
Bugün size iki parlak genç müzisyenimizi tanıtmak isterim. Ve tanıtımımın ardından belki birkaç kez altını çize çize okuyacağınız, çok derinlikli, okuyanı düşündüren ve bilgiyle donatan bir söyleşi gelecek.
1990 yılında Balıkesir’de doğan Ayşe Ece Güneşşen, sanat eğitimine 7 yaşında bale ile ve 14 yaşında, Yalçın Bilgiç ile klasik gitar ve armoni derleri ile başladı. Gösteri sanatlarına olan tutkusu sayesinde Alper Kazancıoğlu ile kısa bir hazırlık döneminin ardından 2009 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı Opera Ana Sanat dalına kabul edildi. Konservatuvardaki eğitimi süresince sırasıyla oda müziği ve orkestral eserler konusunda uzmanlaşmış sanatsal görünümü ve zengin repertuvarıyla tanınan soprano Ece İdil ve Türk Operası’nın önde gelen baritonu Kevork Tavityan’ın öğrencisi oldu. Yine aynı üniversitede, sahne derslerinde Prof.Yekta Kara, ensemble derslerinde ise Rayna Popova ile çalıştı.
Eğitim hayatı boyunca Türk Eğitim Vakfı’ndan ‘Safiye Ayla Bursu’ ve TADEV’den (Türk-Alman Birliği Vakfı) ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden başarı-eğitim destek bursları aldı. Amelia Felle, Elena Filipova, Spiros Sakkas, Burak Bilgili, Elizabeth Norberg Schulz, Matthew Marriott, Elizabetta Sepe gibi dünyaca ünlü isimlerin ustalık sınıflarına katılan Güneşşen, öğrencilik yıllarında 2012 yılında kurulan Türkiye’nin önemli korolarından Borusan Filarmoni Korosu ile tiyatro sanatçısı Rutkay Aziz’in de kadrosunda bulunduğu Ferit Tüzün’ün Midas’ın Kulakları adlı operasında yer aldı. Yine Borusan Filarmoni ile Sasha Goetzel yönetiminde Leyla Gencer Anısına Puccini’nin baş yapıtı Tosca’nın konser versiyonunda görev aldı.
2013 yılında Alman Kilisesi’nde gerçekleşen Henrik Schütz’ün yapıtlarının icra edildiği konserde solo alto partisini seslendirdi. Türkiye’de koro geleneğinin gelişmesinde önemli bir rol oynayan Gökçen Koray’ın yönetiminde 2014-2015 yıllarında Carmina Burana gibi büyük koro yapıtlarında yer alan Güneşşen, 2016 yılında Çetin Işıközlü’nün Dudaktan Kalbe operasının yapıtın kendi bestecisinin yönettiği İstanbul prömiyerinde yer aldı. Yine 2016 yılında yönetmenliğini Çağdaş Çağrı’nın yapmış olduğu, 12. Uluslararası Meksika Film Festivali’nde en iyi film ödülü alan ‘Geçmiş’ filminin soundtrackini söyledi.
Güneşşen ilk performansını 2017 yılında gerçekleştirdikleri, içerisinde müzikolog barındırması itibariyle yenilikçi sayılabilecek topluluk Ensemble Flaneur’ün müzikolog Burcu Yaşin, piyanist Mert Solmaz’ın bulunduğu kurucu üyelerindendir. 2018 yılında Japon Çağdaş müzik bestecisi Hideki Kozakura’nın ‘Dve Sovy'(İki Baykuş) eserinin Türkiye prömiyerini solo olarak seslendirdi. 2019 yılında 18 Mart’da gerçekleştiren ulusal gazete Milliyet’te dünya prömiyeri gerçekleşen ’Yeni Ağıtlar’ dinletisinde Evrim Demirel ve Hasan Niyazi Tura’nın eserlerini seslendirdi.
2019 yılında Ensemble Flaneur ile birlikte dört mevsim yolculuk projesinin ‘Güz’ ve ‘Kış’ yolculuğu serilerini piyanist Deniz Erden’in dahil olması ile Pera’da Cachi Teras’da alman, fransız ve rus bestecilerin eserlerinden oluşan repertuvarlar ile gerçekleştirdi. 2019 yılı Ekim ayında genç besteci ve piyanist Cem Esen’in kendisine ulaşmasıyla ilk seslendirilişini gerçekleştirdiği Cem Esen’in kendi bestelerinden oluşan ve piyanistliğini de üstlendiği ’Trajik Liedler’ albümü çıktı.
İstanbul Mimar Sinan Güzel Sanatlar üniversitesi Devlet Konservatuarı lisans mezuniyetinden hemen sonra yüksek lisans eğitimi için Avrupa’nın en prestijli konservatuvarlarından olan Roma Santa Cecilia Konservatuvarı’nda Prof. Amelia Felle’nin sınıfına kabul edildi. 2019 Ekim ayında Ensemble Flaneur ile ‘Gölgelerinden Doğan Kadın Besteciler’ projesiyle İstanbul ve Ankara’da konserler verdi. 2019 yılı 24 Aralık Noel akşamı için piyanist Mert Solmaz ve tenor Silvio Barca ile birlikte Doria Pamphilj Galerisi’nde ailenin kendi üyelerine özel bir konser programı sundu.
Roma’daki konservatuvar eğitiminin ilk aylarında Berlin Filarmoni şeflerinden Lior Shambadal’ın ‘Orkestra için yazılmış Alman Liedleri’ ustalık sınıfına katıldı ve konser verdi. Roma’da 2019 yılı Haziran ayında piyanist partneri Mert Solmaz ile birlikte Yüksel Koptagel’in Nazım Hikmet şiirleri üzerine bestelemiş olduğu Hiroşima Şarkıları’nı kaydetti ve 2022 yılının ilk haftasında ‘Deux chansons du pecheur Japonais’ ismiyle tüm dijital platformlarda yayınlandı.Ayşe Ece Güneşşen şimdilerde yüksek lisans mezuniyet konserine hazırlanıyor. Mezuniyet repertuarları arasında Berlioz’un Yaz Geceleri ve Mahler’in Ölü Çocuk Şarkıları ve Koptagel’in Hiroşima Şarkıları bulunuyor.


