
- MENEKŞE TOKYAY
- 13 AĞUSTOS 2022
Tıp eğitiminden başlamak üzere tüm temel bilimlerde nitelik artırılmadıkça, özlük hakları iyileştirilmedikçe, hekimler kendilerine yönelik ölüm tehditleri yüzünden dört duvar arasında beklemek zorunda kaldıkça, yepyeni bir ufka doğru yelken açarak gidenler büyük oranda huzur ve itibar bulur. Kalanlar ise karşılarında kanser hücreleri gibi yayılan bir çözümsüzlük, cehalet ve vasatlık…
İnsanoğlu niye turnalar misali göç eder? Gittiği yerden ne bekler, ardında bıraktığı yuvasında nelerden vazgeçer? Neden kaçar insanoğlu göç ederken? Ve bu göç yolunda zihninde hangi fikirler dönüp dolaşır? Göç kaçınılmaz mıdır?
Son dönemde hekimlerin, mühendislerin, ev gençlerinin, aydınların Türkiye’den kendi özgür iradeleriyle göç edişlerini kendi yaşamlarımızın pencerelerinden hüzünlü gözlerle izlerken tüm bu sorular beynime üşüşüyor.
Dana dilinden aile dizimine, 16 yaşındaki kız çocuklarının katledilmesinden cezasızlığa, kronik düzeylere varan hayat pahalılığından içi boş baklavaya dek çok tuhaf, trajik, hüzünlü ve kaotik bir gündemin hâkim olduğu, çürümenin toplumda her kesime, herkese sirayet ettiği, gitmek isteyene gitme denmeyeceğinin bilinciyle, “keşke” sözcüğü dökülüyor sadece dilimin ucundan bu eksilen topraklara doğru…
Bir uzman hekim, yetişebilmek için 15 yıllık bir eğitim alıyor. Oysa, Türk Tabipleri Birliği’nden iyi hal kâğıdı alarak Türkiye’yi terk etmek üzere bu yıl başvuran ve kendilerine “Gidiyorlarsa gitsinler” denilen hekim sayısı 1.500’e dayandı. Öyle ki, geçmişte TUS dershanelerine giden tıp öğrencileri, şimdi akın akın Almanca kurslarına gidiyorlar.
Gitmek mi Zor Kalmak mı?
Yeni bir ülkede, göçmen olarak bir başına yepyeni bir hayat kurmayı, kültür şoku yaşamayı, farklı bir sağlık sistemine pek de kolay olmayan bir süreçte adapte olmayı “göze alacak” düzeyde umutsuzluğa kapılmış durumdalar. Çünkü şu aşamada birçoğu için asıl zorluk gitmekte değil, kalmakta…
Atatürk’ün Ord. Prof. Sadi Irmak’a Berlin’de öğrenciyken yolladığı telgrafta “Sizleri bir kıvılcım olarak yolluyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz” dediği noktadan çok daha farklı bir düzlemdeyiz. Belki de bir yol ayrımında…
Türkiye’de yetişmiş insan gücü, aldığı denklik ve iyi hal belgeleriyle Almanya başta olmak üzere Kanada, İngiltere, İsviçre gibi hekim açığı olan ülkelere sosyal sermaye olarak gidiyor; yine çok çalışsalar da mesleklerinin değersizleştirilmediği coğrafyalarda emeklerinin karşılığını alıyor, mesleki tatmini yaşıyorlar.
Tıpkı Freud’un mutlu ve sağlıklı yaşamı üç kelimeyle özetlemesi misali: Lieben und arbeiten (sevmek ve çalışmak). Mutlu yaşam her bireyin arzusuyken, hayatta anlam arayışı ve öz-saygı her meslek grubunun kaçınılmaz parçasıyken çalıştığı ortamı sevmek de mutlu ve sağlıklı yaşamın anahtarına dönüşüyor.
