
21 yaşındaki Deniz Arda Başuğur, trompette mükemmeliyete erişmek üzerine kurulu başarılarla dolu bir yaşam öyküsünün mimarı. Şef ve müzik teorisyeni bir babanın, müzik öğretmeni bir annenin oğlu olması, onu birçok açıdan müziğin kucağında büyütmüş aslında. Babasına hayran Deniz Arda, gerek babasıın provalarında oturarak gerek turnelerine katılarak büyümüş. “Hatta provaları sırasında abilerimin elime tutuşturdukları Mi Bemol Klarnet ile provalarını sabote ettiğim bile olurdu. Bu nedenle o zamanlar çok ufak olmama rağmen Nefesli Saz kültürüne aşinaydım ve bu durum yıllar boyunca sürdü” diye anımsıyor o günleri ve trompet ve diğer bakır enstrümanlara olan ilgisinin asıl olarak bu zamanlarda başladığına dikkat çekiyor.
Türkiye Polifonik Korolar Derneği Minikler Korosu ile başlayan ilk müzikal çalışmaları, BSO solo trompet sanatçısı Julian Lupu ile özel trompet dersleriyle devam etmiş ve 2012 yılında Bilkent Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’nde trompet sınıfına kabul edilmesiyle birlikte bu alanda kendisine akademik ve kararlı bir yol açtı.
Ardından Doğul Çocuk Senfoni Orkestrası’nda Şef Prof. Rengim Gökmen yönetiminde Gaziantep, Şanlıurfa, Ankara, Bodrum, İzmir, İstanbul konserleri; Noriyoshi Murakami’nin çalıştırdığı oda müziği topluluğu ile Burdur Genç Yetenekler Festivali’ne katılımın akabinde Yamaha firmasının Bilkent Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesinde düzenlediği “bakır nefesliler” yarışmasında trompet dalında birinciliğe layık görülmesi ve burs kazanması onu enstrümanına dört elle sarılmaya sevk etti.
Trompet alanında ulusal ölçekle kalmayıp en önemli Avrupalı sanatçılardan özel dersler de alan Başuğur, 2-6 Kasım 2015 tarihleri arasında Bulgaristan’ın Stara Zagora kentinde düzenlenen 8. Uluslararası Genç Trompetçiler Yarışmasında 2.lik ödülü aldıktan bir yıl sonra orkestra ile ilk solo konserini Trakya Oda Orkestrası ile Lüleburgaz’da verdi ve bu konseri TSK Armoni Mızıkası senfonik bandosu konseri izledi.
Deniz Arda Başuğur, 24-29 Temmuz 2017 tarihleri arasında Avusturya’nın Tirol bölgesinde Otto Sauter ve Sergei Nakariakov ile çalıştığı ustalık sınıfında jüri tarafından “üstün yetenekli” kategorisinde değerlendirilen iki kişiden biri olarak, Stomvi firması tarafından 3 adet trompet hediyesiyle ödüllendirildi ve böylelikle bir müzisyen için en önemli atılımlardan biri olarak kendisine ait bir enstrümana sahip oldu. Peki üstün yetenekli sıfatı ona nasıl bir sorumluluk yüklüyor? “Bu sıfat beni strese sürüklemek yerine daha da çok azimlendiriyor. Bu ve bunun gibi sıfat veya unvanların devamının sağlanabilmesi için çalışmanın en büyük anahtar olduğuna inanıyorum” diyor genç trompetçi.
Halen Anka Filarmoni Orkestrası’nda trompet grup şefliği yapan, bir yandan da 2019 yılından beri Almanya’nın Münih şehrindeki Hochschule für Musik und Theater’de Prof. Hannes Läubin ve Prof. Thomas Kiechle ile öğrenim gören bu genç yeteneğimiz için tek hedef mutlu, sağlıklı ve doğru yaşamak. “Bana göre mutluluk başarının tek anahtarı. Kendimi gerçekten mutlu hissedeceğim prestijli bir orkestrada Solo Trompet olarak kariyerimi sürdürmek istiyorum” diyor.
Trompetin sesini aşkla özdeşleştiren ve kariyerine, müziğine aşık bu genç müzisyenimizi tanımak için aşağıda keyifli bir söyleşi sizi bekliyor:
Müzik yolculuğunuzu çocukluktan itibaren bize kısaca anlatır mısınız? İlk ateş nasıl fitillendi, bu tutku süreç içerisinde nasıl evrildi ve şu anda geldiğiniz aşamada nasıl bir eğitim aldınız ve nasıl bir konumdasınız?
