Genç çellist Doruk Vijdan, son olarak kendisi gibi başarılı piyanist Cem Esen ile verdiği piyano-çello düolu dijital konser ile evlerimize konuk oldu. Peki bu değerli viyolonsel sanatçımız kimdir? Adana doğumlu, 26 yaşındaki Doruk Vijdan’ın müziğe ilgisi henüz yedi yaşında fark edilince ilk olarak Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası’nın çocuk korosuna kabul edildi ve orada bulunan koro şefi ve Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası Flüt Sanatçısı Nevin Apaydın’ın yönlendirmesi üzerine, on iki yaşında Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müzik ve Sahne Sanatları Bölümü’ne birinci olarak çello dalında kabul edildi. 14 yaşında ise Cihat Aşkın ve Küçük Arkadaşları (CAKA) projesine kabul edilerek alanında önemli ustalık sınıflarında yer alıp konserler verme imkanı buldu. 2011 yılında ise Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası’nda üç sene boyunca orkestranın çello üyesi oldu ve Türkiye’nin çok farklı şehirlerinde konser verdi.
Konservatuvar eğitimi ve Türkiye Ulusal Gençlik Filarmoni Orkestrası üyeliği süresince birçok ülkede bulunup, birçok farklı platformda konser verme ve dünyaca ünlü çellistlerin masterclass’a katılma şansı elde eden Doruk Vijdan, 2012’de gerçekleşmiş olan Beethovenhalle Festivali’nde Berlin Filarmoni Keman Sanatçısı Hande Küden, Seattle Senfoni Orkestrası’ndan viyolonsel sanatçısı Efe Baltacıgil ve Devlet Sanatçısı Piyanist Hüseyin Sermet’in çaldığı, Cem Mansur’un yönettiği büyük bir konserde görev aldı.
Ardından Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası’nda ve İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nda düzenlenen ”Genç Solistler” isimli iki seçmeyi de kazanarak, bu orkestralar bünyesinde E.Elgar Viyolonsel Konçertosu’nu seslendirerek iki konser verdi. Aynı yıl içerisinde Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Senfoni Orkestrası’nda Haydn Do Majör Viyolonsel Konçertosu’nu seslendirdi. Bir yandan da Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuarı lisans bölümünü 2018 yılında okul birincisi ve onur öğrencisi olarak tamamladı; aynı üniversitede sosyal bilimler enstitüsünün müzik ana sanat dalı bünyesinde yüksek lisans çalışmalarını sürdürüyor ve kısmi zamanlı öğretim görevlisi olarak Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda çalışmaya devam ediyor. Hayat şiarı ise; basit ve etkileyici: “Gerçek bir usta olabilmek için önce ustanı geçeceksin, sonra da seni geçecek bir öğrenci yetiştireceksin.”
Peki en unutulmaz konseri hangisi olmuştu? Bonn’da Beethovenhalle’de gerçekleşen Beethoven Festivali’ndeki seyirciyi ömür boyu unutamayacak Doruk Vijdan. “O zaman bir Türk Gençlik Orkestrası olarak, Beethoven’ın şehrinde Beethoven yorumlayıp ayakta alkışlanmak çok büyük bir gururdu. Neler yapabileceğimizi tüm camiaya göstermiştik. O anda Beethoven’ın ruhunun o salonda bir yerlerde dolaştığına emin olmuştum” diye ifade ediyor o anları…
Çelloda veya başka bir enstrümanda uzmanlaşmak isteyen çocuk ve gençlere ise; öncelikle müzik kulağının iyi olmasını ve doğru notaları ayırt edebilmelerini öğütlüyor ve ekliyor: “Sonrasında ise çocuğun enstrüman üstündeki sevgisini oluşturmak ve iyi, doğru bir hocada, doğru bir metot izlenerek başarıya ulaşılacağını düşünüyorum. Viyolonsel, gerçekten ses olarak ilgi çekici bir enstrüman olmakla birlikte, inanılmaz bir repertuvara sahip. Güç isteyen bir enstrüman olduğu için, ilk başlarda parmakların nasırlaşmasını ve omurgasal bir takım ağrılar çekilmesi doğaldır. Ama yaylı çalgılar arasında tutuş pozisyonu da, insanın doğal duruş pozisyonuna en yakın olan enstrümandır.”
