
Ankara’da dünyaya gelen Melodi Kayış, müzik eğitimine 11 yaşında Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nda Prof. Cengiz Özkök’ün keman sınıfına kabul edilerek başladı. Ancak keman çalmak istediğine ilk olarak 4 yaşında karar verdi. “Konserleri izlerken en çok ilgimi çeken enstrüman keman idi ve küçük bir çocuk olarak hep kemancı büyüklerime hayranlık duydum” diyor Melodi Kayış. Yine bu konserlerden birinde, utangaç bir çocuk olmasına rağmen, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın merhum başkemancılarından Prof. Cengiz Özkök’ün yanına tek başına gidip, keman çalmak istediğini ve kendisine öğretip öğretemeyeceğini sormuş. O da gülerek ‘’tabii, biraz büyü, ileride öğretirim’’ demiş. Ve o yaştan başlamış bu keman tutkusu… Günümüze dek evrilerek, derinleşerek, yetkinleşerek, iğne oyası gibi gelişerek gelmiş.
Kayış, liseyi Ankara’da birincilik ile bitirdikten sonra, Amerika’nın New York şehrindeki ‘Manhattan School of Music’ okulunun giriş sınavlarını kazandı ve burada ünlü virtüöz Albert Markov’un keman sınıfına kabul edilerek lisans eğitimine başladı. Manhattan School of Music’te önlisansını tamamladıktan sonra Almanya’daki Hochschule für Musik Detmold tarafından kendisine verilen üstün başarı bursu neticesinde, lisans eğitimini Almanya’daki Hochschule für Musik Detmold’de, Thomas Christian’ın keman öğrencisi olarak tamamladı ve pekiyi derece ile mezun oldu.
Lisans eğitimi sonrasında ise Viyana’daki Konservatorium Wien Privatuniversität (şimdi ki adıyla Musik und Kunst Privatuniversität Wien) okulunda yine Thomas Christian’in ögrencisi olarak ‘Keman’ dalındaki yüksek lisans (master) ögrenimini takdir derecesi ile tamamladı.
Daha sonra yine Viyana’daki Musik und Kunst Privatuniversität Wien okulunda ‘Sanat Eğitimi’ dalındaki ikinci yüksek lisans (master) öğrenimini de takdir derecesi ile tamamladı. Konser kariyerinin yanısıra, keman pedagojisi alanında da kendisini geliştirmek için Viyana’daki MDW okulunda ünlü keman pedagogu Georg Hamann ile keman pedagojisi üzerine çalıştı.
Eğitimi sonrasında ise, aktif bir sanatçı olarak Viyana’da yaşamını sürdürdü. 14 yıl süren Amerika, Almanya ve Avusturya’daki eğitim ve kariyer hayatına, 2020 yılında CSO’nun açtığı keman sınavını kazanarak memleketi Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda keman sanatçısı olarak devam ediyor. Böylelikle, 14 yıl ve 3 ülke sonrasında ikinci evi gibi gördüğü ve dokuz yıldır yaşadığı Viyana’ya elveda diyerek doğduğu, lise eğitimini tamamladığı kente geri dönerek CSO’nun klasik müzik sever dinleyicileriyle buluşmaya karar vermiş.
Kemancılık kariyeri boyunca Fransa, İtalya, İspanya, İsviçre, Amerika, Almanya, KKTC, Kazakistan, Azerbaycan ve Avusturya gibi pek çok ülkedeki uluslararası müzik festivallerinde solo resitaller ve oda müziği konserleri verdi. Amerika’daki Rondo Bennington Müzik Festivali’nde verdiği konserde yorumladığı Mozart, Bennington Banner gazetesinde ‘ciddiyetli, iyi-donamlı, ve çarpıcı’ olarak nitelendirildi. Almanya’nın ünlü dergisi Der Spiegel ise Melodi Kayış’ın Amerika’dan Almanya’ya olan sanatsal yolculuğu ve kendisinin iki ülkedeki eğitimin farklılıklarıyla ilgili düşünceleri üzerine kendisiyle röportaj yaptı ve yayınladı.
Viyana’da Konzerthaus ve Musikverein, New York’ta ise Lincoln Center gibi salonlarda çeşitli orkestra konserlerinde yer aldı. Andrea Bocelli, Erwin Schrott Janoska Ensemble, ve Anna Netrebko gibi sanatçılar ile özel projelerde keman sanatçısı olarak yer aldı. Türkiye’de de Tekfen Filarmoni Orkestrası keman grubu üyesi olarak konserlerde bulundu.
2013 ve 2014 yillarinda Viyana Filarmoni’nin ‘International Orchester Institute Attergau’ adlı Avusturya’daki akademisinde keman üyesi olarak yer aldi, ve Viyana Filarmoni üyeleri ile de konserlerde çalma fırsatı buldu.
Türkiye’de ise orkestra ile solist olarak ilk konserini 18 yaşında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile Wieniawski’nin 2 numaralı konçertosunu çalarak verdi, yıllar sonra yine yolunun CSO ile kesişeceğini o yaşlarda belki tahmin edemezdi… Kayış, daha sonraki yıllarda da Antalya Devlet Senfoni Orkestrası, Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası, Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, ve Tekfen Filarmoni Orkestrası ile de solist sanatçı olarak konserler verdi.
1949 yapımı ünlü Fransız keman yapımcısı Etienne Vatelot’a ait kemanıyla CSO’nun yeni salonunda kemanıyla harikalar yaratan bu başarılı müzisyenimizi tanımaya ne dersiniz? Çok keyifli, içten ve bilgilendirici bir söyleşi aşağıda hepimizi bekliyor:
Merhaba Melodi hanım. Müzik eğitiminize 11 yaşında Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı’nda başlamadan önce müzikle olan ilişkiniz, etkileşiminiz nasıldı? Bu yeteneğiniz nasıl, kaç yaşında ortaya çıkmıştı ve o süreçte nasıl bir ön eğitim almıştınız?
