Genç yaşına rağmen ülkemizde özellikle pandemi döneminde müzisyenlerin durumuna ilişkin olarak oldukça önemli projelere öncülük etmiş bir orkestranın kurucu şefi ve film müziği sanatıyla uzun yıllardır uğraşan sayılı genç bestecilerden biri bugün konuğumuz. Farklı alanlarda oldukça başarılı bir profil sergileyen Yağız Oral, kendi ifadeleriyle “kendisini en iyi müzikte ifade ettiği için” müziğin farklı alanlarına dokunarak genç yaşına rağmen çok büyük projelerin üstesinden gelmiş.
24 yaşındaki Yağız Oral, müzik eğitimine caz gitar ile başladıktan sonra TRT ve Kültür Bakanlığı’nın çoksesli korolarında yer almış, bu korolarla birlikte yurtiçi ve yurtdışı konserlere katıldıktan sonra rotasını bestecilik ve orkestra şefliğine yöneltmiş. Kompozisyon ve müzik teorisi üzerine lisans eğitiminin ardından şeflik çalışmalarında da Orhun Orhon ve İbrahim Yazıcı’nın önemli katkıları ve desteği olmuş. Bir yandan da birçok video oyununun müziğini bestelemiş, bazı reklam filmlerinin müziklerine imzasını atmış.
Pandemiden çok önce, 2017 yılı sonlarına doğru kurduğu Agora Senfoni Orkestrası ise daha sonraki yıllarda birçok müzisyenin en zorlu dönemlerini psikolojik ve maddi açıdan aşmalarında önemli bir kurtarıcı işlev görmüş. Müzik direktörlüğünü ve şefliğini üstlendiği bu orkestraya paralel olarak AGOFON isimli kitlesel bir fonlama projesini büyük bir sanatçı ekibiyle birlikte yürüten Yağız Oral, böylelikle sürdürülebilir sanat tesis etmek doğrultusunda müzisyenlerin emeklerinin karşılığını vermeyi hedeflemiş, onlara pandemi döneminde profesyonel yaşantılarını kolektif bir bilinç ve hassasiyet ile hareket ederek sürdürmelerini sağlamış.
Türkiye’de üç sanatçıdan birinin güvencesiz çalıştığı kaydediliyor. Salgın sürecinde işsiz kalan 30 yaş altı genç orkestra sanatçılarına destek için fon kurulmasına dayanan bu Proje, Ankara Büyükşehir Belediyesi himayesinde gerçekleşiyor. Yağız Oral, halen söz konusu orkestranın müzik direktörlüğünü yürütüyor. Agora Senfoni Orkestrası Ankara merkezli olup, dünyanın dört bir yanında müzik alanında eğitim gören profesyonellerden oluşuyor. Projede Yağız Oral’a orkestranın genç şefi Murat Ömür Tuncer’in de desteği önemli.
Peki bu değerli Proje nasıl işliyor? AGOFON “açık kaynaklı” bir kültür sanat modeli olarak tanıtılıyor. Destekçiler tamamen simgesel olan bazı ürünleri, belli ücretler karşılığında satın alıyorlar ve elde edilen gelir, ilk etapta belirlenen genç sanatçılara aylık maaş olarak aktarılıyor. “Sanatçıların geçim derdi olmadan özgürce sanatlarını icra edebilmeleri, bir ülkenin gelişmişlik düzeyini en iyi şekilde gösteren unsurlardan biri olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla özellikle bu gibi durumlarda, genç sanatçıların sıkıntılarına kulak verebilmek ve onların ses olabilmek, hepimizin ortak amacı olmalıdır” diyor Yağız Oral. AGOFON kapsamında 112 gönüllü destekçi 56 gönüllü sanatçı ve 8 gönüllü kurum katılımı ile yaklaşık 30.000 Türk Lirası bağış toplandı şu ana dek. “Güneş çocuklar” adıyla 6 bursiyer de bu burstan yararlandı. Ancak bu fon kampanyası haricinde Ankara Büyükşehir Belediyesi destekli son konserlerinde çalan orkestra sanatçıları da konser karşılığı adı altında aldıkları destek ile Güneş Çocuklar ailesine katılmış bulundular. Dolayısıyla, şu ana kadar yaklaşık 24 müzisyene ulaşılmış ve onları sanatla yeniden bütünleştirip pandemi kaynaklı ekonomik zorlukların üstesinden gelmelerinde katkı sağlanmış. Yakın gelecekte yapacakları kitle fonlaması hariç konser, kayıt gibi tüm projelerde de bu sayıyı arttırmayı hedefliyorlar.