Çello çalmanın püf noktaları neler? Çello orkestrada nasıl bir boşluğu doldurur? Adana’da klasik müzik seyircisinin niteliği nasıl? Müziğin toplumdaki rolü ne? Bu ve daha nice soruya dair genç çellist Doruk Vijdan’ın yanıtlarının yer aldığı keyifli söyleşi aşağıda sizleri bekliyor:
Merhaba Doruk Bey. Kendinizi biraz tanıtır mısınız? Müzik yolculuğunuz kaç yaşında nasıl başladı?
Merhabalar, öncelikle bu röportajı gerçekleştirmek benim için gurur verici olduğu kadar da ilgi uyandırıcı. Çalışmalarınızı ilgiyle takip ettiğimi ve ülkemiz vatandaşı olan biz gençlerin, aslında kendi alanlarında ne tarz çabalar gösterdiğini ve neler yaptığını topluma yansıtmanın değeri ve vicdani doygunluğu çok büyük olsa gerek. Bu projenizi bizlere ve okurlarınıza sunduğunuz için size ayrıca çok teşekkür ederim.
Kendi müzikal yolculuğuma değinecek olursam, doğduğum evde hep müzik içinde olduğumu söyleyebilirim. Ebeveynlerimden veya akrabalarımdan hiçbiri müzisyen olmasa da, müziğe tutkulu kişilerdi ve bir araya geldiğimizde kesinlikle hep bir müzik ortamı oluşurdu. Babam hobi olarak bağlama ve ağız harmonikası (mızıka) çalar. Özellikle babamın müzik kulağı çok iyidir. Bir gün beni kendi kendime şarkı söylerken gözlemlemiş ve henüz 7 yaşında iken, beni kuzenimin de orada bulunduğu Adana Polifonik Korolar Derneği’nin Çocuk Korosu seçmelerine götürmüştü. Daha sonra da Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası Çocuk Korosu’nda görev aldım. Yaklaşık 5 sene süren bir koro maceram oldu. Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası’nda flüt sanatçısı olan ve ayrıca o dönem çocuk korosunun şefliğini yapan Nevin Apaydın, aileme konservatuvar sınavlarına girmemin benim için çok iyi bir geleceğe kapı açabileceğini söylemişti ve bu sayede Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın seçmelerine katıldım. Viyolonsel dalında birinci olarak sınavı kazandım ve Serdar Büyükedes’in öğretmenliğinde profesyonel müzik eğitimime ve müzik yaşantıma başlamış oldum.
Peki Adana’da klasik müziğe olan ilgi ve sevgi ne düzeydedir?
Adana ili, insanlara sosyal medyada veya başka platformlarda yansıtılanın aksine içinde barındırdığı belli sağlam topluluklar sayesinde gün geçtikçe sanatsever bir şehre dönüşüyor diyebilirim. Tabi ki buna Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası’nın katkısı oldukça büyük. Özellikle çok iyi solistlere ve şeflere ev sahipliği yapması ve onları ağırlaması, şehirdeki klasik müzik merakını uyandırıyor. Gidenler gitmeyenlere anlatıyor ve davet ediyorlar. Zincirleme bir ilgi oluşuyor. Konservatuvarımızın da kendi orkestrasıyla verdiği konserler cabası. Tabi ki tamamen bir metropol ilgisini taşımasa da, gün geçtikçe ve insanlar bunu keşfettikçe ilgileri ve sevgileri çoğalıyor demek yanlış olmaz sanırım.

Konservatuara başlamadan önce çello çalma hevesiniz var mıydı? Yoksa orada mı size bu enstrümana yönlendirdiler?
Açıkçası konservatuvar sınavına girdiğimde çelloya pek aşina değildim. Tamamen bilinçli olarak seçmedim diyebilirim. İkinci sınav aşamasını da geçtikten sonra jürinin içinde olan hocam Serdar Büyükedes’in, beni yanına çağırıp parmaklarımın yapısını kontrol ettiğini dün gibi hatırlıyorum. Tabi ki tercihim sorulduğunda da enstrümanı tam olarak bilmeden bir amatör cesareti ile, ”Çello istiyorum !” diye haykırdığımı da hatırlayan hocalarım var. İyi ki de haykırmışım diyorum her gün. Sonra da orta birinci sınıfa viyolonsel bölümünde başladığımı öğrenmiştim. Her şey yıldırım hızıyla gelişti ve oldukça dingin bir şekilde devam ediyor.
