Mâî albümünü çıkaran genç kemancı Ceren Türkmenoğlu: “İnsanın süper gücü, neyi gerçekten sevdiğini keşfedip o yolda ilerleyecek cesareti bulabilmesidir”

Müziğe olan ilgisi ve bu alandaki üstün yeteneği çocuk yaşlarda fark edilen ve aldığı eğitimle bugün Türkiye’nin önde gelen genç keman sanatçılarından biri haline gelen Ceren Türkmenoğlu, Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nda Prof. Cengiz Özkök ile, Almanya’da Hochschule für Musik und Theater Leipzig’de ise Carolin Widmann ve Henryk Hochschild ile çalıştı.

2011 yılında Ankara Devlet Opera ve Balesi Orkestrası’na girerek dört yıl kadar bu kurumda görev yaptı.  Bu esnada Klasik Keyifler’in de kurucusu olan Amerikalı kemancı Ellen Jewett ile keman çalışmalarına başladı ve iki yıl süreyle öğrencisi oldu.  2015 yılı itibariyle Istanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nda çalışmaya başlayan Türkmenoğlu, bu sırada İTÜ MIAM’da (İstanbul Teknik Üniversitesi, Müzik İleri Araştırmalar Merkezi) keman virtüözü Cihat Aşkın’ın öğrencisi oldu.

2017 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne taşınarak Boston’da bulunan ve burslu kabul edildiği Longy School of Music Bard College’da keman yüksek lisansı yapan genç kemancı, aynı zamanda Boston Filarmoni Orkestrası dahil pek çok önemli orkestranın üyesi olarak çalıştı.

Amerika’da bulunduğu süre zarfında pek çok konser ve müzik festivalinde de yer alan Türkmenoğlu, ünlü viyolonsel sanatçısı Yo-Yo Ma’nın kurucusu olduğu Silk Road Ensemble’ın düzenlediği Global Musicianship Workshop’ta Silk Road Ensemle üyeleri ile çalışma fırsatı yakaladı ve konserler verdi. Harvard Üniversitesi’nin Arts First Festivali gibi önemli müzik etkinliklerinde Silk Road Ensemble üyeleri ile birlikte konserlerde yer aldı.

Klasik Türk Müziği ile ilgili çalışmalarda bulunan Ceren Türkmenoğlu bu müziği tarihsel bir açı ile incelediği “Music from Where the Sun Rises” (Güneşin Doğduğu Yerden Müzik) projesi ile The Boston Foundation tarafından Live Arts Boston Grant ödülünü iki sene ard arda kazandı ve oluşturduğu konser projeleri ile Harvard Üniversitesi, MIT (Massachusetts Institute of Technology), TUFTS University ve Boston Museum of Fine Arts (Boston Güzel Sanatlar Müzesi) gibi prestijli kurumlarda konserler verdi.

Bir diğer projesi “Dünyadan Yaylı Çalgılar” ile farklı kültürlerin geleneksel müziklerini yaylı çalgılarından yola çıkarak incelemektedir. Müzik araştırması için gittiği Orta Asya’daki Tuva Cumhuriyeti’ne olan seyahati Women’s Travel Club Boston sponsorluğunda gerçekleşti ve araştırmalarıyla American Musicological Society ve British Forum for Ethnomusicology konferanslarında sunumlar yaptı.

2020 yılı yaz dönemi itibariyle Türkiye’ye dönen Türkmenoğlu halen Ankara Opera ve Balesi Orkestrası’nda keman sanatçısı olarak görevini sürdürüyor ve bireysel müzikal çalışmalarına devam ediyor. Sanatçının 2021 Temmuz ayında besteleri ve düzenlemelerini içeren Mâî isimli albümü yayınlandı. Albüme ismini veren parçanın ardındaki felsefeyi şu şekilde açıklıyor Türkmenoğlu: “Mâî, köken olarak Türkçe’ye Arapça’dan geçmiş eski bir sözcük. “Su ile ilgili” anlamına geliyor ve akışkanlık, mavi renk gibi suyun doğasına ait olguların yanı sıra suya ait olan ve suda yaşayan şeyleri de ifade ediyor. Su, felsefede her şeyin kaynağı olarak kabul edilir. Başka bir deyişle, her şey sudan gelir ve suya geri döner. Bu felsefeye göre bütünlüğü ve sonsuzluğu simgeleyen deniz, yaşamın başladığı ve ruhun özlemini duyduğu yerdir.”

