Ses sanatçısı olan annesinin konserlerini, konser kayıtlarını tüm çocukluğu boyunca büyük bir hayranlıkla izleyen Umut Sağlam, müzik dünyasının pırıltılı dünyasını gördükçe giderek kendisi de bu uçsuz bucaksız topluluğun bir parçası olmak üzere konservatuara adımını attıktan sonra tutkuyla bağlandığı çellosuyla birlikte birçok değerli orkestranın içinde yer alan genç bir müzisyen. “Bu enstrüman dünyanın en güzel sesine sahip ve ben de artık onu çalma şansına sahibim” demiş çellosuna ilk dokunduğu anda.
İş Sanat tarafından Meriç Soylu’yu anmak için düzenlenen “Milli Reasürans’da Parlayan Yıldızlar” yarışmasında birincilik ödülü ise, Umut Sağlam’ın müzik hayatında bir dönüm noktası olmuş. Bu önemli sıçrama, Fransa’da gerçekleşen “Tremplin” Çello Yarışması’ndaki birincilik ise, kendisinin yurtdışında varlık göstermesi için kritik önem arz eden özgüven duygusunun pekişmesini sağlamış; Paris’te orkestra ile solist olarak sahneye çıkması bu ikinci dönemeci oluşturmuş müzik hayatında.
2016 yılından beri eğitimini Berlin’de sürdüren, bu eğitim kapsamına Barenboim – Said Akademi’de Prof. Frans Helmerson’un sınıfından mezun olmak ve Hochschule für Musik “Hanns Eisler” Berlin’de Prof. Claudio Bohorquez’in sınıfında çalışmalarıma devam etmek gibi birçok çellistin hayalini gerçekleştirmiş. Kendisi, ayrıca, Fransız çellist Gautier Capuçon tarafından Paris’te Louis Vuitton Vakfı’nda her yıl gerçekleştirilen “Classe d’Excellence de violoncelle” özel çello sınıfının 2019-2020 edisyonunda yer almış. 2019 yılında, Daniel Barenboim’in şefliğini yaptığı Doğu – Batı Divan Orkestrası’nın bir parçası olarak Paris ve Berlin Filarmoni Orkestraları’nın salonlarında sırayla konser verme şansı yakalamış. Bu iki konser salonunun akustiği, mimarisiyle kendisinde yarattığı etki, halen belleğinde taptaze duruyor. Doğu-Batı Divan Orkestrası, Barenboim ve Filistinli düşünür Edward Said’in birlikte kurduğu, Orta Doğu’dan genç müzisyenleri bir araya getirdiği müthiş bir proje ve bu orkestrada birçok genç Türk müzisyenin yer alması hepimiz için övünç kaynağı.
İskandinav folk enstrümanları gibi yaylı çalgılara oldukça meraklı olan Umut Sağlam, bu enstrümanların insan sesine çok yakın olmasından dolayı da bir yakınlık hissediyor. Quartet Parantez ise kendisi için çok güzel ve özel bir proje. Her ne kadar pandemi nedeniyle ara vermiş olsalar da, Ankara’dan çıkmış ve eğitimlerini Almanya’da sürdüren 4 genç Türk müzisyen olarak kurdukları bu yaylı dörtlü ile bugüne kadar kaydı yapılmamış veya çok az yapılmış Türk eserlerinin referans kayıtlarını yapmayı amaçlıyorlar.
Berlin’de müzik yapmayı ise çok yalın ve duru bir ifadeyle aktarıyor genç çellist: “Ankara’da yaşıyorken daha tanışmanın bile hayalini kuramadığım Daniel Barenboim, Sir Andras Schiff, Steven Isserlis ve Frans Helmerson gibi bu işteki devlerle şu an itibariyle hem çalışmış, hem birlikte çalmış, hem de sahne alma şansını yakalamış bulunuyorum. Bu büyük şansa sahip olabilmemin tek sebebi, dünyanın klasik müzik başkenti olan Berlin’de yaşıyor olmam.”
Umut Sağlam, teknoloji çağında müzisyenlerin de beyin göçünü hızlandırdığını düşünüyor ve “önceki yıllarda ustalık sınıfları dışında yakalamanız imkansız olan bir sürü yüksek profil müzisyen ile internet sayesinde iletişim kurmak çok daha kolaylaştı. Ayrıca, dünyadaki seviyenin ne durumda olduğunu bu kadar rahat takip edebilmek benim jenerasyonuma bu seviyeye ayak uydurma imkanı verdi” diye açıklıyor bu gidişatı.
