Genç piyanist Cem Esen: “Yetenek yemeğe konan sos, çalışmak ise yemeğin kendisi”

Genç piyanist-besteci Cem Esen, bir süredir müzik çalışmalarını Almanya’da kuş sesleri arasındaki evinden sürdürüyor. Dokuz yaşından beri beste yapan, müzisyen bir aileye gözlerini açan Cem Esen’in müzik gemisinin rotası Almanya’ya çevrildiğinden beri, belki de ondan biraz daha öncesinden itibaren, klasik müziğe verilen destek, gençler için güzel imkanlar yaratılması, kaliteli bireysel yaşam gibi kavramlar ve gerçeklikler üzerinde daha fazla düşünmeye, sorgulamaya başladı. Kendisi, 2015 yılından bu yana Almanya’da Hannover Hochschule für Musik’de Roland Krüger ile çalışmalarını sürdürüyor. Solo piyano, oda müziği, solo enstrümanlar için birçok eserin yanı sıra, senfonik eserlere de imza atmış bir üstün yetenekli besteci Cem.

Bestelerinde -ayrıntıları aşağıda yer alan- “kontromantizm” üslubunu kullanarak müzikal bir yenilik getiren Cem Esen’e göre, devlet ve özel sektör düzeyinde genç müzisyenlerin desteklenmesi, onlar için bir fon olması, “Atatürk’ün fikirlerini daima hatırlatarak, üreterek, çalışarak ve inanarak yenilikçi projeler yapma yolunda herkesin teşvik edilmesi” gerekiyor ve bu sadece sanat ile olmuyor. “Ama sanat, tüm bunları eleştirmek, sorgulamak için ve gelecek nesillere aktarmak için güzel bir evrensel dildir.”

Cem Esen’in ismini çoğumuz ise, kendisinin bestelediği Kozmik Varyasyonlar ve Scarlet adlı eserleri ile de işitmiştik. “Kozmik” betimlemesinin kökeni ise, orkestranın görkemi ve piyano ile oluşan kozmik kaosun güzelliğini vurgulamasından ileri geliyor. Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası, bu eseri 2019 yılında ilk kez seslendirerek tanıtımında aracı olmuştu.

Peki, bir günlüğüne Kültür Bakanı olsaydı daha başka neler yapardı? “Gerçekten maddi anlamda paraya ihtiyacı olan ve iş bulamayan sanatçılar oradan belli miktarlarda kazançlar elde ederlerdi. Sonrasında, türk edisyon şirketi kurardım. Telif hakları farklı ülkelerde olan türk bestecilerimizin teliflerini kendimize alırdım ve notaları bizzat bastırtıp biz yurtdışına gönderirdik. Notaları mutlaka geri dönüşümden gelen kağıtlarla bastırıp insanları buna teşvik ederdim. Türkiye’deki orkestraların çoğunu yurtdışına gönderip orada Türk ve yabancı solistler ile konser turneleri düzenlettirirdim. İçinde her türlü sanatçının olduğu genel bir sanat komitesi kurup, hangi sanatçılara nasıl imkanlar verilmeli buna ortak karar verdirttirirdim. Misal; ressamlar başvuracaklar, tabi ki bir çırpıda hepsi onay göremese bile yıldan yıla, her ay farklı ressamların sergileri önemli sanat galerilerinde açılacak. Bunlara önemli bütçeler ayrılacak.”

