Genç Klarnet Sanatçısı Selin Gürol: “Klarnetim benimle canlanıp benim sesim oluyor”

  • Bu röportajı Andante / Temmuz 2021 sayısı için yapmıştım.

Türkiye’nin en prestijli orkestralarından biri olan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası geçtiğimiz sene Ağustos ayında çok değerli bir genç klarnet sanatçısını bünyesine aldı. 11 yaşından beri klarnete hayat üfleyen, hatta konservatuara ilk girdiğinde istemediği bir bölüme yönlendirilmesinden sonra derslere hiç girmeyip inatla tutkusunu keşfeden ve sonunda bularak klarnet bölümüne geçen Selin Gürol ile yazarımız, klarneti nasıl seçtiğinden CSO sanatçılığına kadar pek çok konuda sohbet etti.

Fotoğraflar: Neslin Gürol Erşahin

Klarnet sanatçısı Selin Gürol, Türkiye’de klasik müzik alanında verilen klarnet eğitiminin Fransız ekolüne dayandığını fark edip eğitimini tamamen Fransa odaklı kurguladı. Önce Nice Devlet Konservatuvarı’nda lisans yapıp buradan mükemmeliyet derecesiyle mezun olduktan ve solist lisans diplomasını aldıktan sonra solistlik ve orkestra uzmanlığını perçinlemek üzere Lozan Müzik Üniversitesi’nde yüksek lisansını tamamladı.

Her yıl sadece bir kişinin kabul edildiği Zürih Operası seçmelerini de başarıyla geçen Gürol, önce Zürih Filarmoni’de staj yapıp akabinde Zürih Sanat Üniversitesi’nde orkestra alanında yüksek lisans diploması aldı ve bu süreçte dünyaca ünlü klarnet sanatçıları ile çalışma şansı oldu. Gürol, eğitimini

2018 yılında Roma Santa Cecilia Devlet Akademisi’nde tamamladı. Türkiye’de Eczacıbaşı Vakfı ve İsviçre’de Bruno Schüler Vakfı’nın katkılarıyla eğitim hayatını sürdürmüş olan Gürol, Avrupa
ve Türkiye çapında birçok orkestrada yer aldı; Türkiye’nin yanı sıra Fransa, İtalya, Belçika, İsveç, Tunus, Monako, Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Yunanistan, İspanya ve daha nice ülkedeki müzik festivallerine davet edildi. Pandemiden hemen önce Venezüellalı fagotçu Oswin Carruido ve Türk piyanist Kandemir Basmacıoğlu ile Galata Trio isimli oda müziği grubunu kuran Gürol, kısıtlamalar sebebiyle grubu faal hale geçirememiş olsa da konser sezonu açıldığında bu grupla birlikte de isminden söz ettirecek.

Bir yandan İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda sanatta yeterlilik yapan Gürol, diğer yandan birçok müzisyenin hayallerini süsleyen Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası kadrosunda stajyer klarnet sanatçısı olarak görev alıyor. Klarneti sevdirmek için ise sosyal medyanın gücünü çok etkin şekilde kullanıyor ve takipçilerine bu büyülü enstrümanın sesini tüm güleryüzü ve sevecenliğiyle tanıtıyor.

Andante dergisinin Temmuz sayısı için Selin Gürol’la “klarnet erkeklerin tekelinde mi?”, klarnetiyle yaşadığı unutulmaz deneyimler, klarnetin orkestradaki önemi, yurt dışı eğitimlerin katkıları, bu yolda ilerlemek isteyen gençlerin ve çocukların nasıl bir yol izlemeleri gerektiği gibi çok ilginç konu başlıklarında çok keyifli bir söyleşimiz oldu. Müziğimize ve sözümüze kulak verir misiniz?

Merhaba Selin Hanım. Son dönemde gerek üstün başarılarınız, gerekse sosyal medya aracılığıyla pandemide dinleyici kitlenize ulaşma gücünüz sayesinde genç klarnetçiler arasında isminiz ön sıralarda yer alıyor. Peki klarnetle ilk tanışma anınızı anımsıyor musunuz? Çünkü bu enstrümana yönelmek, ya ailede benzer bir örnekle ya da konservatuvarda öğretmenlerin yönlendirmesiyle oluyor. Sizin serüveniniz nasıl başladı?