Ali Ufki isimli Polonya asıllı Osmanlı dönemi bestecimizin Semai Efrenci isimli bestesine dair keman yorumunu yaklaşık on kez arka arkaya dinlememi sağlayan, Orta Asya’da bulunan Tuva Cumhuriyeti’ne giderek bir ay boyunca onların geleneksel müziği ile ilgili araştırmalar yapacak kadar müziğe ve etno-müzikolojiye çok-boyutlu ve derinlikli bakma kapasitesine sahip olan bu üstün yetenekli genç kemancımızın bu noktaya gelene kadar gayretleri, gelecek hayalleri, sağlığında dikkat ettikleri, yeni albümü, kendisinin izinden gitmek isteyenlere öğütlerini okuyacağınız çok keyifli bir söyleşi aşağıda sizi bekliyor:

Müziğe çocuk yaşlarda, çok değerli öğretmenlerle başladınız. Müziğe olan ilgi ve yeteneğiniz nasıl anlaşıldı ve ne doğrultuda bir eğitim izlediniz?

Çocukluğumda içinde müzik olan bir evde büyüdüm. Annem ve babam müzisyen olmasalar da müziğe çok ilgililerdi ve evde radyomuz hiç kapanmazdı. Benim daha çok ufakken sandalyenin üstüne tırmanıp onlara şarkı söyleyerek konser vermeye çalıştığımı söylerler. İlgimi ve yatkınlığımı fark ederek küçük yaştan itibaren müzik dersleri almamı sağladılar, böylece alfabeyi öğrenmeden önce renklerle notaları öğrendim. Her notanın hangi renk ile temsil edildiğini hâlâ hatırlarım. Sonrasında da müzik desleri almayı sürdürdüm ve 10 yaşında Hacettepe Konservatuvarı’na girerek müzik eğitimime çok sevgili hocam Cengiz Özkök ile başlamış oldum.

Neden başka bir enstrüman değil de kemanı tercih ettiniz peki?

Kemanı tercih etmemde sevgili halamın büyük etkisi oldu. Halam bir keman sanatçısı, ve uzun yıllardır yurt dışında yaşıyor. Ben küçükken yılda bir veya iki kez Türkiye’ye ziyarete gelirlerdi ve tabii kemanını da yanında getirirdi. Çocukken onun keman çalışını görmek, duymak üzerimde büyük bir etki bıraktı. En sonunda bir gün ısrarlarım üzerine bana ufak bir keman getirdi ve öğretmeye başladı. O zamandan beri kemanı aynı heves ve sevgiyle çalıyorum.

Ali Ufki isimli Polonya asıllı Osmanlı dönemi bestecimizin Semai Efrenci isimli bestesi

Cihat Aşkın’ın da öğrencisi oldunuz. Kendisinin sizin keman tekniğinize yönelik temel katkıları ne oldu ve hiç unutamadığınız birkaç öğüdünü bizimle paylaşabilir misiniz?

Cihat Aşkın ile İstanbul’da yaşadığım iki yıllık süreçte çalışma fırsatı yakaladım. Çok yönlülüğü ile gıpta ettiğim bir müzisyen ve eğitimci olan Cihat Hoca ile keman tonu ve yorum üzerine çalışmalar yaptık. İyi bir müzisyenin aynı zamanda iyi bir araştırmacı olduğunu söyleyen Cihat Hoca, çalıştığım eserin nasıl yazdığını, edebiyatta olsun, başka alanlarda olsun ne gibi başka eserlerle bağlantısının olduğunu hep incelememi ve bunu yorumuma katmamı öğütledi.