Amazon Prime’dan BluTV’ye, Onedio’ya dek birçok dijital platformdaki film ve dizilerin müziklerini yazan genç müzisyen, bir yandan da Amerika, Kanada, İngiltere gibi birçok ülkenin bağımsız film yapımcılarına bestecilik yapıyor.
Yağız Oral gibi genç ve tutkulu bir “müzik girişimcisi”, toplumsal duyarlılığı güçlü bir müzisyenle tanışmak, bana özellikle müzisyenlerin yaşadığı bu zorlu döneme dışarıdan tanıklık eden biri olarak umut ışığı oldu. Kimbilir hayatına dokunduğu müzisyenlerde de ne büyük bir değişim yaratmıştır. Kendisini tanımanızı can-ı gönülden isterim:

Müzikle tanışıklığınız caz gitar ile başladı, ardından çok sesli korolarda yer aldınız. Ardından bestecilik, orkestra şefliği, müzik direktörlüğüne dek varan geniş bir kariyer yelpazeniz oluştu. Bu süreci biraz anlatır mısınız çocukluğunuzdan başlayarak?
Müziğe başlamadan önce hayatımda kendimi ifade edebileceğim doğru bir kanal bulamıyordum. Ancak sonra bir gitar edinip, müziğe başladığımda kendimi çok daha rahat ve iyi bir şekilde ifade ederken buldum. Şimdilerde fark ediyorum ki; müziğe gitar ile başlamak, blues, rock ve caz türünün icra edildiği sahnelere çıkmak, insan tanımak için kesinlikle çok yerinde bir başlangıç olmuş diyebilirim. Kariyerimin, önce korolar ile sonrasında kendi eserlerim ve ardından da bir orkestra ile şekillenmesi de yine aynı ifade rahatlığı fikrine dayanıyor.
Peki caz gitar çalmaya devam ediyor musunuz?
Ana alanım olmamakla beraber gitar üzerine arayı fazla açmadan çalışmalarıma devam etmekteyim. Hatta yakın gelecekte gitar üzerine kurguladığım çalışmalarım da olacak.
Şeflik çalışmalarınızı Orhun Orhon ve İbrahim Yazıcı gibi iki değerli isimle sürdürdünüz. Bu isimler size nasıl katkılarda bulundu?
Orhun Orhon ile konservatuvar eğitimimde tanıştım. Başta sadece kompozisyon ile ilgili derslerime girmekteydi, ancak ardından şefliğe başlamaya karar verdiğimde mentorum olarak kendisiyle çalışmayı çok arzulamıştım. Arından kendisiyle verimli çalıştığımız bir sürece girmiş bulunduk. İbrahim Yazıcı ile ise kendisini konuk şef olarak davet ettiğimiz bir konser aracılığıyla tanıma fırsatı buldum. Ardından çalışma disiplini ve stilini merak ederek kendisiyle kısıtlı bir süre de olsa çalıştım.
2017 yılı sonunda kurduğunuz Agora Senfoni Orkestrası, şu anda çok değerli konserlerle pandemi döneminde müzikseverlere umut aşılıyor. Bu projenizden bahsetmek ister misiniz? Şu anda sanırım Ankara BB de destek veriyor.
Tabii ki. Bu proje, 2020 yılının ilk yarısında pandemi nedeni ile başlattığımız AGOFON isimli kitlesel fonlama projesinin ikinci fazı kapsamında gerçekleştirildi. Amacımız, sürdürülebilir sanat olduğu için koşullar fark etmeksizin müzik aracılığıyla bir araya gelerek sanatçıların, emeklerini hakka çevirmek amacıyla tasarlanmış ve gerçekleştirilmiştir. Bu proje, ABB ve Sayın Mansur YAVAŞ’ın himayelerinde yapılarak, bu zorlu dönemlerde hem müzikseverler için bir umut ışığı hem de müziği icra eden sanatçılar için profesyonel bir çalışma mantığı oluşturmayı hedefliyor.