Merhaba Menekşe Hanım. Benim hikâyem normal şartlardan biraz daha değişik gelişti sanırım. Ailemde hiç müzisyen yok ve bu sebeple beni yönlendirebilecek de hiç kimse olmadı. Müzikle tanışmam babamın bana aldığı küçücük bir oyuncak elektronik orgda kendi kendime dinlediğim parçaları kulaktan çıkarıp çalmak ile başladı ve dokuz yaşındayken ilkokul müzik öğretmenim Sibel Tanju’nun yeteneğimi fark edip ailemi konservatuvar sınavlarını denemem için ikna etmesiyle gelişti. Sınavı başarıyla kazanmamdan sonra ise enstrüman seçimi gününde, bir fagot bir de trombon bölümünün öğretim görevlileri kendi aralarında kim beni sınıfına alacak diye tartışmaya girdi. Ben ise flüt veya obua gibi bir enstrüman çalmayı istiyordum. Sonuç olarak beni trombon sınıfına aldılar ve derslere neredeyse hiç girmedim çünkü aklım diğerlerinde kalmıştı.

Yaklaşık yarım sene sonra araştırmalarım sonucu klarneti keşfedip enstrüman değiştirmeye karar verdim. 2001 senesinin başında ne yapıp ne edip sonunda klarnet sınıfına kabul edildim ve serüvenim böylelikle başlamış oldu. İyi ki de oldu çünkü artık kendimi başka bir enstrüman çalarken hayal bile edemiyorum. Türkiye’de Bilkent Üniversitesi Müzik Hazırlık Lisesi’nde Selen Özyıldırım ile okudum ve yurt dışına çıkmamdaki en büyük destekçilerimden biri de kendisi olmuştur.

Her yıl sadece bir kişinin kabul edildiği Zürih Operası seçmelerinden başarıyla geçip kabul edildiniz
ve Zürih Flarmoni-Opernhaus’ta staja başlayıp Zürih Sanat Üniversitesi’nde Orkestra alanında Uzmanlık yüksek lisans diplomasını almaya hak kazandınız. Peki klarnet alanında İsviçre’deki eğitimi farklı kılan hususlar nedir?

Türkiye’den ilk olarak yurt dışına eğitim amaçlı gittiğimde 19 yaşına yeni girmiştim. Lisans eğitimime başlamak için Fransa’da Nice Konservatuvarı’nı tercih ettim çünkü klasik müzik eğitiminde en önemli etkenin kişinin beraber çalıştığı eğitmeni olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Türkiye’de klasik müzik alanında verilen klarnet eğitimi hep Fransız ekolüne dayanır. Bu yüzden Fransa’nın önde gelen klarnetçilerinden Michel Lethiec’i tercih ettim ve dört sene kendisiyle çalışma fırsatım oldu. Her şeyi yerinde yapmak gerektiğini düşünüyorum ki tam olsun. Bu yüzden ben de Fransız ekolünü gerçek yerinde tam anlamıyla öğrenmek istedim.

İsviçre’de ise biri solist bir diğeri de orkestra alanında uzmanlık olmak üzere iki ayrı yüksek lisans bitirdim. Burada beş sene boyunca birçok farklı eğitmenle çalışma fırsatım oldu ve sınavını kazanmam ile beraber Zürih Opera’da bir süre çalıştım. İsviçre, Fransa’ya göre çok daha düzenli ve bir o kadar da uluslararası bir ülke. Dünyanın dört bir yanından müzisyenle aynı okullarda eğitim alma ve orkestra ve oda müziğinde yer alma şansını yakaladım. Seviyenin çok yüksek olması dışında farklı kültürlerden insanlarla bir arada yaşamanın da sosyal ve kültürel açıdan bir sanatçıya katkıları sonsuz diyebilirim. Zaten Zürih Opera’daki çalışma disiplini ve müzisyenlerin seviyesi benim için çok büyük bir motivasyon kaynağı ve profesyonel bir deneyim oldu. Ayrıca Zürih Sanat Üniversitesi’nin olanakları fevkalade. Okul 7 gün 24 saat açık. Herkese yetecek kadar çalışma odası var. Odaların bakımları düzenli yapılıyor. Piyanolar akort ediliyor ve her odada ses yalıtımı var. Okulun kendine ait 4 farklı konser salonu mevcut. Oda müziği dersleri dünyaca ünlü müzisyenler tarafından yapılıyor. Okul orkestrası ise neredeyse profesyonel bir orkestra seviyesinde ve dünyaca ünlü şeflerin yönetiminde konserler düzenleniyor. Ayrıca yeni bir enstrüman edinebilmek ve eğitim için birçok burs imkanı da söz konusu. Ben de kendime bu sayede yeni bir çift klarnet alabilmiştim. Okulların kendi aralarında da öğrencileri birleştirmek ve tanıştırmak adına yaptığı ortak orkestra projeleri vs. oluyor. Dediğim gibi imkanlar gerçekten saymakla bitmez denecek kadar fazla.