Genelde insan sesine benzetirler, ama size de sormak isterim. Çellonun sesini neye benzetirsiniz?
Viyolonsel sesini insan sesine benzetmek haklı bir tanı olabilir. Çünkü yaylı çalgılar arasında, icra esnasında üç anahtarın da aktif olarak kullanıldığı (fa, do, sol) tek enstrümandır. Ses aralığının geniş olması sebebiyle ve gerek bir solo enstrüman olarak, gerek bir eşlik enstrümanı olarak geniş bir repertuvara sahiptir. Ses aralığının genişliği ve enstrümanın kendi yapısı nedeniyle içinden oluşan tını ile ben de insan sesine benzettiğimi söyleyebilirim.
Müzik sizce bir toplumda nasıl bir işlev görür?
Müziğin, insanlığın çok eski tarihlerine kadar dayanan içgüdüsel bir olgu düşünüyorum. Kısacası, insanın insan olduğunu hissetmesi için bir lüks değil, bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Ayrıca her ne kadar farklı seslerin birbiriyle bir estetik ve uyum içinde tınlamasına müzik diyebiliyorsak, içinde yaşadığımız gezegenin de kendine ait bir ritmi ve melodisi var bence. Müzik bazen bir sokak çalgıcısında, bazen çok büyük sahnelerde ve bazen de insanın kendi beyninde tınladığı sürece, toplumda birleştirici bir etki yaratacaktır sonsuza dek. Hiçbir müziğe tepki vermeyen bir insanın bile, içinde bastırılmış olan bir müzik aşkı olduğuna eminim.
Peki çelloyu orkestra için “vazgeçilmez” yapan nedir? Nasıl bir boşluk doldurur?
Bir orkestrada her enstrümanın kendine has varlık özellikleri olduğu gibi, viyolonselin de rolü tabi ki büyük. Genellikle eşlik karakterinde ve bas karakterde çalınır fakat literatüre kazınmış ikonik soloları da vardır. Rossini William Tell Uvertürü’nde, Tchaikovsky 4. Senfoni’de veya Korsakov’un Şehrazadında olduğu gibi. Bir orkestrayı, dengeyle duran domino taşları gibi görüyorum. İçlerinden viyolonsele ait olan taş düşerse, diğerleri de sırayla devrilecektir. Tabi ki bu bütün enstrümanlar için de geçerlidir. Bütün yazılan eserler, besteci tarafından bir mantık ve bir birliktelik düşüncesi ile yazıldığı için, çellonun yokluğu gibi bir kabusu hayal bile edemem.
Bir yandan eğitiminizi sürdürürken, aynı zamanda Cukurova Universitesi Devlet Konservatuvarı’nda kısmi zamanlı ğretim g revlisi olarak alısmaktasınız. Yetistirmekte olduğunuz çocuklara ve gen lere elloya veya genel anlamda müzisyen olmaya dair nasıl tavsiyeler, öğütler veriyorsunuz?
Evet, birbirinden yetenekli iki öğrenci ile çalışıyorum ve öğrencilerimin viyolonsel üstündeki ilgilerini artırmak üzerine telkinler gerçekleştirdiğim oluyor. Öncelikle sevgi, sonrasında da merak unsurunun bir araya gelmesiyle, bir enstrümanda seviye atlanabileceğini ve profesyonelleşileceğine inanan bir öğretmenim diyebilirim. Öncelikle merak etmelerini sağlamak istiyorum. Neredeyse insanlık tarihi kadar eski olan müziğe olan merakın ömür boyu tam olarak giderilemeyeceğini düşünenlerden birisiyim. Bu yüzden merak unsurunu, bir enstrümanın çalınmasında baş etkenlerden biri olarak görüyorum. Bütün öğrencilere de, çaldığı enstrümanları öncelikle sevmelerini, sonra da merak etmelerini öneririm.
Peki, çello alanında uzmanlaşmak isteyen çocukları ve gençleri nasıl fırsatlar ve zorluklar bekliyor? Bu enstrümanı çalmaya başlamak için ideal yaş aralığı ve vücut yapısı nasıl olmalıdır?