Yurtdışındaki müzik çalışmalarınızdan biraz söz eder misiniz?
Yurtdışındaki müzik çalışmalarım fiziksel olarak Avusturya/Viyana’da başladı. Benim için çok değerli müzisyenlerle kendi eserlerimi çalışma fırsatı bulduğum önemli bir proje idi. Ardından yurtdışı ile ilgili yaptığım çalışmaların neredeyse tümü, çevrimiçi ortamlar ile film müziği besteleme üzerine gerçekleşti. Bu bağlamda Amerika, İngiltere, Fransa, Avusturya ve Macaristan gibi ülkelerdeki bağımsız film yapımcıları ile çalıştım.
Bu zamana dek katıldığınız ustalık sınıflarından söz eder misiniz? Sizlere hangi açılardan katkı sağladılar?
Bu zamana kadar, başta kendi oluşumumuz olan Agora Senfoni Orkestrası ile yaptığımız ustalık sınıfları bana oldukça çok şey kattı diyebilirim. Birbirinden değerli sanatçıları orkestra üyeleri ile buluşturarak çok değerli bilgilere erişebilmiştik. Bunun haricinde Gümüşlük Klasik Müzik Festivali kapsamındaki Orkestra şefliği ustalık sınıfı ve Devlet Çoksesli korosunun düzenlediği koro şefliği ustalık sınıflarına kabul alarak çok değerli isimlerle çalışmıştım. Bu süreçler bana, başta insan tanımam için sonrasında ise müzikal bilgilerimi ve tekniğimi geliştirmem için çok önemli fırsatlar sağladı.
Hayatınızda en çok yer etmiş kompozitörler hangileri?
Ana olarak besteciliğin film müziği dalıyla ilgilendiğim için öncelik olarak beni etkileyen ve bana ilham kaynağı olan önemli besteciler; John Williams, Hans Zimmer ve Ennio Morricone gibi isimlerdir. Tabiki bu isimlerin haricinde hayatıma etki eden ve beni etkileyen besteciler de var. Özellikle Bach ve Beethoven benim için yapı taşı niteliğindedir. Müziğim için, beni teknik ve duygusal olarak besleyen diğer besteciler ise Tchaikovsky, Mozart ve Chopin diyebilirim.
Geçtiğimiz sene başlattığınız AGOFON projesi, sanatçılara destek açısından oldukça önemli. Bu projeyi sizden de dinlemek isteriz.
Elbette. Özellikle geçirdiğimiz bu dönemde, bu projenin bizim için çok önemli olduğunu belirtmem gerekiyor. Maalesef ülkemizde sanatçılar yeteri kadar destek görememekte. Hele ki bu gibi dönemlerde bunun etkilerini daha çok görmekteyiz. Biz de bu soruna bir çözüm önerisi olabilmek adına kendi kitlesel fonlama projemiz olan AGOFON’u başlattık. Bu projede bizlere destek olan çok değerli isimlerle belli bir miktar bağış topladık. Ardından bu toplanan bağışı AGOFON’a başvuran genç sanatçılara, yakın zamanda kaybettiğimiz değerli sanatçımız Ruşen Güneş’i anmak amacıyla “Güneş Çocuklar” adı altında dağıttık.
Sonrasında ise durmak istemedik. Projenin ikinci fazına geçerek, sürdürülebilir sanat adı altında projeler kurgulamaya başladık. Bu projeler ile günümüz dijital dünyasına uygun ve gençleri vitrin malzemesi olarak kullanmayacak bir sistem kurmayı hedeflemekteyiz.
Sizce pandemi döneminde sanatçılar “bekleme odasında” mı tutuluyor? 100’ün üzerinde müzisyenin intihar ettiği bir ortamda müzik sektörünün de güvencesiz oluşu, birçok kişiyi önümüzdeki dönemde müzik kariyerlerini bırakmaya itebilir. Peki, neler yapılmalıydı?