Berlin’de yaşayan başarılı piyanist Mert Solmaz ise, eğitimine Trakya Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda Doç. Akın Araboğlu ile başladıktan kısa süre sonra yatay geçiş yaparak Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Prof. Hülya Tarcan ve Prof. Ayça Yılmaz Aytuğ’un sınıfında devam etmiştir. Eğitimi süresince İris Şentürker, Ebru Mine Sonakın ve Prof. Seher Tanrıyar ile oda müziği çalıştı. Genç yaşta İstanbul’un önemli konser mekanlarından olan Koç Üniversitesi Sevgi Gönül Oditoryumu, İstanbul Teknik Üniversitesi Sahnesi, Boğaziçi Albert Long Hall, Galatasaray Üniversitesi ve Mimar Sinan Üniversitesi’nin oditoryumlarında ve Milli Saraylar Müzesi’nde önemli konserlerde klasik, çağdaş ve Türk bestecilerin eserlerini seslendirdi. İtalyan Flüt Sanatçısı Vieri Bottazzini yönetimindeki Mimar Sinan G.S.Ü.D.K. üflemeli orkestrası ile konserde yer aldı ve aynı yıllarda okulun korosu ile İKSV Müzik Festivali ve Montpellier Müzik Festivali’nde Prof. Gürer Aykal yönetiminde önemli çağdaş besteci Xenakis’in eserini seslendirilmesinde görev aldı.
İlk yurtdışı tecrübesini Salzburg Mozerteum Konservatuvarı Yaz Akademisinde (2012) Prof. Rolf Plagge’nin piyano sınıfına kabul edilerek gerçekleştirdi ve burada gösterdiği başarını ile Mozarteum Solitar ve Wiener Saal’de F. Liszt, J. Brahms ve W. A. Mozart’ın eserlerinden oluşan konserler vermek üzere seçildi. Gümüşlük Klasik Müzik Festivalinde Gülsin Onay başta olmak üzere çok önemli isimler ile çalışma fırsatı bulduktan sonra değişim programıyla Avrupa’nın en eski okullarından Roma’daki Santa Cecilia Konservatuvarına kabul edildi. Kiliselerde ve konser salonlarında verdiği pek çok önemli konserin yanında Roma Müzik Festivali kapsamında oda müziği resitali verme hakkını kazandı. Ertesi yıl okulun kendi sınavlarına girerek birincilikle piyano bölümüne kabul edildi ve aynı yıl solo ve oda müziği konserlerinin yanında İtalya’da yapılan uluslararası üç farklı yarışmadan da (Salerno, Napoli, Bologna) ödüllerle döndü. Roma’da piyano çalışmalarını ilk başta Prof. Cinzia Damiani ile gerçekleştiren Mert Solmaz, daha sonra önemli İtalyan piyanist (aynı zamanda Lya de Barberiis’in ekolünün devamını getiren) Prof. Margherita Traversa ile sürdürdü. Oda müziği çalışmalarını Prof. Roberto Galletto, klavsen-basso continuo çalışmalarını Prof. Barbara Vignanelli, Opera eşliği ve vokal oda müziği çalışmalarını Patrizia Gigante, ünlü soprano Amelia Felle ve Elizabeth Norberg-Schulz ile yaptı. 2016-2017 akademik yılında Roma’da okulun parlayan yıldızları konser serisine katılma hakkı kazanmasının yanı sıra eşzamanlı olarak hem Mimar Sinan G. S. Üniversitesi D. Konservatuvarı Prof. Seher Tanrıyar’ın sınıfından hem de Roma Santa Cecilia Konservatuvarından 108/110 ortalama ile mezun oldu. 2016 Kasım ayında Roma’da Prof. M. Traversa’nın Master sınıfına kabul edildi. 2017 Haziran ayında Roma Festa della Musica’da tekrar konser vermek üzerine davet edildi ve Rus – Fransız bestecilerin eserlerinden oluşan bir repertuar ile Lied konseri verdi.
Çalıştığı isimler arasında Boris Berman (Yale Üniversitesi), Antoinette van Zabner (Viyana Konservatuvarı) Maurizio Vallina, Pier Reach (Paris Ulusal Konservatuvarı), Tim Ovens (Viyana Konservatuvarı) Aldo Ragone (İtalya), Yury Martynov (Moskova Tschaikovsky Konservatuvarı), Drafi Kalman (Liszt Konservatuvarı) ve Ingrid Marsoner (Avusturya), Benetto Lupo (Santa Cecilia Akademisi), Pierluigi Camicia (İtalya) Misha Dacic (Sırbistan), Prof. Nicosia Gradaille (İspanya), Elizabeth Sombart (Fransa) gibi Dünyaca tanınan piyanistler yer alıyor.
Mert Solmaz, 2018’de Nejat F. Eczacıbaşı Müzik Bursları’nı kazanan sayılı müzisyenlerden biridir. Roma Macar Enstitüsü, Ulusal Enstruman Müzesi, Doria Pamphilj Galerisi, Roma Türkiye Büyük Elçiliği, Roma Slovak Büyükelçiliği, Teatro Tor Monaco, Sala Accademica, Teatro Palladium konser verdiği mekanlardan bazıları…

2019 yılında mezzo soprano Ayşe Ece Güneşşen ve müzikolog Burcu Yaşin ile kurduğu Ensemble Flâneur ile kadın bestecilere adadıkları konser projesi “Gölgelerinden Doğan Kadın Besteciler” ile çeşitli konserler vermesinin ardından pandemi öncesi son konserini, 2020 yılında Komitas’ın yıldönümü nedeniyle Roma’da gerçekleştirmiştir. Tam kapanma süresince Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin işbirliği ile Ayşe Ece Güneşşen ile çevrimiçi konserler vermiştir. Yüksek Lisans eğitimini sürdürdüğü Santa Cecilia Konservatuvarı’ndan, İtalya’da alınabilecek en yüksek diploma olan onur derecesi ile 2019 yılında mezun olmuştur ve yine aynı kurumda, soprano Amelia Felle’nin Lied sınıfında üç yıl eşlikçi olarak staj yaptıktan sonra 2021 Temmuz ayında Berlin’e taşınmıştır. 2022 Ocak ayında, Ayşe Ece Güneşşen ile kaydettiği ilk albümü “Deux Chansons du Pêcheur Japonais” tüm dijital platformlarda yayınlandı.
