Genç kemancı Didem Güzel: “Daha ne kadar ileri gidebilirim sorusunu hep kendime sorarım ve denemekten asla korkmam. Çünkü bu hayat ve olanaklar hep bizler için”

Fotoğraf: Valuska Gábor 

1997 yılı doğumlu genç kemancı Didem Güzel, 2008 yılında Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nda keman eğitimine Prof. Cengiz Özkök ile başladı ve ardından eğitimine Prof. Ludmilla Sirotina ve Ebru Karaağaç ile devam etti. Lise ve Lisans eğitimine de aynı üniversitede devam ederken bu süreç içerisinde Jaroslaw Pietrzak, Igor Pikayzen, Önder Baloğlu, İldiko Moog, Alexander Markov ve Gilles Apap gibi ünlü isimlerin Masterclass’larına katıldı. Bu masterclasslardaki deneyimleri, birikimleri, karşılaştığı eleştiriler ve öneriler, genç kemancının benliğini inşa etmesinde önemli bir katkı sağladı, onu müzik dünyasının rekabetçi ve kişisel gelişime odaklanan boyutuna hazırladı.

K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ve Çukurova Senfoni Orkestrası’nda konuk sanatçı olmasının yanı sıra Ankara Gençlik Senfoni Orkestrası, Bilkent Gençlik Senfoni Orkestrası ve Hacettepe Senfoni Orkestrası ile de çeşitli konserler verdi.

2016-2018 yılları arasında Cem Mansur yönetiminde Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası ile ülkemizi yurtiçi ve yurtdışında temsil eden Güzel, 2018 yılında 18. Yüzyıl repertuvarı üzerine yoğunlaşan trio grubu Rendi ile yurtiçi konserler verdi. 2018-2019 eğitim öğretim yılı içerisinde ERASMUS + programı ile Macaristan Ferenc Liszt Academy of Music’de Prof. Nathan Giem’in sınıfına kabul edilmesi ve orada çeşitli orkestra projelerinde yer alırken bir yandan oda müziği ve solo konserler vermesi ise hayatında önemli bir dönüm noktası oldu. Zira sonraki yıllarda Macaristan’da sanatıyla kendisini bir “kültür elçisi” olarak konumlandırması bu döneme rast geliyor.

Didem Güzel, Budapeşte’de bir yandan da yabancı uyruklu öğrencilere müzik eğitimi verdi ve Hochschule für Musik und Theater Hamburg’da Andreas Röhn ve Conservatorio Tartini’de (Trieste) Massimo Belli ile bu sene içerisinde çalışma imkanı buldu.

Güzel, 2020 yılı Güz döneminde Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’ndan mezun oldu ve sonrasında Muhammedjan Turdiev ile çalışma imkanı bulması akabinde MEB ile ortak anlaşma sürdüren Stipendium Hungaricum devlet bursu ile Macaristan Ferenc Liszt Academy of Music’de ilk Türk burslu öğrenci statüsü adı altında Master eğitimi yapmayı iki hükümet arasında da yapılan zorlu elemelerden sonra hak kazandı. Master performans eğitimini Somogyi Péter ve Környei Zsofia ile halen sürdüren ve “en büyük hayalim burada, yaşamaktan keyif aldığım Budapeşte’de bir orkestra ile iş hayatına başlamak” diyen Güzel’i yakından tanımanız için kendisiyle gerçekleştirdiğim bu değerli söyleşiyi beğeninize sunuyorum:

Didem hanım merhaba. Öncelikle müzik alanında birçok gence ilham veren bir hikayeniz var. Kısaca nasıl başladığından söz edelim dilerseniz. Müziğe ilginiz ve yeteneğinizi nasıl keşfettiniz?

Merhabalar, çok teşekkür ederim. Öncelikli gayem her zaman genç müzisyen arkadaşlarımı hayalleri için yüreklendirmek olmuştur. Müziğe olan ilgim evde başladı, babam müzik ile ilgilenir ve çok güzel ut çalar. Evde Türk sanat müziği dinleyerek büyüdüm ve ilk enstrümanım olan mandolini babam sayesinde öğrendim. Sonrasında kendimi babamın pazar günleri olan koro çalışmalarında buldum ve ilkokuldaki müzik öğretmenim tarafından da desteklendim. Ailemizde müzisyen biri olmasa da herkesin müziğe olan ilgisi ve sevgisi benim bu alana yönlenmemi sağladı ve sonrasında kendimi Ankara Devlet Konservatuarı’nda buldum.

Peki bu yeteneğin üzerine akademik olarak nasıl bir eğitim eklediniz? 

Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı’na 2008 yılında kabul edildim ve 2020 yılında mezun oluncaya kadar eğitimimi orada sürdürdüm. İlk önce Prof Cengiz Özkök ile başladığım keman eğitimime sonrasında Prof. Ludmila Sirotina ve sonra da Prof. Ebru Karaağaç ile devam ettim. Bu süreçte koro içinde yer almak beni çok etkiledi ve çok değerli hocalarımız Atilla Çağdaş Değer ve Çiğdem Aytepe ile birçok çalıştay ve turnelere katılma imkanı bulduk. Genç müzisyen arkadaşlarım ile polifonik müzik içerisinde yer almak, bana kendimi hep çok iyi ve güçlü hissettirdi. Sonrasında orkestra ve oda müziği alanında aktif bir öğrenim hayatı geçirdim. Ankara Gençlik Senfoni Orkestrası’nda projelere katıldım, Gürer Aykal, Orhun Orhon gibi değerli şeflerimiz ile çok güzel projelerde yer aldım. Orkestra ile birlikte tüm o müzikal armoninin içinde kemanımla var olabilmek hep büyü gibi gelmiştir. Çoğunlukla senfonik müzikler çalıştık ve kendimi hep oraya ait hissettim.

Katıldığınız ustalık sınıfları, müzikal gelişiminizde nasıl bir etki yarattı? 

Ustalık sınıfları bana çok farklı perspektifler kazandırdı. Bir eser üzerine yoğunlaşıp onu elinizden geldiğince en güzel şekilde icra etmeye çalıştığınızda, bazı noktaları gözden kaçırabilirsiniz. Veya çalıştığınız dönemde müzikal algınız o eseri tamamıyla anlayabilmeniz için yeterli olmayabilir. Bu sebeple farklı bir bakış açısı her zaman yardımcı olmuştur. Veya eserinizi uzun süre bir kişi ile çalıştığınızda, sadece tek bir bakış açısı üzerinden değerlendirirsiniz lakin farklı bir görüş size bambaşka bir kapı açabilir. Aynı zamanda masterclass’lar hep bir performanstır. Büyük ustaların önünde performans etme hakkı doğması hep çok güzel bir tecrübe oldu benim için. Görüşlere ve eleştirileri hep çok açık oldum ve analiz ederek kendimi en uygun yorumu bulmaya çalıştım. Açıkçası masterclass’lar bana beni bulmamda yardımcı olan anahtarlardı hep.

2016- 2018 yılları arasında Cem Mansur yönetiminde Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası ile ülkemizi yurtiçi ve yurtdışında temsil ettiniz. Peki bu deneyim size nasıl bir katkı sağladı? Cem Mansur’un hiç unutamadığınız ve hayatınıza ışık tutan bir öğüdü veya yönlendirmesini paylaşabilir misiniz? 

Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası benim için çok değerli bir tecrübe ve içinde yer aldığım en büyük proje idi. Ufkumun dünyaya açıldığı bir projeydi bence. Benim için yeni yerler, kültürler keşfetmek hep çok ilgi çekiciydi ve bunun müzik ile birleşmesi beni hep çok heyecanlandırdı. ( İlk yıl orkestraya davet edildiğimi öğrendiğimde heyecandan bayılmıştım). Müthiş eserler çalıştık içinde bulunduğum üç yıl boyunca ve şu an o eserleri dünyada herhangi bir yerde profesyonel orkestra seçmelerinde icra etmemiz bekleniyor. Benim için bu seçmelere katılmak daha kolay, çünkü çoktan icra ettiğim müzikler oldu. Bunların yanı sıra ülkemizi klasik müzik adı altında Avrupa ülkelerinde vermiş olduğumuz konserler ile temsil etmemiz çok gurur vericiydi. Hep çok coşkulu ve heyecanlıydık. İzleyiciler de performans sonunda soluksuz alkışlıyorlardı, iki taraf için de müthiş bir tecrübe bence. Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası’nın bize sağlamış olduğu tecrübe ile müzikleri ait oldukları topraklarda icra etme hakkı kazandık, inanılmaz konser salonlarında performanlar verdik. Klasik müziğin oldukça ilgi gördü ve desteklendi Avrupa ülkelerinde kısa sürelerde de olsa yer alma hakkı kazanmış olmak bana çok farklı bir bakış açısı kazandırdı, kendimi çok güçlü hissettirdi ve mesleğimin nerede gerçekleştirmek istediğimi anlamamı sağladı.

