Genç obua sanatçısı İrem Mercan: “Müzik yapmak bana gerçekten yaşadığımı ve özel olduğumu hissettiriyor. Bir sincap gibi mesela!”

Yılmaz Yıldırım

İrem Mercan, obua icra eden gençlerimiz arasında gizli kalmış bir hazine. Bu tanımı tüm kalbimle yapıyorum, çünkü hayat öyküsü, sanata olan aşkı, “bir sincap gibi” hayatı ciddiye alarak yaşayışı ve enerjisiyle bana bir akşam attığı elektronik postadan sonra tam o gün ihtiyacım olan umudu aşıladı ve bana yazdıklarını okuyunca çok duygulandım ve kendisiyle gurur duydum.

İrem, eğitimini şu anda Avusturya’nın incisi, klasik müziğin başkentlerinden biri olan Viyana’da gerçekleştiren bir obua sanatçısı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda tamamladığı lisans eğitiminden sonra Viyana Müzik ve Sahne Sanatları Üniversitesi’nde girdiği sınavlarda başarılı olarak Prof. Ernest Rombout’un sınıfına kabul edildi ve buada okumaya hak kazandı. Eğitim hayatı boyunca Avusturya’nın başlıca gençlik orkestralarında grup şefi olarak yer aldı. Halen bir orkestra ve oda müziği müzisyeni, aynı zamanda da bir pedagog olarak eğitimine devam ediyor.

Üflemeli Kentet grubu ile İstanbul Genç Klasikçiler festivalinin yani sıra, Opus Erasmus Projesi ile Paris’te, solo festival sanatçısı olarak da Graz Impuls Akademisi ve İstanbul Tahta Üflemeliler Festivali’nde resitaller veren İrem Mercan, Viyana’da bulunduğu süre boyunca Viyana Gençlik Filarmoni ve Viyana Gençlik Orkestralarında grup şefi olarak yer aldı.

İrem Mercan, yaşadığı çağın çok ötesinde bir yetenek. Üstün yeteneği ve müziğe olan tutkusuyla bir açıdan “kabına sığamayan” gençlerden. Müzik tarihinde hangi çağda yaşamak isterdiniz sorusuna verdiği yanıt bile bunun bir kanıtı: “Zaten hep yanlış dönemde yaşıyormuşum gibi geliyor bana! 17. ve 18. Yüzyıllar sanatsal anlamda harikaların yaratıldığı yıllar. Barok ve Rönesans eserleri çok seviyorum. Ama geçmişe dönsem, biraz daha sonrasına, klasik döneme giderdim. Gerçi Viyana’da her an bir sarayda Haydn, Mozart çalıveriyor buluyorsunuz kendinizi. Işınlanmış kadar oluyorum diyelim…”

İrem Mercan, Viyana Musikverein ve Konzerthaus gibi önemli salonlarda hem orkestra ile hem de oda müziği sanatçısı olarak konserler verdi. Gençlik orkestralarının yanı sıra, Max Steiner Orkestrası ve Sycron Stage Orkestrası’nda görev aldı. 2017 yılında yine Ernest Rombout’un sınıfında yüksek lisans eğitimine başladı. Hansjörg Schellenberger, David Walter, Francesco Di Rosa, Gregor Witt gibi obuacıların ustalık sınıflarına katıldı ve ayrıca Milan Turkovic ile oda müziği çalışmaları yaptı. Gerek orkestra ile gerekse solo olarak, dünyanın dört bir yanında, Avusturya, Türkiye, Fransa, Almanya, İskoçya, Çin, Hindistan, Romanya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Polonya gibi ülkelerde konserler verdi. Marc Piollet, Milan Turkovic ve Markus Poschner gibi şeflerin yönetiminde çaldı.