Çello alanında veya başka bir enstrümanda uzmanlaşmak, öncelikle insanın müzik kulağının iyi olmasından ve doğru notaları ayırt edebilmesinden geçiyor. Müzik kulağının sonradan gelişip gelişmediğine dair ciddi tartışmalar ve düşünceler var. Sonrasında ise çocuğun enstrüman üstündeki sevgisini oluşturmak ve iyi, doğru bir hocada, doğru bir metot izlenerek başarıya ulaşılacağını düşünüyorum. Viyolonsel, gerçekten ses olarak ilgi çekici bir enstrüman olmakla birlikte, inanılmaz bir repertuvara sahip. Güç isteyen bir enstrüman olduğu için, ilk başlarda parmakların nasırlaşmasını ve omurgasal bir takım ağrılar çekilmesi doğaldır. Ama yaylı çalgılar arasında tutuş pozisyonu da, insanın doğal duruş pozisyonuna en yakın olan enstrümandır. İdeal vücut yapısı ve yaş aralığına gelirsek, ortaokul birinci sınıftan başladığımı söyleyebilirim. Fakat özellikle Uzakdoğu ülkelerinde çok daha küçük yaşlardaki çocuklar, yaşlarına göre oldukça profesyonelleşiyorlar. Suzuki Metodu eğitimi ile müzikte birlikteliği öğreniyorlar. İdeal vücut yapısına tam olarak inanmayanlardan biriyim. Parmakların ne çok büyük, ne de çok küçük olması bazı dezavantajlar sağlasa bile, azim ve doğru çalışma ile her fizikte insanın iyi bir çellist olabileceğine dair çok örnek var.
Peki Çello çalmanın “püf” noktaları nedir? Bir çellist, sağlığında en çok nelere dikkat etmeli?
Benim için çello çalmanın püf noktası, tuşe hakimiyetinden ve insanın refleksif reaksiyonlarının güçlü olmasından geçer. Kas hafızası faktörü çok önemlidir. Bir insan, bir ayakkabının bağcıklarını ilk bağladığında yanlış bir düğüm atabilir, beceremeyebilir. Fakat senelerdir her gün ayakkabı bağlayan insan, bu işi gözü kapalı olarak yapabilir. Çünkü beyni ve kas hafızası onu sindirmiştir. Çok çalışmak ve viyolonsel üstünde çok mesai harcamak gerektiğine inanıyorum. Yetenek çalışmazsa, çalışmak yeteneği yener.
Sağlık konusuna gelecek olursak, her çellist, kendi anatomisine uygun olarak düzgün oturuş pozisyonuna sahip olmalıdır. Aksi takdirde omurga rahatsızlıkları ve omuz, sırt ağrılarıyla geçen bir hayat, onu bu enstrümandan soğutabilir. Oturan yanlış bir tekniği düzeltmek yıllar alabilir ve ağrılı olabilir. Bir çellist olarak genelleme yapmayı doğru bulmasam da, her enstrümancının vücudunun her bir zerresine dikkat etmesi ve psikolojik sağlığını koruması gerektiğini düşünürüm.
Siz de çok fazla ustalık sınıfına katılmışsınızdır. Peki, ustalık sınıflarına erken yaştan katılmayı önemli buluyor musunuz, neden?
Müziği icra edebilme sanatı ve müzisyen olmanın adeta gereklerinden biri olan ustalık sınıfları, hayatta bir müzik öğrencisinin karşısına çıkacak en güzel ve verimli anıları barındırmaya önayak olabilir. Müziği icra etmek ve onu anlamak çok göreceli bir kavram olduğu için, bu konuya farklı bir perspektif ile bakan birçok hocaya rastlamanız, sizin ufkunuzu genişletecektir. Her yaş aralığına uygun ustalık sınıfları düzenlenebilir. Öğrencilerin temelini geliştirmek adına, ya da ileri seviyelere atlamak adına olan birçok ustalık sınıfı, tonlarca müzisyenin ufkunu açmış ve farklı bakış açılarına sahip olmalarını sağlamıştır.
