Piyanonun genç yeteneklerinden Beste Tanağardıgil, “İzmirliler başka bir ruha sahip oluyor sanki” diyerek piyanoya verdiği ruh ve tutkusunu satır aralarında ifade ediyor. Onun ruhu ise klasik müzikle dopdolu. Daha küçücük yaşta Antalya Müzik Festivali’nde tüm özgüveniyle sahneye çıkıp F. Liszt, C. Debussy, Rachmaninov ve Ahmet Adnan Saygun’un en zorlu parçalarına piyanosunun sihirli tuşlarına hayat veren, çocukluktan gelen bir yeteneğe sahip Beste. 11 yaşında eline emanet edildiği konservatuardaki öğretmeni ise, daha o yaştan piyanist olma konusunda ne kadar kararlı ve istekli olduğunu anımsıyor. Dokuz yaşında devlet sanatçısı piyanist İdil Biret’le tanışıp ondan kendi piyanistlik hayalleri hakkında tavsiyelerini istediğinde ise, “çok çalışmalısın” önerisini o günden beri içselleştirmiş. Beste halihazırda yüksek lisans öğrencisi olarak akademik kariyerinde ilerlerken aynı zamanda Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda sözleşmeli öğretim görevlisi olarak korrepetisyon derslerimi sürdürüyor.
Piyano çalmadığı ve sadece dinlediği zamanlarda bile piyanosunun tuşlarına kavuşmak için sabırsızlandığını söyleyen Beste’nin devlet sanatçısı piyanist Gülsin Onay’a olan minneti de çok büyük; zira kendisi sayesinde Ahmet Adnan Saygun eserlerine “dokunduklarına”, onları özümsediğine çok mutlu. Ustalık sınıflarına katılmayı ise, bir arının en güzel balı üretmeden önce çiçeklere konmasına benzetiyor.
Peki, müziksiz bir toplum hayal edebiliyor mu Beste? İsmine ve başlıca tutkusu olan piyanosuna bakacak olursak, biraz zor. Kendi ifadeleriyle: “Klasik müziği bir okyanus gibi düşünelim, yokluğunda geriye sadece akvaryum kalır. Klasik müzik derinliktir, inceliktir. Dinlemeyi öğretir, bakış açısı, bir diğer deyişle boyut kazandırır. Başlı başına bir anlayıştır. Biriyle müzik yaparken, aynı sahneyi paylaşırken çalan kişinin kalp atışlarını duyacak kadar bir empati ve bütünlük içerisinde oluruz. Bu kişiye büyük bir olgunluk kazandırır. İşimizin çalışma kısmında yani sahne arkasında ise büyük bir sabır vardır. Enstrüman sizin aynanızdır. Dolayısıyla aklınıza gelebilecek insani temellerin tümü, müzik olmadan eksik kalacaktır.”
Müzikal kariyerinde hep önemli burslarla ödüllendirilip desteklenmiş olan Beste’ye göre son dönemde çocuk piyanistlerin sayısının artması, yoğun bilgi akımı olması ve ebeveynlerin de bu konuda bilinçlenmesi olumlu bir eğilim; ancak Beste’ye göre bazen bu yetenekler hırs ile birleştiğinde tehlikeli bir hal alabiliyor. “Buna dikkat etmek ve daha hassas olmak lazım. Çocukları bilinçli yönlendirmek, müzikle tanıştırmak fakat baskı yapmadan, çocuğu izleyerek desteklemek gerektiğini düşünüyorum. Müzik kalpten gelen bir şeydir, kalpten gelmeyen de parmak uçlarımıza ulaşmaz, dolayısıyla parlayamaz” diyor bu sürecin içinden geçmiş bir müzisyen olarak.
Müziğe, hem pratik hem de akademik düzeyde kendini adamış genç bir piyanist olan Beste’yi yakından tanımak için bu keyifli söyleşiyi okumanızı öneririm.

- Kendinizi biraz tanıtır mısınız? Müzik yolculuğunuz kaç yaşında nasıl başladı?