Cem Mansur ile çalışmak şu ana kadarki diğer şeflerle olan tecrübelerimden kesinlikle çok farklıydı. Öncelikle provalarımızın arka planında bizi hep bir araya getirip Sabancı Üniversitesi kampüsünde müzikal etkinlikler yapıp icra ettiğimiz eserlerin başka orkestralardan kayıtlarını hep beraber dinler, sonrasında da bestecinin hayat hikayesini çok detaylı bir şekilde Cem hoca’dan dinler, analizler yapardık. Cem Mansur çok örnek aldığım, çok saygı duyduğum bir şef oldu hep, benim ve birçok arkadaşımın da düşündüğü gibi bir ‘dünya insanı’dır kendisi. Mesela, akıcı bir şekilde Almanca ve İtalyanca konuşabildiği için Almanya ve İtalya konseri öncesinde seyircilere yaptığımız çalışmalarımızı onların dillerinde açıklarken herkesin gönlünde taht kurup çok saygı kazandı. Kesinlikle idol olarak gördüğüm ve çalışmalarında yer almamı sağladığı için çok teşekkür borçlu olduğum birisidir.

2018 yılında 18- 19. Yüzyıl repertuvarı üzerine yoğunlaşan trio grubu Rendi ile yurtiçi konserler verdiniz. 18.yüzyıl repertuarı niçin önemli ve sizin için neler ifade ediyor?

Rendi grubu ilk olarak Sarper Dağtekin ile tanışmam ile başladı. Bugüne kadar bir çok gitarcı arkadaşınla gitar ve keman repertuvarı üzerinde çokça çalışmam oldu ve Sarper de içlerinden bir tanesi. Sonrasında çellist arkadaşımız Beste Ünsal’ı da aramıza alıp repertuvar araştırmasına başladık ve Mozart’ın P.J.Porro düzenlemesini keşfettik. Sonrasında gitarlı & yaylı çalgılar repertuarının çok geniş olduğunu fark ettik. Bu benim için çok önemli çünkü yaylı çalgılar bölümü öğrencileri ve icracıları olarak pek çok toplulukla çalıyoruz. Fakat çalgımızın tarihinde önemli bir yer tutmasına rağmen yeteri kadar oda müziği repertuarımıza dahil edip etmediğimizi, aslında zenginleştirmek için önemli olabileceğini keşfettim ve hatta Paganini’nin aynı zamanda çok önemli bir gitar bestecisi olduğunu, gitar için bir çok sonat yazdığını öğrendim. Repertuar’da Schubert, Berlioz gibi bestecilerin eserleri mevcut ve aynı zamanda Paganini de. Gitarcılarda ise Fossa ve Carolli’nin eserleri çok güzeldir.

ERASMUS + programı ile Macaristan Ferenc Liszt Academy of Music’de Prof. Nathan Giem’in sınıfına kabul edildiniz. Bu başarı, sizin sonraki yıllarda müzikal geleceğiniz açısından belirleyici oldu mu? 

Macaristan’a ilk kabul edildiğimde çok heyecanlanmıştım çünkü Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası ile turnelerimizden birini orada gerçekleştirmiştik 2018’de. Erasmus eğitim sürem boyunca Nathan Giem’in sınıfında yer aldım ve kendisi aynı zamanda çok aktif bir orkestracı olduğu için o dönemde de Budapeşte Radyo Filarmoni’de konzertmeister idi. Bana orkestraya yönelik ekstra bir eğitim verdi. Bu çalışmalarımızın yanı sıra o dönemde Liszt Akademi’nin öğrenci orkestrası konserlerinde yer aldım. Liszt Ferenc Akademi’de okurken kendinizi bir öğrenciden çok müzisyen olarak hissediyorsunuz, sunulan imkanlar müthiş. Okul binasını tarif etmeye kelimeler yetmez, bence dünya üzerindeki eşsiz bir konservatuvar binası. Burada sanata ve sanatçıya verilen değer çok güzel bir seviyede. Sonraki eğitim hayatım için araştırmalarıma başladım o dönemde ve master programı için gerekli koşulları oluşturmaya da başladım.

Budapeşte’de yabancı uyruklu öğrencilere müzik eğitimi vermeye nasıl karar verdiniz? Bu süreçte nasıl hayat hikayeleriyle, mücadelelerle karşılaştınız? 