Birçok ustalık sınıfına katılmış olmama rağmen, özellikle Johannes Moser ile yaptığımız dersin her zerresini hatırladığım gibi, hiçbir anını da asla unutamadığımı söylemeliyim. Onunla çalıştığım eseri şuan bile icra ederken, söyledikleri kulağımda yankılanır. İşte tam da bu yüzden, ustalık sınıflarının kendim adına ve başka müzisyenlerin adına da öneminin büyük olduğunu düşünürüm.
Katıldığınız projelerden, yarışmalardan ve derecelerinizden de söz edebilir misiniz?
Eğitimimde ve kariyerimde kendimi Türkiye’ye ilk açtığım dönem, 2009 yılında Cihat Aşkın ve Küçük Arkadaşları (CAKA) Seferihisar Projesi’nde yer almamla başladı. Bir hafta boyunca ünlü Çek Çellist Jiri Barta ile çalıştık ve bu proje kapsamında iki konser verdim. Daha sonrasında ise 2011 yılında Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası Seçmeleri’ni kazanıp, bu orkestra bünyesinde Türkiye’nin çoğu şehrinde sayısız konserler verdik. Masterclass yapma fırsatı bulduğum kişiler arasında Johannes Moser, Natalia Gutmann, Umberto Clerici, Laszlo Fenyo, Stanimir Todorov gibi birçok çellist vardı. Bir süre de Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası’nda grup şefliği yapma şansı buldum. Daha sonrasında ise Cem Mansur’un yönettiği Türkiye Ulusal Gençlik Filarmoni Orkestrası Seçmeleri’ni kazandım ve henüz orkestra için yaşım bile tutmuyordu. Fakat ona rağmen sayın Cem Mansur bana bu fırsatı vermişti, kendisine bir teşekkürü borç bilirim. Yurtdışına çıkmak için ebeveyn onaylı muvaffakatname bile aldığımı hatırlıyorum. Bu orkestra bünyesinde Hollanda’da Den Haag, Almanya’da Berlin ve Bonn, Belçika’da Brüksel’de büyük solistlerle ve ciddi repertuvarlar ile büyük konserler verme ve dünyaca ünlü çellist Natalia Gutmann’a eşlik etme şansı yakaladım. Bonn’da düzenlenen Beethovenhalle Festivali’nde çaldım ve Berlin Konzerthaus’da konser verdim. İnanılmaz deneyimlerdi. Aynı sene içerisinde Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası ve İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nın düzenlemiş olduğu Genç Solistler Haftası’na solist seçmek üzere olan iki yarışmayı da kazandım ve iki orkestrayla da Elgar Viyolonsel Konçertosu’nu seslendirdim. İlerleyen süreçlerde ise Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Senfoni Orkestrasıyla Haydn Do Majör Viyolonsel Konçertosu ve Astor Piazzola’nın Libertango isimli eserini seslendirdim. 2018 yılında ise Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’ndan birinci derecede ve yüksek onur öğrencisi olarak mezun oldum.

Pandemi dönemini müzikal anlamda nasıl geçirdiniz? Günde kaç saat çalışma yapıyorsunuz?
Öncelikle söylemek istediğim şey, pandemi boyunca bizlerin daha rahat ve sağlıklı yaşaması için gecelerini gündüzlerine katan sağlık emekçilerine bir teşekkürü borç bilirim. Eğer profesyonel bir müzisyenseniz ve hayatınızı bu şekilde kazanıyorsanız, pandemi dönemi tabi ki birçok müzisyeni hem ruhsal anlamda, hem de ekonomik anlamda etkiledi. Ben, evde kalmak zorunda olduğum bu dönem içerisinde kendi içsel müzik arayışımı oldukça verimli bir şekilde sürdürdüğümü söyleyebilirim. Bol bol masterclass seyrettim, yeni eserler öğrenmeye gayret ettim ve çalmayı sevdiğim eserlerin üstünden geçip bol bol kayıtlar aldım. Fakat hayatını sadece ”sahnede müzik yaparak” geçiren müzik emekçilerinin düştüğü dar durumdan kaynaklı olarak, içimin bir tarafı hep buruktu desem yalan olmaz.
Geçen gece değerli piyanist Cem Esen’le birlikte çok etkileyici bir duo gerçekleştirdiniz ve sosyal medya üzerinden geniş kitlelere ulaştırdınız. Pandemi döneminde sizce dijital konserler klasik müziğin daha çok sevilmesine katkı sağladı mı?