Umut Sağlam, müziğini geliştirmek üzere çok değerli bir destekten de yararlanmış. 2017 yılından beri TÜPRAŞ sponsorluğunda Güher & Süher Pekinel kardeşlerin önderliğinde kurulan “Dünya Sahnelerinde Genç Müzisyenler” sisteminin bir parçası olan Sağlam, böylelikle örneğin 1810 yılında Paris’te ünlü saz yapımcısı Nicolas Lupot tarafından yapılmış bir çelloyu çalıyor; üst düzey kalitede ve özel çalgılarla müziğini icra etmesinin önü açılıyor.
Henri Dutilleux, Dmitri Shostakovich, Ludwig van Beethoven, Rachmaninoff ve Johann Sebastian Bach repertuarıyla sadece Türkiye’de değil Avrupa çapında müzik camiasında büyük bir ilgiyle takip edilen ve en büyük hayallerinden biri Barenboim’in Berlin’de kurduğu ve müzik dışında felsefe, politika, tarih gibi birçok alanda da müzisyenleri eğiten akademi benzeri bir eğitim kurumunu Türkiye’de açmak olan Umut Sağlam’ı tanımanız için aşağıda kendisiyle yaptığımız keyifli söyleşiyi paylaşıyorum.

Kendinizi biraz tanıtır mısınız? Müzik yolculuğunuz kaç yaşında nasıl başladı?
1998 yılı Ankara doğumluyum. Doğduğum günden beri müzik ve sanatla barışık bir ortamda büyüdüm. Çok başka alanlarla ilgilense bile sanata her zaman hayatında yer veren bir ailem oldu, bu konuda gerçekten şanslı hissediyorum. Ancak benim için ilk adımı atan kişi ayrıca ses sanatçısı olan annemdi. Çocukluğum annemin konserlerini, albüm kayıtlarını izlemek ile geçti diyebilirim. Bir noktada ben de bu inanılmaz dünyanın, yani müzik dünyasının bir parçası olmak istedim. Bu şekilde 2009 yılında konservatuvar sınavlarına hazırlandım ve kazandım.
İçinizdeki cello sevgisi ve yeteneğini ilk ne zaman, nasıl keşfetti?
Konservatuvarı kazandığımda çellonun nasıl gözüktüğü dışında bir fikrim yoktu. Sesini hiç duymamıştım. Sınav jürisi bana çello bölümüne alındığımı söylediğinde çok heyecanlandım, hemen bu enstrümanla tanışmak istiyordum. İlk çello dersi zamanı geldiğinde ilk çello hocam Tufan Tolga atölyede yeni bakımı yapılmış sazın akordunu yapıyordu, ben de çellonun sesini ilk defa canlı duydum ve anladım ki “bu enstrüman dünyanın en güzel sesine sahip ve ben de artık onu çalma şansına sahibim.” O günden beri çelloya tutkuyla bağlıyım.
Katıldığınız ve sizde iz bırakan birkaç yarışmadan söz eder misiniz?
Ulusal olarak baktığımda ilk aklıma gelen etkinlik İş Sanat tarafından Sayın Meriç Soylu’yu anmak için düzenlenen “Milli Reasürans’da Parlayan Yıldızlar” oldu diyebilirim. Bu tabi ki tam olarak bir yarışma formatında gerçekleşmese de bu denli anlamlı bir projede yer almak ve Meriç Soylu 1.lik ödülüne layık görülmek hayatımı değiştiren bir adım oldu.
Katıldığım uluslararası yarışmalar içerisinde ise 1.lik ödülü kazandığım Fransa’da gerçekleşen “Tremplin” Çello Yarışması benim yurtdışında kalabilmek için en büyük gereklilik olarak gördüğüm özgüven duygumun pekişmesini sağladı. Paris’te orkestra ile solist olarak sahne almama da olanak veren bu yarışma, Avrupa’da yoluma ilerleme umudumu tazeledi ve yapabileceğime inanmamı sağladı.
Hayatınızda çello olmasaydı hangi enstrümana yönelirdiniz?
Açıkçası bu soruya her yıl farklı bir cevap verirdim diye düşünüyorum. Kesin olarak söyleyebileceğim tek şey yine yaylı enstrümanlara yöneleceğim olurdu. Şu an için ilgim çello dışında İskandinav folk enstrümanlarında mesela. Nyckelharpa veya taglharpa gibi yine yaylı olan enstrümanları çalmayı çok isterdim. Sebebi ise yaylı enstrümanların en doğal ses rengine sahip olduğunu düşünmem. Ayrıca insan sesine benzer tınılara sahip oldukları için kafanızdaki müziği en güzel yansıtabildiğiniz enstrümanlar olduğunu düşünüyorum. Klasik müzik enstrümanlarında ise çellodan başka bir enstrüman çaldığımı hayal edemiyorum.