Erasmus eğitimime Hacettepe Üniversitesi’nin Erasmus hibesi ile gittim. Lakin Budapeşte gibi bir şehirde yaşamak için hibem çok da yeterli değildir ne yazık ki. Türkiye’den kendi birikimlerimin desteği dışında bir yandan da keman ve solfej eğitimi verebileceğimi fark ettim. Ankara’da da öğrencilerim vardı ve iletişimim hep çok güzel oldu öğrencilerimle. Budapeşte de burada uzun süredir yaşayan aileler ile tanışma fırsatım oldu ve bana öğrenciler bulman konusunda çok yardımcı oldular. Böylelikle yabancı dilimi de geliştirdim öğrencilerle çalışırken.

Macaristan’da Erasmus’la gittiğiniz üniversiteye yeniden yüksek lisans eğitimi için ilk Türk burslu öğrenci olarak gittiniz. Sizi Macaristan’a çeken ne oldu? 

Aslında Erasmus eğitimim bittiğinde kendimi tam olarak tamamlanmış hissedemedim eğitim açısından, çünkü 1 yıla birçok şey sığdırmak gerçekten kolay değildi. Ve Budapeşte’de kendimi evimde gibi hissediyordum, fazlasıyla alıştığım bir şehir ve eğitim hayatıydı benim için. Hep geri dönmek ve farklı deneyimler de kazanmak istediğim bir yer oldu. Aktif orkestra projeleri ve oda müziği derslerinden çok verim almıştım o dönemde. Sonrasında Master programları araştırırken Stipendium Hungaricum bursunu keşfettim ve başvurdum. Zorlu aşamalardan geçtiğimiz bir burs bu, iki hükümet arasında anlaşmalı yürütülen bir burs ve MEB tarafından kültür elçisi olarak seçilip Macaristan’a tekrar gelebilme hakkı kazandım.

Macaristan’daki keman eğitimiyle Türkiye’yi kıyaslar mısınız? 

Net bir kıyaslama yapabilmek için daha uzun yıllar burada kalmam gerektiğini düşünüyorum çünkü covid sebebiyle bu yıl eğitimim online olarak gerçekleşti. Ama kendimi psikolojik olarak çok daha rahatlamış hissediyorum, çünkü Türkiye’de öğrencilik hayatımda çok kaygılı seneler geçirdim, kendimi hep daha iyisini yapabilmek için zorladım, bunu çok istedim ama bu yolda da yalnız hissettim. Gerçekten zorlayıcı bir eğitim süreci geçirdim ve işin özünden uzaklaştım. Sahne korkularım başladı, kendimi enstrümanımla ifade etmek beni çok zorluyordu, çünkü fazlasıyla mükemmeliyetçi bir kişiliğe sahibim ve kendimi hiç bir zaman yeterli bulmadım. Bu beni çok kaygılandırdı, özgüvenimi toparlamak çok zamanımı aldı ve ne yazık ki çok büyük destek alamadım bu süreçte. Sonrasında mezuniyetimden sonra çok değerli hocam Muhammetcan Turdiev ile tanıştım ve bana çok büyük desteği oldu, toparlanmamı sağladı ve bana neler yapabileceğim konusunda çok yardımcı oldu. Açıkcası onunla çalıştığım son 1 sene sanırım bana en iyi gelen dönemdir müzik eğitim hayatım boyunca. Buradaki zorlu eğitim hayatının temellerini psikolojik ve teknik olarak zemin oluşturduk beraber, ve kendimi bu seneki performanslarımda (her ne kadar sayılı olsa da) çok daha özgür ve güçlü hissediyorum. Buradaki eğitmenlerimiz de bizi olabildiğince aktif tutarak bu kaygılarımızdan arınmamıza yardımcı oluyorlar. 

Macaristan’da “kültür elçisi” olarak neler yapıyorsunuz? 

Çeşitli elçilik faaliyetlerinde bulunuyorum, öncesinde de konserler vermiştim buradaki Yunus Emre Enstitüsü’nde. Covid sebebiyle sadece online, videolar aracılığı ile performans yapabildim bu sene. 

Klasik müzik sizce Avrupa çapında Türkiye ve Macaristan’ı birbirine yakınlaştıran bir araç mı, neden? 

Aslında tarihi açıdan baktığımızda birbirimizden fazlasıyla etkilenmiş olan iki milletiz. Osmanlı döneminde 150 yıl beraber yaşadığımız için müziğimiz de birbirinden etkikenmiş hali ile. Macar folk müziğinin temelinde yatan melodiler aslında bizim Türk halk müziğimizden etkilenmiştir. Bunu tam anlamıyla keşfeden ünlü Macar besteci Bartók Bélá’dır ve Macar müziğinin gerçek özünü bulmak adına çeşitli seyahatler gerçekleştirmiştir, içlerinden bir tanesi de Türkiye’ye olan seyahati aslında. Türk beşleri olarak bildiğimiz büyük bestecilerimizden olan Ahmet Adnan Saygun ile bu dönemde tanışmış ve Adana yakınlarındaki köylere giderek beraber araştırmalar yapmışlardır müzik adına. Bártók müziğini dinlediğinizde bu benzerlikleri bulmak çok mümkün, ve burada bunu herkes biliyor mesela. Bizi müzik kesinlikle birbirimize yakınlaştırmıştır.