1995 yılında İzmir’de doğdum. Müzik ile tanışmam anne karnında başladı desem yeridir. Annem müzik aşığıdır ve amatör olarak Türk Sanat Müziği korolarında yıllardır yer alıyor. Henüz çocukken kasetlerin üzerine şarkı söyleyerek kayıt yapardım. Annem müziğe olan ilgimi fark edip beni 8 yaşında TRT Çocuk Korosu’na kayıt ettirmesiyle birlikte piyano ile tanıştım ve o andan itibaren istediğim tek bir şey vardı; piyanist olmak. Çocuk korosunda öğrendiğimiz şarkıların piyano eşliklerini kulaktan çıkarırdım. Hatta piyano başında olduğum ilk konser, koro şefimizin sürpriz davetiyle yine koro konserinde bir şarkıya yaptığım eşliktir. Şimdi düşündüğümde bu küçük teşvik bir çocuk için ne kadar da cesaret verici.
Profesyonel olarak piyano eğitimime 11 yaşında Dokuz Eylül Devlet Konservatuvarı’nda Prof. Talia Özlem Baltacılar Bayoğlu ile başladım. Hocam halen bugün, kendisiyle olan ilk dersimizde piyanist olmak için ne kadar kararlı ve istekli olduğumu söyler. Sanat eğitimi bir usta-çırak ilişkisidir. Bana sıfırdan her şeyi emek emek öğreten hocamla da aramızda böyle bir ilişki oldu. Ne zaman düşsem beni kaldırıp yola devam etmemi sağlamıştır.
Liseden itibaren okulun asil öğrencisi olmam ile birlikte yoğun çalışmalarıma devam ettim. Böylelikle konservatuvarda üniversiteyi de kapsayacak uzun bir eğitim sürecim başlamış oldu. Üniversite ikinci sınıfta katıldığım bir yarışmanın ardından, yarışmanın jüri üyelerinden biri olan Fransız piyanist Jean-Bernard Pommier’in daveti üzerine eğitimime bir yıl boyunca Hollanda’da Codarts Hogeschool voor de Kunsten Rotterdam’da devam ettim. Üniversiteyi Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Prof. Talia Özlem Baltacılar Bayoğlu’nun sınıfında tamamladıktan sonra, şu anda yüksek lisans öğrencisi olarak akademik kariyerimde ilerlerken aynı zamanda Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda sözleşmeli öğretim görevlisi olarak korrepetisyon derslerimi sürdürüyorum.
- Neden piyano? Piyanonun sesi sizde ne çağrıştırıyor?
Piyano, kendimi bildim bileli tutkuyla bağlı olduğum tek enstrüman. Bu nedenle bir seçim yapmadım. Çocukluğumdan beri tuşlara basmak bana keyif verdi, benim için oyun gibiydi. Piyano sesi için de eğer ben çalıyorsam, anlatmak istediğim şeye göre çağrıştırdıkları değişir. Eğer çalmıyor dinliyorsam, parmaklarım çalmak için sabırsızlanır.
- Piyanonuz ile bir trio kurmak isteseniz hangi iki çalgıyı tercih ederdiniz?
Rotterdam’da aldığım eğitim süresince piyano, viyolonsel ve flütten oluşan bir trio kurmuştuk. Aslında çok da renkli eserlerle güzel konserler vermiştik. Ama şu anda bir trio ile çalışmaya başlayacak olsam sanıyorum piyano, viyolonsel ve keman üçlüsü olarak çalışmayı isterdim, bu üçlü için yazılmış olan inanılmaz güzel eserler var.
- Katıldığınız ve sizde en çok iz bırakan yarışmalar ve oradan aldığınız derecelerden söz eder misiniz?