Haydi bu muhteşem ikiliyi tanımaya başlayalım… Sizi de benim gibi çok heyecanlandıracaklarına eminim.
Mert bey, Ece hanım, öncelikle yollarınız nasıl kesişti, onu öğrenerek sizleri tanımak isterim.
AE: Merhaba Menekşe Hanım. Öncelikle davetiniz için teşekkür ederiz.
Mert ile yollarımız uluslararası öğrenci hareketlilik programına başvurularımız esnasında kesişti. Programın kabul şartları için kaydetmemiz gereken performans videosunda Mert dost elini uzattı ve Mimar Sinan G.S.Ü. Konservatuarı tiyatro ek binasında üst sahnede kayıt aldık. Meğer bu bizim ilk kaydımızmış. Sonrasında müzikal sohbetlerimiz, ortak beğenilerimiz arkadaşlığımızı dostluğa ve dahası duoluğa kadar taşıdı.
M: Küçük yaşlardan itibaren operaya ve Lied kültürüne, repertuarına duyduğum hayranlık beni okulumuzun opera bölümü ve öğrencileriyle hep yakın tuttu. O zamanlar sık sık bu bölümdeki öğrencilere gönüllü olarak eşlik yapardım. Ayşe’nin de bahsettiği gibi, ikimiz de aynı amaç için çaba gösteriyor, yurtdışına gitmek için hazırlanan öğrenciler olarak birbirimize destek oluyorduk. Bu ilk kayıt bizim müzikal zevklerimizin birbirine ne kadar yakın olduğunu öğretti bize.
İkinizin de değerli yurtdışı tecrübeleri var, biraz bahseder misiniz kendinizden?
AE: Uluslararası değişim programından bir sebeple vazgeçtim. Bu kontenjan hakkı Mert’e olanak sağladı. Çünkü opera bölümü sahne sanatları ve müzik departmanlarının her ikisini de kapsayan kontenjana sahipken, piyano sadece müzik departmanıyla sınırlıydı. Böylece sonradan benim de gideceğim Santa Cecilia Konservatuvarı’na Mert bu program sayesinde kabul edildi. Ben ise mezuniyetim sonrası yüksek lisans eğitimim için yine aynı konservatuvarın vokal oda müziği sınıfına başvurdum. Mert’in üç yıl bölümün piyanistliğini yaptığı, Soprano Prof. Amelia Felle’nin sınıfına kabul edilen üç kişiden biri oldum. Burada, piyano-şan, quartet, orkestra üzerine yazılmış lied repertuarlarını çok değerli eğitmenlerin yönetiminde hazırlanıp, seslendirdim. Ne var ki Santa Cecilia konservatuvarında eğitimimin başlamasının hemen üç ay sonrasında pandemi başladı. Maskeli eğitimle bir süre okula gidip geldim. Oldukça gergin zamanlardı, özellikle İtalya’da.
Hemen ardından hükümet kararıyla tüm ülkede online eğitim zorunluluğu geldi ve eğitimlerimizi yüksek bir çabayla sürdürmeye çalıştık; süreci idare etmeye çalıştık diyeyim akademik kadro ve öğrenciler olarak.

M: Aslında ilk hedefim Almanya olmasına karşın bürokratik işlerin yarattığı aksaklıklar sonucu başvurabileceğim okul sayısı listesi gittikçe kısalmıştı. İtalya hiç aklımda yokken çaresizce kapısını çaldığım değerli hocamız Dilbağ Tokay’ın tavsiyesiyle Santa Cecilia konservatuvarına başvurdum ve kabul edildim. Gider gitmez ilk sorduğum şey bu okulda nasıl kalabilirim oldu. Okulun sınavlarına tekrar girip birincilikle kabul edildim. Üniversitenin ardından piyano öğretmenimden çok memnun olduğum için yüksek lisans eğitimimi de aynı kurumda sürdürmeye karar verdim ve onur derecesiyle mezun oldum. Aslen Mimar Sinan’da düzenlediği ustalık sınıfından tanıdığım Amelia Felle benimle aynı yıl Roma’ya, Lied bölümünde ders vermeye gelmiş meğer. Kendisinin Santa Cecilia’daki ilk en uzun süreli öğrencisiyim. Mezuniyetimden önce de sınıfında akademik bir staj programı ile eşlik yapmaya başladım ve bu toplam üç yıl devam etti.
Peki Hiroshima Liedler projesi nasıl doğdu? Nasıl tepkiler aldınız? Ve bu proje çerçevesinde nasıl etkinliklerde bulunmayı hedefliyorsunuz?
AE: Birçok sanat yolculuğuna ilham olmuş soprano Ece İdil’in Bodrum’daki evinde verdiğimiz ev konserinde doğdu. Konser davetlileri arasında piyanist ve müzik eğitimcisi Güray Başol vardı. Kendisi Paris’teki akademik eğitimi esnasında Yüksel Koptagel ile yolu kesişmiş ve onun Paris piyano yarışmasında yılın ödülünü alan ‘Toccata’ adlı eserini kaydetmiştir. Konser sonrası sohbetimiz esnasında kadın besteciler repertuarımızla ilgilenen Güray, Hiroşima Şarkıları’nı repertuara eklememizi önerdi ve eserleri bize ulaştırabileceğini söyledi. Paha biçilemez kısmı Koptagel ile e-mail yazışmalarımızdı. Bu e-mailler sayesinde eserlerinin sürecinden, sanatının yön verdiği hareketli yaşamına ve kendisine daha fazla ilgi duymaya başladık.