Klarnet ‘erkek çalgısı’ mıdır?

Bu anlattıklarınızdan yola çıkarak, Avrupa’daki klasik müzik dinleyicisi sizce Türkiye’dekinden hangi noktalarda ayrışıyor? Özellikle klarnet özelinde düşünürsek, bu enstrümanın dinleyicilerini nasıl tanımlarsınız? Türkiye’de halk müziği, sanat müziği ve Romanlarla özdeşleşmiş, hatta ağırlıklı olarak da “erkeklerin tekelinde” bir çalgı iken şu anda nasıl bir konumda sizce? Siz bu önyargıları ne oranda yıktınız?

Avrupa’daki dinleyiciye klarnet sanatçısı olduğunuzu söylediğinizde “ne kadar harika!” gibi bir tepki verirler. Hatta çoğu kendisinin de küçüklüğünde bir enstrüman çaldığını veya daha önce gittiği x konserdeki x klarnetçinin ne kadar iyi olduğunu ve x eseri ne kadar beğendiğini söyler. Türkiye’de ise bu dinleyici kitlesi yine mevcut fakat Avrupa’ya nazaran maalesef halkın çoğunluğu böyle değil denebilir.

Elbette Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği çok değerlidir ve dediğiniz gibi klarnet Romanlarla özdeşleşmiş gibi algılanıyor olabilir. Ancak klarnet 1700 yılında Almanya’da ortaya çıkmış bir enstrüman. Ben de 20 seneyi aşkındır bu işi yapıyorum ve bu sürenin yarısını Avrupa’da geçirmiş bir klasik müzik sanatçısıyım. Buna rağmen “Türk müziği de çalıyor musunuz?” gibi sorular yine de yöneltiliyor.

Bunu aslında çok masum buluyorum çünkü ülkemize klasik müzik kültürü Avrupa’dan çok daha sonra girmiş ve insanlar sanırım buna hala adapte olabilmiş değil. Tabi aile ve okullardaki eğitimin de buna etkisi var. Çocuk yaşken eğilir ve ben de çocukken bu işe başlamasaydım belki ben de klasik müziğe bu kadar ilgili olamayacaktım. Hatta benim bu işi yapmam sebebiyle çevremdeki herkes de etkilenip klasik müziksever oldu diyebilirim. Sanatçı olarak bizim de amacımız zaten bu; önyargıları yıkmak ve sanatımızı icra ederek kitlelere ulaşmak.

“Erkeklerin tekelinde” diyerek de çok güzel bir noktaya değindiğiniz için teşekkür ederim. Çünkü özellikle sosyal medyadan bana ulaşan genç kızlarımız klarnet için “ciğerlerinin” yetmeyeceğini, bunun erkek “çalgısı” olduğunu söylediklerini belirten mesajlar atıp “siz nasıl yaptınız?” diye soruyorlar. Ben de erken yaşta başlayan doğru eğitim ile cinsiyet ayırt etmeksizin bu enstrümanı isteyen herhangi bir bireyin profesyonel olarak çalabileceğini izah ediyorum. Daha fazla kadın sanatçımızın da kendini ulusal ve
uluslararası platformlarda Türk kimlikleriyle tanıtmalarını dileyerek ileride daha da iyi bir noktaya gelebileceğimizi ümit ediyorum.