Başta 2013 yılı Gümüşlük Festivali Ahmed Adnan Saygun Piyano Yarışması’ndan söz etmeliyim. Birincilik ödülü aldığım bu yarışma benim için yoğun çalışmalarımın ve kendimi adamış olmamın ilk meyvesidir. Bir yandan Gümüşlük gibi güzel bir yeri keşfettiğim zamandı, diğer yandan Gülsin Onay gibi değerli bir piyanist ile ilk defa yakından tanışmış olduğum zamandı. Bu yarışma hayatımda bir dönüm noktası oldu diyebilirim. Yarışmanın olduğu Antik Taş Ocağı’nda büyülü bir ortamda açık havada çalmış olmak tarif edilemez bir duyguydu. Çok heyecanlanmıştım. O yarışmadan sonra her sene mutlaka Gümüşlük’te bir nefes aldım. 2014 yılında bir diğer birincilik ödülü kazandığım Yamaha Piyano Yarışması da bana çok imkan sağlayan ve yol açıcı bir yarışma olmuştur. Son olarak 2015 yılında Saygun Piyano Festivali kapsamında gerçekleşen İzmir Piyano Yarışması’ndan bahsedebilirim. Üçüncülük ödülü aldığım bu yarışma Türkiye’nin en değerli salonlarından biri olan Ahmed Adnan Saygun Konser Salonu’nda gerçekleşti. Yarışmanın finalinde büyük salonda, o kalabalığın verdiği hissi dün gibi hatırlarım. Orkestra arkadaşlarımdan oluşuyordu ve o akşam ve dinleyiciler dahil salonda bulunan herkesin benimle birlikte müzik yaptığını hissettim. Solist olarak yaşadığım ilk tecrübeydi, bu bağlamda benim için çok anlamlı ve özeldir.
Sizce yurtdışında piyano eğitimiyle Türkiye’deki eğitimin farkları nelerdir?
Elbette yurtdışında eğitim almak, büyük piyanist-pedagoglarla çalışmış olmak, onların bir sözüyle bile ufkunuzda değişim yaratır. Ancak savunduğum şöyle bir durum var ki, dünya üzerinde nerede olursanız olun öğrenen, kendi kapılarınızı aralayan kişi sizsiniz. Bu nedenle Türkiye’nin herhangi bir ilinde bu motivasyonu içten sağlayamadıktan sonra gelişimin mümkün olacağını düşünmüyorum. Kuşkusuz her piyanistin hayali yurtdışında eğitim almaktır.
Bestecilerin yaşadığı topraklar üzerinde yürümek, o havayı solumak bile doğrudan insanı geliştiren bir durumdur. Rotterdam’da deneyimlediğim konserler ve aldığım eğitimin ötesinde bana kattığı en büyük şey öz disiplin ve farkındalık olmuştur. Çünkü orada yalnızsınız. Öte yandan imkan farkları var tabii ki kıyas yapmamız gerekiyorsa, yurtdışında öğrencilere sunulan piyanoların kalitesinden tutun kayıt imkanlarına, sahip oldukları ekipmanlara kadar zengin bir okyanus olduğunu görüyoruz.
Ahmed Adnan Saygun sizin için ne ifade ediyor?
Saygun’u en çok Gülsin Onay hocamızdan dinledik, öğreniyoruz. Gülsin hoca gerek Saygun çalışıyla, gerekse hayatında Saygun’a verdiği büyük önem ile onu yaşatıyor. Bu nedenle ben bu büyük müzik adamını sanki tanımış gibi hissediyorum. Biz Gülsin hoca sayesinde Saygun’un eline değmiş olan bir nesiliz. Çok şanslıyız. Kendisine bir ustalık sınıfında ilk Saygun çalışımı ve ne kadar heyecanlandığımı hatırlarım. Bu başka türlü bir gurur, mutluluk.
- Klasik müziğe ilgi duymayan toplumda sizce neler eksik kalır?
Klasik müziği bir okyanus gibi düşünelim, yokluğunda geriye sadece akvaryum kalır. Klasik müzik derinliktir, inceliktir. Dinlemeyi öğretir, bakış açısı, bir diğer deyişle boyut kazandırır. Başlı başına bir anlayıştır. Biriyle müzik yaparken, aynı sahneyi paylaşırken çalan kişinin kalp atışlarını duyacak kadar bir empati ve bütünlük içerisinde oluruz. Bu kişiye büyük bir olgunluk kazandırır. İşimizin çalışma kısmında yani sahne arkasında ise büyük bir sabır vardır. Enstrüman sizin aynanızdır. Dolayısıyla aklınıza gelebilecek insani temellerin tümü, müzik olmadan eksik kalacaktır.
- Piyanonuzun başrolde olduğu ilginç bir rüyanızı hatırlar mısınız?
Genellikle bir konser veya önemli bir sınav yaklaştığında çalışma bittikten sonra da düşünsel olarak çalışma hep devam eder, bu bazen rüyalarımı etkiler. Bir rüyamda konsere çıkmış ve çalacağım eserin ezberini unutmuştum, panik içerisinde doğaçlama yaptığımı hatırlıyorum.
