Altı yaşındayken Moskova’daki Balakirev Müzik Okulu’nda Damla Koşar isimli bir Türk genci müzik eğitimine başladı. Henüz küçücüktü ama ailesi ondaki müzik yeteneğini çok erken yaşta fark edince onu solfej ve piyano derslerine yönlendirmeye karar verdi. Enstrüman seçmesi istendiğinde ise, tek tutkusunun peşinden gitmek üzere piyanoya yöneldi. İlk adım olarak Çaykovski hayranı bir anne ve Chopin hayranı bir babaya piyano tuşlarında resital vermekti çocuk kalbinden geçen o sırada…
On yaşındayken ailesiyle birlikte İstanbul’a geri dönen Damla Koşar, bir sene sonra Prof. Eser Bilgeman Şakir’den piyano, Emel Çelebioğlu’ndan da solfej eğitimi alarak İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı sınavlarına hazırlandı ve bu hazırlıklarının karşılığında 2011 yılı Haziran ayında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarının açmış olduğu tamzamanlı yeterlilik sınavını derece ile geçti ve eğitimine başarı ile bu kurumda devam etti.
Akabinde Prof. Eser Bilgeman Şakir ile tam zamanlı çalışmalarına başlayarak sonraki piyanistlik yılları için sağlam bir altyapı oluşturdu. Öyle ki 2014 yılı Nisan ayında Uluslararası Pera Piyano Yatışması’nda üçüncülük, 2015 yılı Nisan ayında Hacettepe Üniversitesi’nin düzenlediği 2. Ulusal Piyano Yarışması’nda ikincilik ödülü aldı; 2015 yılında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Senfoni Orkestrası ile birlikte Bach Concerto BWV 1056 F minorü seslendirdi. Damla Koşar’a göre, eğer Bach onun yorumunu dinlemiş olsaydı, onun özgüvenini ve duygularını insanlara aktarma çabasını takdir ederdi. “Ama en önemlisi bana şu öğütü verirdi: ‘Hiçbir zaman müziği araştırmayı, dinlemeyi ve güzeli aramaya ara verme, yılma. Çünkü ancak bu şekilde hem müziğin derinlerine inersin, hem de kendini bulursun” diyor Damla Koşar.
Aynı sene Eylül ayında Bulgaristan’da düzenlenen Heirs of Orpheus yarışmasında birincilik ödülüne layık görülen Damla Koşar, bir sene sonra aynı yarışmada yine birincilik, ayrıca İspanya’da düzenlenen Stars at Tenerife yarışmasında da birincilik ve Bursa Uluslararası Nilüfer Yarışması’nda üçüncülük aldı. 2017 yılında Gürcistan Uluslararası Mozart Yarışması’nda üçüncülük, Almanya Uluslararası Musikalisches Feuerwerk in Baden-Würtemberg yarışmasında birincilik, İsveç Uluslararası Stockholm Müzik Yarışması’nda ikincilik ödülü de aldı. Bunun ardından yıllar boyu onlarca uluslararası yarışmada ödüller birbiri peşisıra geldi ve Damla Koşar 2019 yılında Carnegie Hall’da çalmaya hak kazanıp aynı sene Temmuz ayında Gnesin Rus Müzik Akademisi’nden davet alarak giriş sınavlarına hazırlanıp, çok iyi dereceyle Prof. Marina Drozdova’nın sınıfına kabul edildi. Geçtiğimiz sene Mart ayında ise Yurtdışı Türkler ve Akrabalar Topluluklar Başkanlığı’nın düzenlediği YTB Dijital Konserine katıldı.
Dünya çapında ünlü piyanistler ile aktif olarak çalışan Damla Koşar, Rus eğitimi etkisinde “enstrümana hakim olma” konusunda yetkinleşildiğine dikkat çekiyor ve bunu “piyanoya dokunuş, insanlarla iletişim gibi olmalı; piyano sana ancak onunla çok yakın temasta olursan geri cevap verir” şeklinde ifade ediyor. Prof. Eser Bilgeman Şakir’den de edindiği en önemli iki öğüt; hiçbir zaman pes etmemek ve hayata hep olumlu bakmak.