Cem Esen, dünya çapında iyi eğitim sistemi ve kaliteli bireysel yaşamların hüküm sürdüğü yerde klasik müzik ve sanata da bu ölçüde değer verildiğini düşünüyor. Tüm kompozitörlerin yanı sıra besteci Franz Liszt’i “vazgeçilmez” gören Cem Esen, kişinin piyano çalışının duygusuna göre şekillendiğini düşünenlerden. “O kişi duygusuz ise ses de duygusuz çıkıyor. Egoist ise ses de şovmen çıkıyor. Tutkulu ise tutkulu. Nazik ise en çılgın eserde de naziklik hissediyorsunuz.” Sosyal çevresinde mütevazi biri olarak görülen Cem Esen’in piyano çalışında da bu tınılara rastlamak mümkün. Ama, Cem Esen piyano üzerinden çok ilginç ve bir o kadar da çarpıcı bir “davranış bilimi teorisi” geliştiriyor: “Ne çalarsanız çalın, en güzel sesleri çıkartsanız da bunu bazen o piyanoya ikna etmeye çalışabilirsiniz. “Ben bir şey yapmadım, ben bir tahta parçasıyım, o sesi sen bastın da çıkarttın” der, siz de suçu ona atarsınız. İki mütevazı, atışırsınız.”

Klasik müzikte sadece Mozart ile Beethoven’ın olmadığını Gershwin’den başlayarak çok geniş bir dünya ve hatta evrene müzisyenlerin erişmesi, keşfetmesi, bunlarla heyecanlanması gerektiğini düşünen Cem Esen, yetenek mi çok çalışma mı sorusuna ise şöyle yanıt veriyor: “Yetenek yemeğe konulan güzel bir sostur, çalışmak ise yemeğin kendisi. Sosun tek başına kimse için bir anlamı yok değil mi?”

Bu “Harika Genç”i tanımak isterseniz, benim de çok şey öğrendiğim, çok keyifli bir söyleşimiz aşağıda sizi bekliyor:

Fotoğraf: Salim Serdar Balı

Kendinizi biraz tanıtır mısınız? Müzik yolculuğunuz kaç yaşında nasıl başladı? Nasıl devam ediyor? 

Ben Cem Esen, piyanist ve besteciyim. 6 yaşında piyano ile tanıştım. Ailem müzisyen olduğu için onlardan esinlenmiş olmam olası. Küçük yaşlardan beridir besteciliğe olan ilgim yıllar geçtikçe daha da arttı ve bu uğurda elimden gelen en kaliteli şekilde eserler bestelemek için tüm çalışmalarımı sürdürüyorum. Piyanistliğim (icra) benim işim, besteciliğim ise yaşam tarzımdır.

Neden piyanoyu tercih ettiniz? 

Annem piyanisttir. Evde piyano sesi ile büyüme şansım oldu, bir noktada içten içe ben de çalmak istemişim. İyi ki de istemişim.

Kozmik Varyasyonlar adlı eseriniz oldukça ses getirmişti. Biraz ondan bahseder misiniz? 

Kozmik Varyasyonlar’ın ses getiren en büyük yanı, Türkiye’de iyi bir senfoni orkestrasının genç bir bestecinin eserine yer vermiş olmasıydı. Fakat, bu eserimin literatürde potansiyelinin anlaşıldığını pek düşünmüyorum. Ama Bursa Senfoni’nin bu verdiği imkan, bir besteci için nimetten çok zaten olması gereken doğal bir olaydır. Bir çok kuruma örnek olması gereken bir hareketti. Çukurova Senfoni de aynı şekilde, o da imkan sağlamıştı. Kaliteli yazılan her türlü eserin “para kazanma kaygısı/bilet satma kaygısı” olmadan, layığı ile sahnelerde icra edilip insanlara tanıtılması gerekiyor. Bu imkanları müzisyenlere sağlayan ve cesurca hareket eden her türlü kuruma teşekkürler. 

Peki, yeni beste çalışmalarınız var mı? 

Evet var. Şu an içerisinde bitirmeye yaklaştığım, yeni başladığım ve de henüz başlamadığım eserler var. Bir gün dinleme fırsatımız olur umuyorum.

Bestelerinizde yarattığınız “Kontromantizm“ üslubunu bize anlatır mısınız?

