Genç kompozitör Ege Gür: “Besteci olmak, yeni bir şey söyleyebilmek için fantezi, teknik beceri ve birikim gerekir”

İstanbul doğumlu genç kompozitör Ege Gür, Ankara Güzel Sanatlar Lisesi’nde kontrbas ve piyano eğitimi aldıktan sonra 2016 yılında H.Ü. Ankara Devlet Konservatuvarı Kompozisyon Sanat Dalı’na girmeye hak kazandı. O günden bu yana Sıdıka Özdil, Burhan Önder, Turgay Erdener ve Hatıra Ahmedli Cafer ile kompozisyon çalıştı. 2017 yılında İngiliz kompozitör Paul Patterson’ın ustalık sınıflarına katılan besteci, kompozisyon çalışmalarını halen H.Ü. Ankara Devlet Konservatuvarı’nda Hatıra Ahmedli Cafer ile sürdürüyor.

Eserleri yerli, yabancı birçok topluluk tarafından seslendirilen Ege Gür aynı zamanda iki kısa film projesi gerçekleştirdi. Müziklerini de bestelemiş olduğu bu filmlerden biri 2020 yılında İFSAK’ın seçkisine girmeye hak kazandı ve beyaz perdede seyirciyle buluştu. Edebiyat alanında da eserler üreten Ege Gür’ün şiirleri ise kimi kitap ve dergilerde yayımlandı.

Genç besteciye göre iyi bir besteci olmanın temel koşulları var: “Besteci olmak, yeni bir şey söyleyebilmek için fantezi gereklidir. Kişi fanteziden yoksunsa, tekrardan öteye gidemez. Salt fantezi de elbette yeterli değildir; bir de teknik beceri kısmı vardır ki, bu bütünün olmazsa olmazıdır. Ardından ise, kişiliğinizin ve birikiminizin yansımaları, dışavurumları olan eserleri üretmek, fikirlerinizi/düşüncelerinizi prensibiniz çerçevesinde hayata geçirmek kalır” diyor Gür.

Gür’ün yakın zamanda Finlandiya’da Yaylı Dördül için Rüyalar Demeti eseri seslendirildi. “Bu seslendirmenin hissiyatı çok farklıydı. İlk defa yabancı müzisyenlerin olduğu bir toplulukça eserim seslendiriliyordu” diye ifade ediyor bu heyecanını.

Bu derinlikli ve özel bestecimizi tanımanızı çok isterim; o yüzden kendisiyle yaptığımız keyifli söyleşiyi paylaşıyorum:

Fotoğraf: Ali Güler

Kontrbas ve piyano eğitimiyle başlayan müzik yolculuğunuzda çocukluğunuza inersek, müzikle nasıl bir yakınlığınız, müzikle ne tür bir etkileşiminiz vardı?

Kendimi bildim bileli seslere, tınılarla duyarlı olmuşumdur. Çok net hatırlarım, ezan vakitlerinde pür dikkat kesilip yoğun bir dinleme haline büründüğümü. Tuhaf bir ezberleme durumu vardı o zamanlar bende, duyduğum hemen her şeyi. Şarkı söylemeyi de çok severdim. Dolayısıyla dilimden düşmezdi kulağıma tesir edenler.

Ailemde profesyonel olarak müzikle ilgilenen kimse yok. Lakin hemen hepsinin ciddi müzik tutkunları olduğunu söyleyebilirim. Dedem bir dönem Ankara Radyosu Türk Sanat Müziği Korosunda görev yapmış, annem uzun yıllar HoyTur’un baş dansçılarından biri olmuş, dayım ise profesyonel denebilecek nitelikte gitar çalardı; ablamın blues sevdası, ananemin şarkıları, babaannemin tangoları… Diyeceğim o ki, müziğin hemen her kısmı bu güzel insanlar sayesinde hayatıma, duyuşuma büyük ölçekte yansımıştır.