Biraz Quartet Parantez projenizden söz eder misiniz?
Quartet Parantez bizim için çok güzel bir proje oldu. Amacımız Ankara’dan çıkmış ve eğitimlerini Almanya’da sürdüren 4 genç Türk müzisyen olarak bir yaylı dörtlü kurmak ve bugüne kadar kaydı yapılmamış veya çok az yapılmış Türk eserlerinin referans kayıtlarını yapabilmekti. Ne yazık ki araya pandeminin girmesi ile birlikte şimdilik bu planı beklemeye almak zorunda kaldık ancak konserler yeniden başladığında tekrar bir grup olarak sahne almak istiyoruz ve bu konudaki çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Berlin’de klasik müzik yapmak nasıl bir duygu?
Size bu durumu çok kısa ve öz bir şekilde açıklayabilirim sanırım. Ankara’da yaşıyorken daha tanışmanın bile hayalini kuramadığım Daniel Barenboim, Sir Andras Schiff, Steven Isserlis ve Frans Helmerson gibi bu işteki devlerle şu an itibariyle hem çalışmış, hem birlikte çalmış, hem de sahne alma şansını yakalamış bulunuyorum. Bu büyük şansa sahip olabilmemin tek sebebi, dünyanın klasik müzik başkenti olan Berlin’de yaşıyor olmamdır.
Sizce Türkiye’den Batı’ya doğru müzisyenlerin beyin göçü son dönemde hızlandı mı? Neden?
Bence bu sorunun cevabı şüphesiz evet. Bunun sebebi ise çağımızın teknoloji çağı olması. Artık yurtdışı bize bir email uzaklığında neredeyse. Önceki yıllarda ustalık sınıfları dışında yakalamanız imkansız olan bir sürü yüksek profil müzisyen ile internet sayesinde iletişim kurmak çok daha kolaylaştı. Ayrıca, dünyadaki seviyenin ne durumda olduğunu bu kadar rahat takip edebilmek benim jenerasyonuma bu seviyeye ayak uydurma imkanı verdi.
Klasik müzik bir toplumda nasıl bir boşluğu doldurur?
Klasik müzik neredeyse bir ülkenin konuştuğu dil gibidir, tek farkı bu dilin bütün insanlığa konuşmasıdır. Başka bir deyişle klasik müzik sadece belirli bir toplumun boşluğunu doldurmaz, bütün toplumların aynı dili konuşabilmesine aracılık eder. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.” sözü bu açıdan benim için çok anlamlıdır.
Peki, çello bir orkestrada nasıl bir boşluğu doldurur?
Çello orkestrada yeri gelir diğer bas enstrümanlarla birlikte temponun anlaşılmasını sağlayan bel kemik görevi görür, yeri gelir en güzel solo melodileri çalan grup olur. Ses aralığı o kadar geniştir ki hem diğer enstrümanlara eşlik eder ve armoninin üstüne kurulduğu temel görevi görür hem de eşlik edilen şarkıları söyleyen solist olur.
Çelloyu uzun yolculuklarınıza, tatillerinize taşır mısınız? Hayatınızda nasıl bir önceliği var?
Klasik müzikte kariyer yapmaya çalışınca tatil algınız çok değişebiliyor. Örneğin yaz aylarında bir tatil şehrine konser vermek için gittiğiniz zamanlar sizin için tatil haline gelmeye başlıyor. Dolayısıyla çellom son yıllarda her zaman yanımdaydı.
Klasik müzik çalışmalarınız sırasında herhangi bir kurumsal destekten, fon veya burstan yararlandınız mı? Sizce Türkiye’de bu imkanlar yeterli mi?
2017 yılından beri TÜPRAŞ sponsorluğunda Güher & Süher Pekinel kardeşlerin önderliğinde kurulan “Dünya Sahnelerinde Genç Müzisyenler” sisteminin bir parçasıyım. Bu sistem, yurtdışındaki eğitimimiz süresince bize sağladığı maddi desteğe ek olarak üst düzey ve özel çalgılar ile müziğimizi icra edebilmemize olanak sağlıyor. Örneğin ben bu destek sayesinde 1810 yılında Paris’te ünlü saz yapımcısı Nicolas Lupot tarafından yapılmış bir çelloyu çalıyorum.