İyi bir müzisyenin çok okuması, araştırması, dünyayı anlaması gerektiğini düşünen Damla Koşar, “Eğer eğitim gördüğünüz ülkenin dilini biliyorsanız o zaman o ülkenin kitaplarını, yazarlarını, şairlerini okuma fırsatınız vardır. Örnek olarak eğer siz Dostoyevski’yi, Tolstoy’u, Puşkin’i okumadıysanız Rachmaninoff’u, Tchaikovsky’yi, Metner’i anlamanız çok zor” diyor. Bu değerli piyanistimizle çok çeşitli alanları da kapsayan çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik ve sizin beğeninize sunuyorum:
Kendinizi biraz tanıtır mısınız? Müzik yolculuğunuz kaç yaşında nasıl başladı? Müziğe ilginiz nasıl ortaya çıktı?
22 yaşındayım. Gnesin Rus Müzik Akademisi’nde okuyorum. Müzik yolculuğum ben 6 yaşındayken, Rusya’da başladı. Annem beni müzik okuluna yazdırmıştı. Yetenek sınavlarında müzik kulağımın olduğu tespit edildi. Enstrüman seçmem istendiğinde ise gönlümün sesini dinleyip piyanoya yönelmiştim. Şu an o anı hatırlayıp, verdiğim karardan dolayı kendime çok müteşekkirim.
Müziğe olan ilgim ailem sayesinde oluştu. Annem benim yaşlarımdayken müzik dersleri alıyordu ve babamın da çok güzel sesi vardır. Onların müzik zevkleri bana ilham kaynağı olmuştur. Annem Tchaikovsky’yi çok sever. Babam da Chopin hayranıdır.
Ailemin oluşturduğu kültürel ortam benim sanat insanı olmamdaki en büyük etkendi.
İlk eğitimlerinizi Rus öğretmenlerden almışsınız. Piyano çalış tarzınızda belli bir ekol ağırlıklı oldu mu?
Tabii ki, oldu. Çocukken bunu anlamazdım ama büyüdükçe bana aktarılmaya çalışılan bilgiyi fark ettim. Rus müzisyenlerinde var olan ve Rus öğretmenlerinin öğretmeye çalıştığı ‘’enstrümana hakim olma’’ yöntemi benim çok ilgimi çeker. Onlar hep derler ki: ‘’Piyanonun sana geri cevap vermesini istiyorsan onunla çok yakın temasta olman gerekir. Piyanoya dokunuşun insanlarla iletişimin gibi olmalı’’. Burada söylenmek istenen; eğer elde etmek istediğin ve kulaklarında olan bir tını varsa onu tuşların derinliklerine inerek aramalısın.
2010 yılından beri Prof. Eser Bilgeman Şakir’le çalıştınız. Kendisi, çok değerli piyanistleri müzik hayatımıza kazandıran bir eğitmen. Onun size verdiği ve hiç unutamadığınız öğütler, tavsiyeleri paylaşır mısınız bizimle de?
Eser öğretmenim benim hayatımın bir dönüm noktası oldu. Bu kadar bilgi dolu bir öğretmenim olduğu için çok şanslıyım. Çünkü biz Eser öğretmenimle sadece piyano çalışmazdık. Bazen çaldığım eseri başka piyanistlerden dinlerdik ya da okuduğum kitaplar hakkında konuşabilirdik. Eser öğretmenimin bana öğrettiği en önemli iki şey: hiçbir zaman pes etmemek ve hayata her zaman pozitif tarafından bakmak. Bu iki önemli tavsiye benim hayatımı olumlu yönde değiştirdi.
Biraz da hayal kuralım. 16 yaşında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Senfoni Orkestrası ile birlikte Bach Concerto BWV 1056 F minorü seslendirdiniz. Peki Bach zaman tünelinden gelse ve sizin bu başarılı yorumunuzu dinlese, size neler söylerdi, nasıl bir yorumda bulunurdu?
Biz müzisyenlerin hem pozitif hem de başkaları tarafından zor anlaşılan bir huyu vardır: performansını eleştirmek, bazen hiç beğenmemek. Bunun nedeni müzikte sınırın olmamasıdır.
Eğer Bach benim yorumumu dinlemiş olsaydı, benim özgüvenimi ve duygularımı insanlara aktarma çabamı takdir ederdi. Ama en önemlisi bana şu öğütü verirdi: ‘’Hiçbir zaman müziği araştırmayı, dinlemeyi ve güzeli aramaya ara verme, yılma. Çünkü ancak bu şekilde hem müziğin derinlerine inersin, hem de kendini bulursun.’’