Aslında Mert ile süregelen müzik dostluğumuzu konser projelerinin yanı sıra güzel bir proje ile taçlandırmak istiyorduk. Hiroşima Şarkıları bu kararımız sonrasında kendiliğinden gelişen bir proje olarak karşımıza çıktı.
Çok iyi geri dönüşler ve destekler alıyoruz. Projenin tanıtımı için konser programı üzerine çalışmaktayız şimdilerde. Yolculuğumuzun daha başında Hiroşima Şarkıları’nın görsellerini oluşturan fotoğraf sanatçısı-yönetmen Paolo Buatti’nin bağımsız klasik müzik videosu alanlarında aday olduğu yarışmalardan ödüllerle dönmesi bizi çok mutlu etti.

M: Pandeminin en çok zarar verdiği meslek gruplarından performans sanatını icra eden iki genç sanatçı olarak biz de dijitalleşen bu dünyaya ayak uydurmak istedik. Ayşe’nin yurtdışındaki eğitiminin başlarına, benim ise mezuniyetimin hemen sonrasına denk gelen bu tatsız dönem belki hep gerçekleştirmek istediğimiz bu projenin hızlanmasına neden oldu. Çok güzel geri dönüşler alıyoruz. İtalyan sanatçı Paolo Buatti’nin şarkılara çektiği videolardan ikincisi (Hiroshima II), halihazırda pek çok uluslararası film yarışmalarından ödüller aldı. Projemizin hiç beklemediğimiz bir alanda bu kadar çok ödül alması ve tahmin etmediğimiz kişilere ulaşması bizleri ayrıca mutlu etti. Ama yine de bu süreçte beni en çok mutlu eden detay, değerli bestecimizin adının daha çok anılır olması.
Ensemble Flaneur ile kadın bestecilere adanmış bir konser projesi başlattınız. Sizce Türkiye’de müzik tarihi içinde kadın bestecilere yeterince itibar verilmiş mi ve şu anda onları ne kadar tanıyoruz? Mesela sizin projenize dek Yüksek Koptagel tanınıyor muydu?
AE: Dünya genelinde yakın geçmişte üzerine daha fazla konuşulan, yazılan bir sorun olan kadın erkek eşitsizliğine dair toplumsal roller, sınırlı sorumluluklar bizi de rahatsız etmeye başlamıştı. Biz de yapabildiğimiz en iyi şeyle; klasik müzik literatüründeki kadın temsiline besteci olarak yansımalarından oluşan bir repertuar hazırlayarak ses çıkarmak ve onları görünür kılmak istedik. Türkiye’de de, bilinen kadın besteciler oldukça az, adını duyduğumuz bestecilerin bilgilerine ulaşmaksa pek de sandığımız kadar kolay olmadı.. Hakettikleri ilgi ve görünürlükten mahrum bırakılmış bu isimleri eşlerinin veya ağabeylerinin soyisimlerinden daha kolay tanıyabiliriz; Clara Schumann, Alma Mahler, Fanny Mendelsohn gibi daha birçok değerli isim üretimlerini göstermekte belki de suçlu hissettirilmiş ve kadın olmanın ağır sorumluluğu altında bu tutkularını evin erkek cinsiyetinin gerçekleştirmesine razı olmak durumunda bırakılmışlardı. Repertuarımızda bulunan diğer iki isim ise ülkemizin cumhuriyet dönem bestecilerinden Nazife Güran ve Yüksel Koptagel.
M: Bunu dile getirmek bile bana kendimi suçlu hissettiriyor, ancak hayır, Yüksel Koptagel kendi çağdaşı olan erkek besteciler ile kıyaslandığında ne yazık ki tanınan bir besteci değil. Ayşe de ben de çok uzun yıllar farklı kaynaklar üzerinden müzik tarihi dersleri aldık. İnanır mısınız, konservatuvarlarda bile adı anımsanan, eserleri çalınan bir besteci değil. Evet, yakın çevresi tarafından sayılan görülen bir sanatçıdır ve Güray Başol’un kaydettiği toccata’sı dışında yurt içinde, yurt dışında pek çok piyanist, gitarist eserlerini seslendirmiştir ancak biz projeye başladığımızda sorduğum pek çok müzikolog dahi kendisini neredeyse kimse tanımıyordu. Benim için bu son derece utanç verici bir durum çünkü sadece Türkiye standartlarında değil, dünya geneline baktığımızda da bir kadın besteci olarak çok büyük başarılara imza atmıştır. Çok dil bilen, yurtdışında en önemli besteci ve piyanistlerle iki bölümü birden başarıyla tamamlamış, yüzlerce makale çevirisi yapmış ve üretmiş, çok başarılı bir sanatçıdır Yüksel Koptagel. Adının en az hocaları, akranı olan meslektaşları kadar tanınması gerektiğini düşünüyorum ancak kendisinin de belirttiği gibi, Türkiye’ye döndükten sonra sadece piyanist olarak görülmüştür.
İkiniz de yurtdışında çok seçkin ve adanmış bir eğitim sürecinden geçtiniz. Sizce başarı ne demek? Bu noktaya gelmek için nasıl bir tempoya ürettiniz, çalıştınız?
AE: Başarı bana göre insanın kendini gerçekleştirmeye dair potansiyel taşıdığını bilebilmesinden geçer, buna dair duyabildiği tutkudur. Başarının bir yaşam biçimi, bir oluş ve mümkünse seçim olduğunu düşünüyorum. İmkanlar ve gereçler tamamlandığında yalnız o yüksek benlikle hareket edebilme halidir. Küçük yaşlarımdan beri kafamı meşgul edecek yeni ilgi alanları yaratmayı hep çok sevdim. İçinde kaybolmayı sevdiğim tutkularımı tanıdım. İlham noktalarını basit bir seviyeye indirgeyip tekrar-kendim yorumladım. Bu transfer beni hep cezbetti. Belki de bu yüzden yorumcu-interpreter oldum diye düşünüyorum.