Cem ile dostluğumuz çok eski zamanlara dayanıyor, kendisiyle akran olmakla birlikte Cem de Adana’dan çıkma bir yetenek ve dünyada bizleri temsil edecek gördüğüm en önemli müzisyenlerden birisi. Kendisiyle aynı sıralarda oturduk, büyüdük ve aynı illerde aynı seçmeleri kazanıp konserler verdik. Çocukluk arkadaşlarımın böylesine yetenekli insanlar oluşu, müzikal yolculuğumda ne kadar şanslı olduğumun bir göstergesidir bence. Berlin Filarmoni Orkestrası’nda kadro almaya hak kazanan ilk Türk keman sanatçısı Hande Küden’in Çukurova’da okuduğu dönemde öğrenci olduğum için ve onun kemanının sesini yıllardır okul koridorlarında duyduğum için ayrıca şanslıyım. Öncelikle müziğin büyüsünün kanlı canlı icra edilince daha etkili olduğunu düşünenlerden biriyim. Fakat elimizde olmayan mücbir sebeplerden dolayı video ve ses kaydı olarak insanlara müziğimizi sunabilmek bile teknolojinin hayatımızdaki önemli yerini gösteriyor. Kesinlikle yüzyüze konserler kadar etkili olmasa da, dijital konserler de klasik müziği unutturmamaya devam ediyor.
Besteye ve ruh halinize göre değişse de, çelloya en çok yakıştırdığınız eşlikçi enstrüman hangisi olur genellikle?
Bu soruya verilecek kısa bir cevabım var. Kesinlikle piyano. Çello ve piyanonun uyumunu henüz başka bir ikilide yakalayamadım.
Avrupa’nın birçok şehrinde konserler verdiniz. Peki sizi en çok etkileyen klasik müzik seyircisi hangi şehirdeydi?
Bonn’da Beethovenhalle’de gerçekleşen Beethoven Festivali’ndeki seyirciyi ömür boyu unutamayacağım sanırım. O zaman bir Türk Gençlik Orkestrası olarak, Beethoven’ın şehrinde Beethoven yorumlayıp ayakta alkışlanmak çok büyük bir gururdu. Neler yapabileceğimizi tüm camiaya göstermiştik. O anda Beethoven’ın ruhunun o salonda bir yerlerde dolaştığına emin olmuştum.
Haydn’in viyolonsel konçertosunu üç sıfatla tanımlamanızı istersem neler derdiniz? Bu eser, sizin müzisyenlik yaşantınızda nasıl bir yere ve öneme sahip?
Joseph Haydn’ın bilinen iki viyolonsel konçertosu bulunmakta. Birisi Do Majör, birisi de Re Majör çello konçertoları olmak üzere iki taneler. Joseph Haydn’ın bu iki konçertosu, çellistlerin anayasası gibi bir şeydir. Üstün tekniği, virtüözitesi ve müzikal estetiği ve dönemi gereği yorumlanması gereken stil anlayışı ile, dünyanın birçok seçmesinde ve yarışmasında zorunlu eser olarak da repertuvarlara eklenir. Bu iki eseri öğrenmeden mezun olan bir öğrenci, çok büyük bir eksikle mezun olmuş demektir. Bana Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası Seçmelerini ve Türkiye Ulusal Gençlik Filarmoni Orkestrası seçmelerini kazandıran eserdir.
Çello çalışmalarınız sırasında herhangi bir kurumsal destekten, fon veya burstan yararlandınız mı? Sizce Türkiye’de bu imkanlar yeterli mi?
Ben şahsen yararlanmadım. Fakat yararlanan ve bu sayede yurtdışında okuyan oldukça yetenekli arkadaşlarım mevcut. İmkanların yeterli olup olmadığına değinmek gerekirse, kendim adına bir şey söylemek zor. Böyle fonların veya kurumsal desteklerin içinde yer almadığım ve yararlanmadığım için, yorum yapmayı doğru bulmuyorum açıkçası. Fakat yeteneği olan herkesin hak ettiği desteği maddi manevi görmesini samimiyetle ve içtenlikle diliyorum.