Macar kültürü Türk kültürüne sanat alanında hangi açılardan yakın, hangi açılardan farklı? 

Folk dansları bizimkine çok benziyor aslında, aynı şeyi mimari ve resim adına söylemem mümkün değil. Mimarileri antik Yunan’dan çok etkilenmiş, bunun sebebi de kullanılan sütunların insanların kaygılarından uzaklaştırıp onları sakinleştirmesi olduğu söyleniyor. Bunun yanı sıra kumaş işleme/el sanatları bizim el sanatlarımıza çok benziyor. 

Müzik sizce toplumları birbirine yakınlaştırır mı ve bunu nasıl başarır? 

Müzik toplumları birbirine belki de en çok yakınlaştırabilecek bir araçtır çünkü kendi diline sahiptir, evrenseldir, duygular aracısıdır. Hepimizin hisleri vardır ve bunları farklı bir dille size sunar. Herkeste farklı anılar çağrıştırabilir ama bu efekti sağlaması bile bizi bir yapan, insan yapan bir özelliktir. Müzik kültürdür, tarihtir, şu andır ve gelecektir aynı zamanda, ve bu hepimizi ilgilendirir.

Müzik tarihinde sizi en çok cezbeden, “keşke yaşasaydım” dediğiniz dönem hangisi? 

Sanırım klasik dönem benim kendimi en yakın hissettiğim dönem oldu. İcra etmeyi çok sevdiğim eserlerin bestelendiği, ölçüleri ile tam olarak belirli bir çerçeve içerisinde kalarak hayal gücümüzü buna paralel olarak kullanmak ve icra etmek bana yakın geliyor. Mozart’a bayılıyorum, bana altın oranı çağrıştırıyor müziği. Kesinlikle icrası en zor müzik olabilir, ama aynı zamanda kendimi bir sarayda gibi hissediyorum Mozart çalarken.

Peki yaşamındaki mücadelelerinden ilham aldığınız kompozitör hangisi ve neden? 

Beethoven benim için. Olanakların tükendiği yerde ışık bulmaya çalıştığı ve müziğini kalbini koyarak yaptığı için hep çok ilham almışımdır. Kulaklarım duyamazken keman çalabilmeyi hayal edemiyorum.

Sizin bir müzisyen kadın olarak “süpergücünüz” nedir? 

Daha ne kadar ileri gidebilirim sorusunu hep kendime sorarım, ve denemekten asla korkmam. Çünkü bu hayat ve olanaklar hep bizler için.

Macaristan’da kültür hayatını biraz anlatır mısınız? Orada eğitim gören Türk müzisyenlerle de görüşüyor musunuz? 

Kültür hayatı oldukça aktif normal zamanda. Her gün en az 5 konser salonu sadece Budapeşte’de doludur ve insanlar müzik dinlemekten asla sıkılmaz. Çok hayat dolu bir şehir, müzeleri ve sergileri hep çok dolu. Kendinizi hayatta ve canlı hissediyorsunuz. Uzun zamandır eğitim gören ve eğitimini bitiren arkadaşlarımla görüşüyorum evet.

Hayattaki hayalleriniz, yakın dönem hedefleriniz nelerdir? 

En büyük hayalim burada, yaşamaktan keyif aldığım Budapeşte’de bir orkestra ile iş hayatına başlamak. Şimdiden sınavlar için hazırlanıyorum, ama aynı zamanda öğretmenlik yapmaktan da çok keyif alıyorum. İmkanlarım gereğince burada yaşamaya devam etmek ve bu canlı hayat içerisinde ben de var olmak istiyorum. Arkadaşlarımla ve benden sonra gelecek olan genç müzisyenlere ilham vermek ve elimden geldiğince hedeflerine ulaşmaları için yardımcı olmak istiyorum. Ülkemi elimden gelen en iyi şekilde temsil etmek benim için çok önemli, çünkü Orta Avrupa’da ön yargılar çok sarsıcı olabiliyor. Biz azimli ve güçlü Türk gençleri olarak birbirimize destek olduğumuz süreçte daha da ileri gidiyoruz hep.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s