Katıldığınız ve sizde en çok iz bırakan yarışmalar ve oradan aldığınız derecelerden söz eder misiniz?
Benim için her yarışma bir deneyimdir. Yaşım ilerledikçe yarışmaların sahneye çıkma ve kendini performans süresince analiz etme konusunda faydalı olduğunu anladım ama yarışmaya ‘’derece almak’’ için katılmayı doğru bulmuyorum çünkü müzik bir yarış değildir.
Piyano alanında uzmanlaşmak isteyen çocukların ve gençlerin yurtdışı deneyimi kazanmalarını önemli buluyor musunuz?
Bence evet. Müzisyende olması gereken en önemli kriterlerden biri başka milletlerin kültürünü , nasıl yaşadığını, düşündüğünü, eğitim gördüğünü, müziğe bakış açısını biliyor olması. Bir de eğer eğitim gördüğünüz ülkenin dilini biliyorsanız o zaman o ülkenin kitaplarını, yazarlarını, şairlerini okuma fırsatınız vardır. Örnek olarak eğer siz Dostoyevski’yi, Tolstoy’u, Puşkin’i okumadıysanız Rachmaninoff’u, Tchaikovsky’yi, Metner’i anlamanız çok zor.
Siz de çok fazla ustalık sınıfına katılmışsınızdır. Peki, masterclass’lere erken yaştan katılmayı önemli buluyor musunuz, neden?
Eğer çocuk belirli bir müzikal olgunluğa eriştiyse – evet, eğer daha erişmediyse bence daha erken. Çünkü masterclass’lar piyano derslerinden ziyade daha çok müzikte başka yorumların olduğunu göstermek amaçlıdır. Masterclass veren piyanist seni müzikal stiller ile tanıştırır ve bunu bir çocuğun anlayabilmesi için belirli bir olgunlukta olması gerekir ve kesinlikle öğretmeni tarafından tespit edilmesi gerekir.
Sahneye çıktığınız veya konser izlediğiniz, akustiği ve mimarisi açısından unutamadığınız konser salonu hangisi oldu?
Viyana’daki Musikverein konser salonudur bende iz bırakan. Oranın nefes kesen mimarisini ve akustiğini hiçbir zaman unutmayacağım. O salonda çalmak benim için adeta meditasyon gibiydi.
İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarından 1’lik ile mezun oldunuz ve tüm bu süreç öncesinde ve sonrasında yarışmalarda, konserlerde isminden söz ettiren, parlak bir piyanist olarak ortaya çıktınız. Başarılı bir piyanistin özellikleri ne olmalı sizce?
Bence başarılı bir piyanist olmak için sadece piyano başında vakit geçirmek yetmez. Çok okumak (özellikle dünya edebiyatını), dinlemek, kaliteli filmleri izlemek, doğada vakit geçirmek, arkadaşlarına şiirler okumak, hareket etmek, kendini analiz edebilmek ve sende var olan psikolojinin farkında olup onu artıya çevirmek. Müziği anlayabilmek için hayatı da anlamak lazım çünkü bütün besteciler hayatlarındaki anları yazıyorlardı; doğayı, aşkı, arkadaşlığı, kötü duyguları, savaşları, içlerindeki isyanları, o dönem arkadaşları olan şairlerin şiirlerinden esinleniyorlardı ya da ressamların çizdikleri başyapıtlardan… Müzisyen hayat dolu olmalıdır. Bu onun icrasını da canlı yapar, yaşatır…
Pandemide müzikal anlamda en çok neleri özlediniz? Dijital konserler size canlı konser tadını verdi mi?
Pandemi döneminde en çok başka müzisyenlerle birlikte çalmayı ve sahneye çıkıp insanların güzel enerjisi ortamında müzik yapmayı özledim. Dijital konserler canlı konserlerin tadını vermiyor ne yazık ki ama pandemi döneminde müzisyenlerin durmayıp bir şeyler yapıyor olması benim için çok değerli. Ben de geçen sene Mart ayında bir dijital konser vermiştim, benim için hayatımda bir ilk olmuştu.
Klasik müzik çalışmalarınız sırasında herhangi bir kurumsal destekten, fon veya burstan yararlandınız mı? Sizce Türkiye’de bu imkanlar yeterli mi?