Ancak, Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Sendikası’nın (Sağlık-Sen) 2.124 sağlık çalışanıyla gerçekleştirdiği Sağlıkta Şiddet Araştırması’na göre her dört sağlık çalışanından biri fiziksel şiddet görüp bu yılın ilk altı ayında 226 sağlık çalışanı şiddete maruz kalırken, hekimler için çalışma koşulları günbegün zorlaşırken, liyakatsiz atamalar sonucunda mobbinge uğrarlarken, gelirleri ve statüleri eriyip giderken, sağlık sektörünün tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de on yıllardır bir rant alanına dönüşmesiyle birlikte aşınan etik değerler sonucu meslekleri değersizleştirilirken, haklarının aranmasında da meslek örgütlerinin örgütlü mücadelesinde hayli geç kalınmışken, fiziksel ve ruhsal bir yıkım içindeki insanlar açısından aslında göz göre göre gelen kaçınılmaz bir sonuçla karşı karşıyayız.
Oysa giden her ismin ardında bir öykü, bir değer, bir yaratım, bir emek var. Türkiye’de görev yapan yaklaşık 171 bin hekimin her birinin bu sistem içerisinde yarattığı bir değer, yetiştirdiği beyinler, ürettiği bilimsel çalışmalar var. Ve onlar gittikçe daha da çoraklaşan bir akademi var…
İçi Boş Tıp Fakülteleri
Türkiye’de 15 yıl içerisinde 48 yeni tıp fakültesi açıldı. Halihazırda ülke çapında 128 tıp fakültesi var. Bunların 91’i devlet, 37’si vakıf üniversitesi statüsünde. Ancak kimisinin akademik kadrosu yeterli değil, kimisinin uygulama hastanesi yok. Açmak kolay da içini doldurmak asıl mesele. Mevcut tıp fakültelerinde yeterli bilimsel faaliyet var mı? Akademik kadrolar yurtdışı eğitimlerine yeterince erişebiliyor mu? Bilimsel çalışmalarda sansür veya kısıtlama var mı?
Başka meslek grupları için olduğu gibi hekimler için de adaletin ve toplumsal eşitliğin olmadığı, her şehre tıp fakültesi açılarak nitelikten çok niceliğe öncelik verildiği, kurumların içinin boşaltıldığı bir ortamda, onların yetiştireceği genç hekim adayları için de kaliteli bir eğitim yok. Uşak Üniversitesi Tıp Fakültesi beşinci ve altıncı sınıf öğrencileri Eylül ayında eğitime başlayacak; ancak anestezi, psikiyatri, göğüs hastalıkları, çocuk hastalıkları, enfeksiyon hastalıkları, üroloji, dermatoloji ve kadın doğum branşlarında profesör ve doçent yok.
Bu konuda görüştüğüm bir sağlık emekçisinin de ifadeleriyle, “Tıp fakülteleri, stafilokok bakteriler misali, üzüm salkımı şeklinde çoğalıyor. Oysa üniversite beton binada derslik açmak demek değil; deneyim, birikim, gelenek ve gözlemdir. Bu da ancak deneyimli ve iyi yetişmiş, vizyoner insanlarla mümkün. Bunları kaybediyor olmamız çok acı.”
Daha önceleri Tam Gün Yasası yüzünden tıp fakültelerinden özel sektöre doğru bir exodus/büyük göç yaşanmış, hekimlerin -anlaşılır şekilde- yaşam standardını korumak dürtüsüyle verdikleri bu karar sonucu eğitim büyük kan kaybına uğramıştı. Bu da yeni neslin eğitimini önemli oranda etkilemişti. Yan dalda uzmanlaşmış öğretmenlerden ne hastalar ne de genç hekim adayları faydalanabilmişti.
Sağlık Emekçileri için Adalet Tesis Edilecek mi?