Özellikle pandemi gibi olağanüstü durumlarda tüm sektörler olduğu gibi sanat camiası da derinden sarsılıyor. Bu kaçınılmaz durumu önlemek veya hasarını azaltmak adına özellikle güvencesiz olan sanatçılara belli bir destek kapısı açılmalı. Sanatçıların geçim derdi olmadan özgürce sanatlarını icra edebilmeleri, bir ülkenin gelişmişlik düzeyini en iyi şekilde gösteren unsurlardan biri olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla özellikle bu gibi durumlarda, genç sanatçıların sıkıntılarına kulak verebilmek ve onların ses olabilmek, hepimizin ortak amacı olmalıdır.
Bugün Kültür Bakanı olsanız müzik sektörüne dair yapacağınız ivedi uygulamalar neler olurdu?
Bugün böyle bir göreve dolayısıyla yetkiye sahip olsam kesinlikle ilk olarak sanatçıların, sanatlarını icra edebilecek ortamlarını arttırdım. Maalesef günümüzdeki orkestralar, sahneler ve açılan kadrolar yetişen genç sanatçılar için yeterli değil. Hatta öyle ki Agora Senfoni Orkestrası bu gibi sorunlara bir çözüm önerisi olabilmek adına oluşmuştur.
Çok fazla sahnede yer aldınız müzik yolculuğunuzda. Sizi en çok etkileyen konseriniz ve akustiğiyle, dinleyici kitlesiyle ve/veya mimarisiyle kalbinizde yer eden konser salonu hangisi oldu?
Beni en çok etkileyen konser salonu, (aslında salon demek çok doğru olmayacaktır) Gümüşlük Klasik Müzik Festivalinin konserleri için kullandığı antik taş ocağı diyebilirim. Buradaki atmosfer ve akustik kesinlikle çok etkileyiciydi. Ancak dinleyici kitlesi ve konser dinamiği olarak beni en çok büyüleyen konserim, 2018 yılında Agora ile gerçekleştirdiğim film müzikleri konseriydi.
Film ve dizi müzikleri hazırlarken nelere dikkat ediyorsunuz?
Kesinlikle öncelikle hikayeye. Film müziğinin bütünüyle bir hikaye anlatımı olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla duyguyu iyi anlayabilmek, karakter motivasyonlarını iyi aktarabilmek adına hikayeyi anlamak, dikkat ettiğim en önemli unsur diyebilirim. Elbette bunun haricinde, müziğin dinamiğinin görüntü ile uyuşması ve ortak bir dilmişçesine adeta konuşarak izleyici/dinleyici karşısına çıkması çok mühim. Dolayısıyla müzik ile görüntünün uyumu bir diğer dikkat ettiğim unsur. Son olarak ise yazdığım müziklerin kendi müzik dilimi yansıtıp yansıtmadığı benim için önemli bir nokta. Dinleyenlerin etkilenmesinde müzik dilimin bir payı olması beni çok mutlu ediyor.
“Ah keşke bu filmin müziğini ben yapsaydım” dediğiniz film hangisi? Ve neden?
Özellikle bu cümleyi kurduğum söylenemez. Ancak elbette beni hikaye ve olay örgüsü bakımından çok etkileyen ve ilham kaynağı olan bir takım filmlerde çalışmayı her zaman çok arzulamışımdır. Bunlara örnek vermek gerekirse; Interstellar, Prestige, 1917 gibi filmler olabilir.
Sizce son dönemde özellikle çocuk müzisyenler ve Hauser gibi “popüler” isimler sayesinde klasik müziğe olan ilginin arttığından söz edebilir miyiz? Bu ilgi sizce kalıcı mı?
Elbette arttı, ancak bunun ne kadar sağlıklı olduğu konusunda ciddi şüphelerim var. Elbette herkes için klasik müzik gibi bir kavramı destekliyorum. Bu çok önemli. Ancak klasik müzik, adeta kültürel ve sosyolojik bir arşiv niteliğindedir. Dolayısıyla klasik müziğin iyi anlaşılması ve anlamını yitirmeden, tabiri caizse popüler kültürün kapitalist bir malzemesi olmadan dinlenmesinden yanayım diyebilirim. Çünkü ikinci sorunuza da cevap vermek gerekirse popüler kültürün bu şekilde malzemesi olan her dal, kısa sürede kalıcılığını yitirmektedir.