İşin bir de genelde gözden kaçan fiziksel boyutu var çünkü bu enstrümanı çalarken aslında vücudunuzun çok zinde ve güçlü olması gerekiyor. Klarnet çalan birisi sağlığında, beslenmesinde, yaşam tarzında özellikle nelere dikkat etmeli?

Bir müzisyenin öncelikle zihinsel sağlığına dikkat etmesi gerektiğini düşünüyorum. Çevremde çoğu zaman çalışıp üretmektense kimin ne yaptığıyla, ne çaldığıyla, ne kazandığı veya kaybettiğiyle daha çok ilgilenen birçok meslektaşım oldu. Daha gençken bu yanılgılara belki ben de düştüm, ancak zamanla daha iyi anladım ki bir müzisyenin her zaman kendini geliştirmekle işe başlaması ve bu doğrultuda devam etmesi gerekli. Yaptığının arkasında olup özgüveni olduğunda zaten gerisi geliyor ve zihinsel sağlık kısmını bir nevi çözmüş oluyoruz. Bunun için sosyal hayatın da çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ben hep yerli ve yabancı birçok arkadaşımla müzik dışında sanatsal ve sosyal faaliyetlere de hayatımda yer vermeye çok önem verdim. Bütün gün çalıştıktan sonra akşamları mola verip geceleri yatağa başınızı huzurlu koymanız gerekli. Önemli sınav, konser veya etkinliklerden sonra mümkünse mutlaka birkaç gün ara verilmeli. Çünkü fiziksel olmasının yanı sıra zihinsel zorluklar da içeren bir iş yaptığımız unutulmamalı. Onun dışında elbette her gün düzenli çalışmalı, düzenli beslenmeli ve düzenli spor ve egzersizler yapmayı es geçmemeli. Özellikle nefesli enstrüman çalan bir sanatçının hareketsiz yaşaması söz konusu dahi olmamalı.

İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, Bilkent Senfoni Orkestrası ve Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası gibi birçok orkestra ile solist olarak sahne aldınız. Üflemeli çalgıların solo konser programlarına pek nadir rastlıyoruz. Üflemeli çalgılara Türkiye’de gerçek değerinin verildiğine inanıyor musunuz? Yıllar içerisinde bu konuda bir gelişme kaydedildi mi sizce?

Öncelikle üflemeli çalgılara daha çok yer verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ben de Türkiye’de yıllar sonra ilk kez 2020’de solist olarak bir konser gerçekleştirebildim fakat bu, ülkeye çok yakın zamanda dönüş yapmamdan dolayı da kaynaklandı. Bu biraz da arz-talep döngüsünden kaynaklanıyor sanırım. Ama aslında seyirciye ne istiyorsa onu vermektense, “bakın bu da var” diye farklı enstrümanlara ve sanatçılara yer verilip sunulduğunda seyircinin de daha çok hoşuna gidiyor. Bir de klarnet repertuvarının solo eserler açısından kısıtlı olduğu düşünülüyor ancak esas sorun çoğu eserin hâlâ Türkiye’de telif hakkı sahibi olması. Bu sebeple önümüzdeki yıllarda daha farklı eserler ile karşınıza çıkabilmeyi ümit ediyorum çünkü aslında daha keşfedecek çok şey var.

Sizce klarnete eşlik edebilecek en güzel enstrüman hangisi?
Ben büyük bir Brahms hayranıyım. Bu sebeple klarnet, çello ve piyano üçlüsüne daha bir hayranım. Bu üçlüye ait birçok eseri de çok seviyorum ve bu enstrümanları çok yakıştırıyorum. Onun dışında klarnet yaylı kuartet ile de müthiş tınlıyor. Ayrıca arp ile beraber olan eserler de ayrı bir güzel. Nefesli kentetlerde de klarnet ara enstrüman gibidir, tını ve armoni açısından hep tamamlayıcı niteliktedir. Repertuvara bakarsanız klarnet ve kontrbas için de bir konçerto mevcuttur ve çok da güzeldir.

Neticede şunu söyleyebilirim ki insan müziğe aşık olunca elindeki enstrümanın ne olduğu çok da önemli olmayıp hangi enstrümanla beraber çaldığı da fark etmiyor denebilir. Çünkü elinizdeki enstrümanınız sizinle canlanıp sizin sesiniz olur ve sizin ruh halinize ve kılığınıza bürünür.