Daha fazla düşündürmeye iten şeyler her zaman daha çok ilham verdi. Bu arayışımda büyük şansım konservatuvar dostluklarım ve hem de topluluğumuzun üyeleri Burcu, Mert ve Deniz oldu. Aynı heves, farklı ve benzer zevk ve önerilerle açık bir beyin olmak; birlikte konuşup, büyütmek, geliştirmek bana çok şey kazandırdı. Üretim konusuna gelince insan canlısının en büyük sorumluluğunun bu olduğunu düşünüyorum. Önce kendi temel sağlığımız ve toplum için, üretim-tüketim dengesine katkıda bulunmalıyız.
M: Sanırım Ayşe’ye katılıyorum, aynı şekilde ben de başarıyı kişinin kendisine özgü olduğunu düşünüyorum ve kişinin kendisini gerçekleştirmesinin bunun büyük bir parçası olduğuna inanıyorum. Bunu desteklemek adına da kendimiz için koyduğumuz başarı standartlarını, başkalarına yansıtarak o kişilerde bir eksiklik ya da baskı yaratmayı doğru bulmadığımı da belirtmek isterim. Benim için başarı, hayal kurmak, çalışmak, emek vermek ve yılmadan küçük ya da büyük fark etmeksizin bu hayalleri gerçekleştirmek demek. Konservatuvarlara küçük yaşta girip, kendi balonunun içinde kalan ve dünyayı buradan ibaret sanan çok fazla insanla tanıştım. Bu bana göre gülünesi bir durum. Mesleğimizi dünyanın merkezi haline getirmenin ya da en önemli şey olduğunu düşünmenin ona olan tutkumuzu göstermek için tek yolu olduğuna inanmıyorum aksine resme büyük bakmaya çalışmanın aslında zorlukları kolaylaştırdığına inanıyorum. Bu ana kadar kat ettiğimiz yolun mutluluğunu taşısak da geldiğimiz nokta aslında kat etmek istediğimiz yolun sadece başı. Bu noktaya gelmek için kendimi piyano odalarına kapattığımı söyleyemem. Güzelliğin, sanatın peşinden koşarak geldim belki de. İstanbul’da yaşadığım dönemde, şehrin kültür sanat hayatının kazandırdıkları ve Roma gibi, sahip olduğu tüm hazinesiyle insanı her yönden besleyen muazzam bir şehirde yaşamış olmanın kattıklarına borçluyum sanırım. Hayatı yaşamayı seviyorum ve keyfime çok düşkünüm.
Türkiye’de müziğe verilen destek ve müzik yapmak için mevcut imkanlarla yurtdışında gözlemlediğiniz, içinde yaşadığınız ortamı kıyaslar mısınız?
M: Yurtdışı dediğimizde çok fazla sayıda ülke ve politikalarını kapsamış oluruz, bu nedenle böylesine geniş bir konuyu kısa bir cevaba indirgemek de kolay değil. Bir hedefimizin olması ve kendimizi hangi ülkelerle kıyaslamak istediğimizi bilmek bize yardımcı olacaktır. Ülkemizde pek çok orkestra, opera ve bale bulunmakta. Orkestralarımız gerek devlet bünyesinde gerekse özel kurumlarca desteklenmekte, dolayısıyla ülkemizde müziğe verilen desteğin yeterli olmasa da küçümsenmeyecek boyutlarda olduğunu düşünüyorum . Gelişmiş ülkeler sanatıyla ve sanatçılarıyla anılmak ister. Bilim ve sanatın ne kadar gelişmiş olduğu o ülkenin refah seviyesinin bir göstergesidir. Benzer bir şekilde başarılı bir sanatçı, sporcu, bilim insanı ya da entelektüel birey yetiştirmek hiçbir ülke için kolay değil, çok fazla zaman ve emek ister. Kısacası ben ülkemi gelişmiş ülkelerle kıyaslamayı ve başarılarını örnek almayı tercih ediyorum. Örneğin ülkemizde sanata verilen destek, Almanya ve Fransa gibi ülkelerle kıyaslanamayacak kadar az ancak bu duruma üzülmemeli aksine nasıl iyileştirebiliriz, buna odaklanmalıyız. İstenildiğinde, doğru politika ve stratejilerle bunun kolaylıkla değişebileceğine inanıyorum.
AE: Aramızda da tartıştığımız gibi gelişmiş ülkelerin tercihleri sanat üretimleri ve sanatçılarıyla konuşulmak, bu şekilde tanıtılmak oluyor. Ülkemizde ise bunun yerine, sanat alanlarında eğitim almış kişilerin daha fazla çaba sarf ederek ısrarcı ve sabırlı olması bekleniyor. Herşeyin sancılı ilerlemesi ve bir umutsuzluk temasının hakim olması üzücü. Klasik müzik adına konuşursak aslında yeterince salona, değerli müzisyenlere, yüksek standartta orkestra ve şeflere sahibiz. Fakat mutlu değiliz. Çünkü bakış açımızı, ele alış biçimimizi değiştirdiğimizde farklı olasılıklara açık olabileceğimizi unuttuk. İlk adım bunun çözülmesi gereken sorun olduğundan emin olmak. Çözüm içinse ülkemizin uluslararası platformda dikkate değer üretimler yapması konunun kısa cevabı. Kültürel miraslarımızı hatırlayıp hatırlatarak, bu çeşitliliği; zenginliklerimizi, bir şeyleri anlatmanın en ideal yolu olan sanat vasıtasıyla tanıtmayı hedeflersek, değerlerine sahip çıkan bir ülke olduğumuzu önce kendimize sonra uluslararası bakışa kazandırmamızla daha iyi bir seviyeye taşınabileceğini düşünüyorum.
Peki ikiniz de Türkiye’de bir günlüğüne müzikten sorumlu bakan olsanız, değiştirmek istediğiniz şeyler neler olurdu Kültür / Sanat yönetimine dair?