Sağlık çalışanlarının özlük haklarına ilişkin yönetmeliğin 15 Ağustos’ta devreye girmesi beklenirken tüm gözler Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya ve yönetmeliğin içeriğine dair beklentilere çevrilmiş durumda. Sağlık emekçileri için adalet tesis edilecek mi? Emeklerinin karşılığı verilecek mi? Dünya Sağlık Örgütü en az 20 dakika derken, Türkiye’de hekimlerin her beş dakikada bir hasta, gün boyunca da 100’den fazla hasta muayene etmesi artık bir norm haline gelmişken, bunda bir değişikliğe gidilecek mi? Ezcümle, hekim göçünü tetikleyen dinamikler, hükümet tarafından yok sayılmak yerine samimiyetle fark edilip ön alıcı iyileştirmeler yapılacak mı?
Tüm bu soruların yanıtları, seçimlere giden süreçte, son dakikada toparlanacak gibi değil. Ancak kesin olan bir şey var ki o da nitelikli tıp eğitimi verebilmek için, bilimsel yeterlilikleri yüksek ve bilimsel araştırma için gerekli kapasiteye erişimi olan bir akademik ortam yaratılması gerekiyor.
Adrese teslim kadrolarla, bilimsel yetiler yerine siyasi yakınlıkları kriter sayan işe alımlarla bugünü de kurtaramayız, yarını da. Tıp fakültelerinin içi boş şekilde artması, eğitimin niteliğini de baltalar. Ardından, bir tane bile kadavra üzerine çalışmadan, bir hasta bile muayene etmeden, bir profesörden bile ders almadan mezun olan hekimlerle doldurulmuş hastanelerle övünürüz. Bu konuda yıllardır uyarılarda bulunan hekimlerin, “tabela tıp fakültesi açmayın, var olan tıp fakültelerini birleştirerek kaynakları ortak kullanın” tavsiyelerine rağmen…
Oysa ne hikmetse, tıp fakültesi sayısı 50’yi aşmayan ancak Türkiye ile benzer nüfusa sahip olan Almanya’da böyle bir çaba yoktur. Çünkü sorun tıp fakültesi açmak değil, o fakültelerden mezun olan ve ülkenin bilim ve araştırma iklimini şahlandıracak kişileri ülkede itibarlı şekilde el üstünde tutmak, onlara bilim ve sağlık alanındaki çalışmalarında tam destek ve özgürlük ortamı yaratmaktır. Örneğin COVID-19’a karşı aşı üretip insanlığı kurtardıktan sonra şimdi de Omicron’a özel olarak uyarlanan aşıların ne zaman geleceği veya kolon kanseri tedavisinde mRNA yönteminin ne kadar etkili olacağı tüm dünyanın merak konusu olan Almanya merkezli BioNtech’in çalışmalarıyla övünür Almanya…
Bu koşulların hiçbiri sağlanmadan hacamatlarla, yerli Himalaya tuzuyla, kansere karşı ot tedavisiyle bilimden uzaklaşan, gerçek bilim insanlarını ölümle tehdit eden bir iklim yaygınlaşır ve trajik bir şekilde bu sahte hekimlerin sözleri, davranışları ve tavsiyeleri itibar görür. Olan bizim bugünümüze, yarınımıza ve ülkemizin hedeflediği çağdaş dünyadaki prestijine, görünürlüğüne olur.
Tıp eğitiminden başlamak üzere tüm temel bilimlerde nitelik artırılmadıkça, özlük hakları iyileştirilmedikçe, hekimler kendilerine yönelik ölüm tehditleri yüzünden dört duvar arasında beklemek ve gündelik sosyal aktivitelerini sınırlamak zorunda kaldıkça, yepyeni bir ufka doğru yelken açarak gidenler büyük oranda huzur ve itibar bulur. Kalanlar ise karşılarında kâbus gibi sürekli büyüyen, kanser hücreleri gibi yayılan bir çözümsüzlük, cehalet ve vasatlık…
https://www.perspektif.online/hekimlerin-goc-ettigi-memleketimden-insan-manzaralari/
Çok güzel yazılmış bir makale
Ellerinize emeğinize sağlık
BeğenBeğen
Çok teşekkürler
BeğenBeğen