- Sizce bir müzisyenin ustalık sınıflarına katılmasının önemi nedir? Erken yaşta katılmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eğitimimiz hep usta-çırak ilişkisi ve bu çalışma süreci yılları kapsıyor. Tabii ki ustalık sınıflarına katılmanın önemi çok büyük. Bir arının en güzel balı üretmeden önce çiçeklere konmasına benzetebiliriz. Bir başka kulağın, tecrübenin yorumlarını dinler ve onları müziğinizde harmanlarsınız. Kısa bir süre için bile olsa birlikte çalıştığınız piyanistin öğretisi büyük gelişimlere sebep olabilir. Söylediği bir müzikal yorum size başka bir pencereden bakma şansı tanıyabilir. Erken yaşta katılmanın da bir ayna görevi gördüğünü düşünürüm, özellikle erken yaşta tekniği kavramak, yerleştirmek önemlidir. Teknik temeldir. Belli bir seviyeye ulaştıktan sonra ustalık sınıflarının öğrencinin kendini tartması, yaptığı işi benimseyip içselleştirmesi, yaşıtlarıyla fikir alışverişi yaparak çalışmalarını paylaşması ve kendine hedef koyması açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
- Sahneye çıktığınız veya konser izlediğiniz, unutamadığınız konser salonu hangisi oldu?
Berlin Filarmoni Salonu’nda bir konser izlemiştim ve inanılmaz heyecan duymuştum. Salona küçük bir çocuk gibi girmiştim, müthiş müzisyenlerin konser verdiği o salonda bulunmak çok ilham vericiydi. Bir diğeri de Rotterdam de Doelen konser salonunda Krystian Zimerman resitaliydi. Pommier’in tüm öğrencileri heyecanla oturmuştuk koltuklara. O zamana kadar sadece kayıtlar vardı kulağımızda, konser bitiminde herkes ayağa kalktı ve alkışlar dinmemişti. Müthiş bir andı. Konser sonrası kulise gidip imzasını istemiştik. Chopin etüdler kitabımın başında imzası vardır, unutamayacağım bir anıdır. Gümüşlük Festivali Antik Taş Ocağı ise yine konserler izlediğim ve çaldığım kelimenin tam anlamıyla en büyülü sahnedir. Müziğin açık havada gökyüzü ile birleşmesi tüylerimi ürpertiyor.
- Pandemide müzikal anlamda en çok neleri özlediniz?
Sahnede olmayı, birlikte müzik yapmayı çok özledim. Müzisyenler için gerçekten çok zor bir süreç oldu pandemi çünkü konser vermek bizler için nefes gibidir. Konser anında dinleyiciyle olan o enerji, paylaşım, tatlı heyecan, üretmek ve paylaşmak. Çevrimiçi konserler ve etkinlikler sürüyor dolayısıyla herkes bu süreci en verimli şekilde atlatmaya çalışıyor. Fakat yine de o alkış sesinin, kalabalığın yerini tutmuyor. Umuyorum ki pandemi en kısa zamanda sona erer ve biz sağlıkla doğal hayat akışımıza geri döneriz. Bu süreç sonrasında vermek istediğim resital için yakın zamanda kaybettiğim babama söz vermiştim, sanırım alkışları yeniden duyuşum beni çok duygulandıracak.
- Peki, pandemi dönemini müzikal anlamda nasıl geçirdiniz?
Pandeminin kötü etkileri bir yana, eğer pozitif etkilerine bakmak gerekirse hepimize kendi içimize dönüp, önceden hayatın koşuşturması içerisinde düşünmeye vakit ayıramadığımız düğümleri çözmek için şans verdi diye düşünüyorum. Hem düşünsel hem de mesleki anlamda. Bir an soluklandık ve bambaşka şeylere odaklandık. Sağlığın kıymetini hatırladık, özgürce gezebilmenin, sahneye çıkabilmenin değerini anladık. Bu bağlamda ben, hayatımda çok büyük bir yol kat ettim. Evlendim, bir hayat kurdum ve iki kedimizle birlikte huzurlu bir düzenimiz var. Okuldaki dersler çevrimiçi yapıldığı için daha geniş vakitler oldu ve bu zaman repertuvar için, tabiri caizse tozlu raflardaki eserleri kucaklamak ve hep çalışmak istediğim eserler için iyi bir fırsat oldu. Öncesinde kamera karşısında çalmaktan tereddüt eden herkesin pandemiden dolayı kayıt yapmaya alışmış olduğuna eminim. Özetle pandemi sürecini rutin piyano çalışmamla birlikte büyük bir içe dönüş yaşayarak ve düşüncelerimde eksik kalan her şeyi tamamlayarak değerlendirdiğimi söyleyebilirim.