2019’da Avrupa Birliği Gençlik Orkestraları Federasyonu kapsamında oluşturulan ve İskoçya’da gerçekleşen MusXchange Bootcamp for Musicians projesine Wiener Jeunesse Orkestrası tarafından seçildi ve Avusturya’yı temsil eden iki müzisyenden biri oldu. Yine aynı yıl Live Music Now kadrosuna dahil oldu ve çocukların müzikle olan bağının önemini kendi geçmişinin ışığında burada bir kez daha fark etti. İrem Mercan’ı Avrupa en çok etkileyen şey özellikle çocuklar için çok fazla proje yapılıyor olması. “Çocuk operaları, çocuklar için konserler, konserlerle düzenlenen enstrüman tanıtımları vs. Çocuklar büyük bir ilgi ve merak duyuyorlar böylece müzik dünyasına. Ki bence bu her çocuk için çok önemli. Burada neredeyse her çocuk obuanın ne olduğunu biliyor mesela!” diye anlatıyor heyecanla genç sanatçımız.

Bu değerli deneyiminin üzerine 2020 yılında yüksek lisans eğitimini tamamlamasının ardından, Viyana Müzik ve Sahne Sanatları Üniversitesi’nin Enstrümantal Pedagoji bölümünden kabul aldı. Halen eğitimini burada sürdüren İrem Mercan, iyi bir orkestra müzisyeni ve eğitimci olma yolunda azimle çalışıyor.

Kendisini tanımanızı çok isterim, çünkü ben “iyi ki tanımışım” dedim bu muhteşem söyleşinin ardından:

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nın Türkiye’ye ve şu anda da Viyana’ya kazandırdığı en değerli obua sanatçısı gençlerden birisiniz. Peki müzikle ilk tanışıklığınız, o ilk heyecanınız ne zaman başladı? Üflemeli çalgılarla mı başlamıştı müzik merakınız, yoksa başka bir enstrümanla mı? 

Ben ilk müzik eğitimime aslında 9 yaşında piyano ile başladım. Her hafta gittiğim özel piyano dersleri benim için haftanın en heyecan verici dersleriydi. Daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nın Bilim ve Sanat Merkezi’nden kabul alınca, beni bu kadar heyecanlandıran şeyin sadece piyano değil ama bir enstrümanla ortaya çıkarabildiğim müzik ve müziğin bana sunduğu sonsuz fikirler olduğunu fark ettim. Küçükken böyle bir dünyanın varlığını bilmek, bir de üstüne o dünyada söz sahibi olmak, sizi mest ediyor. Konservatuvar sınavlarına da hem bu sebeple, hem de ilk müzik öğretmenimin tavsiyesiyle girdim zaten. İlk obuayla tanışıklığım da böyle oldu. Obuanın ilk sesini duyduğum zamanı hatırlıyorum: “Ben de bu sesi üretmek istiyorum!” demiştim. Tabii o duyduğum sesi çıkarabilmem yıllarımı aldı. Piyanoya nazaran, tabii üflemeli bir enstrüman olmasından da kaynaklanan, çok daha sizden gelen, gerçek bir sesi var obuanın. 

Müziğe, müzik yapmaya, dünyayı müzikle güzelleştirmeye çok büyük tutkuyla bağlı bir sanatçı izlenimi veriyorsunuz. Siz de kendinizi bu şekilde tanımlar mıydınız? Ve başka neler eklerdiniz? 

Özellikle yurtdışında yaşamaya başladığımdan beri daha da tecrübe ettiğim ve inandığım bir şey var. Müziğin birleştirici gücü. Çok ütopik duyulsa da, müziğin tüm sınırları kaldırabildiğine ve insanları birleştirdiğine inanıyorum. Bu dünyayı müzik kurtarıyor gibi. Tıpkı müzik ve ahenkle başlamış olması gibi her şeyin, öyle de devamlılık gösteriyor. Dolayısıyla müzik yapmak, bana kendimi çok doğru ve özel hissettiriyor. Öylesine yaşıyormuşum gibi değil de gerçekten yaşıyormuşum gibi. Bir sincap gibi mesela!


İkinci lisans eğitiminiz için MSGSU’nun ardından rotanızı Viyana’ya çevirdiniz. Neden Viyana? Ve obua eğitimi konusunda Avrupa’nın en iyi üniversiteleri nerelerde yoğunlaşmış durumda? 