Ailem, çok haylaz bir oğlan olduğumdan, dikkatimi dağıtmak veya bir yere yoğunlaştırmamı sağlayabilmek adına -ilkokul ve ortaokul dönemlerimde özellikle- beni sürekli farklı uğraşlar edinmeye iterlerdi. Bu esnalarda piyano, gitar ve vurma çalgılar ile haşırneşir edildiğimi hatırlıyorum. Lakin maymun iştahlılığımdan olsa gerek, o vakitler hiç üzerlerinde durmazdım bu çalışmaların.

Müzik ile gerçekten bağ kurmam ortaokul dönemlerime rastlar. O zamanki müzik öğretmenimiz Özge Atak bu bağı benden önce keşfetmiş olsa gerek ki, beni sahnenin önüne atmasıyla hayatımın seyrinin büyük ölçüde değişmiş olduğunu hatırlıyorum. Klasik müzik ve caz müziği ile kişisel bir bağ kurmam bu dönemlere rastlar. Bana boyumdan büyük aryalar, şarkılar çalıştırırdı ve kendisinin bana piyanoda eşlik etmesiyle sahnelerdik. Okul koromuz eşliğinde solist olarak sahne aldığım çoktur o vakitler. Aynı zamanda benim solistliğini yaptığım bir caz topluluğu da kurmuş, bir sürü de konser yapmıştık… Diyeceğim o ki, müzikle epey güzel yakınlıklarım oldu, İstanbul’dan Ankara’ya Güzel Sanatlar Lisesi için göç etmeden evvel de.

Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda kompozisyon alanının en önemli ustalarıyla çalıştınız. Her birinin size ayrı ayrı katkılarını nasıl özetlersiniz?

Gerçekten çok mühim hocalarla çalışma imkanım oldu lisans eğitimim süresince. 2016 yılında ilk kompozisyon hocam Burhan Önder’di. Burhan hoca kompozisyon alanında teknik ve müzikal yönden çok yetkindi. Disiplinler arası da çok fazla araştırma ve inceleme yaptığından, her derse sizi şaşırtacak konular, eserler veya kayıtlar ile gelirdi. Öyle kuru kuruya da değil, bir şekilde partitürlerini de bulmuş ve çoktan kendi incelemesini yapmış olarak.. Hala bilmeyiz Burhan hocanın o eserlerin partitürlerine nasıl ulaştığını. Bunların yanısıra kendisiyle Fransız armonisi, form bilgisi gibi teknik dersleri de çalışmıştık. Ama hepsi bir kenarıya, dünya iyisi bir insandır. Her şeyden çok, güzel insanlığından ve sonsuz mütevaziliğinden en büyük dersleri almışızdır; alabilmişsek.