Kontromantizm, aslında bir cevap. Neyin cevabı diyecekseniz; bazı insanların müzikte koyduğu sınırlandırmalar beni sanattan soğutuyor. Her yazdığınız eser bir şeye benzetilir, dönemimizin müziği şudur budur. Buna sanki birisi tekelden karar veriyor gibi. Ben ise farklı düşünüyorum, bestecinin eserlerinde anlatmak istediği “özgün” bir dil olmalıdır. Bu dil, eserin içerisinde romantizm de barındırır, atonalite de, jazzy unsurlar da, barok da, çağdaş yazım teknikleri de. Bunun sınırı yoktur. Mühim olan, eserin nasıl işlendiği, nasıl geliştirildiği, detayları ve anlatılmak istenilenin karşıya nasıl ulaştığı. Yani anlayacağınız benim için kaliteli ve kalitesiz müzik var sadece.

Kontromantizm bir cevaptır demiştim. Evet. At gözlüğü takan insanlara verdiğim bir cevaptan öte değil. Cont-romanticism, yani Contemporary-Romantic müzik. Çağımız dönemindeki romantizm içeren müziktir. Çağımızdaki serbest ve özgün yazım tekniklerini de kapsayan, tamamen özgün formlara dayalı, içerisinde mutlaka buhran barındırdığına inandığım romantik müziklerdir.

Fakat daha gerçekçi cevap verecek olursam, benim müzik dilim şu an bizden önce yaşayan bestecileri anlamak ve onların yapmadığı neler var onları bulmak üzerine. Ben en avangart müziği de yazsam içindeki romantizmi ister armoni ile ister daha soyut olarak sembolize ettiğim sürece kendi müziğime kontromantik diye hitap etmeye devam edeceğim. Fakat müzik dilim, kendi içimdeki boşlukları doldurduğuma ikna olduğum her anda değişecektir elbet. Bir besteci, daima duymak istediği müziği yazar kuşkusuz.

Almanya’da müzik eğitimine nasıl karar verdiniz? İki ülke arasında klasik müziğe verilen önem ve değer açısından sizce nasıl farklılıklar var? 

Bağlantı edinmek, farklı insanlar tanımak için farklı ülkelere gitmek çok mühim. Özellikle sanatla uğraşıyorsanız farklı kültürleri de tanımak durumundasınız. Almanya sanatsal açıdan aktif bir ülke, imkanlar yaratılıyor. Bu sebeple de başka ülkelerden sanatçıları da kendisine çekmeyi başarıyor. Türkiye’nin potansiyeli çok büyük ama her şey çok bireysel. Gerek ekonomiden ötürü, gerek devletin sanata ve sanatçıya sunmasını umduğumuz ama pek göremediğimiz değerden ötürü, her şey bireysel işlediği için, bir işin sürdürülebilirliğini sağlamak uğruna insanlar sanatını icra etmekten daha çok, bu işlerle uğraşıyor.

Güzel imkanlar yaratılsa, Türkiye’den gençlerin yurtdışına gitmesi sadece kültür tanımaktan öteye gitmez. Başka ülkelerden de insanlar Türkiye’ye okumak için neden gelmesin? Bu dediklerimi “ah sen hayal görüyorsun” diyenler yüzünden kabullenmişiz. Projelerimden bahsettim, türk edisyon şirketi kurmaya çalıştığımdan bahsettim, pek ilgilenen de olmadı. Bana inanan insanlarla minnet duyarak ve mahcup olarak hareket ediyorum. Ama inanıyorlar, mühim olan ve mutlu eden şey bu. Fakat acı çeke çeke sürdürdüğümüz her adım sadece ufak bir kesim tarafından seyrediliyor.

Her şeyi devlete bağlamak da yanlış. Bireysel destekler artmalı. Üretim de bireysel olmalı. Başka çare mi kaldı? Maddi gücü fazla olanlar duyarlı olmalıdır. Çeşitli fonlar sağlanmalı. Herkes el ele kol kola kalkınmalı. Burada birbirine destek olan sadece bir avuç insan. Geri kalanı kazanç peşinde. Tüm bunlara rağmen pes etmeyen ve üretmek için hayallerinin peşinden giden insanlar var. Bu insanların sayısı artmalı. Olay herkesin iş yerinde patron olması değil. Mühim olan, doğru insanların işlerinin patronu ya da toplumun lideri olması. Ki onlar da insanların potansiyellerini ortaya çıkartabilsinler.