Klasik Müzik çalışmalarım sırasında herhangi bir kurumsal destekten fon veya burs almadım, sadece Viyana’da kazandığım birincilik ülke çapında ses getirince Cumhurbaşkanlığı, Kültür Bakanlığı , görsel ve yazılı basında bir anda odak noktası oldum. Ankara’da ziyaretlerine gittim, sonrasında desteklerini hissettim. Fakat yurtdışında birçok yerde yarışmalar ve okulum nedeniyle bulunma fırsatım oldu, ve gözlemlediğim kadarıyla ülkemizde bu imkanlar maalesef çok sınırlı ve sayılı müzisyenin ulaşabileceği düzeydedir.
Yurtdışı hayalleriniz var mı? Biraz bahseder misiniz?
Şu an hayallerimden biri olan ‘’Rusya’da eğitim almak’’ hayalimi gerçekleştirmiş bulunuyorum. Eğitimim bittikten sonra dünya genelinde konserler vermek istiyorum.
Bir kadın piyanist olarak “süpergücünüz” nedir?
Benim için en büyük ‘’süpergücüm’’ kendim olmak ve kendi iç sesimi dinlemek. Bu ‘’süpergücüme’’ ulaşmak başta çok zordu ama sonunda onun bir kısmını elde edebildim. Daha ne kadar gelişebileceğimi bilmiyor olmak beni heyecanlandırıyor.
Konserlere çıkmadan önce herhangi bir uğurunuz var mı?
Rus mantalitesi beni uğurlara bağlı olmamayı öğretti. Konsere çıkmadan önce gözlerimi kapatıp kendi kafamda yarattığım dünyaya giriyorum. Zaten o dünya bana gereken enerjiyi veriyor.
Sahneye çıkmadan önce heyecanlanır mısınız? Bu heyecan, müziğinize nasıl yansır?
Eskiden çok heyecanlanıp bu heyecanı kontrol edemezdim. Ama şimdi pozitif anlamda heyecan hissediyorum. Sahneye çıkmak için sabırsızlanıyorum ve bu heyecan benim müziğimi ‘’içten’’ yapıyor diye düşünüyorum.
Size ilham veren Türk ve yabancı piyanistler kimler ve neden?
Çok var aslında. Aklıma ilk gelen Türk piyanistler: Gökhan Aybulus, Emre Şen, İdil Biret ve yabancı piyanistlerden Marc-Andre Hamelin, Emil Gilels ve Maria Yudina. Bu piyanistlerin seçtikleri repertuarlar olsun, müziğe bakış açıları olsun, müzik dışında nasıl insan oldukları bana ilham veriyor.
Repertuarınızda mutlaka yer vermek istediğiniz kompozitör ve/veya eser hangisi?
Genel olarak Rus ve Fransız bestecilerine repertuarımda yer vermek isterim. Örnek vermek gerekirse: Scriabin, Prokofiev, Taneev, Debussy, Ravel, Poulenc, Faure.
Müzik sizce bir toplumda nasıl bir işlev görür?
Müzik ve sanat toplum için çok önemli bir etkendir. Atatürk’ün çok ünlü ve önemli bir sözü vardır: “Bir millet sanattan ve sanatkardan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alil bir kimse gibidir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.’’ Sanatı olan bir toplumun belirli bir düzeyde etiği olur ve aynı zamanda da daha bilgili ve dünyaya bakış açısı farklı olan bireyler yetişir.
Türkiye’de son dönemde klasik müzik dinleyicilerinde bir değişim gözlemliyor musunuz?
Özellikle pandemi döneminde yapılan dijital konserlerden sonra – evet. Çünkü dünyada sosyal medya kullanan insan sayısı çok yüksek. Sosyal medyalarda yapılan konserler kanımca çok büyük bir atılımdır. Çünkü bu tarz konserler hayatında hiç konser salonuna gitmemiş ve klasik müzik ile tanışık olmayan insanlar için değerli bir aktarımıdır. Eminim ki dijital konserleri izleyip, canlı olarak klasik müzik dinlemek isteyen insanların sayısı artmıştır.
Damla Koşar’ın YouTube kanalı için: https://www.youtube.com/channel/UCOMIt3U2CStic0RJAib42qw