Eğitiminiz boyunca hangi burslardan yararlandınız ve bu burslar müziğinize odaklanmanıza ne şekilde katkı sağladı?

Amerika’da gerçekleştirdiğim yüksek lisans çalışmalarımın ilk yılında Çağdaş Eğitim Vakfı bir bursla yaşam giderlerime katkı sağlamıştı. Burada öğrencisi olduğum okul beni burslu kabul ederek okul ücretinin büyük bir kısmından muaf tutmuştu. Amerika’da iken etnomüzikoloji araştırmalarım için bir seyahat bursu kazanmıştım. İki senede bir iki kadın araştırmacıya verilen bu burs sayesinde Orta Asya’da bulunan Tuva Cumhuriyeti’ne giderek bir ay boyunca onların geleneksel müziği ile ilgili araştırmalar yapmıştım.

ABD’de yüksek lisans yaptınız ve birçok önemli orkestrada yer aldınız. ABD’deki orkestra geleneğini ve keman eğitimini Türkiye ile kıyasladığınızda hangi özellikler ön plana çıkıyor?

Amerika’da Boston dışında farklı eyaletlerde orkestralarda da çaldım ve hepsinin geleneği biraz farklı diyebilirim. Ancak size çalmaktan en keyif aldığım Boston Filarmoni Orkestrası ile ilgili çok hoşuma giden birşeyi söylemek isterim. Şefimiz Benjamin Zander’ın isteği ile her provada tüm orkestra üyelerine birer ufak beyaz kağıt dağıtılırdı ve bizlerden düşüncelerimizi, aklımıza takılanları, söylemek istediğimiz şeyleri veya yorumlarımızı oraya yazmamızı, prova sonunda ona iletmemizi rica ederdi. Bunları bir sonraki prova okur ve tartışmaya açardı. Notlar bazen parçanın belli bir yerindeki yavaşlama konusunda bir orkestra üyesinin farklı bir fikri, bazen bir eserdeki nüans konusunda bir soru, bazen yorum ile ilgili farklı bir düşünce bazen de o provanın keyifli geçtiğine dair bir-iki cümle olurdu. Orkestra içindeki iletişimi bu denli önemsemesi ve orkestra üyelerinin her birinin fikir ve görüşlerine böyle değer vermesi çok takdir ettiğim bir özelliği olmuştu şefimizin.

Şu ana kadar dünyanın birçok ülkesinde konserler verdiniz. Peki aklınızdan hiç çıkmayan konser salonu hangisi oldu ve neden?  

Çok şanslıyım ki dünyanın birçok ülkesinde birbirinden güzel salonlarda konserlerde yer alma ayrıcalığını yaşadım. Büyük gösterişli opera salonlarından tarihi kiliselere, konser salonuna dönüştürülmüş eski ambarlardan bir evin salonunda yapılan sıcak ve samimi ev konserlerine… Ancak ilginç bir şekilde beni en çok etkileyen ve aklımdan hiç çıkmayan konser Tuva Ulusal Tiyatrosu’nda yer aldığım konserdi ve orada salondan çok sahne arkasında yaşadıklarımız beni etkiledi.

Rusya’ya bağlı Türki bir cumhuriyet olan Tuva Cumhuriyetine’de düzenlediğim araştırma seyahatim esnasında tanıştığım müzisyen dostlarım bu salonda gerçekleşecek önemli bir konserde onlarla birlikte yer almam için beni davet etme nezaketinde bulundular. Bu konser Tuva’da her yıl kutlanan ve önemli bir bayram olan Höömeyciler Günü içindi. (Höömey Tuva’da boğazdan söylenen geleneksel müzik tarzına verilen isim.)