Klarnet sizce orkestrada nasıl bir yer doldurur? Hangi açılardan vazgeçilmezdir?
Klarnet orkestrada solo enstrümanlar arasında yer alır ve her klarnetistin çaldığı parti kendine mahsustur, başka kimse aynı partiyi çalmaz. Ben orkestrada en çok duygusal melodiler içeren diye tanımlayabileceğimiz soloları seviyorum. Ancak solo karakteri dışında klarnet orkestrada birçok kılıkla karşımıza çıkıyor ve işin cazip kısmı da sanırım bu. Hem tahta üflemeli enstrümanlar arasında ara sesleri çalıp armoniyi tamamlayan enstrüman olarak yer alır, hem de bazen kemanların melodisine eşlik eder. Bazen trompetlerin sololarını ünison olarak desteklerken bazen de fagot gibi bas enstrümanlara destek olur. Orkestrada yer alan klarnet ailesi de epey büyüktür; en tizi mi bemol klarnet, arada si bemol ve la klarnet ve de en kalını da bas klarnet olarak yer alır.

Fabio di Càsola, Robert Pickup, Heinrich Mätzener ve Felix-Andreas Genner gibi klarnet sanatçıları ile çalışma şansı buldunuz. Onlardan sizin müzik yeteneğinize katkı sağlayan ve aklınızda kalan en çarpıcı öğütler hangileri oldu?
Fabio di Càsola orkestra kariyerinin yanı sıra solist olarak yer alan bir sanatçı. İsviçreli- lerin geneli gibi çok organizedir, çok çalışkandır, çok seviyelidir ve çok kültürlüdür. Bir sanatçı olarak bana müzik dışında bir düzen ve disiplin aşıladı diyebilirim.

Robert Pickup ise Güney Afrikalı olup Zürih Opera’nın solo klarnetçisi ve inanılmaz bir müzisyendir. O kadar yetenekli bir sanatçı ki, kendine has müziğe dair fikirleri ve icrası vardır. Onunla yaptığımız her klarnet dersinden çıktığımda ayaklarım yerden ke- silirdi ve daha çok çalışıp kendimi geliştirecek daha çok fazla şey olduğunu düşünüp kendimi birden çalışma odasında klarnetimle bulurdum.

Heinrich Matzener Zürih Opera’nın mi bemol klarnetçisi ve ondan mi bemol klarnet eğitimi aldım. O güne kadar bu klarneti hep yanlış çaldığımı sayesinde fark ettim. Çünkü mi bemol klarnet normalde kullandığımız si bemol ve la klarnetten teknik olarak çok farklı. Bana teknik açıdan o kadar şey öğretti ki bunları diğer klarnetçiler ile paylaştığım- da şaşırıp bunları nereden öğrendiğimi sorarlar.

Felix-Andreas Genner ise bana klarnetin yanı sıra bir müzisyenin başa çıkması gereken hayat deneyimleriyle ilgili de çok şey öğretti. Kendisi Tonhalle Orkestrası’nın solo klarnetçisi ve bana bir orkestra sınavına nasıl hazırlanacağımı en iyi öğreten kişi o oldu diyebilirim. Bana aklınıza gelmeyecek bütün klarnet sololarını çalıştırırdı ve bugün kar- şıma çıksa hepsi hakkında sayesinde bir fikrim var.

Klarnet soloları besteleyen besteciler arasında en çok beğendikleriniz hangileri? Ve “keşke klarnet solosu besteleseydi” dediğiniz kompozitörleri de öğrenmek isterim.

Sevdiğim birçok besteci var ve gerçekten ayırt etmek zor. Ancak favorilerim Brahms ve Stravinski. Klarnet, orkestrada solo enstrüman olarak yer aldığı için her bir bestecinin klarnet için bestelediği harika orkestra soloları mevcut. Fakat bazı kompozitörler var ki neden hiç konçerto yazmamış diye gerçekten çok üzülüyorum. Mesela Stravinski’nin solo klarnet için yalnızca 3 Solo Parça adlı eseri vardır. Keşke bir konçerto da besteleseymiş dediğim çok oldu. Brahms’ın da iki adet harika sonatı var, ayrıca müthiş oda müziği eserleri var fakat nedense hiç konçertosu yok. Bir diğer “keşke” dediğim besteci ise Rahmaninov. Klarnet için bu kadar güzel orkestra soloları bestelemişken maalesef hiçbir konçertosu mevcut değil.