Müziğin içinde doğdum desem yalan olmaz sanırım. Bir yandan Babamın Şef ve Müzik Teorisyeni olması, öteki yandan ise annemin müzik öğretmeni olması, benim ufak yaşta bilinçli şekilde yönlendirilmem konusunda büyük avantaj oldu. Müzik hayatımın ilk adımını 2004 yılında Polifonik Korolar Derneğinin Minikler Korosunun kapısından içeri girerek atmış oldum. Bu sıcak yuvada yaklaşık 3 yıl kadar birçok etkinlikte yer aldım. Aynı yıl içerisinde Bilkent Müzik Hazırlık ilkokulu sınavlarına hazırlanmak için yaklaşık 2,5 yıl kadar düzenli piyano dersleri aldım. Ancak Babamın Görevi nedeniyle Elazığ iline tayin edilince, piyano maceram o zaman için rafa kalkmış oldu. 2013 Yılında normal bir şekilde örgün eğitime devam ederken kalbimin Müzik için attığını fark ettim ve hiç geç kalmadan Bilkent Üniversitesi Ahmed Adnan Saygun Müzik Hazırlık Ortaokulu giriş sınavlarına hazırlanmaya başladım. Bu dönemde Bakır Üflemeli bir enstrüman çalmak istediğim için BSO Solo Trompet sanatçısı olan Sayın Julian LUPU ile iletişime geçtim ve Sayın LUPU hocam ile 3 aylık bir hazırlanma sonucu Bilkent A.A.S Müzik Hazırlık Ortaokuluna kabul aldım. Burada Sayın Hocam Julian Lupu ile Ortaokul ve Lise eğitimimi tamamladım. Hemen ardından Lisans eğitimimin ilk yılı için Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’na geçiş yaptım ve aynı yıl Münih Müzik Yüksekokulu’ndan Prof. Hannes Laubin (Bavarya Radyo Senfoni Orkestrası Trompet Grup Şefi) tarafından kabul aldım ve 2019 yılından beri eğitimime Münih’te devam ediyorum.
Birçok müzisyen ileride uzmanlaşacağı enstrümanla konservatuar giriş sınavlarının yönlendirmesi sırasında tanışıyor. Sizde trompete dair ilgi daha önceleri var mıydı?
Babam Mızıka Okullarında öğretim görevlisiydi. Ben ufak bir çocukken hep babam ve öğrencileri ile zaman geçirdim. Gerek provalarında oturarak gerek turnelerinde bütün o abilerin kucağında yolculuk yaparak, onlarla gezerek büyüdüm. Hatta provaları sırasında elime tutuşturdukları Mi Bemol Klarnet ile provalarını sabote ettiğim bile olurdu 🙂 Bu nedenle o zamanlar çok ufak olmama rağmen Nefesli Saz kültürüne aşinaydım ve bu durum yıllar boyunca sürdü. Trompet ve diğer bakır enstrümanlara olan ilgim asıl olarak bu zamanlarda başladı. Zaten benim için de Enstrümana karar verme evresi,bunca yıldan sonra hiç de zor olmadı diyebilirim. Bu konuda kendimi gerçekten hep şanslı ve donanımlı hissettim.

Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrasına seçildiniz ve Şef Prof. Rengim GÖKMEN yönetimindeki orkestrayla Gaziantep, Şanlıurfa, Ankara, Bodrum, İzmir ve İstanbul konserlerinde görev aldınız. Bu deneyim size neler kattı? Aklınızda kalan ilginç bir konser deneyimi oldu mu bu esnada?
Öncelikle Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası benim şu anda bulunduğum seviyeye gelmemde kesinlikle çok büyük katkı sağladı. Sayın Rengim Gökmen’in sayesinde ilk Orkestra deneyimimi orada yaşadım ve orada kazandığım tecrübeler benim için paha biçilemez oldu. Kendi yaş grubum ile beraber müzik yapmayı öğrenmek bence en önemlisiydi. Ayrıca bize sağladıkları imkanlar doğrultusunda sosyal gelişim açısından da bir hayli yol kat ettiğime inanıyorum. Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası bünyesinde bulunduğum her etkinlik çok özel ve bu nedenle spesifik bir örnek vermek gerçekten de çok zor.
Katıldığınız birçok yarışmadan en yüksek derecelerle döndünüz. Bu yarışmalara nasıl hazırlandınız?
Benim en büyük şansım,her zaman ve her yerde söylediğim gibi Sayın Hocam Julian LUPU oldu. Kendisi ile Konser ve Yarışmalara hazırlanırken en önemli nokta, yaptığımız işten keyif almak oldu. Bu dereceleri alabilmemin sebebi ise kendisinin beni Müzikal ve Teknik konularda hazırlaması dışında,mental olarak çok desteklemesi oldu. Hocamın desteği ve doğru çalışma sistemi ile bunları başardığıma inanıyorum. Ancak yanımda olan ailemi ve arkadaşlarımın desteğini de asla unutmuyorum. Beni en güçlü tutan şey de bu sanırım.