Şu anda Türkiye’de kültür ve sanatın gelişmesine gönül vermiş birçok kişi ve kurum bulunduğunu düşünüyorum. Bu kişi ve kurumların destekleri sayesinde klasik müzik camiası için yeterli derecede imkan bulunduğu görüşündeyim, umarım biz de aldığımız desteklerle bu gelişimin bir parçası olacağız. Yetenekli genç meslektaşlarım için bu imkanların gelecekte katlanarak artmasını umuyorum.
Yurtdışı çalışmalarınızdan söz eder misiniz? Sizden ilham alan çocuk ve genç müzisyenlerin yurtdışında imkanları dahilinde eğitim görmelerini önerir misiniz, neden?
2016 yılından beri eğitimimi Berlin’de sürdürmekteyim. Lisans eğitimimi 2020 yılında Barenboim – Said Akademi’de Prof. Frans Helmerson’un sınıfından mezun olarak tamamladım. 2021 Yılından itibaren ise Hochschule für Musik “Hanns Eisler” Berlin’de Prof. Claudio Bohorquez’in sınıfında yüksek lisans çalışmalarıma devam ediyorum. Ayrıca, Fransız çellist Gautier Capuçon tarafından Paris’te Louis Vuitton Vakfı’nda her yıl gerçekleştirilen “Classe d’Excellence de violoncelle” özel çello sınıfının 2019-2020 edisyonunda yer aldım.
Klasik müzisyenlerin, gençlik yıllarında yurt dışını deneyimlemesi gerektiği görüşündeyim. Bunun sebebi klasik müzik dünyasında bir tane mutlak doğrunun olmaması. Her zaman gelişim ve değişim içinde olan bir sanatı iyi takip edebilmek için ne kadar fazla müzisyenle çalışırsak, onlardan öğrenirsek bizim için o kadar yararlı oluyor. Yurt dışında yaşamak ise bizi bu fırsatlara daha da yakınlaştırıyor.
Sahneye çıkmadan önceki duygularınız nedir? Sahnede heyecanınızı nasıl yönetirsiniz?
Sahne deneyimim arttıkça sahneye bakış açım da değişti diyebilirim. İlk başta çıkmaya korktuğum yer zamanla çıkmaya doyamadığım yere dönüştü. Heyecan bence her müzisyenin hiç kaybetmemesi gereken bir özellik ama paniğe dönüşüp dönüşmemesi çalmak üzere olduğunuz esere ne kadar hakim olduğunuzla alakalı bence. Eserde konser öncesi hala tam olarak bilmediğiniz kısımlar varsa bu sahnede paniğe yol açabiliyor. Çaldığım eşlikli eserlerin orkestra partisyonlarını veya piyano partisini öğrenmek benim için çok faydalı oluyor bu konuda çünkü her eserin büyük çoğunluğu eşlik partisi oluyor, dolayısıyla onu tam olarak bilmemek eseri tam olarak bilmemek anlamına geliyor.
Aranızda “organik bir bağ” olduğunu düşündüğünüz kompozitör veya müzisyen(ler) kimdir ve neden?
O an hangi bestecinin müziğini çalışıyorsam genelde onunla organik bir bağ hissediyorum diyebilirim çünkü ne zaman bir eseri çalışmaya başlasam farkettiğim küçük detaylar beni besteciyle çok yakınlaştırabiliyor. Şu sıralar çalmaktan ve çalışmaktan en çok keyif aldığım besteciler ise Henri Dutilleux, Dmitri Shostakovich, Ludwig van Beethoven ve tabi ki Johann Sebastian Bach.
Mimarisi, akustiği, size aktardığı duygular ile hiç unutamadığınız bir konser salonunu sorsam yanıtınız ne olurdu?
2019 yılında, Daniel Barenboim’in şefliğini yaptığı Doğu – Batı Divan Orkestrası’nın bir parçası olarak Paris ve Berlin Filarmoni Orkestraları’nın salonlarında sırayla konser verme şansım olmuştu. Bu iki konser salonu da hem bina mimarisi, hem salon dizaynı hem de akustik olarak beni her seferinde büyüleyen yapılar. Ayrıca, 4 yıl süren Barenboim – Said Akademi eğitimim boyunca birçok konser verme şansı yakaladığım ve akademiyle aynı binada bulunan Pierre Boulez Saal, akustik açıdan oda müziği konserleri için gerçekten eşsiz bir konser salonu.
Pandemi dönemi müzik çalışmalarınızı, maddi ve manevi yönden nasıl etkiledi?