Sorduğunuz soruya dönecek olursam, Almanya’ya gitme sebebim sadece kültür tanımaktan ve bağlantı edinmekten öte değil. Daha Türkiye’de yapmak gereken bir sürü proje var. Atatürk’ün fikirlerini daima hatırlatarak, üreterek, çalışarak ve inanarak yenilikçi projeler yapma yolunda herkesin teşvik edilmesi gerekiyor. Bu sadece sanat ile olmaz. Ama sanat, tüm bunları eleştirmek, sorgulamak için ve gelecek nesillere aktarmak için güzel bir evrensel dildir.

Elbette çok fazla ustalık sınıfına katılmışsınızdır. Sizin müzikal gelişiminiz açısından bu çalışmaların önemi ne oldu? Diğer müzisyenlerle etkileşim, müziğinizde nasıl bir katkı sağladı?

Önemli müzisyenlerin tecrübesini almak güzel. Onlarla bağlantıya girdiğinizde bir gün daha farklı kapılar aralanabilir. Onun dışında müziğime sağladığı en büyük katkı, farklı fikirleri tanımış olmak.

Katıldığınız ve sizde en çok iz bırakan yarışmalar ve oradan aldığınız derecelerden söz eder misiniz? 

Şu ana kadar 10 veya 11 farklı yarışmadan ödül kazandığım oldu. Katıldığım tüm yarışmalar içinde iyi çaldıklarım, kötü çaldıklarım oldu. Ama en iz bırakanı, torpil dönen yarışmalardan. Estonya’daki Chopin yarışması ve Malta yarışması torpili damarlarıma kadar hissettiğim ender yarışmalardandır.

Bir günlüğüne sizi Kültür Bakanı olarak atasam, Türkiye’de müzik sektörüne destek açısından ne tür değişiklikler yapardınız? 

Öncelikle sanatçılar için fon oluştururdum. Gerçekten maddi anlamda paraya ihtiyacı olan ve iş bulamayan sanatçılar oradan belli miktarlarda kazançlar elde ederlerdi. Sonrasında, türk edisyon şirketi kurardım. Telif hakları farklı ülkelerde olan türk bestecilerimizin teliflerini kendimize alırdım ve notaları bizzat bastırtıp biz yurtdışına gönderirdik. Notaları mutlaka geri dönüşümden gelen kağıtlarla bastırıp insanları buna teşvik ederdim.

Türkiye’deki orkestraların çoğunu yurtdışına gönderip orada türk ve yabancı solistler ile konser turneleri düzenlettirirdim. Bu yapılıyor zaten ama fazla yapılmıyor ve daha çok bütçe ayrılmalı. İçerisinde farklı ülkelerin ve kendi ülkemizin bestecilerinin de bulunduğu konserler. İçinde her türlü sanatçının olduğu genel bir sanat komitesi kurup, hangi sanatçılara nasıl imkanlar verilmeli buna ortak karar verdirttirirdim. Misal; ressamlar başvuracaklar, tabii ki bir çırpıda hepsi onay göremese bile yıldan yıla, her ay farklı ressamların sergileri önemli sanat galerilerinde açılacak. Bunlara önemli bütçeler ayrılacak. Sanata değer veren varlıklı insanlar eminim ki bir sürü önemli ressamın kendini fark ettirmesine de ister istemez katkı sağlamış olacaklar. Sanat kurulu demişken; lobileşmemiş, tamamen özgün işleyen bir sanat kurulu şart. Ben müzisyenim ama her kültür bakanı piyanist olacak diye bir kaide yok. Benden sonraki kültür bakanları da bu uygulamayı müzisyen olmasa bile devam ettirebilmeliler. Mühim olan en şart mesele doğru insanlara doğru imkanlar verilmesi ve lobileşmekten kaçınılması. Bunlar bir gün içerisinde vereceğim kararlardı. 