Konserde Tuva’nın önde gelen pek çok müzisyeni yer alıyordu. Konser öncesi son hazırlıklar tamamlandı ve sahne arkasındaki odalardan birinde oturduğum esnada müzisyenlerden biri gelip beni alarak koridora çıkardı. Burada konserde yer alan herkes, bütün müzisyenler, büyük bir çember oluşturmuş ve elele tutuşmuşlardı. Beni de çembere dahil ettiler ve herkes birbirinin elini sıkıca tuttarak konser için iyi dilekler diledi, o ânı kutladı. Oradaki enerjiyi ve birlik duygusunu sözlerle tarif etmek çok zor.

Boston’da gerçekleşen bir konserlerinden

Silk Road Ensemble üyeleri ile birlikte konserler vermek size nasıl katkılar sağladı?

Silk Road Ensemble üyeleri ile şahsen tanışmak, onlarla birlikte çalışma ve konserler verme fırsatı yakalamak benim için zihnimdeki bütün ufukları açan eşsiz bir deneyim oldu. Ortak projelerde bir araya gelmemizin tüm kariyerim boyunca sürmesini diliyorum.

Silk Road Ensemble birbirinden yaratıcı ve ince ruhlu insanlardan oluşuyor. Herşeyden önce kurucusu olan Yo-Yo Ma, müzisyenliği, vizyonu ve üretkenliği, aynı zamanda insanlığı ve toplum içinde bir sanatçı olarak üstlendiği sorumluluğuyla örnek aldığım, hayranlık duyduğum bir insan. Ensemble’ın üyeleri ise anlatmakla bitiremeyeceğim, üretkenlik ve yaratıcılıklarıyla aynı derecede hayranlık uyandıran ve de şahsen çok sevdiğim insanlar.

Onların yaptığı işleri görmek ve desteklerini hissetmek sanırım müziğimde daha cesur olmamın yolunu açtı. Özelikle Ensemble üyelerinden sevgili hocam Bassam Saba ile yaptığımız pek çok konuşma bunun üzerineydi. Müzikte aynı basmakalıp rutini takip etmek değil de yeni fikirler üreterek yaratıcı olmamın, önem verdiğim, beni heyecanlandıran noktalara eğilmemin, ve bunun yanı sıra içinde bulunduğum camia tarafından yargılanmaktan korkmadan kendi sesimi arayarak özgün olabilmemin yolunu açtı onlardan öğrendiklerim.

Birçok meslektaşınızın aksine bir yandan da klasik Türk müziği konusunda çalışmalarda bulunuyorsunuz. Bu çabanızın motivasyonu ne oldu ve bu doğrultuda neler yaptınız?

Klasik Türk Müziği ile tanışmam ne yazık ki çok geç oldu, ancak tanıştığımda büyük bir hazine bulmuş gibi heyecan ve hayranlık yaşadım, hâlâ da bu hazineyi keşfime devam ediyorum. Konservatuvarda okurken tamamen batı müziğine odaklı bir eğitimden geçtik, okulum bazı diğer müzik okulları gibi içinde Türk müziği bölümü barındırmadığı için de konservatuvardaki 10 yıllık eğitim sürecimize Türk müziği pek dahil olmadı.

Kültürümüzün müziğine ilgim zaman içinde gittikçe arttı ve özellikle Boston gibi kozmopolit bir şehirde yaşamaya başlayınca müzisyen kimliğim üzerine daha fazla düşünmeye başladım. Dünyanın neresinde olursa olsun, sanatla uğraşan bir kişinin kendi kültürü hakkında kapsamlı bir bilgisinin olmamasının onun sanatsal üretimlerini kısıtlayacak bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Bu, müzik için de böyle. Örneğin, Bach gibi, Mozart gibi Avrupalı 17. ,18. yy bestecilerini biliyor ve eserlerini yorumluyoruz, ancak o esnada bizim topraklarımızda sahne alan bu oldukça gelişmiş ve sofistike müzik kültürünün temsilcilerini yeterince tanıyıp bilmiyoruz. Üstelik bu kültürel değerleri koruyacak olanlar yine o kültüre mensup kişiler olarak bizleriz.