Piyano çalmadığınız zamanlarda ne yaparsınız? Hobileriniz nelerdir ?
Açıkçası o kadar yoğun bir çalışma süreci vardı ki piyano eğitimimde, birden fazla hobisi olan ve farklı alanlarla ilgilenen insanlara hep özenmişimdir. Benim hobim şudur diyebileceğim pek bir şey yok, sadece piyano başında olmadığımda beni mutlu eden şeyler var ve buna hobi denilebilir mi bilmiyorum. Mesela hiç mutfakta zaman geçirmemiştim, pandemi döneminde bu becerimi geliştirdim. Bol bol yürüyüş yapmaya çalışıyorum, doğa beni çok rahatlatıyor. Şarkı söylemeyi çocukluğumdan beri çok seviyorum, sevdiğim tüm şarkıların piyano eşlik notaları vardır. Kayıt yapar onları ses programında düzenlerim. Bundan çok büyük keyif alıyorum. Bilgisayarımda sadece kendime sakladığım bir sürü kayıt var bu şekilde. Düşündüğümde yeni yeni belli başlı şeyleri denemek için kendime zaman ayırıyorum. Ancak ilerde özellikle şarkı söylediğim ve çaldığım güzel bir kayıt gerçekleştirmek aklımdaki projelerden biri.
- Klasik müzik çalışmalarınız sırasında herhangi bir kurumsal destekten, fon veya burstan yararlandınız mı? Sizce Türkiye’de bu imkanlar yeterli mi ?
Üniversite ikinci sınıfta Türk Eğitim Vakfı Üstün Başarı Sanat Bursu almıştım. Rotterdam’da eğitim almam için kıymetli İbrahim Yazıcı bana çok destek olmuştu. Codarts’ta okuduğum yılda aynı zamanda 2015-2016 Hollanda Bursu’nu kazanmıştım ve son olarak bir dönem yine Çev Sanat’ın bursiyeri oldum. Türkiye’de hali hazırda gençleri destekleyen kurumların çoğalması, dolasıyla klasik müziğe verilen değerin çoğalması hepimizin en büyük arzusudur. Yaptığımız işin bir eğlenceden ziyade sanat olduğunu ve toplumda bir sanatçı/sanatçı adayı olarak değer görebilmek bizler için büyük mutluluk olacaktır. Ben meslekleri terzilik olan zanaatkar anne-babanın kızıyım, hayatlarını iğne iplikten kazandılar ve dolayısıyla bir şeyleri kazanmak çalışmanın da ötesinde hep ekstra çaba gerektirdi. Bu nedenle sunulan destek için her zaman minnettarım. Piyanoya ve hayallerime daha sıkı sarılmama yardımcı oldular. Halihazırda var olan kurumlar yeteneklerimizi destekliyor ve Türkiye’den gerçekten de çok kaliteli sanatçılar çıkıyor, bunu biliyoruz.

- Yurtdışı hayalleriniz var mı? Biraz bahseder misiniz?
Yurtdışında henüz gitmediğim ve görmeyi çok istediğim ülkeler var. Bunlardan ilk üçü Rusya, Avusturya ve İspanya. İsteğim ustalık sınıflarına katılmak aynı zamanda keşfetmek. Belki bir konser için giderim harika olur. Bilmediğim bir yere gitmek, bavul hazırlamak bana çok keyif veriyor. Piyanomun üzerinde bir dünya lambası var, ona baktıkça bu hayalleri kuruyorum. Bir gün mutlaka. Ancak yaşamak isteyeceğim şehir İzmir’dir. Ülkelerce gezip, keşfedip, öğrenip memleketime dönmek isterim.
- Size göre tarihin en sıradışı Türk ve yabancı piyanistleri kimler?