“Başarılı bir çello sanatçısı” hangi özelliklere sahip olmalı sizce?
Öncelikle enstrümanın her bir karışına hakim olmalı, stres yönetimini öğrenmeli, sabırlı olmalı, azimli olmalı, repertuvar bilgisi ve yorum hissiyatını kazanmalı, en önemlisi ise enstrümanını vücudunun bir parçası olacak şekilde tanımalı.
Avrupa’da ve Türkiye’de beğendiğiniz çellistler kimler?
Çok ilginçtir ki, yakın geçmişte bir çellist keşfettim. İsmi ”Jakob Koranyi”. İlk kaydını dinlediğimden beri başka hiçbir kayıt dinleyememeye başladım. Kendisinin çello üstündeki hakimiyeti, kullandığı tekniklere hakim oluşu ve çellodan çıkardığı ton beni inanılmaz derecede etkiledi. Sanki her eseri nasıl düşündüğümü anlıyor ve ona göre yorumluyor gibi. Kusur bulamıyorum adeta. Kendisine de sürekli mail atıp daha fazla kayıt atmasını istediğimi söylüyorum. Yeni bir kayıt yüklediğinde de heyecanla açıyorum ve ilk beğeniyi ben atıyorum. İdolüm diyebilirim. Onun dışında günümüzde popüler olan bilinen çellistlerden Johannes Moser, Pablo Ferrandez, Kian Soltani’yi büyük bir keyifle dinlediğimi söyleyebilirim. Eskilere gitmek gerekirse Mstislav Rostropovich, Pablo Casals, Andre Navarra, Pierre Fournier, Steven Isserlis ve Yoyoma ve Truls Mork’u hayranlıkla seyrediyorum. Modern çelloyu dünyaya öğreten insanlar olduklarını düşünüyorum.
Türk çellistlere gelecek olursak, hangisini daha fazla beğendiğimi söylemem hakkaniyetli olmaz sanırım. Çünkü birbirinden iyi çellistler var. Çalıştığım çok iyi çellistler var. Fakat eserleri icra ediş tarzı, enstrümana olan hakimiyeti ve çıkardığı ses bakımından Dorukhan Doruk’u dinlemekten büyük keyif alıyorum. Ayrıca Çağ Erçağ’ın da çok özel bir çellist olduğunu düşünüyorum.
Size ilham veren Türk ve yabancı çello sanatçıları kimler ve neden?
12 yıl boyunca eğitimimi sürdürdüğüm Serdar Büyükedes hocamı her yönden tahtın baş köşesine koysam bile, Dorukhan Doruk ve Çağ Erçağ’ın çalım stilleri ve yorum stilleri bana çok yakın ve keyifli geliyor. Onların bazı yorumlarından çok ilham alıyorum. Özellikle Dorukhan Doruk’un Schumann Viyolonsel Konçertosu’nu yorumlayış tarzı çok hoşuma gittiği gibi, Çağ Erçağ’ın da Saint Saens Viyolonsel Konçertosu’nu yorumlayışı çok hoşuma gidiyor.
Fakat yabancı çello sanatçılarından ilham aldığım ilk kişi ise Jakob Koranyi diyebilirim. Dinlemeye tam anlamıyla doyamıyorum.
Yakın döneme dair hedefleriniz, projeleriniz neler? Yurtdışında okuma, çalışma gibi hayalleriniz var mı?
Mezuniyetimden sonra akademik bir yola girdim ve şuan yüksek lisans öğrenimime Adana’da devam ediyorum. Kendi ilimde birbirinden yetenekli öğrenciler yetiştirmek ve onların dünya sahnelerindeki kapılarını bir nebze bile olsa aralayabilmek, başlıca hedeflerimden birisi. Bir atasözünde şöyle der; ”Gerçek bir usta olabilmek için önce ustanı geçeceksin, sonra da seni geçecek bir öğrenci yetiştireceksin.” Bu felsefe ile yoluma devam etmek istiyorum. Tabi ki gereken şartlar oluşursa da, Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası bünyesinde de sahne deneyimlerime devam etmek istiyorum.
Bu güzel röportaj için sizlere teşekkür ediyor, tüm çellistlere ve tüm müzisyenlere saygılarımı ve sevgilerimi sunuyorum.