Viyana benim için büyük bir şans oldu. Böyle bir şehirde bir müzisyen olarak kariyeriniz için hayal edebileceğiniz her imkânı bulabiliyorsunuz. Bence üniversitelerden ziyade, şehir ve profesörler önemli. Ben yasadığı bir şehrin, bir sanatçı için çok önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Bana katılmayanlar muhakkak olacaktır. Almanya, Avusturya, Fransa gibi ülkeler sanat eğitimcilerini çok iyi yetiştiriyor. Bir eğitimci olmak iyi bir enstrüman çalmanın dışında çok derin sanatsal analizleri, farklı bakış açılarını, birçok genel bilgiyi barındırır. Bu ülkelerdeki üniversite eğitimleri, bu değerlerdeki insanlar tarafından veriliyor. Bir derse girdiğinizde, ihtiyacınız olan ilhamı almış olarak çıkıyorsunuz. Önemli olan böyle eğitimciler yetiştirmek ki, onlar da böyle müzisyenler kazandırsınlar dünyaya.

Viyana’da obuanızla elde ettiğiniz başarılardan bahsedebilir misiniz biraz?

Üstün başarıyla lisans ve yüksek lisans eğitimimi tamamladım ve şu anda da Universität für Musik und Darstellende Kunst Wien’de enstruman pedagojisi üzerine lisans yapıyorum. Bir çok kez grup şefi olarak Avusturya gençlik orkestralarının konserleri ve projelerinde yer aldım. Hala da almaya devam ediyorum. Buradaki eğitim hayatim boyunca Musikverein ve Wiener Konzerthaus gibi dünyanın en iyi konser salonları diyebileceğim yerlerde orkestra veya oda müziği ile konserler verdim. Wiener Jeunesse Orchester, Junge Philharmonie Wien, Max Steiner Orchester, Sycron Stage Orchester birlikte çaldığım orkestralardan bazıları. 

Hangi ustalık sınıflarında bulundunuz ve bu sınıflarda mesleğinize nasıl katkılar oldu? 

Hansjörg Schellenberger’in ustalık sınıfı katıldığım ilk ustalık sınıfıydı. Daha sonra Christian Schneider, David Walter, Francesco di Rosa, Gregor Witt gibi obuacılarla çalıştım. Çok iyi bir fagot sanatçısı ve şef olan Milan Turkovic’in oda müziği ustalık sınıflarına katıldım. Hepsi de şahane sanatçılar, bana hem müzikal hem de teknik anlamda çok şey kattılar. Ustalık sınıfları, genelde tek bir öğretmenle çalışan biz enstrümancılar için her zaman farklı bir bakış açısı edinmek ve kendimizi göstermek için iyi bir fırsat oluyor. Benim yaptığım gibi birçok ustalık sınıfına burslu kabul edilmek de mümkün üstelik. 

Avrupa’da klasik müzik dinleyicisini nasıl tanımlarsınız? Türkiye ile benzeşen, ayrışan yönleri neler? 

Çok sadık bir dinleyici kitlesi var Avrupa’nın. Neticede kendi kültürleri klasik batı müziği. Bu kültürün içine doğuyorlar ve kendilerini bu kültürle ifade ediyorlar. Üstelik her yaştan seyircisi ve dinleyicisi var klasik müziğin. Beni en çok etkileyen şey özellikle çocuklar için çok fazla proje yapılıyor olması. Çocuk operaları, çocuklar için konserler, konserlerle düzenlenen enstrüman tanıtımları vs. Çocuklar büyük bir ilgi ve merak duyuyorlar böylece müzik dünyasına. Ki bence bu her çocuk için çok önemli. Ülkemizde de son zamanlarda görüyorum bu tarz projeler ve bu beni çok mutlu ediyor. Burada neredeyse her çocuk obuanın ne olduğunu biliyor mesela! Türkiye’de de tanıtmamız gerek bu güzel enstrümanı!

Bir obua sanatçısı ruh ve beden sağlığında özellikle nelere dikkat etmeli?

Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. Spor bence sadece müzisyenler değil ama herkes için çok önemli. Bir obuacı kendine iyi bakmalı ki nefesini, vücudunu iyi kontrol edebilsin. Tabi saatlerce süren orkestra provaları sonucu sanıyorum ki her obuacı bel problemleri, dudak ağrıları çekiyordur. Ben genelde esneme egzersizleri yapıyorum. Vücudumu olabildiğince aktifleştirmeye özen gösteriyorum. 