Sizce Türkiye’de klasik müzik konusunda okul müfredatı hangi açılardan eksik? 

Hep bilindik besteciler çalınıyor. Şahsen, Gershwin çalmak bile yasak idi. Yasaktan kasıt, genelinde çalabiliyorsunuz ama sınavda çalamıyorsunuz, gibi. Fakat bu at gözlükleri dışında genel olarak geri kalmış müfredatlar olduğunu da düşünmüyorum. İşini layıkıyla yapmaya çalışan bir öğrenci, illa ki her türlü eseri çalıyor. Bu yüzden iç sesi dinlemek ve bilinçli öğretmenlerle çalışmak en iyisi.

Sizce Klasik Müziğin beşiği hangi ülke / şehir ve neden? 

Rock müziğin beşiği hangi ülke diye sorsam, bence bunun da cevabı çok net olmazdı. Genellikle modernleşmiş ülkelerde ve gençlerin çoğunlukta olduğu yerlerde daha yaygın diyebiliriz, benim fikrimce. Klasik müziğin beşiği olan ülke(yi)leri de şöyle söyleyebilirim; iyi eğitim sistemi ve kaliteli bireysel yaşam nerede ise klasik müzik ve sanata verilen değer de oradadır. 

Unutamadığınız bir konserinizi sorsam, hangisini anlatmak isterdiniz?

Bir zamanlar hisler beslediğim bir insanın geldiği konser özeldi. Performansımdan memnun kaldığım bir konserdi. İstanbul’da.

Piyanoyu bir duyguyla eşleştirmenizi istersem hangi duyguyu neden seçerdiniz? 

Piyano, çalan kişinin duygusuna göre şekilleniyor, bilir misiniz? O kişi duygusuz ise ses de duygusuz çıkıyor. Egoist ise ses de şovmen çıkıyor. Tutkulu ise tutkulu. Nazik ise en çılgın eserde de naziklik hissediyorsunuz. Benim mütevazı bir insan olduğumu söylerler, galiba piyano da benim için mütevazı. Ne çalarsanız çalın, en güzel sesleri çıkartsanız da bunu bazen o piyanoya ikna etmeye çalışabilirsiniz. “Ben bir şey yapmadım, ben bir tahta parçasıyım, o sesi sen bastın da çıkarttın” der, siz de suçu ona atarsınız. İki mütevazı, atışırsınız.

Pandemide müzikal anlamda en çok neyi özlediniz? 

Seyahatler sırasında da insan düşünür, hayal kurar. Konserlerden çok seyahatleri özledim. Konserleri sosyal medyadan çevrimiçi de verebilirsiniz. Ama seyahat ve heyecan, özlenmez mi?

Pandemi dönemini müzikal anlamda nasıl geçirdiniz? 

Bol bol beste yaptım ve bunları kaydedip albüm projelerine dönüştürmek için projeler hazırladık. Beste yapmak iyi bir konsantrasyon ister, bu konsantrasyonu bu dönemde iyi bulduğumu düşünüyorum.

Piyano çaldığınız en sıradışı yer şimdiye kadar neresi oldu? 

Almanya’da yaşadığım evim en sıradışı yerdir çünkü arkadan gelen kuş seslerini her yerde duyamıyorum.

Sahneye çıktığınız veya konser izlediğiniz, unutamadığınız konser salonu hangisi oldu? 

Polonya’da eski ve büyük bir kilisede Mozart Requiem seslendirilmişti. Tüylerim diken diken olmuştu. Muazzamdı.