Cazın hayatınızdaki yeri nedir?
Caz benim için oldukça önemli. Gerek müziğe başlarken ve profesyonel bir boyuta taşırken hayatımda oynadığı rol gereği, gerek ise bana kattığı ilham kaynağı olarak düşünüldüğünde caz müziğin yeri benim için çok ayrı. Özellikle caz müzik dinlemenin ve mümkünse icra etmenin genç sanatçılar için oldukça besleyici olduğunu düşünüyorum.
Halen boş zamanlarınızda enstrüman çalıyor musunuz?
Elbette çalıyorum, bir müzisyen olarak, enstrüman çalmanın ve ona “iş” harici bir mantıkla yaklaşmanın çok yararlı olduğu kanaatindeyim. Bestecilik ve şefliğin yanı sıra özellikle gitar ve piyano ile oldukça sık vakit geçiriyorum diyebilirim.
Orkestranızla herhangi bir yeni sosyal sorumluluk projesinde bulunma projeniz var mı?
Yakın gelecekte hem orkestra olarak hem de bireysel olarak düşündüğüm pek çok sosyal sorumluluk projesi var. Bu tip projelerin hem müziği daha anlamlı kılmak adına hem de ruhumuzu besleyerek dünya ve insanlık adına çok mühim olduğunu düşünüyorum.
Sizce müzik bir toplumda nasıl bir yeri doldurur?
Müzik, her sanat dalının yaptığı gibi toplumda çok önemli bir takım kültürel değerleri koruyarak, insanların bu kültürel birikimleri birbirlerine aktarmasını sağlar. Müzik evrensel olmakla beraber tarihimizi, geçmişten günümüze olan sosyal yapımızı ve yaşam tarzımızı bizden sonraki nesillere aktarmak adına kullanılabilecek en büyük aracılardan biridir.
Orkestranızla konser vermeyi hayal ettiğiniz “en sıra dışı” mekan ne olurdu?
Aklıma ilk gelen yerler, dünyaca ünlü sahneler sanırım. Carnegie Hall ve Royal Albert Hall bunların başında geliyor. Ama bunun haricinde sıra dışı olarak nitelendirebileceğim ve çalmak istediğim en önemli yer sanırım doğanın kalbi, ormanlar diyebilirim.
Türkiye’de üstün yetenekli çocukların daha fazla desteklenmesi açısından neler yapılmalı?
Bu kavramın ne kadar önemli olduğunu bilmekle beraber üstün yetenekli şeklinde bir kıstas yapılmasını pek doğru bulmamaktayım. Bunun yerine üstün özveri veya üstün çabanın çok daha kalıcı bir etkisi olduğunu düşünmekteyim. Genç sanatçıları, özveri ve çalışmaya itmenin, onlara uygun ortamlar oluşturmanın ve doğru şekilde motive etmenin çok önemli olduğuna inanıyorum. Bunun için eğitim sisteminin rolünün büyük olduğunu düşünüyorum.
Özellikle genç sanatçılar, daha çok usta-çırak ilişkisi ile çalışıyorlar. Dolayısıyla bu ilişkideki motivasyonun çok hassas olduğunu unutmamak gerekiyor. Müzik kariyerleri boyunca, genç bireylerin yarışmalardan yarışmalara koşturan ve sürekli birbirleri ile rekabet içerisinde tutulan bir sistemle değil, onları doğru yönlendiren ve sürekli birbirlerini desteklemeye iten bir sistemle çalışmaları gerektiğine inanıyorum. Dolayısıyla bilinçlenmek ve genç sanatçılara bunu doğru aktarabilmek, bahsedilen üstün özveri ve üstün çaba için en doğru yoldur.
[…] Orkestra direktörü ve genç film müziği bestecisi Yağız Oral: “Müzik, kendimi ifade etm… […]
BeğenBeğen