Venezuelalı fagotçu Oswin Carruido ve Türk piyanist Doç. Kandemir Basmacıoğlu ile birlikte Galata Trio oda müziği grubunun üyesisiniz. Bu gruptan, kuruluşunuzdan ve pandemi sonrası yakın dönem projelerinizden söz eder misiniz? Oda müziğinin Türkiye’deki gelişimi hakkında ne düşünüyorsunuz? Daha başka ne yapılabilir?

Öncelikle her ikisi de harika müzisyenler ve çok değer verdiğim arkadaşlarım ve meslektaşlarım. Oswin ile Zürih Opera’da beraber çalıştığımız sürede tanıştık. Kendisi bir gün gelip benim memleketim olan İstanbul’a yerleşip öğretmen olarak çalışmaya başlayacağını söylediğinde çok şaşırmış ve sevinmiştim. Dünya küçük, müzik dünyası daha da küçük. Ben yıllar sonra Türkiye’ye dönüp İstanbul’a yerleşince beraber bir grup kurmak istedik. Sonuç olarak ben de Kandemir ile iletişime geçtim ve birkaç konser verdikten sonra maalesef pandemi gerçekleşti.

2020-2021 Sezonu için Süreyya Operası’nın programında yer almaktaydık ancak malum şartlardan sebep konser ancak önümüzdeki sezon gerçekleşebilecek. Onun dışında bulunacağım gelecek başka oda müziği projeleri de söz konusu. Pandemi şartları kesinleştiğinde biz de konserlerimizi umarız ki gerçekleştireceğiz. Ancak Türkiye’de çok kısıtlı sayıda konser salonu bulunmakta. Bulunan konser salonları da her sezon genellikle çok az sayıda konser düzenleyebilmekte ve bu kadar nüfusu yüksek bir ülkenin bundan çok daha fazla konser salonu ve konser imkanıyla çok daha büyük kitlelere ulaşması gerekir. Umarım ki bu konuda gelecekte bazı adımlar atılacaktır.

Çok erken yaşta çok fazla sahne deneyiminiz oldu bu süreçte. Peki, enstrümanınızla sahnede yaşadığınız en güzel ve en zorlu deneyimler hangileri oldu?
İlk olarak 15 yaşındayken İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’yla solist olarak verdiğim konser oldu. Hem arkadaşlarımın, hem hocalarımın, hem ailemin, hem de senfonideki müzisyenlerin desteğini ve seyircinin coşkusunu hiç unutmayacağım. Benim için o yaşta edinilebilecek çok özel ve güzel bir deneyimdi. Akabinde İsveç Kraliyet Sarayı’nda Prenses Victoria Ingrid ve eşi huzurunda profesörüm Michel Lethiec ile beraber sahneyi paylaşarak solist olarak da yer aldığım konser benim için unutulmazdı. Bir Türk sanatçı olarak Prenses ve Prens ile tanışarak da ülkemi temsil etmiş olmam benim için ayrı bir güzel deneyim olup beraberinde getirdiği sorumluluktan ötürü bir o kadar da zorluydu. Bu konserin en çarpıcı noktası ise Prenses ve Prens dışındaki seyirci kitlesinin görme ve duyma engelli çocuklar ile beraber okuyan ve engeli olmasa da onlarla aynı eğitimi alan çocuklardan oluşmasıydı. Konser boyunca çocukların hiçbirinin tek bir çıt dahi çıkarmadan konseri dinlemesi ise bir başka unutulmaz olaydı.

Solo çalmak mı yoksa orkestra ile beraber müzik yapmak mı daha çok sizi heyecanlandırır? Nasıl bir denge olmalı sizce?

Hepsinin kendine göre ayrı bir keyfi var. Ayrıca nasıl her gün aynı yemeği yemiyorsak, sanat yaşantımız boyunca da farklı şeyler yapmaya adeta ihtiyaç duyuyoruz. Aslında hepsinin ana kaynağı oda müziği denebilir. Çünkü oda müziği aslında orkestranın çekirdeği gibi. “Beraber çalmak”; ama
her ince detayıyla. Orkestra zaten benim için vazgeçilemez bir tutku ve şu an ne mutlu bana ki Türkiye’nin en prestijli orkestralarından biri olan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda yer alıyorum.
Solist olarak yer almak ise ayrı bir avantaj.

