanın rolü epey büyük. Zira zaten her gün düzenli çalıştığınız ve enstrümanınıza düzenli vakit ayırdığınız zaman haliyle bazı fedakarlıklar yapmak zorunda kalıyorsunuz. Uzun tatil yapmamak, uzun seyahatlere çıkmamak, el ve kollar zarar görmesin diye bazı sporları yapamamak gibi çok ciddi fedakarlıklar gerekebiliyor. Her güzel olan şey zordur. Bizim mesleğimiz de dünyanın en güzel mesleği olduğuna göre en büyük zorluklar da bizim karşımıza hep çıkmaya devam edecek. Önemli olan yılmadan bu zorluklarla baş edebilmek ve onları her seferinde aşabilmek.

Aklınızdan hiç çıkmayan bir sahne deneyiminizi aktarır mısınız ?

2016 ylında Ankara’da CSO konser salonunda çellist arkadaşım Umut Sağlam’la gerçekleştirdiğimiz Piyano – Viyolonsel resitali… Konserin ilk yarısında ben Beethoven’in ‘Appassionata’ sonatını icra ettim. İkinci yarısında ise Umut’la beraber Brahms’ın Çello ve Piyano için yazdığı mi minör tonundaki sonatını çaldık.

Konserin ilk yarısında, Appassionata’nın yavaş olan ikinci bölümünü çaldığım esnada bir anda yangın alarmı çok şiddetli bir şekilde çalmaya başladı. Fakat ben istifimi bozmadan ne çaldığımı bile tam olarak duymamama rağmen çalmaya devam ettim. Alarm bir süre sonra sustu. Sonra tekrar çalmaya başladı ve yeniden sustu. Tam sanırım bitti derken tekrar çalmaya başladı ve insanlar artık telaşlanmaya başlamıştı. Salonda bir hareketlilik olduğunu sezdim, bazı dinleyiciler salondan çıkıp dışarı baktılar. Ben bütün bunlar yaşanırken halen çalmaya devam ediyordum. İlk kez başıma böyle bir olay geliyordu, henüz 16 yaşındaydım, tecrübesizdim ve sahnede tek başımaydım. Ne yapacağımı bilemedim ve zaten o an hiçbir şey düşünemedim. Sadece çalmaya devam ettim ve sonrasında eserin üçüncü ve son bölümünü de icra ederek selamımı verip içeri gittim.

Konser arasında kuliste olay hakkında bilgi almaya çalıştım fakat kimsenin bir bilgisi yoktu. Sadece yanlış alarm dendi ve CSO konser salonunun tarihinde böyle bir olayın ilk defa yaşandığı vurgulandı. Onun da bana denk gelmesi bu olayı unutulmaz yapan diğer etkenlerden biri.

Çok ilginç ve hatta korkunç ama asla unutamayacağım bir anıdır başkentte yaşananlar.

Fakat CSO’nun yeni inşa edilen dünya standartları üzerindeki muhteşem konser mekanında çalmak ve orada çok daha güzel anılar biriktirmek en büyük temennilerim arasında.

Peki sahneye ilk çıktığınızda neler hissedersiniz? Piyano ile nasıl bir etkileşiminiz var?

Sahneye çıkmadan önce ellerim terler. Tamamen psikolojik bir durum. Çoğu piyanist ve müzisyende bu durumla karşılaşabilirsiniz. Ellerin buz kesmesi, karın ağrısı, baş ağrısı, çarpıntı… Bunlar konser öncesi heyecanının getirdiği birtakım zorluklar. Ama esas zor olan bu heyecanın sizi kontrolü altına almasına izin vermeden sizin onu kontrol etmeniz. İşte o zaman çoğu şey sahneye çıktığınızda yolunda gider. Sahneye çıkışımda ve sahneden inişimde çok ağır hareket etmemeye özen gösteririm. Önemli olan icradır, sahneye nasıl gelip gidildiği değil. Selamımı verdikten sonra çalmaya hemen başlamam. Önce bir soluklanırım, gözlerimi kapatırım, salonun sessizliğini dinlerim, o atmosferi benimserim ve sonrasında hazır hissettiğimde çalmaya başlarım.

14 yaşında bir Ulvi Cemal Erkin yorumunuz var ki büyülenerek izledim. Onu çalarken neler hissetmiştiniz? Erkin’in eserlerinin sizin müzik yaşantınızdaki önemi, etkisi nedir?

Bahsettiğiniz konser sanırım 2014 Ocak ayında Prof. Dr. Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde verdiğim resital. Bis parçası olarak Ulvi Cemal Erkin’in ‘Küçük Çoban’ eserini icra etmiştim. Eser süre olarak kısa ama etkisi çok büyüktür. Ben ne zaman dinlesem, icra etsem çok etkilenirim. Adeta bir ağıt etkisi yaratır.

Ulvi Cemal Erkin’in tıpkı diğer ‘Türk beşleri’ bestecileri gibi bendeki yeri özeldir. En büyük hayallerimden bir diğeri de Erkin’in piyano konçertosunu ülkemizin ve hatta dünyanın önde gelen orkestralarıyla icra etmek.