Burhan hocanın ardından, birlikte en çok vakti geçirdiğimiz hocam, Sıdıka Özdil’in kompozisyon sınıfına geçtim. Sınıfı demek ne kadar doğru olur bilemiyorum; salt benimle çalışmayı kabul etmişti o vakit. Daha ziyade usta-çırak ilişkisi içerisindeydik. Sıdıka hoca özellikle modern müzik konusunda Türkiye’nin en yetkin isimlerinden biridir. Necil Kazım Akses’in birincil öğrencilerindendir. Aynı zamanda İngiltere’de öğrenim gördüğü vakit süresince Paul Patterson’un öğrencisi olmuştur. Sıdıka hocanın sohbeti, 20. yüzyılda müzik sanatı üzerine bir kitap okumak gibidir. Paul’un öğrencisi olduğu süreçte Penderecki, Lutoslawski, Ligeti ve Henze gibi isimlerle de dersler yapma imkanı bulmuştur. İngiltere’nin en önemli modern müzik festivallerinin başında o dönem Paul varmış ve davet ettiği bu isimlerin salt festivale katılımlarıyla yetinmeyerek, beğendiği öğrencileri ile ders yapmalarını da sağlarmış. Durum böyle olunca, 20. yüzyılın en önemli isimlerinin birincil ağızda anılarıyla ve öğretileriyle bezenmiş bir süreç içerisinde oluyorsunuz. Ve tabi ayrı tutamayacağım çok değerli hocam İnci Özdil’i de es geçmek mümkün olmaz. Sıdıka ve İnci hocaları birbirinden ayrı düşünmek özellikle benim nezdimde pek mümkün değil. Kendileri evlerine, sofralarına varacak kadar hayatlarına dahil etmişlerdi beni. E tabi durum böyle olunca, hemen her anımız sohbet ve paylaşım içerisinde geçerdi. İnci hocanın aralarda orkestra şefliği üzerine verdiği bilgiler, yaptırdığı egzersizler hayatımın önemli kısımlarında yerlerini edinmiştir. Kendi eserlerimi yönetirken hep aklımdadır söylemleri. Sıdıka hoca, okulun kendi öğretim programının dışında bana, Necil hocanın kendilerine öğrettiği hemen her şeyi büyük özveriyle çalıştırmıştır. Kimi zaman geceyarılarına kadar süren bu çalışma dönemlerimizde Alman armonisi, sıkı/serbest kontrpuan, füg, orkestrasyon ve yeni yazı teknikleri gibi kompozisyonun en önemli ve teknik kısımlarını da birebir çalışmıştık.

Ardından, hocam Turgay Erdener ile çalıştığımız, benim için çok önem arz eden süreç gelir. Turgay hoca her konuda sohbet edebileceğiniz -gerçekten her konuda- eşine az rastlanır biridir. Bilgisi olduğu konuda kendisiyle iletişim kurmak istediğinizi fark ettiği anda vanayı açar ve kendinizi bir anda bilgi havuzunun içerisinde bulursunuz. Sohbetleri esnasında tartışmaya değer gördüğü, sizi o konuda yetkin bulduğu vakit tartışma keyfiyetini de sizden esirgemez. Fransız müziği, estetiği konusundaki paylaşımları oldukça kıymetlidir. Eserinize yaptığı küçük, ama can alıcı yorumlarıyla akışa yeniden girmenizi ve önünüzü görmenizi sağlar. Benim nezdimde Turgay hocanın en mühim öğretisi, müzikte dramanın kullanımı esnasında, duyuş samimiyetinin birçok kaygının önünde olduğunu, paylaşımlarının yanısıra kendi yapıtlarıyla da, hiçbir baskı ortamı yaratmadan, dogmalardan arınmış bir alçakgönüllülükle aşılaması olmuştur.

Turgay hocanın ardından, halen birlikte çalışmaya devam ettiğimiz hocam, sevgili Hatıra Ahmedli Cafer gelir. Hatıra hocanın çok özgün bir teknik öğreti biçimi vardır. Daha konuyu anlamadan size, öğretmek istediğini çoktan öğretmiş olur; siz de seyir içerisinde anladığınıza şaşırmakla kalırsınız. Besteciliğinin yanısıra, öğretmenliği de hayranlık uyandırır. Özellikle form bilgisi ve teknik konularda, çok şey öğrenmiş olmanın getirdiği bilgi karmaşasından sizi, şaşırtacak kolaylıklarla içlerinde boğulmaktan kurtarır adeta. Rus okulunun disiplini ile, Azerbaycan’ın sıcaklığını her paylaşımında, sohbetinde hissedersiniz. Altın oran konusundaki özgün araştırmaları, Bach ve Beethoven konularında yaptığı çalışmalar ve bunları hiç bilgi saklamadan sizinle paylaşmasıyla heyecanınıza eşlik eder. Form bilgisi, analiz, müzikte altın oranın kullanımı gibi önemli konularda hayati öğretileri olmuştur.

2017 yılında İngiliz kompozitör Paul Patterson’ın ustalık sınıflarına katıldınız. Bu deneyim size daha sonraki aşamada kompozitörlük kariyerinizi nasıl zenginleştirdi?