Çünkü insanlar sizi daha net bir şekilde dinleyebiliyor, daha göz önünde oluyorsunuz ve daha iyi tanınıyorsunuz. Fakat herkesin karakteri farklıdır. Kimi birini diğerine göre tercih eder. Kendi adıma konuşacak olursam ben hiçbirinden vazgeçemem. Zaten programıma bakıldığında beni oda müziğinde, orkestrada, solist olarak veya eğitmenlik yaparken görebilirsiniz. Hatta yurt dışında seminerlere katılırken, sosyal medyada içerik üretirken veya da bir uluslararası yarışmanın jürisinde görebilirsiniz. Benim için hepsinin de müzisyen hayatımda bulunması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü kendimi bu şekilde daha faal ve topluma faydalı hissediyorum.

Klarnet alanında uzmanlaşmak isteyen çocuk ve genç müzisyenlerle karşılaştığınızda onlara verdiğiniz belli başlı tavsiyeler nedir?

Özellikle yurt dışında eğitim ile ilgili birçok soru yöneltiliyor. Bu konuda verebileceğim en iyi tavsiye öncelikle kendilerine her açıdan uygun bir hoca ve okul seçmeleri. Tabi bir insanın bunu bilip iyice tartması başta bazen zor olabiliyor. Ancak böyle durumlarda kendimden örnek verecek olursam artık farklı bir şeylere de ihtiyaç duyduğunuzu ve eksikleriniz olduğunu düşündüğünüzde yeni arayışlara girmeniz. Bazı gençleri görüyorum, bütün eğitim hayatını aynı okulda aynı hoca ile tamamlıyorlar. Ancak dünya çapında artık birçok ülkede bu iş böyle yürümüyor. Benim okuduğum okullarda farklı birçok hocayla çalışma imkanının yanı sıra düzenlenen birçok ustalık sınıfları olurdu.

Ayrıca ben de yazın düzenlenen birçok ülkede farklı ustalık sınıflarına, festivallere ve konferanslara katıldım. İnanın buralarda öğrenilenlerin yerini hiçbir şey tutmuyor. Türkiye’ye ustalık sınıfı için gelen yabancı sanatçısı sayısı da sınırlı. En azından bu fırsatları değerlendirmeleri gerekir. Ayrıca tabi ki düzenli bir çalışma rutini edinmeleri ve hedefe giden yolda düzenli bir rota çizmeleri gerekir. Profesyonel anlamda klasik müzik sanatçısı olmanın birçok sorumluluğu beraberinde getirdiğini ve karşılarına
birçok zorluğun çıkacağını da unutmamalı. Mesela Avrupa’da birçok ülkede orkestra sınavlarına yüzlerce klarnetçi başvururken sınava yalnızca 30-40 kişi bilemediniz 50 kişi davet edilir. Çoğu zaman da kimse yeterli bulunmayıp sınav tekrarlanır ve doğru kişi bulunana kadar senelerce o kadro boş kalabilir. Maalesef birçok Avrupa ülkesi de yasalar doğrultusunda ancak Avrupa vatandaşlarını veya kendi vatandaşlarını işe alabiliyor. O yüzden bir Türk olarak iş olanağı seçeneği de Avrupa vatandaşlarına göre daha az.

Tüm bunlar göz önüne alınarak gerçekten ne kadar meşakkatli bir yola baş koyduklarını baştan bilerek ne kadar özverili çalışmaları gerektiğini bilmeleri çok önemli. Tabi ki tek seçenek orkestra sanatçısı olmak değil. Klarnet sanatçısı olarak düzenli konser ve çalışmalarına devam ederken akademik kariyer de düşünebilirler. Unutmasınlar ki başarının sırrı sistemli çalışmaktan geçiyor. Eğer bu yola baş koydularsa tek yapmaları gereken hiç beklemeden harekete geçmeleri ve sonunda elde edecekleri güzel sonuç için canla başla çalışmaları.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s