Sizin için vazgeçilmez, özel olan piyanistler kimlerdir?

Türkiye’nin değerleri olan dünyaca ünlü büyük piyanistlerimiz herkes gibi benim için de vazgeçilmezdir. Şu sıra Rus piyanist Daniil Trifonov icrasıyla, kabiliyetiyle, inanılmaz müzikalitesi ve sahne performansı ile benim için yine vazgeçilmez, yeri özel olan bir piyanisttir. Andras Schiff, Arthur Rubinstein, Sviatoslav Richter ve Arcadi Volodos benim için vazgeçilmez diğer isimler. Ayrıca piyanoya ve müziğe olan bakış açımı olgunlaştıran ve geliştiren, beni her zaman sorgulamaya, araştırmaya teşvik eden Hüseyin Sermet’in de yeri benim için özeldir.

Peki piyano repertuarınızın vazgeçilmezi olan besteler ve besteciler hangisi ?

Sanırım Polonyalı besteci Chopin ve eserleri. Repertuarımda hangi besteci olursa olsun her zaman Chopin’e yer var. Hiç repertuarımdan çıkardığım olmadı. Süre olarak uzun eserlerini repertuarıma almadığım zamanlarda bile etütleri, mazurkaları, noktürnleri gibi kısa süreli eserlerine hep yer vermeye çalıştım.

Türkiye’ye geri dönme planınız var mı ? Yakın geleceğe dair hayalleriniz, projelerinizden söz eder misiniz ?

Türkiye’ye geri dönme planı biraz uzak gelecek gibi görünüyor şimdilik. Fakat elbette o gün gelecek. Almanya’ya ilk geldiğim günden beri şöyle şeyler duyuyorum; Türkiye’ye dönecek misin, sen Almanya’da kalırsın artık dönmezsin, iyi ki gittin kal orada dönüp ne yapacaksın ?! Ben Almanya’ya aldığım eğitimi geliştirmeye geldim. Sanat yolculuğumu uluslararası düzeye taşımak için geldim. Ülkemi en iyi şekilde tanıtmak ve temsil edebilmek için geldim. Elbette bir gün ileride Türkiye’ye dönüp burada edindiğim ve edineceğim tecrübeleri gelecek nesillere aktarmak en büyük hayallerimden biri. Ben ülkemi çok seviyorum ve şayet mümkün olduğu takdirde ülkemizin sanat alanındaki gelişimi ve kalkınması için katkı sağlamak çok gurur verici olacaktır. Ancak bu tarz hayalleri konuşmak ve değerlendirmek için henüz erken. Dediğim gibi yakın gelecek için kurulan hayaller değil. Gerçekleştirmeyi en çok hayal ettiğim projelerden biri de, ülkenin dört bir yanında, her bir köşesinde, her bir köyünde konser vermek ve o insanları piyano enstrümanıyla tanıştırmak. Elbette bu konserlerde yalnızca batıya ait ezgiler olmayacak. Zira hiç batı müziği dinlememiş insanlar konser sırasında oldukça zorlanabilir ve onlar için bir nevi işkenceye dönüşebilir. O yüzden doğu-batı sentezli bir programla bu projeyi gerçekleştirmek istiyorum. Ve şayet bu hayalimi gerçekleştirme olanağım olursa, konserlere aslen memleketim olan ve çok bağlı olduğum Trabzon’daki köyümüzden başlayacağım. Bir diğer büyük hayalim ise üniversitelerde konserler vermek ve akranlarımla, öğrencilerle bir araya gelmek. Şimdiye kadar İstanbul’un birkaç saygın üniversitesinde bu hayalimi gerçekleştirme olanağı elde ettim. Fakat bu konserleri yurt genelindeki üniversitelerde de yapmak istiyorum. Üniversite konserlerini çok önemsiyorum, zira bu konserlerle öğrencilere bir nevi ilham kaynağı olabilirsiniz ve klasik müziği gençler arasında da yaygınlaştırabilirsiniz.

Türkiye’de genç müzisyenlere yeterince olanak tanındığını düşünüyor musunuz ?

Ne yazık ki yeterli değil. Bu kadar kabiliyetli genç müzisyenin olduğu bir ülkede olanakların çok daha fazla olması gerekir. Zira olanakların sayısının artması halinde kendini yurtdışına gitmek ve orada ispat etmek zorunda hisseden genç müzisyen sayısının doğru orantılı şekilde azalacağına inanıyorum. Ve çok değerli sanatçılarımızın, bilhassa devlet sanatçılarımızın gençlere yönelik tanınan olanakların artmasında öncülük etmeleri en büyük dileğimiz. Her sanatçımız elinden geldiğince gençlere destek olmaya çalışıyor, onlara minnettarız. Fakat bu olanakların yalnızca sanatçılarımızın bireysel çabalarıyla ya da projeleriyle değil, genel olarak bir bütün halinde ülkece sağlanmasının çok daha büyük bir kitleye ulaşacağı kanaatindeyim.

1 comments

Yorum bırakın