Bu dönemin benim için hem olumlu hem olumsuz etkileri oldu. Öncelikle sahneye çıkmanın ve seyirciyle bir araya gelebilmenin ne kadar önemli bir şey olduğunu anlamamı sağladı. Ayrıca, pandemi öncesinde maskesiz yaşamak, doyasıya dışarıya çıkabilmek ve sorunsuz seyahat edebilmek gibi hayatımızda bize normal gelen şeylerin bile ne büyük lütuf olduğunu anlamamı sağladı. Konser verememek tabi ki dünyadaki bütün müzisyenleri çok olumsuz etkiledi, bazı dönemler en büyük sanatçıların konserleri dahil bütün etkinlikler iptal edildi ve bu durum hepimizin hem maddi hem de psikolojik olarak çok zarar görmesine yol açtı. Umarım yakında bu zorlu dönem sona erecek ve bize kattığı tecrübelerle sanatımızı daha iyi bir şekilde icra edeceğiz.
Müzikte yetenek mi daha önceliklidir çalışmak mı?
Benim için yetenek ilgilendiğiniz işe fiziksel özelliklerinizin uygunluk seviyesine göre değişen bir şeydir. Duyma hissinizin ne denli iyi olduğu, parmak kaslarınızın kimi insandan daha hızlı hareket edebilmesi veya daha kontrollü bir diyaframa sahip olmanız gibi, dolayısıyla bu konuda sizin kontrolünüzde olan bir durum yoktur. Sizin bir işi iyi yapabilmenizi sağlayan asıl şey o işe verdiğiniz emek ve o emek karşında aldığınız sonuç. Yetenek kaslarımızın daha iyi işlev görmesini ve doğru notaları çalmamızı sağlayabilir ama çalıştığımız eser hakkında düşünmeden, o eseri anlamadan işimizi icra edersek eğer, sanatı gerçek anlamına ulaştırmıyoruz demektir. Kısaca, yetenek sizin için bir avantaj olabilir ama size sağladığı avantajdan ancak çalışarak ve düşünerek yararlanabilirsiniz.
Dijital platformları dinleyicilerinize ulaşmak için ne sıklıkla kullanırsınız?
Ben profesyonel hayatımdaki gelişmeleri ve performanslarımı sosyal medya platformları aracılığı ile uygun gördükçe paylaşıyorum. Çok işlevsel olmasının yanında dizaynları itibariyle çok zaman tüketen şeylere de dönüşebiliyor bu platformlar, bu yüzden geçirdiğim süreye dikkat etmeye çalışıyorum.
Hayalinizde kiminle konser vermek var?
Büyük hayranı olduğum çellist Steven Isserlis ile konser vermeyi çok isterdim. Kendisi benim için bu dönemin en büyük sanatçılarından bir tanesi ve onunla aynı sahneyi paylaşmak bir hayalin gerçeğe dönüşmesi olurdu. Ayrıca tek bir kişi olmasa da Berlin Filarmoni Orkestrası’nda bir konserde almak hayallerim arasında kesinlikle.
Çelloya ilgi Türkiye’de yeni nesil müzisyen adaylarında sizce ne düzeyde? Bunun ardında ne tür dinamikler var?
Türkiye’de yeni yetişen yetenekli çellistleri yakından takip etmeye çalışıyorum ve çok güzel yetiştiklerini söyleyebilirim. Hem çok zeki, hem çok yetenekli, hem de çok istekliler. Özellikle İstanbul’da geçen lise yıllarımda öğrencisi olma şansına eriştiğim hocam Dilbağ Tokay’ın sınıfında yer alan genç meslektaşlarımı heyecanla izliyorum ve Türkiye’de yetişen çellistlerin geleceğine dair çok umutluyum diyebilirim.
Çocukların çelloya başlama yaşı yaklaşık kaç? Ne tür zorluklarla karşılaşmaları mümkün ilk başta?
Müzik eğitimime 11 yaşında başladım. Çelloya başlamak için belirli bir yaşın doğru başlama yaşı olduğunu düşünmüyorum, erken başlayıp çok daha az yol katedilirken görece geç başlayıp çok iyi yerlere gelebiliyor insanlar. Başlama yaşından daha önemli olan konu çocuğun bu işle kendi isteği doğrultusunda ve baskılar olmadan ilgilenmesi bence. Müziği tutkuyla yaptıkları sürece bir zorlukla karşılaşmayacaklarını düşünüyorum. Avrupa’da genelde 3-5 yaşlarında başlıyorlar çalmaya ve bu bazen beklendiği gibi olumlu bir sonuç vermeyebiliyor. Kendi isteği ile o işe bağlanan bir çocuk ise lise çağında başlayıp çok iyi yerlere gelebiliyor. Dolayısıyla doğru yönlendirme olduğu ve bu işe sevgi duyduğunuz sürece başladığınız yaş büyük bir fark yaratmıyor.