Trompet çalan bir müzisyenin sağlığında özellikle nelere dikkat etmesi gerekiyor?
Benim için dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, kesinlikle ama kesinlikle sigara kullanılmaması ve beslenme alışkanlıkları konusunda titiz olunması. Bunun yanında tabii ki Fiziksel ve Psikolojik sağlığı korumak da geliyor. Vücudumuza gerçekten iyi bakmamız gerektiğine inanıyorum çünkü bu konudaki avantaj ve dezavantajlar hem Sahne duruşumuza hem de çalışma esnasındaki konforumuza kadar yansıyabiliiyor. Hergün düzensiz beslenen, sigara ve alkol kullanan bir icracı ile düzenli beslenen ve hem Fiziksel hem de Mental yönden kendini geliştiren bir icracı karşılaştırıldığında,farkın çok net ortaya çıkacağına inanıyorum.
24-29 Temmuz 2017 tarihleri arasında Avusturya’nın Tirol bölgesinde Otto SAUTER ve Sergei NAKARIAKOV ile çalıştığınız ustalık sınıfında jüri tarafından “üstün yetenekli” kategorisinde değerlendirilen iki kişiden biri oldunuz. “Üstün yetenekli” sıfatı size nasıl bir sorumluluk yüklüyor?
Öncelikle ülkemi Avusturya’da da temsil ettiğim için çok mutluyum. Bu büyük iki ismin kararı ile böyle bir ödüle layık görülmek benim için ayrı bir onur. Aslına bakarsanız bu sıfat beni strese sürüklemek yerine daha da çok azimlendiriyor. Bu ve bunun gibi sıfat veya unvanların devamının sağlanabilmesi için çalışmanın en büyük anahtar olduğuna inanıyorum. Hayatta ve müzikal yaşantımızda sakatlık, depresyon ve daha bir çok talihsiz olaylar olabiliyor. İşte umutsuzluğa kapıldığım anda bu ve bunlar gibi gerçekleştirebildiğimi gördüğüm şeyler bana çok güç veriyor.
Üzerinize zimmetli enstrüman yerine kendinize ait bir trompetiniz olması nasıl bir duygu? Bu farklı bir özgürlük ve özgüven de kazandırıyor mu müzisyene?
Bence bir Müzisyenin ya da Müzisyen adayının kendi enstrümanı ile performans gösterebilmesi, psikolojik açıdan çok büyük bir rahatlık. Ödünç aldığım bir kıyafeti giymek yerine kendi kıyafetlerimi giymenin rahatlığına benzer bir huzuru var. Enstrüman sahibi siz olunca farklı bir ilişki oluşuyor bence icracı ile arasında. Kendine ait,iyi tanıdığı bir enstrüman ile performans göstermenin verdiği özgüven çok farklı oluyor bana göre.
Şu anda Almanya’da eğitiminizi sürdürüyorsunuz. Peki Almanya’da müzisyenlere tanınan fırsatlar ile Türkiye’yi kıyaslarsanız hangi temel zorluklar gözünüze çarpıyor?
Bana göre en göze çarpan ve ben de dahil olmak üzere en çok zorlanılan nokta Finansal destek bulabilmek. Türkiye’de eğitim gören ve emek harcayan çoğu Müzisyen, Öğrenci ve Müzisyen adayının yeterli destek bulamadığını düşünüyorum. Almanyada ya da Avrupa’da Müzik okuyan öğrencilerin sadece eğitim masrafları dışında, gerçekleştirmeye çalıştırdıkları Projelerine de okullar da dahil olmak üzere bir sürü kuruluştan fon sağlanabiliyor. Türkiye’de maalesef bu tür organizasyonlarda fon bulabilmek daha zor oluyor. Türkiyeyi Avrupa ve Dünyanın her yerinde Temsil eden biz gençlerin bu konuda daha rahat destek bulabilmesi en büyük umudum.
Değinebileceğim bir diğer nokta ise Gençlik Orkestralarının Türkiyeye göre çok daha fazla olması ve Profesyonel orkestraların kurdukları Akademilerde öğrenci yetiştirmeleri. Bence kariyetini orkestra yolunda sürdürmek isteyen bir müzisyen için Gençlik Orkestraları ve Orkestra Akademileri birer Kale. Her şeyin temelinin orada atıldığına ve Müzisyende olgunlaşmanın bu mecralarda başladığına inanıyorum. Türkiye gibi potansiyeli çok yüksek bir ülkenin bu konularda gençlerin önüne daha fazla fırsat koyabileceğinden eminim.
Hayalinizde varmak istediğiniz nokta nedir?