Çok geniş bir repertuardan çalıyorsunuz yıllardır. Peki, “vazgeçilmez” olarak gördüğünüz kompozitörler kimlerdir? Örneğin Chopin mi sizi daha çok tanımlar Prokofyev mi yoksa Bach mı?

Hepsinden farklı lezzetler ve zekice fikirler alıyorum. Fakat benim “vazgeçilmez” gördüğüm besteci Franz Liszt. Çünkü o gerçekten besteciliğinin de ötesinde, yaptıkları ile, fikirleri ile sanatın vücut bulmuş hali.

Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor musunuz? Son dönemde Türkiye’de müzik sektöründe bir beyin ve kalp göçü yaşandığını düşünüyor musunuz? Harika Çocuklar Yasası’nın işletilememesi bunda bir etmen mi sizce?

Türkiye’de yapmam gereken projeler var. Bunları henüz hayata geçirmediğim için buradan detaylı söylemek istemem ama daha önce bahsettiğim gibi durumlar. Bireysel teşvik ve fonlar üzerine. Bir de sanatsal aktivitelerin canlanmasına katkı sağlayabilmek, insanları sorgulatabilmek…

Türkiye’deki müzik sektörü ikiye ayrılmış. Hatta tüm dünyada da böyle fakat ben şu an konu Türkiye olduğu için oradan bahsedeceğim. Müziği para için ve sevdiği için yapanlar olarak ikiye ayrılmış. Para için yapanların çoğu, istedikleri müziği yapamıyorlar ve piyasa ne yönde esiyorsa ona uyum sağlamaya çalışıyorlar. Çoğu başarılı da oluyor. Ama madem eleştiri getiriyorlar, neden rüzgara kendileri yön vermeye çalışmıyorlar? Söylemlerim müzik zevkine dayalı değil,. Pop, rock, klasik fark etmiyor. Şu an belki popüler kültür ve kazanç daha çok pop müzikten yürütülüyor olabilir, fakat zamanında da klasik müzikten yürütülüyordu ve o zamanlarda da içi boş çalışmalar vardı. 1800’lerde falan. Mesele müzik türü değil yani. Mesele ne uğruna yapıldığı bu müziğin. Pop’un da kalitelisi var, klasik müziğin de. Bu dönemde müzik sektöründe beyin göçü yaşanıyor, evet, güzel imkanlar bulunmuyor. Konservatuvarlarda yeterli piyano olmuyor. Varsa da her okulda değil. Nadiren tek tük okullarda olması ile ilgilenmiyorum. Daha çok çalışma odası olmalı. Her okul fazlasıyla verimli olmalı. Konser salonlarının çoğu aslında konferans salonu. Akustik kayda değer birkaç yer dışında iyi değil. Konserlerde de sırf bilet satsın diye hep garanti eserler. Demiyorum ki kötü eserler çalınsın bilet satılmasın. Hayır, hayır. Başka iyi eserler de çalınsın diyorum. Öğretilsin insanlara.

Yurtdışından solist geldiğinde iyi ücretler ödeniyor, fakat kendi Türk sanatçılarına ödenen kaşe çok az. Teşvik yok. İlgi çekici çalışmalar var, çok önemli projeler de var ama seslerini herkes duymuyor. Daha çok paylaşılmalı ama paylaşılmıyor. Çünkü insanlar hazıra konmaya ve çabuk tüketilen ürünlere alışmışlar. İlgilerini de çekmiyor. Sonra bağlantı için başka ülkeye gidiliyor. Kaliteli işler yapılırsa belki oradaki insanlar kaale alır diye.

Evet beyin göçü ciddi şekilde var. Fakat ekonomik imkanlardan dolayı artık o bile yok. Beyin göçü yerine beyin çöküşüne dönmeye başlamamalı. Tekrar ediyorum, doğru insanlara doğru destek ve imkanlar verilmeli. Çünkü o “doğru insanlar” dediklerim de başka insanlara yardım ederek onların gelişimlerine katkı sağlayacaklar ve bu yayılacak. Sonra bu beyin göçü duracak, farklı ülkelere en fazla keşfetmek ve farklı kültürleri anlamak için ziyaret adı altında gidilecek. Ülke ile bağlantılar kopmamalı. Bu devirde bir savaş var ise o da eğitime karşıdır. Çünkü eğitim, ilerleyebilmemiz için en büyük ilaçtır, eğitimsizlik ise bir toplumu esir almak için sunulan en büyük uyuşturucudur.