Avrupa’da obua eğitiminde Türkiye’den ne tür farklılıklar var?

Türkiye’nin özellikle müzik teorisi dalında çok çok çok iyi bir eğitim verdiğini düşünüyorum. Bizi Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde gerçekten çok iyi yetiştirdiler bu konuda. Viyana’ya geldiğimde tüm armoni, form bilgisi gibi dersleri direkt sınavlarına girerek geçmiştim. Türkiye seviyesi çok daha üstte. Sonra herkes dikte yapabildiğim için beni üstün yetenekli sanıyordu, bizim için Mimar Sinan’da bunlar normal şeylerdi mesela. Ama şuan okuduğum Viyana Müzik ve Sahne Sanatları Üniversitesi (Universität für Musik und Darstellende Kunst Wien-MDW)’de “Müziği Anlamak” gibi dersler var, bu tip derslerde öyle analizler yapılıyor ki, ders bitiminde aydınlanmış, yeniden doğmuş gibi oluyorsunuz. Enstruman dersleri de böyle geçiyor. 


Türk halkının aslında sanata ve sanatçıya değer veren bir millet olduğunu düşünüyorum. Sanatsal değerleri derin bir ülkeyiz bence. Tabi ki olanaklar, gençlere tanınan fırsatlar geliştirilebilir. Bazen fırsat sunulmadıkça da öğrenemiyor insan. Ben mesela gerçek bir konser obuacısı olabilmeyi, Avusturya’da ayda en az beş konser vererek öğrendim. Türkiye’de bu sayı eğitiminiz süresince, arkanızda büyük destekçiler yoksa yılda üç filan.

Peki obuaya başlamak için ideal yaş nedir?

Ben obuaya 12 yaşında başladım. Bence idealdi. İyi bir enstrumancı olma yolunda ilerlemek sonu olmayan bir serüven. İnişleri, çıkışları var. Ama 6 yaşında başlayan da var. İdeal yaşı söylemek zor bence, kişiden kişiye farklılık gösterir.

Geçmişe ışınlanma hakkınız olsa, müzik tarihleri açısından hangi dönemde yaşamak ve ne tür bir müzik yapmak isterdiniz?

Zaten hep yanlış dönemde yaşıyormuşum gibi geliyor bana! 17. ve 18. Yüzyıllar sanatsal anlamda harikaların yaratıldığı yıllar. Barok ve Rönesans eserleri çok seviyorum. Ama geçmişe dönsem, biraz daha sonrasına, klasik döneme giderdim. Gerçi Viyana’da her an bir sarayda Haydn, Mozart çalıveriyor buluyorsunuz kendinizi. Işınlanmış kadar oluyorum diyelim…

Avrupa çapında birçok şefle beraber çalıştınız. Peki sizi içlerinden en çok etkileyen hangisi oldu ve hangi özellikleriyle?

Markus Poschner çalışmaktan en keyif aldığım şefti. Hem şahane bir profesyonellik ve netlik, hem de müzikal fikirleriyle beni çok etkilemişti. 

Aynı zamanda enstrümantal pedagoji alanında çalışıyorsunuz. Peki, Türkiye’de çocuk müzisyenlerin kalıcı ve etkin şekilde müzik dünyasına kazandırılmasında eksik veya yanlış yapıldığını düşündüğünüz uygulamalar hangileri?

Müziğin keyif vermesi ve müzikten keyif alınması gerektiğini unutmamak lazım. Bazen eğitim sistemlerinin zorlaması ile bu bir keyiften ziyade yarışma veya strese dönüşebiliyor. Bunun hem eğitimlerinin başında olan genç müzisyenlere hem de müziğin ta kendisine haksızlık olduğunu düşünüyorum. Çocukların hırsla değil, sevgi ve heyecanla öğrenmeye ihtiyaçları var. 

Birçok orkestrayla Avrupa çapında konserlerde yer aldınız. Sizi en çok etkileyen –mimarisi ve akustiğiyle- hangi konser salonu oldu?