Çok eskiden batı müziği konservatuvarlarında öğrencilerin Türk müziği dinlemesine izin verilmezmiş, içerdiği komalı seslerin öğrencinin kulağını, yani duyuşunu bozacağı gerekçesiyle. Oysa ki tampere bir sisteme sınırlandırılmış batı müziği ses sistemine karşın bizim ara seslerle birlikte çok daha geniş bir ses ve dolayısıyla renk yelpazesine sahip olan makam müziği geleneğimiz, öğrencinin kariyerinde hangi müzik türüne yoğunlaştığı fark etmeksizin ona çok daha keskin bir duyuş sağlayacak bir araç.

Yine de, benim özellikle erken dönem Osmanlı müziği ile ilgili çalışmalar yapma motivasyonum en başta bu müziği çok sevmemden geliyor. Boston’da iken bu müzik tarzı ile ilgilenen değerli müzisyenlerle çalışma ve konserler verme fırsatım oldu. Oluşturduğum konser projeleri bazı ödüllere layık görüldü ve Harvard Üniversitesi, MIT (Massachusetts Institute of Technology) ve Boston Güzel Sanatlar Müzesi gibi önemli kurumlarda Klasik Türk Müziği’ni tarihsel bir açıdan incelediğim konser projelerimi dinleyici ile buluşturma fırsatı yakaladım.

Astor Piazzolla’nın 3 numaralı Tango etüdüne dair Türkmenoğlu’nun yorumu

Dünyadan Yaylı Çalgılar projeniz de oldukça önemli. Farklı kültürlerin geleneksel müziklerini yaylı çalgılarından yola çıkarak incelediniz. Bu projenizi biraz anlatır mısınız? Ve projeden ortaya çıkan birkaç ilginç veriyi paylaşabilir misiniz?

Bu projenin ortaya çıkışı benim rebab ile tanışmamla oldu. Rebab, bazı müzikologlara göre kökeni 9. Yy’a dayanan, Orta Asya’dan çıkmış çok eski bir çalgı, hatta bazılarınca yaylı çalgıların atası kabul ediliyor. Ülkemizdeki rebab “Türk rebabı” diye anılıyor, nitekim rebab isminde farklı kültürlerde birbirinden farklı çalgılar görmek mümkün.

Rebabla tanıştığım andan itibaren onu çok sevdim. Yumuşak sesi, at kılından teli ve hindistan cevizi kabuğundan gövdesiyle çok özel bir çalgı. Merakım ilerledikçe rebabın tarihini ve kökenini araştırmaya başladım. Orta Asya ile olan bağlantısı sebebiyle bu bölgedeki kültürlerde benzerlikler taşıyan çalgıları araştırırken karşıma Tuvaların “igil” isimli çalgısı çıktı. Bu çalgı da rebab gibi at kılı teller taşıyor ve rebab ile benzerlikler taşıyan bir forma sahip. İgil ile beraber Tuva müziğini keşfetmeye başladım ve dinlediklerim üzerimde büyük bir etki bıraktı. Tuva; müziğiyle, Türki bir millet olmasıyla, Asya’nın tam orta noktasındaki konumuyla ve hala sürdürdükleri Şamanlık gelenekleriyle beni büyüledi, ve o andan itibaren Tuva’ya gitmeyi kafama koydum. Ne şanslıyım ki bu hayalimi Boston’da kazandığım bir araştırma bursu sayesinde gerçekleştirebildim. Böylece Tuva’ya giderek araştırmalarda bulundum, bir sürü kişi ile iletişim kurdum, ve aynı zamanda kendime bir igil edindim.

Araştırmalarımı daha sonra British Forum of Ethnomusicology ve American Musicological Society gibi müzikoloji konferanslarında sundum.