Paul ile çalışmak elbette ki şahane bir olanaktı. O zamanki kompozisyon hocam Sıdıka Özdil tarafından, ben ve iki arkadaşımla ders yapabilmesi için davet edilmişti Türkiye’ye. Hiç unutmam, salt ben çok merak ediyorum diye İngiltere’den gelirken, ilk eserlerinden biri olan Rebecca’nın partitürünü ve kayıdını da getirmişti. Hilaire Belloc’un şiiri üzerine, inanılmaz eğlenceli ve salt grafik notasyon ile bestelenmiş bir müziktir Rebecca. Eseri bana çok ayrıntılı bir biçimde kendisinin izah etmesinin yanısıra, eser üzerinden Penderecki ile grafik notasyon hakkındaki sohbetlerinden kısımlar aktarmıştı; halen hatırladıkça heyecanlanırım. Asıl olarak, ona göstermiş olduğum eserlerim üzerine, hem de eserlerim doğrultusunda farklı teknik ve estetik konular konuşmuştuk. Her biri çok değerli paylaşımlardı. Paul, hatıralarımda olağanüstü mütevazi kişiliğiyle de çok önemli bir yer edinmiştir.

Fotoğraf: Ali Güler

Eserleriniz hangi mecralarda seslendirildi ve her birinin seslendirilişini ilk işittiğinizde nasıl duygulara kapıldınız? Örneğin geçtiğimiz gün ilk müziklerinizden oluşan 10 Piyano Parçası albümü, piyanist Ayça Yılmaz tarafından seslendirilmişti.

Dostlarımla birlikte çalışmaktan, bir şey üretmekten çok büyük keyif alan biriyim. Birlikte çalıştığım, yeni tanıştığım müzisyenler, sanatçılar ile de zaten bir şekilde o dostluk bağını kurmaya gayret ederim. Çünkü enstrümancı (veya hangi prensip, disiplin doğrultusunda çalışıyorsak yerine o sıfatı yerleştirebilirsiniz) ile kurulan o bağın kesinlikle icrayı, üretimi olumlu etkilediği kanaatindeyim. Değil icra veya kayıt esnasındaki atmosferle kalsın, bu ruhun dinleyiciye, izleyiciye dahi vardığına inanıyorum. Sevgili Ayça Yılmaz’nın seslendirdiği ve çok sevgili dostum Ali Güler’in görsel fantezisiyle zenginleşen o kayıtlar da böyle bir atmosferin ürünleridir.

10 Piyano Parçası albümü bugünki stilim ve duyuşumun aslında epey uzağında kalan müziklerden oluşmaktadır. 2015 yılında yazdığım, gerçekten de ilk müziklerimden oluşan bir albümdür bu. Lakin bu albümdeki her parçanın yeri çok özeldir benim için. Daha evvel, ben konservatuvar sınavına girmeden önceye rastlar bir çoğunun yazılışı. Aslında o zaman da içerisindeki altı parça, çok sevgili Berkay Şirin tarafından, sınavda jüriye dinletebilmem adına seslendirilmişti. Hala kendisine bu güzel jesti için minnettarımdır.

Yanısıra, Yaylı Üçlü için eserim Hayat & Gerçeklik birçok defa seslendirilmiştir; farklı topluluklarca. Hemen hepsi de dostlarımdı bu icraları gerçekleştirenlerin. Her biri de çok kıymetli ve iyi müzisyenlerdir; onlarla çalışmış olmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Zaten eser, enstrüman tekniklerinin sınırlarını zorlama gayesini bünyesinde barındırdığı için, gerçekten iyi enstrümancılara ihtiyaç duymaktadır. Her biri de bu zorluğun altından ustalıkla kalkmıştır. Provalar esnasında da gerçekten çok yoğun ve disiplinli çalıştırdığım halde (kimi zaman da sinir bozucu olduğumdan hiç şüphem yok) bana, elde etmek istediğim tınıya inandıkları ve sabır gösterdikleri için müteşekkirimdir.