Kesinlikle Musikverein. Bir de konser sonrası şef tarafından ayağa kaldırıldığınız o an yok mu, bütün Musikverein sizi alkışlıyor, hayatınızın en güzel anı gibi. Sahne bambaşka bir yer, Musikverein sahnesi çok daha başka. Kimler kimler çaldı o sahnede düşünün!  

Obuanız kendinize ait mi?

Evet. Güzel bir hikayesi var obuamı alışımın. Albrecht Mayer’le birlikte seçmiştik. Bana çok uyan bir enstruman. 

Obuanızın sesini neye benzetirsiniz?

Bu sorunuzun cevabı bir çok şey olabilir. Mutluluk, hüzün, ilkbahar, kış.. Prokofiev’e göre bir ördek mesela! Bizzat benim obuam, benim hayatım, inişlerim, çıkışlarım, duygularım, kısacası yaşamımın bir özeti gibi tınlıyor. Kimisi kitap yazar, kimisi yemek yapar, kimisi dans eder bunları aktarabilmek için. Ben de obua çalıyorum. Hayatimi aktarabilecek daha iyi bir anlatıcı da düşünemiyorum. 


Oda müziği mi orkestra müziği mi? Hangisi hangi yönünüze karşılık gelir?

İkisinin de yeri ayrı. Orkestrada büyük bir topluluğun parçası olmak bana büyük bir haz veriyor. Oda müziği ama her açıdan daha samimi bir ortam. İsminden de anlaşıldığı üzere, mekânsal bir his, iç içe ve samimi. 

Bir orkestrada obuanın yeri neden “biricik”tir sizce?

Bir senfoninin güzel bir obua solosunu dinlerseniz, neden olduğunu anlamak zor değil. Bir de orkestraya akort sesi olan la’yı veren yegâne enstrüman tabii. 

Viyana’daki kültür-sanat hayatından nasıl faydalanıyorsunuz çalışmadığınız dönemlerde? Bu şehrin sakinleri için klasik müzik hayatlarında nasıl bir konuma sahip? Türkiye’de olduğu gibi bir elitist uğraş gibi görülüyor mu, yoksa toplumu tüm katmanlarına yaygın bir kültürel öğe mi konserlere gitmek, resitaller dinlemek? Hem dışarıdan hem içeriden bir göz olarak yorumlamanızı çok isterim.

Tabi ki elitist bir yönü var. Operaya, konserlere iyi yerlerden düzenli olarak bilet almak her bütçeye uyan bir şey değil. Ama ayakta dinlemek gibi bir imkân var, o biletler çok ucuz. İlk öğrencilik yıllarımda sürekli ayakta bilet alıp konserlere gidiyordum. Dünyaca ünlü isimler geliyor şehrinize, kaçırsanız çok üzülürsünüz, o yüzden böyle imkanlar sunuyorlar. Tuhaf hissediyor tabi insan bazen, bir gün bir bakıyorsunuz ayakta, kalabalığın arkasından göz ucuyla sahneyi görmeye çalışıyorsunuz, öbür gün aynı konser salonunda bizzat sahnede duran siz oluyorsunuz (: Elbette o sahneye çıkabilmek için pek çok konser, pek çok icracı dinliyoruz. Hepsinden öğrenecek, ilham alacak çok şey var.

Bir yandan müzisyenlik, bir yandan da akademisyenlik idealleriniz devam ediyor. Kendinize dair kısa ve orta dönemli en büyük hayalleriniz neler?

İyi ki bir müzisyen olmuşum. Bunun ne kadar zor ama ne kadar da kutsal bir yol olduğunu, değerleri olan her müzisyen bilir. Ben büyük bir heyecan ve çalışma temposuyla ideallerimin peşinden gidiyorum. Bu yolda ne kadar çok insana ilham verebilirsem, o kadar mutlu ve anlamlı olur hayatım. Bu zamana kadar dünyanın birçok yerinde konserler verdim, vermeye de devam ediyorum. Umarım parçası olduğum her konserin, operanın, orkestranın, hayatlarına dokunduğum her bireyin bu dünyada iyi şeyler üretmesine yardım edebilirim. 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s