Bir sonraki hedefim, pandemi de hafifleyince, bu araştırma projemi içine başka kültürlerin yaylı çalgılarını da katarak genişletmek ve ilerletmek.

Tam da Temmuz ayında bestelerinizi ve düzenlemelerinizi içeren Mâî isimli albümünüz çıktı. İsminden başlayalım; ne anlam ifade ediyor? Ve müzik dünyasından nasıl tepkiler aldınız?

Mâî, benim geçen sene pandeminin ilk aylarında bestelediğim bir parça. O sıralar henüz bir albüm düşüncesi aklımda yoktu, ancak Mâî’yi birkaç parça daha takip edince, Hakan Kursun’un da yönlendirmesiyle bunları bir albümde toplamaya karar verdik. Böylece Mâî de albüme ismini veren parça oldu. Mâî, köken olarak Türkçe’ye Arapça’dan geçmiş eski bir sözcük. “Su ile ilgili” anlamına geliyor ve akışkanlık, mavi renk gibi suyun doğasına ait olguların yanı sıra suya ait olan ve suda yaşayan şeyleri de ifade ediyor. Su, felsefede her şeyin kaynağı olarak kabul edilir. Başka bir deyişle, her şey sudan gelir ve suya geri döner. Bu felsefeye göre bütünlüğü ve sonsuzluğu simgeleyen deniz, yaşamın başladığı ve ruhun özlemini duyduğu yerdir. 
Bu parçayı pandemi sebebiyle sevdiklerini kaybedenler için yazdım, dolayısıyla aramızdan ayrılıp sonsuzluk denizine kavuşan hayatları anma gayesiyle. Bu parçayı diğer bestelerim An, Aspen, Sabah ve Terracotta izledi. Bunların yanı sıra Hakan Kurşun ile bir süre önce bestelediğimiz Gibraltar ve Biometrics, ayrıca 1600’lerde yaşamış Romanya asıllı Osmanlı dönemi bestecisi Dimitri Kantemir’in iki eseri de albümde yerini aldı. Kantemir’e ait iki parçayı arp sanatçısı sevgili Meriç Dönük ve yaylı tanbur dahil pek çok enstrümanı icra eden Amerikalı müzisyen dostum Michael Harrist ile çaldık. Mastering’i Hakan Kurşun tarafından yapılan albüm, Pb Müzik etiketiyle dijital müzik platformlarında yayınlandı.
Albüm henüz çok yeni ancak şimdiden bizi çok sevindiren yorumlar aldık ve güzel bir dinleme sayısına ulaştık. Umuyorum ki Dünya’nın dört bir yanından insanlar bu parçaları uzun zaman boyunca severek dinlerler. 

Peki pandemi döneminde müziğinizi nasıl icra ettiniz? Dijital platformları ne sıklıkla kullandınız?

Pandemi döneminde ben de müziğimi dinleyiciye ulaştırmak için dijital platformları sıklıkla kullandım. Ben aynı zamanda ses mühendisliği ile ilgileniyorum. Dolayısıyla evde güzel kayıt alabileceğim bir stüdyo kurdum ve ses kayıt sistemimle burda pek çok kayıt yaptım. Müzik yapmayı çok özlediğim pandeminin ilk zamanlarında müziği dijital platformlar ve sosyal medya aracılığıyla dinleyiciyle paylaşabilmek bana kendimi iyi hissetirdi.

Sizden ilham alan çocuk ve gençlere neler önerirsiniz? Kemancılığın büyüleyici yönleri ve zorlukları nelerdir?