M: Düşününce değiştirmek istediğim ne varsa, neredeyse hepsinin eğitim sisteminden kaynaklı olduğunu fark ediyorum. Ancak sorunuza gelecek olursak, orkestra, opera ve balelerde bazı sanatçıların çok yoğun tempoda çalıştığını ve bunun mesleklerine duydukları özveriye zarar verdiğini düşünüyorum. Beni en çok rahatsız eden sorunlardan birisi de ülkemizde yaşayan onlarca yetenekli genç müzisyen olmasına karşın hep aynı isimlere gidilmesi bu kişilerin görünürlükleri üzerine çalışılması. Müzisyen olmak kolay değil, uzun yıllar süren, emek isteyen bir yoldan geçiyoruz ve ülkemizde birbirinden başarılı müzisyenler var. Onlara daha fazla konser imkanı verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ne yazık ki en çok yaptığımız hatalardan biri bu, sahip olduklarımızın değerini bilmemek ve onların sahip oldukları potansiyeli fark edip başarıya uzanan adımlarında öngörülü olarak onlara yardım edememek. Çok fazla sanatçı yurt dışında elde ettiği başarıların ardından kendi ülkelerinde belli bir saygınlığa ulaşabiliyor. Bu çok yanlış, başka bir ülkede “yabancı” olarak yaşamak da sanıldığı kadar kolay değil ve aşılması gereken bunca bariyer varken hiç değilse ülkemizin genç sanatçılarına, kendi evlerinde belirli imkanları sunabilmesi gerekiyor. Onlarca salonumuz, orkestramız var. Genç müzisyenlerin yüzlerine kapılar kapatılmamalı, aksine onları sorumlu kişilerin keşfetmesi ve daha fazla olanak sağlaması gerekiyor. Eğer bakan olsaydım tam olarak bu şikayetlerimin üzerine çalışırdım çünkü bu zorlu meslek grubunun sürdürülebilirliği için gençlere umut vermek zorundayız.
AE: Kültür sanata ayrılan fonların zorunlu bir hedeften çok; hangi hükümet olursa olsun, yeniliğe ve eleştiriye açık, yaratıcı kadro oluşturulup yeni kararlar için samimi bir istek ile yürütülmesi gerektiğini düşünüyorum. Aklımda olanlardan bazılarını paylaşayım. Avrupa ülkelerinde örneklerini bildiğimiz gibi tiyatroların bünyelerinde genç sanatçı programının yürütülmesi; okullarda ve tiyatrolarda ustalık sınıfları için daha fazla bütçe ayrılıp, bu sayede daha uygun imkanlarla öğrencilerin dünyaca ünlü sanatçılarla teknik ve yorum çalışabildikleri, bu isimlerden öğrendikleri geri bildirimlerle vizyonlarını genişletebilme imkanı sunulması; tüm sanatları içinde barındıran bir sanat olan opera sanatının göz kamaştırıcı, yenilikçi ve ilham veren prodüksiyonlarla büyütülmesi için geçerli destek arayışlarına başlanması; tüm gereçlerine dair bir ihtiyaç listesi çıkarılması ve bu görsel zenginliği barındıran yüksek sanatın sahne üzerinde ışık ve dekorcusundan, suflör ve perukacısından, bale ve opera sanatçılarından orkestra müzisyenlerine, şefine ve rejisörüne kadar taze bir bakış sağlayacak, geleceğe ışık tutacak yapımlarla seyircilere ilham verecek nitelikte sunulması. Konservatuvar yönetmeliğinde oda müziği dersine yeterince önem verildiğini düşünmüyorum. Farklı enstrüman gruplarının birbirine katabileceği deneyimin önemini bilip de bunun neden eğitimimizde daha çok önemsenmediğini soruyorum.
Santa Cecilia’daki eğitimimdeki seçmeli bir dersten bahsetmek istiyorum. Tüm bölümlerin ortak ders olarak alabildiği dersin adı ‘Tanınmış oda ve opera sanatçılarının tarihsel yorumlarının dinlemesi, teknik farklılıkları ve ses analizleri’. Basitçe, çok çabasız, bizi bir araya getiren ve geliştiren bir dersti.
Müziğin buluşturabileceği farklı bölümlerin birlikte üretim yapabilecekleri seçmeli/zorunlu dersler yer alabilir.
Beraber sahne aldığınız en unutulmaz anınız hangisi?
AE: ‘Gölgelerinden Doğan Kadın Besteciler’ konserimizi İstanbul Kadıköy Yeldeğirmeni Kültür Merkezi’nde verdikten hemen sonraki günün sabahı Roma’ya taşındım. İtalyanlar Noel hazırlığındalardı ve güzel Roma ışıl ışıl.
Roma’da kültür sanat turlarında bir ziyaret noktası olan, zengin resim ve heykel koleksiyonlarıyla tanınan soylu Roma ailelerinden Doria Pamphilj ailesinin sarayında verdiğimiz konser. Doria Pamphilj’nin patrimonyal verasetlerinden biri olan Prens Jonathan Doria Pamphilj, sarayın kendi yaşadığı dairesinde Noel akşam yemeği sonrasında özel davetlilerine sunmak üzere bir konser teklifi götürmüştü Mert’e. Bir kültür ziyaretçisi olarak Pamphilj koleksiyonunu görmeden önce prensin sarayda kendi yaşadığı bölümde sanat seçkilerinin ve dokulu mobilyaların şömine atmosferinde, bir tenor arkadaşımızın da performansa dahil olduğu özel bir seçkiden oluşan repertuar ile verdiğimiz bu konser bana zamanın dışında hissettirmişti.
M: Sahne aldığım prestij sahibi sahnelerden birisini adlandırmam gerektiğini düşünebilirsiniz ancak benim için çok değerli iki konserimiz oldu. İlki, pandeminin ilk ve en zorlu aylarını atlattıktan sonra, Roma’da bir avluya bakan balkonumun duvarından atlayarak geçilen bir terasta, Ayşe ile, güneşli fakat soğuk bir günde yakın arkadaşlarımıza verdiğimiz ve ardından montlarını giyip balkonlarına, teraslarına çıkan komşularımızla dinleyicilerimizin beklenmedik bir şekilde büyüdüğü pandemi konserimizdi. Halbuki o dönem bu tarz etkinlikler düzenlemek yasak olduğundan ve karakolun tam karşısında oturduğumdan, polis gelecek korkusuyla çalmıştım konser boyunca. İkincisi ise sekiz yıl yaşadığım Roma’dan ayrılmadan önce, partnerimin terasında kutladığım doğum günümde Ayşe ile yaptığımız konserdi. Her ne kadar veda etmek için bir araya gelmiş olmasak da havada çok acı/tatlı bir his vardı. Bunu sonrasında dinleyen arkadaşlarımız da aynı şekilde dile getirdi. Kendimi bu kadar iyi insanlarla bir arada bulduğum ve onlarla müzik yoluyla iletişim kurabildiğim, veda edebildiğim için çok şanslı hissetmiştim.