Üflemeli Beşli için eserim E-Düğümleri de çok değerli hocalar tarafından Antalya’da seslendirilmiş ve kayıt edilmiştir. Sevgili İnci Özdil hoca da yönetmiştir bu kaydı. Özellikle İnci hocanın prova tekniğine şahit olmam bakımından ayrı bir yeri vardır bu kayıdın.

Yine yakın zamanda Finlandiya’da, Etem Çalışkan’a ithafen bestelediğim, Yaylı Dördül için Rüyalar Demeti eserim, çok sevgili dostum Ekin Kuzukıran’ın önderliğinde seslendirildi. Bu seslendirmenin hissiyatı çok farklıydı. İlk defa yabancı müzisyenlerin olduğu bir toplulukça eserim seslendiriliyordu. Provalar esnasında başlarında boza pişirememiş olmanın verdiği gerginlik ve Ekin’e duyduğum sonsuz güvenin arasında yaşadığım git-gel’ler… Lakin şahane bir şekilde üstesinden geldiler. Diğer müzisyen dostlar da salt bu kayıdı yapabilmek için kayak tatillerinden feragat etmişlerdi. Bu kayıdın sanıyorum anılarımdaki yeri her zaman çok özel kalacak. Bir de, kayıtta herkesin maskeli olması…

Öyle bir soru ki, birini anlatsam ikincinin hatrı kalıyor; üçüncünün boynu bükük…

Kompozitörlük Türkiye’de yeterince bilinen bir alan mı sizce? Bilinirliğini etkileyen dinamikler neler oldu?

Bestecilik elbette ki bilinen bir alan ve hatta oldukça da saygı duyulan. Lakin sorunun asıl kastını düşünürsek akla gelen ilk şey elbette nitelik mes’elesi ve bu nitelik düşüncesi üzerinden atfedilen değerler, biliniyor olan besteci tanımının içinin oldukça niteliksiz bir biçimde doldurulmuş, bu biçimiyle de özümsenmiş olmasıdır.

Sorunsalı kişisel gözlemime dayanarak sanat üretiminden söz edilebilecek -ki günümüzde bu üretimlerin biçimleri oldukça çeşitlidir- hemen her alana, dışavurma biçimine yerleştirebiliriz. O sebeple sorunuzun kastı olan sorun, tamamen üretimin niteliğinin ve fikirsel/entelektüel değerinin, değerlendirilmelerindeki bilgi yoksunluğundan kaynaklanmaktadır. Problemin çözümü ise elbette ki salt eğitim biçiminde yapılacak değişikliklerde, eklemelerde-çıkartmalarda ve bunların prensipler arasında kurulacak bağlantılarında saklıdır.

Kısa film projelerinizden de söz edebilir misiniz?

Sevgili dostum Ali Güler ile birlikte gerçekleştirdiğimiz, seyircilerinin başlarına dert ettiğimiz filmler… Bu filmler hiçbir maddi-manevi destek olmadan, salt sanatsal kaygılarla, iki düşünce ve fantezi odaklı insanın ortak üretimleridir. Süreç içerisinde bizlere çok şey öğreten, her seferinde de imkan yoksunluğundan dolayı istemsiz bir hüsrana yol açan (belki de bu durum hep böyle seyr edecektir… Sonuçta daha fazlasını istemekten vazgeçmeyeceğiz; vazgeçmeyelim de…) ama yeni fantezilerimizi de körüklemekten geri durmayan, oldukça fikir ve anlam yüklü, kimi zaman da hayatlarımızdan yansımalar içeren düşsel dışavurumlardır.

Klasik müzik hayatınızda nasıl bir yere sahip?