Keman büyüleyici ve zor bir enstrüman, ancak gençlerin ve müziğe yeni başlayan sevgili çocukların hep hatırlaması gereken kemanın veya başka bir enstrümanın sadece bir araç olduğu, nihai hedefimizin saf müziğe ve en içten gelen, teknik zorluklar ile bloke edilmemiş bir müzikal ifadeye ulaşmak olduğudur. Bunun için bizim ve bazen enstrümanımızın bile aradan çekilmesi, böylece dinleyen kulaklara ulaşanın en yalın anlamıyla sadece müzik olmasına izin verilmesi gerekir diye düşünüyorum. Ayrıca, önemine inandığım başka bir konu daha var. Müzisyenlerin başka çalgıları en azından denemesi, fikir sahibi olması, hatta zaman verip biraz olsun çalması müzisyenliklerine çok katkı sağlayacak birşey. Mesela, keman çalan biri ritim duygusunu geliştirmek için vurmalı çalgıları, enstrümanında şarkı söyler gibi cümleler kurmayı öğrenmek için ise nefesli çalgıları denemeli ve tanımalı.

Barok dönem bestecisi Montanari’nin keman sonatından Giga senza Basso isimli bölüm

Peki sağlığınızda en çok nelere dikkat edersiniz?

Beslenmeme çok dikkat ederim. Bir doktorun “yediklerimizi ilaç olarak görmeliyiz” sözü vardı. Tatlandırıcı, boya, yapay aromalar, kimyasal katkılar ve zararlı yağlar (palm yağı gibi) içeren paketlenmiş gıdalardan olabildiğince kaçıyorum. Vücuduma zarar vereceğini bildiğim şeyleri, sigara gibi, asla kullanmıyorum. Uzun bir süre önce tavuk ve kırmızı et yemeyi bıraktım. Hem pek insani olmayan hayvan eti üretim sektörünün parçası olmamak, hem de çoğunlukla ilaç ve hormon yüklü bu gıdaları vücuduma almamak için. (Doğal koşullarda yetiştirilen hayvanlar elbette bu tanımın dışında.) Bunlar dışında canım ne isterse yerim. Spor olarak yoga ve yürüyüş yapmaya özen gösteririm. Özellikle yoğun prova süreçlerinde yoga, kemandan kaynaklanan sırt ve boyun ağrıları yaşamamam için bana çok faydalı olur.

Sahneye çıktığınızda neler hissedersiniz?

Nasıl bir konser olduğuna göre, hatta hangi eserler çalındığına göre bile değişir. Bir orkestra konseri ile oda müziği konserinde hissettiklerim farklıdır. En çok heyecanı ise solo konserlerimde veya kendi düzenlediğim konserlerde hissederim.

Katıldığınız ve sizde en çok iz bırakan ustalık sınıfları hangileri oldu?

Konservatuvarda öğrenci iken Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi’nin (AIMA) düzenlediği ustalık sınıfına katılmıştım. Çalışmaları yaptığımız yer Ayvalık’ın Cunda adasında dünya güzeli bir yerdi. Ağaçların altında keman çalışıp dersleri denize bakan taş bir evin verandasında yapıyorduk. Çok değerli keman hocaları gelmişti; Lukas David, Bohuslav Matousek ve Prof. Çiğdem İyicil. Buradaki doğayla içiçe çalışma ortamı ve konserlerin gerçekleştirildiği Ayvalık’ın tarihi mekânları bende çok iz bırakmıştı.

Fotoğraf: Evran Öztürk

Kariyerinizde en başa dönüp değiştirmeyi arzuladığınız hatalar var mı?

Hatalar veya hayal kırıklıkları en büyük dersleri çıkardığım yerler oldu.  Böylece hem disiplinin önemini hem de kalbimin sesini dinlemeyi öğrendim, ve hâlâ öğreniyorum. Şimdiki bilincimle çocukluğuma dönmek mümkün değil, ama dönebilsem belki de çocukluğumdaki kararlılık şimdiki halimden zarar görürdü ve yetişkinlere özgü tereddütlerle etkilenen kararlarım beni yolumdan uzaklaştırırdı.

Müzik tarihinde hangi döneme ışınlanmak isterdiniz ve neden?