Size ilham veren çağdaşınız isimler var mı? İdol olarak aldığınız isimler ve yeni isimlerden bahsedebilir misiniz?
AE: Gelişimimde teknik ve yorumculuklarıyla beğeni oluşturmada bana yön vermiş çok fazla isim var. Bunlardan birkaçı arasında Amerikalı mezzo soprano Kate Lindsey; dünyanın en önde gelen opera evlerine misafir olup, yaylı çalgılar dörtlüsü ile ve ardından Fransız olan klasik caz tabanlı piyanist Baptiste Troignon ile klasik müzik trendini şaşırtan repertuarla kaydettikleri ‘Thousands of Miles’ albümlerinin döneminde tanıdım onu. Hepsi bir arada ve birbirini besleyen artistik zenginliği beni çok etkilemişti. Yapacağı her projeyi heyecanla takip eder oldum.
Revelation lirik-yılın yeni şarkıcısı olarak tanıtılan Fransız-İtalyan soprano Lea Desandre klasik ve barok dönem operalarında yer alırken bir yandan topluluklarla, tarihi enstrümanlarla farklı dönemleri stilistikleriyle ele alarak günümüz perspektifine taşıyor. Yine onda beni çeken şey bu çok yönlülük. Eski dönem şarkıcılığını aşıyor ve mümkün olabilecek müzikal birlikteliklerle taze bir yorum getiriyor. Yine bir başka ikili, Sabine Devieilhe ve Alexandre Tharaud’nun yaptığı hemen her işi beğendiğimi söyleyebilirim. Yorumculuğuyla ve müzikal tavrıyla kendime daha yakın bulduğum Christianne Stotjin; Norveçli Wagnerian soprano Lise Davidsen.
Kanadalı soprano, performans sanatçısı, orkestra şefi, çağdaş müziğe olan turkusu ve benzersiz yorumculuğu ile beni tamamen teknik arayıştan uzaklaştırıp başka bir dünyaya çağıran Barbara Hannigan. Elbette adlarını anmazsam fena hissedeceğim; Maria Callas, Ayşe Leyla Gencer, Jessye Norman, Christa Ludwig, Reneta Tebaldi..
M: Çoğunlukla farklı sanat dallarından ilham almaya çalışıyorum. Modern dans, sinema, tiyatro, fotoğraf gibi. Bunun dışında çocukluğumdan beri bir yanım hep feministti, modern, güçlü, bağımsız kadın figürlerinden hep çok etkilenmişimdir, bu sadece müzisyenler için geçerli değil ama müzik sektöründe buna benzer isimler bana çok ilham vermiştir. Örneğin Jessye Norman, duruşu, genel kültürü, yorumculuğuyla beni hep büyülemiştir. 1945 doğumlu siyahi bir kadın olarak yaşadıklarını, üstesinden gelmek zorunda olduklarını düşündükçe ona duyduğum hayranlık katlanarak artıyor. Piyanistlere gelecek olursak her ne kadar Türkiye’de çok tanınmasa da İtalyan ekolünü çok beğeniyorum, buna verebileceğim en iyi örneklerden biri de Maria Tipo. Maria João Pires’in ve Marcelle Meyer’in tuşelerini de çok severim.
Türkiye’de kültür-sanat alanında yeterince burs imkanı olduğunu düşünüyor musunuz? Bu açıdan ÇYDV’nın bursu sanırım size maddi ve manevi olarak önemli bir güç verdi.
M: Burs açısından epey şanslı bir eğitim süreci geçirdim, dolayısıyla kendi adıma şikayet etmek istemem ancak diğer meslektaşlarımın şartlarını göz önünde bulundurmam gerekirse yeterince burs olduğunu düşünmüyorum. Bugün içerisinde bulunduğumuz ekonomik krizi göz önünde bulundurursak Türkiye’de yaşayan genç meslektaşlarımızın da her zamankinden daha fazla bursa ihtiyacı var, yurt dışı için olan burslar hali hazırda az sayıdayken döviz farkından dolayı olan bursların da sayısı ya da döviz değeri gittikçe azaldı. Biz sanatçıların, derslerimiz dışında yorumculuğumuza da odaklanabilmemiz için kendimizle kalabildiğimiz bir zaman dilimine ihtiyacımız var. Ne yazık ki bir yandan okuyup bir yandan çalışmak zorunda kaldığımızda bunu yapmamız mümkün olmuyor. Ben eğitimimi İdea Müzik, Tekfen Holding, Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı, Dersim Stiftung ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı gibi kurumların farklı zamanlarda verdiği destekleriyle sürdürdüğüm için kendimi ayrıcalıklı hissediyorum. Özellikle Ç.Y.D.V. ailesinin bir parçası olduğum için, daha doğrusu bizlere bir aile gibi hissettirdikleri için çok müteşekkirim. Kolay olmasa da ihtiyacı olan bütün meslektaşlarımın bu tarz burslardan faydalanabilmesini diliyorum.