Klasik müzik tanımı, konusu her geçtiğinde beni ikilem içerisinde bırakmaktadır. Buradaki “Klasik Müzik” tanımını, Klasik Dönem Klasisizmini göze alarak mı düşünmelidir yoksa yerleşmiş “Sanat Müziği” düşünü çerçevesi içerisindeki savıyla mı… Neyse ki bu sefer şanslıyım, her iki biçimin de cevabının yakınlığı dolayısıyla. Ama bir “özellikle” eklemek gerekirse, ikinci biçimin kendi sanat yerleşkemde oldukça büyük ve sarsılması güç bir yeri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Peki çağdaş kompozitörler arasında en çok beğendikleriniz kimlerdir?

Tristan Murail, Kaija Saariaho, Salvatore Sciarrino, Jörg Widmann, Toshio Hosokawa, Unsuk Chin, Helmut Lachenann, Michael Jarrell… gibi gibi… İsmi geçenlerin dışında daha çok isim sayılır elbette. Günümüzde oldukça güzel işler üreten hem ulusal, hem de uluslararası çevrelerde birçok besteci var. Bu soruyu “Çağdaş” kavramını öncelikli tutarak, aklıma ilk gelen, hala hayatta ve aktif olarak eser üreten kompozitörler dogması çerçevesinde cevapladım.

Osmanlı döneminde de kompozitörlük özellikle sarayda oldukça yaygın. Örneğin Sultan Abdülaziz, klasik Batı müziği besteleyen ilk kompozitör padişah olarak biliniyor. O dönemin bestelerini nasıl yorumlarsınız?

Oldukça “Saraydan” olduklarını söyleyebilirim; o dönemin hemen her izleniminde olduğu gibi. Beni de çok heyecanlandırırlar her incelediğimde. Özellikle III.Selim ve IV.Murad’ın eserleri hayranlık uyandıracak güzellikte ve teknik yeterliliktedir. Hatta III.Selim’in literatüre kazandırdığı makamlar bile mevcuttur. Bilen bilir, bir makamı, makam olarak kabul ettirebilmenin koşullarını ve o makamlar ile yazılması gereken eser sayılarının çokluğu.. Demem o ki, büyük iştir yaptıkları. Dev bir imparatorluğu yönetme sorumluluğunun yanısıra, ruhlarını beslemekten de geri durmayan bu tutum ve Saray içerisindeki eğitimin niteliğinin izleri…

Solo viyolonsel için eserim olan “Sultanite” IV.Murad’ın Uzzal Peşrevi üzerine varyasyonlardır. Bu eserde Türk ve Batı müziği formlarının hem dönemsel, hem de teknik yakınlıklarını keşfetmiş ve ona yönelik bir sentez form kurgusu gerçekleştirmiştim. Bu eser hem teknik bakımdan, hem de alt metni bakımından öyle konuşkandır ki, şu an üzerine bir tez yazılmaktadır. Sanırım bu örneğim, dönem eserleri ve bestecileri bakımından düşüncelerimi özetlemiş olsa gerek.

Kendinize dair hayallerinizin ne kadarını gerçekleştirdiniz? Sizi önümüzdeki dönemde nasıl atılımlar, girişimler bekliyor?

Bir hayalden söz etmek gerekiyorsa eğer, bu kendim üzerinden değil, yapmak istediklerim üzerinden gerçekleşebilir sanıyorum. Bu soyut tahayyülün ister istemez gelecek bazlı cevap arayışı, beni daha somut kaygıların cevaplanması yoluna sürüklüyor. Kendime mâl olacak kısım, bu hayalin gerçekleştiği/gerçekleşmediği noktada söz konusu olabilir ancak. Ama bir cevap vermek gerekliliğinden sebep diyebilirim ki, kararlılıkla arzuladığım hemen her şeyin peşinden koşuyorum.