Rönesans ve Barok dönem müziği çok ilgimi çekiyor. O dönemin enstrümanların tınılarını çok büyüleyici buluyorum. Bir şekilde, o zamanın müziği çok yalın bir güzellik taşıyor bana göre. Doğaçlamanın müziğin önemli bir parçası olması da müziği daha samimi ve kişisel bir hale büründürüyor. O zamana ışınlanıp bu müzikal ortamı deneyimlemek isterdim.

Size en büyük ilham kaynağı olan, “vazgeçilmez” dediğiniz keman virtüözleri kimler?

Rachel Podger’in dönemin stilini yansıtan Bach yorumlarını çok beğeniyorum. Hilary Hahn’ın projelerindeki yenilikçi yaklaşımını ve titiz çalışma rutinini de öyle. Vengerov, oldukça müzikal ve duygulu yorumları ile beni çocukluğumdan beri hep büyüledi. Leila Jozefovich’in ise kemancılığı, özellikle çağdaş eserleri yorumu gerçekten büyüleyici.

Repertuarınızda mutlaka yer verdiğiniz eserleri ve sizin için ifade ettikleri önemi de öğrenmek isterim.

Prokofiev en sevdiğim bestecilerden biri. Onun saatlere ve trenlere olan ilgisini eserlerinde duymak ve çalmak çok hoşuma gidiyor. Ravel ve Debussy oluşturdukları hayal dünyası ve adeta seslerle boyadıkları tablolarla dinlemekten çok keyif aldığım besteciler, özellikle Ravel’in keman-piyano sonatını çok severim. Bach’ın solo keman sonat ve partitaları bir kemancının ömrü boyunca tekrar tekrar ziyaret edip birşeyler öğreneceği, ve her seferinde başka bir bakış açısı yakalaybileceği eserler. Ysaye’nin keman eserleri ise kemanın bir besteci tarafından ne kadar ustalıkla kullanılabileceğini, ne kadar benzersiz renkler yakalanabileceğini en güzel gösteren eserler arasında.

Kemancılık dünyasında yer etmiş bir kadın sanatçısınız ve bu süreçte uluslararası açılımlarda da bulundunuz. Peki sizin “süper gücünüz” nedir?

Böyle gördüğünüz için çok teşekkür ederim. Süper gücümün ne olduğunu tam olarak bilmiyorum. Tahmin yürütmem gerekirse, belki de bana işimde kolaylık sağlamış süper gücüm müziği çok seviyor olmamdır. Belki de bir insanın süper gücü, neyi gerçekten sevdiğini keşfedip o yolda ilerleyecek cesareti bulabilmesindedir.

Kemanınızı alıp “çılgın” bir yerde konser vermenizi istesem, nereyi tercih ederdiniz?

Sanırım sualtında bir konser vermeyi seçerdim, nasıl olsa çılgın bir fikir üretiyoruz sadece. Ben aynı zamanda bir dalgıcım ve sualtını inanılmaz buluyorum, sualtında olmak benim tutkularımdan biri. Bunu müzik tutkumla birleştirebileceğim bir düzenek, sandalyesinde ıslak ıslak oturan dinleyicilerin yanısıra yolunda giderken merakla yanaşıp müziği dinlemeye koyulan balıklara da konser verebilmek çılgınlık derecesinde güzel birşey olurdu.

Yakın geleceğe dair projeleriniz ve hayallerinizden de bize biraz söz etmek ister misiniz son olarak? 

Beste yapmayı sürdürmek istiyorum, bu benim için nispeten yeni bir alan. Etnomüzikoloji ile ilgili çalışmalarımı da ilerletmek ve yeni araştırma seyahatleri düzenlemek istiyorum. Uzunca bir aradan sonra Tükiye’ye döndüğüm için burda yapmak istediğim çok fazla konser, proje var ve birlikte çalışabileceğim harika müzisyen arkadaşlarımın olması bana heyecan veriyor.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s