Yeni nesilde piyanoya olan ilgi sizce hangi düzeyde? Bu ilgiyi tetikleyen sebepler sizce neler?  “Moda” olması beraberinde herhangi bir handikap getirir mi? 

Aslında kayda değer şekilde ilgi var. İnsanlar özel aktiviteler yapmak istiyorlar, piyano çalmak, gitar çalmak, keman çalmak istiyorlar. Herkes eğitim sistemine karşı eleştirel yaklaşımlar benimsiyor. Fakat kimse sanat ile uğraşan bir insanı esir alamaz. Çünkü hiçbir yere bağlı değildir ve kişi kendinin patronudur. Bu yüzden özgür ve mutlu hissetmek için, hislere tercüman olması için insanların sanata hobi amaçlı da olsa yönlenmesi olası. Tamamen zevk. Her devirde olduğu gibi bu devirde de buna ihtiyaç var. “Dünya mükemmel bir yer olmadığı için sanat var” diye bir söz duymuştum bir zamanlar. Bence her şeyi açıklıyor.

Klasik müziği iyi icra etmek için yetenek yeterli mi?

Yeteneği olmayan ama çalışan bir kimse, yeteneği olup da çalışan kimseleri her zaman geçmiştir. Çünkü kim ne derse desin, çalışmadan hiçbir şey mümkün değil. Yetenekli olduğunuzda sadece daha hızlı yol katediyorsunuz. Yetenek yemeğe konulan güzel bir sostur, çalışmak ise yemeğin kendisi. Sosun tek başına kimse için bir anlamı yok değil mi?

Klasik müzik dışında sizi heyecanlandıran başka müzik türleri neler? 

Beni klasik müzik dışında başka hiçbir müzik heyecanlandırmıyor. Klasik müzik dünyası kayda değer derecede zengin, yılların yok edemediği, nesilden nesle aktarılmış aşırı detaylı şaheserler barındırır. Sadece tadımlık dinlediğim, armonisi ve “sound” olarak tabir edilen güzel renklendirilmiş popüler müzikler oluyor arada. İcra eden şarkıcının sesini beğenip dinlediğim de oluyor. Ama klasik müzikte sorgulamak ve düşünmek hoşuma gidiyor. İnsan kendisine yakın hissettiği müzik türünü dinlemeli. Kimseye zorla aşılanmaz. Ama bilmek lazım. Ben Rap de HipHop da bilirim, çoğunu sevmesem de bilirim. Toplum da bilmeli. Klasik müzikte sadece Mozart ile Beethoven yok. Çok geniş bir dünya. Hatta evren. Beni en çok klasik müzik heyecanlandırıyor. Çünkü keşfedemediğim ve yavaş yavaş keşfettiğim o kadar müzik var ki, heyecanlanmamak elde değil. 

One comment

  1. 21Nisan 2021; Cem Esen Röportajı:

    Kırk yılı aşan ve hep övündüğüm müzik kültürüme, her sözüyle yeni bir şeyler katan, çocuğum yaşındaki Cem Esen aklıma şu soruyu getiriyor: “Böylesine bir derinlik nasıl bu kadar erken yaşta kazanılabilir?”
    Genç Cem Esen, başarısıyla adeta gözlerimi yaşartıyor, insan yaşamına anlam kazandıran güzellikleri hatırlatıyor, hayatı daha yaşanır kılıyor.
    Türkiye halkına ve saygıdeğer anne-babasına Tanrı’nın bir hediyesi gibi geliyor bana…

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s