Önümüzdeki süreç içerisinde ilk planlarım arasında şiir kitaplarımdan ilkinin yayımlanması var, arzu ettiğim yayınevleri ile gerçekleşecek görüşmelerin ardından; Yazmayı sürdürdüğüm üçüncü kitabımı tamamlamak var; Yakın zamanda, Etem Çalışkan’a ithafen İstanbul’da gerçekleşecek olan, benim de portre konserim niteliğini barındıran projenin gerçekleştirilmesi var; Planlanmış ama ertelenmiş olan konserlerin, kayıtların yeniden gündeme gelmesiyle oluşacak o şahane meşgale var; Ismarlanan yeni eserlere başlama heyecanı var; Benim kendi fantezim doğrultusunda yazmayı planladığım, özellikle prensipler arası çalışmaları içerecek projelerime yoğunlaşacağım bir süreç var… Var da, var…

Sizi bu zamana dek en çok etkilemiş film müziği hangisi oldu?

Spesifik olarak bir “Film Müziği” söyleyebileceğimi zannetmiyorum. Sebebi ise, gerçekten çok beğenmiş olduğum hemen hiç bir filmin müziğinin, araştırdıktan sonra, aslında o filmin müziği olmadığını öğrenmiş olduğum gerçeğidir. Kendi beğenim üzerinden cevaplayabileceğim soru, “Filmlerde Kullanılmış Müzikler” şeklinde olabilir.

Benim için gerçekten çok çarpıcı olmuş film ve filmlerde kullanılmış müziklerin örneklemelerini yapmak gerekirse;

Metin Erksan’ın Geçmiş Zamanın Elbiseleri ve Müthiş Bir Tren filmlerindeki İlhan Usmanbaş’ın müzikleri; Kubrick’in Space Odyssey 2001’inde Ligeti’nin Atmospheres ve Strauss’un Sunrice Fanfare eserleri; yine Kubrick’in Shining filminde Penderecki’nin Polymorphia eseri; Fellini’nin Satricon’undaki İlhan Mimaroğlu’nun eseri; Trier’in Melancolia’sındaki Tristan&Isolde operasının Prelüdü; yine Trier’in Nymphomaniac filminin ikinci kısmının sonunda çalan Bach… Son olarak da aklıma “Film Müziği” olarak gelen ve çok beğendiğim, Bernard Hermann’ın, Hitchcock’un Psycho Filmi için yazdığı süiti söyleyebilirim.

Bir kompozitör olmak için sadece notaları bilmek yetmez elbette. Başka ne tür vasıflar ve yetenekler gerekir sizce?

Besteci olmak, yeni bir şey söyleyebilmek için fantezi gereklidir. Kişi fanteziden yoksunsa, şeyh-i ekber olsun, tekrardan öteye gidemez. Salt fantezi de elbette yeterli değildir; bir de teknik beceri kısmı vardır ki, bu bütünün olmazsa olmazıdır. Ardından ise, kişiliğinizin ve birikiminizin yansımaları, dışavurumları olan eserleri üretmek, fikirlerinizi/düşüncelerinizi prensibiniz çerçevesinde hayata geçirmek kalır. Çift çizgiyi çektikten sonra, kişisel birikim ve alışkanlıklarımızın ışığında yapıt değerlendirilir. İşte o noktada kişi, kendini nasıl görüyorsa ondan ibarettir; Bu düşünce aynı şekilde başka yapıtların incelenmesi, anlamlandırılması sürecinin sonunda izleyicisini, araştırmacısını da kapsamaktadır. Eserler salt üreticisine ayna tutmakla kalmaz, bir o kadar da seyircilerine tutarlar; kimi zaman daha bile baskındır, eserler çerçevesinde kişinin kendinin, karakterinin keşfi serüveni. Eser üretirken yeni bir şey söyleyebilmek veya bir eseri anlamaya çalışırken fikir ve düşünce oyununun içerisinden bir şeyler keşfedebilmek; işte o noktada birikim gereklidir.

Fotoğraf: Ali Güler

One comment

  1. 👏👏👏Tebrik ediyorum.Başarılar diliyorum.Çok keyifli bir o kadar da bilgi yüklü sohbetti…🙏💙😍🍀🍀

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s