A: Ülkemizin ekonomik durumu sebebiyle yurtdışında eğitim alma konusu ne yazık ki yalnız daha fazla gelişmek değil zorlu koşullarda ısrarcı olmak, inanç yorgunluğu ve gelecek kaygısına rağmen fazladan bir çaba sarfetmeyi gerektiriyor. Ben de Mert gibi şanslıydım, lisans eğitimim boyunca TEV Safiye Ayla Sanatçı Bursu ve TADEV’in yurtiçi bursiyeri olma ayrıcalığına sahip oldum. Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı hakettiğim eğitimi sürdürebilmem için beni hayallerimle birlikte Roma’ya taşıdı. Başlangıç noktamı düşündüğümde benim için tahmin edilemez ve zorlu görünen bu eğitimleri mümkün kılan tüm destekçilere her zaman büyük bir sevgi ve saygı besleyeceğim. Farklı mücadeleler veren tüm bireylere hak ve özgürlükleri sınırlandırıldığında hayallerini gerçek kılacak destekçileri bulmalarını dilerim. Umarım üretim yapma cesareti gösteren, merakını tutkusunu takip edebilme imkanı bulabilen dünya vizyonunda beklenilen ülkelerin dışında da nice isimler çıkar, gelişir ve çoğalır.
Mert bey, piyano repertuarınızda sizin için en özel ve en çok anlam ifade eden üç eseri ve sebeplerini öğrenmek isterim.
20. yüzyıla iz bırakmış Fransız bestecileri çok seviyorum, Debussy, Ravel ve Poulenc gibi. Bunun dışında Liszt’in piyanodaki dışavurumlarını, tiyatronun bende uyandırdığı duygularla eşleştirebiliyorum. Schumann’ın sanatçılığına, Scriabin’in mistisizmine hayranım ancak üç eser seçmem gerekirse bunlardan biri bana bir piyanistin monologunu anımsatan, çok büyük bir anlatım gücü olan Liszt’in piyano sonatı, diğeri Cesar Franck’ın bizi post romantik akımın şiirine boğduğu ve özellikle sonda prelüd, koral ve fügün temalarının ustaca üst üste bindirildiği Prelude Choral et Fugue’si, son olarak yaratıcılıkla sınırları zorlayan, ismiyle, ilham aldığı şiirlerle ve tüm mükemmelliğiyle Ravel’in Gaspard de la Nuit’si. Eğer bir hakkım daha olsaydı onu da Scriabin’in 2. sonatına kullanırdım. İlk bölümünde hissettirdiği o dokunuşun, mistisizmin ve erotizmin tarifi benim için müziğin kendisinde saklı!
Türkiye’de liedler konusunda daha fazla proje yapma hedefiniz var mı? Bu alan halen yeterince bilinmeyen ancak şiir ve müziğin birleştiği çok hoş bir üretim alanı aslında…
AE: 18. ve 19 yüzyılda romantik ve geç romantik dönem şiirlerine bestelenmiş şarkılara; şiir şarkılarına verilen Almanca bir kelime olan lied sanatı, konservatuvar eğitimimin henüz ilk yıllarında beni kendine çekti. Şiir sanatında gerçeklikten kimi zaman uzak, kelimelerin sihirli dünyasında gezinirken sinestezik bir müzik yazımı ile bu şiirlerin bestelenmesi; söz ve müziğin, vokal ve piyanonun ve enstrümanların eşit önemlilikte seyrettiği bu iki sanatın birbirini besleyen büyüsü ile lied, vazgeçemeyeceğim bir tutku haline dönüştü. Bu gizemli kelimelerin müzikle adımlandığı dünyada gezinip sırlarını aramak, tamamlanmayacak bir aşkın büyüsünde kalmak gibi benim için. Lied sanatında yorumcu bir karakteri seçebilir ve/veya hikaye anlatıcısı olarak ele alabilir. Bir oda müziği sanatı olan lied yorumculuğu; seyirci ile operaya bakışla daha yakın olunmasından dolayı daha rafine bir ifade ile meşgul olmayı gerektirir. Opera bütünlüklü bir sanat eseri olduğundan birçok sanatçının, sanat kolunun işbirliği ile çalışır. Bir opera sanatçısı rolüne hazırlanırken süregelen stereotipleri benimseyip kendisinde karşılığı olabilecek yanlarıyla araştırmasına girdiği dramaturjik bir çalışma başlatır. Bir karakter temsili ortaya çıktıktan sonra rejisörün yorumuyla bir başka katman kazanıp her bir aşamayla ve dahası temsiller arası farkına dair incelenebilecek bir olgunlaşma süreci ile eser kendi yolculuğunu yaşar. Hayatın kendisi gibi zamanla olgunlaşan; sahne üstü, orkestra çukuru, sahne arkasında birçok sanat dalının şekillendirdiği bir role hayat vermenin olağanüstü bir deneyim olduğunu düşünüyorum.
M: Yapmak istediğimiz çok sayıda konser ve ulaşmak istediğimiz çok fazla dinleyici var. Halihazırda proje metnini tamamladığım bir lied projem var ancak bunu zaman gösterecek. Pandemi henüz bitmemişken ve ekonomik durum bu kadar çok endişe veriyorken bu dileklerimizi dile getirmek istemem.
Her birinizin ve birlikte grup olarak geleceğe dair hayal ve planlarınızı öğrenmek isterim.
AE: Hiroşima Şarkıları için kısa epizodlardan oluşan bir film hazırlamayı planlıyoruz. Bundan başka halihazırda bulunan projelerimiz var gerçeğe dönüşmeyi bekleyen. Bunları iyi kalitede kayda almak, farklı enstrümancıların, toplulukların katılımıyla yeni bir yorum deneyimi yaşamak; iyi bir tiyatroda yaratıcı ve bütçeli bir prodüksiyonun içinde iyi bir orkestrayla bütünleşmek.
M: Ayşe’nin de belirttiği gibi önümüzdeki yıllarda gerçekleştirmek istediğimiz fazlasıyla proje var ancak her şeyden önce büyük bir keyif ve özenle hazırladığımız Gölgelerinden Doğan Kadın Besteciler projemizin daha fazla kişiye ulaşmasını istiyoruz. Üretim süreci pandeminin hemen öncesine denk geldiği için hayallerimizin sadece küçük bir kısmını hayata geçirebildik. Yakın dönem planlarımız arasında 2023’e kadar yayınlamayı planladığımız iki single daha bekliyor. Bunların da sürpriz olmasını istediğimiz için şimdilik daha fazla detay veremiyoruz.
Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler.
AE & M: Biz teşekkür ederiz Menekşe Hanım.