Benim tek hedefim mutlu, sağlıklı ve doğru yaşamak. Bana göre mutluluk başarının tek anahtarı. Kendimi gerçekten mutlu hissedeceğim prestijli bir orkestrada Solo Trompet olarak kariyerimi sürdürmek istiyorum.
Orkestrada trompetin yeri hangi açılardan “doldurulamaz”?
Trompet için Orkestra içerisinde bakır üflemeli grubunun lideri denilebilir. Brass enstrümanlara yazılan korallerde genel olarak trompet referans alınarak balans ayarlanır. Özellikle Romantik, Geç Romantik ve Modern dönemin getirdiği Orkestral Eserlere bakacak olursak, hem tını hem de doyum olarak yeri doldurulamaz bir enstrüman olduğuna inanıyorum.

Trompet çalmadığınız zamanlarda neler yaparsınız?
Spor ile uğraşmak benim en büyük hobilerimden bir tanesi. Hatta benim için artık günlük bir aktivite. Bunların yanında tarihi olayları araştırmayı ve yemek yapmayı da çok seviyorum ama müzikten yine de kopamıyorum. Müzik Teknolijileri ile uğraşıyorum. Müzik prodüksiyonu benim bir nevi 2. işim.
Trompet dışında başka enstrüman çalıyor musunuz?
Türkiye’de eğitim almış her Konservatuar öğrencisi gibi ben de belirli bir düzeyde Piyano çalabiliyorum.Daha önceden görmüş olduğum Piyano Derslerinin vermiş olduğu yatkınlık da bana yardımcı oluyor. Ayrıca kendimi Davul konusunda kesinlikle daha da geliştirmeyi istiyorum.
Hayranlık duyduğunuz, çok beğendiğiniz Türk ve yabancı trompet sanatçıları kimler?
Maurice Andre, Timofei Dokschitzer, Gabor Tarkovi ve Matthias Höfs hayranlıkla dinlediğim Trompet sanatçıları. Gabor Tarkovi ve Matthias Höfs ile birebir çalışabilme ve tanışabilme imkanı bulduğum için çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Türkiye’den ismini verebileceğim kişi ise sadece sayın Hocam Julian LUPU.
Sosyal sorumluluk projelerinde yer aldınız mı veya almak ister miydiniz?
Evet daha önce bazı vakıf, dernek gibi kuruluşların bu tip organizasyonlarında yer aldım. Lösev ve benzeri kuruluşlarda da kesinlikle küçük konserler vermeyi, insanları ve özellikle de çocukları mutlu etmeyi çok isterim.
Oda müziği gruplarında yer alıyor musunuz? Senfoni orkestrası mı oda müziği mi size daha çok motive eder?
Oda müziği gruplarında birçok kez yer aldım. Bilkent Üniversitesinde bizi oda müziği konusunda bilinçlendiren ve eğitmenliğimizi yapan Sayın Noriyoshi Murakami sayesinde kendimizi gösterebileceğimiz fırsatlar elde ettik. Ayrıca Türkiye’nin ilk Bakır Nefesli Grubu Golden Horn Brass ile Yurtiçi ve Yurtdışı olmak üzere bir sürü konserde yer aldık. Bunlar benim için kesinlikle çok önemli deneyimler oldu. Senfoni Orkestrası ile Oda Müziği arasında seçim yapmam gerçekten çok zor. İkisine de çok tutku ile bakıyorum ve ikisinde de severek çalıyorum.
Trompetin sesi doğada hangi sesleri çağrıştırıyor?
Bağdaştırabildiğim tek kavram AŞK.
İhtiras,mutluluk,muziplik,zariflik,görkem ve tutku. Her bir tınıda farklı bir duygu..
Caz müzikle aranız nasıl? Trompetinizle caz gruplarda yer alıyor musunuz?
Caz Müzik dinlemek dışında çalmaktan da çok keyif aldığım bir tür. Teorik olarak bilgim çok sınırlı ancak sürekli dinlediğim ve denediğim için emprovizasyon konusunda başarılı olduğumu düşünüyorum. Henüz bir Caz Band ile çalışma fırsatım olmadı.
Son olarak, sizce müzik bir toplum için nasıl bir katkı sağlar? Geçmişi, bugünü ve geleceği için özellikle…
Müzik aynı tınılarla,bambaşka insanlara farklı duygular hissettiren ,farklı hikayeler anlatan ilahi bir güç,evrensel bir dil bence. İnsanlara bakış açısını değiştirebilme, farklı fikirleri anlayabilme ve önyargıları kırabilme ve sürekli öğrenme konusunda aracı oluyor. Sosyal İlişkilerin iyice yıprandığını gördüğümüz dünyada bu güç, insanları konserler vasıtası ile bir araya getiriyor. Barış ve Huzuru sağlıyor. Hayatımızı güzelleştirmekten başka daha ne yapabilir ki bizlere?