Bu soruyu yanıtlamak zor çünkü çok değerli sanatçılarımız var. Aklıma gelen her bir ismin hayran olduğum bir yönü var. Türk piyanist denildiğinde henüz çocukken idolüm olan İdil Biret’i söyleyebilirim, 9 yaşında kendisine bir konser sonrası “Piyanist olmak istiyorum bana ne önerirsiniz? “ diye sormuştum, “Çalışmak, çalışmak çok çalışmak.” diye cevaplamıştı. Yıllar geçti, büyüdüm ve Gülsin Onay ile tanıştım, Onay, piyanistliğinin yanı sıra bitmek bilmeyen güzel enerjisi, müziğinin doğallığı, tutkusu ile onunla çalışmış olan her piyanisti kanatlarının altına alır. Gülsin hocanın kaplumbağa koleksiyonu olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmış ve heyecanlanmıştım, beni yakından tanıyanlar bilir tam bir kaplumbağa aşığıyım! Hayattaki en büyük şanslarımdan biridir kendisiyle tanışmış ve çalışmış olmak. Hüseyin Sermet yine kısa bir dönem çalışma şansına erişmiş olduğum ve bir sözü ile ufuk açan, müzisyenliği ile beni etkileyen isimlerden. Yabancı piyanistlerden de Martha Argerich, Sviatoslav Richter, Vladimir Horowitz, Murray Perahia, Alexei Sultanov çok etkilendiğim isimler arasında.
- Yarın Müzik Bakanlığı kurulacak desem, sizi de Müzik Bakanı yapacak olsam, ilk icraatınız ne olur?
Müziğe hayatını adamış ve bu yol için tutkuyla çalışan herkesin maddi olarak eşit şartlar edinmesi için çabalardım. Eğer gerçekten yarın Müzik Bakanı olacaksam da pandemi süresince maddi anlamda zorluk yaşayan tüm müzisyenler için bir adım atardım. Eğitime gelince, evde çalışacak enstrümanı olmayan öğrenci kalmamalı. Bu yetenekli çocukları keşfedip ailesinin durumu el vermiyor ise devlet olarak destekler, bir proje başlatırdım. Müzik Bakanı olarak, devlet okullarındaki müzik derslerini ezbere dayalı eğitimden ziyade çocuklara müziği sevdirecek, teşvik edecek daha nitelikli bir eğitim verilmesini önerirdim. Ülkemizde bu koşullar ne yazık ki maddi durumu iyi olmayan aileler için sağlanamıyor. Özel okullarda bu eğitim çok daha nitelikliyken devlet okullarında değil. “Müzisyen olup aç mı kalacaksın?” sorusu tarihe karışmalı, bu durum değişmeli diye düşünüyorum.
- Türkiye’de genç müzisyenlere verilen maddi ve manevi desteği yeterli buluyor musunuz?
Evet vakıflar, kurumlar, var gücüyle sanatı ve sanatçıyı desteklemek için yanımızdalar, ancak maddi ve manevi desteğin çoğalması tabii özellikle böyle zor bir dönemde bütün sanatçı adaylarının arzusu.
- Klasik müziğin bir başkenti olsa neresi olurdu?
Tüm dünyada Haydn, Mozart, Beethoven ve gibi büyük bestecilerin doğduğu Viyana şehri klasik müziğin başkenti olarak kabul edilir ancak tek bir başkentten söz etmek gerçekten zor.
Çocuklarda son dönemde piyanoya olan ilginin artışını neye bağlarsınız?
Dünya değişti, internet çağı başladı ve benim çocukluğumda (ki kısmen yakın bir zaman olmasına rağmen) dahi sahip olamadığımız çoğu imkan bir tık ile karşımızda şimdi. Yoğun bilgi akımı var ve dolayısıyla ebeveynler de bilinçlendi. Çocuklarının müzikle ilgili olmalarını ve sanata yönelmelerini istediler. Bu çok güzel bir gelişme olmasına rağmen bazen hırs ile birleştiğinde tehlikeli bir hal alabiliyor. Buna dikkat etmek ve daha hassas olmak lazım. Çocukları bilinçli yönlendirmek, müzikle tanıştırmak fakat baskı yapmadan, çocuğu izleyerek desteklemek gerektiğini düşünüyorum. Müzik kalpten gelen bir şeydir, kalpten gelmeyen de parmak uçlarımıza ulaşmaz, dolayısıyla parlayamaz.