Aslında müziğin içinde büyüdüm diyebilirim, çünkü ailemin büyük bir bölümü sanatçı. Kendimi bildim bileli babamın konserlerini dinleyerek, ve annemi çalıştığı konservatuvarda ziyaret ederek büyüdüm. Müzik eğitimime ise ilk olarak 8 yaşında özel piyano dersleri ile başladım.
Kemana bilinçli bir tercihle mi yöneldiniz, yoksa giriş sınavında yetenekleriniz doğrultusunda mı yönlendirildiniz? Kemanı sizin için “biricik” kılan ne oldu o yaşlarda?
Keman çalmak istediğime ilk olarak 4 yaşında karar verdim. Konserleri izlerken en çok ilgimi çeken enstrüman keman idi, ve küçük bir çocuk olarak hep kemancı büyüklerime hayranlık duydum. Yine bu konserlerden birinde, utangaç bir çocuk olmama rağmen, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestra’sının değerli başkemancılarından rahmetli Prof. Cengiz Özkök’ün yanına tek başıma gidip, keman çalmak istediğimi, ve bana öğretip öğretemeyeceğini sordum. O da gülerek ‘’tabii, biraz büyü, ileride öğretirim’’ demişti.
İlerleyen yıllarda konservatuvara giriş sınavında, gerekli sınavları verdikten sonra uygun bulunup, kendisinin öğrencisi olma şansına eriştim.
Ön-lisans eğitiminizi ABD’de ünlü virtüöz Albert Markov’un keman sınıfında gerçekleştirdiniz, ardından Almanya’da seçkin bir başka konservatuarda lisans eğitiminizi tamamladınız. Yüksek lisans için de Viyana’da bir başka değerli virtüözün sınıfında seçkin bir eğitimden geçtiniz, sonrasında ikinci yüksek lisansınızı da takdir derecesiyle tamamladınız. Birçok müzisyen için yurtdışı deneyimi hayatlarında çok farklı bir sayfa açıyor. Size bu deneyim nasıl bir perspektif kazandırdı?
Güzel olan şeyler zordur, ama zor da insanı daha ileriye taşır. Yurtdışına gitmek tam da böyle bir mücadele.
Sanatsal olarak yüksek seviyedeki meslektaşlarınızla yarışarak kendinize bir yer edinmeye çalışırken, bir yandan da hayat tecrübesi olarak her anlamda kendi ayaklarınız üstünde durmayı öğreniyorsunuz, ve bunlar insanı çok geliştiren tecrübeler. Özellikle bu tecrübeleri yaşarken değil de, başardıktan sonra ne kadar güçlendiğinizi ve geliştiğinizi, daha iyi anlıyorsunuz. Farklı ülkelerde yaşamanın, farklı kültür ve ekollerin hepsinden biraz bir şeyler öğrenmenin, bir sanatçıya sanatsal ve entelektüel olarak çok şey kazandırdığını düşünüyorum.
Eğitiminiz boyunca herhangi bir burstan, kurumsal destekten faydalanmış mıydınız Melodi hanım?
Amerika’daki eğitimime çok değerli bir sanatsever işadamının destekleriyle başladım. Avrupa’daki eğitimimi de okulun giriş sınavında kazandığım burs ve ailemin destekleriyle tamamladım.
Bir yandan da keman pedagojisi üzerine çalıştınız. Türkiye’de keman eğitimiyle Avrupa uygulamalarını kıyasladığınızda çocuklar özelinde kemanı sevdirmek ve doğru bir enstrüman bilgisi vermek için neler yapılmalı, neler yapılmamalı?
Avrupa’daki pedagojik eğitim, sadece keman pedagojisini değil, okul öncesi yaş grubu çocuklara yönelik özel müzik eğitimini dahi kapsıyor. Çocukları enstrüman çalmaya teşvik etmek için en güzel yol onları konserlere getirmek, konserlere gidilemiyorsa onları enstrümanlarla tanıştırıp, uygulamalı olarak göstermek.
Özellikle kendi isteğiyle enstrüman öğrenmeye başlamak isteyen çocuklara, mutlaka sabırla, korkutmadan, gerekirse oyun gibi kemanı sevdirerek yaklaşmak gerekli, ama aynı zamanda da disiplini öğreterek, ve bu çok ince bir çizgi.
Küçük yaştaki çocukları, bu zor enstrümanları çalmayı öğrenirken yetişkin seviyesinde beklentilerle yormak ve enstrümandan soğutmak yerine, keyif alıp enstrümana bağlanmalarını sağlayacak pedagojik tekniklerle müziği sevdirmek gerekli. Birebir çalarak veya idol olarak benimseyebilecekleri örnekleri tanıtarak da motivasyonları artırılabilir.
14 yıllık yurtdışı eğitim ve çalışma hayatınızın ardından 2020 yılında CSO’nun keman sınavını kazanarak Türkiye’ye döndünüz. Bu kararınızı aldığınız dönemi, itici güçleri anlatır mısınız biraz? Oradaki yaşamınızı ardınızda bırakmak ilk başta zor geldi mi?
Aslında benim için pek de kolay olmayan bir karardı. Viyana’daki yaşantımın 9. yılı idi, ve orada bir sanatçının yaşayabilmesi için gereken her türlü imkana sahiptim. 14 yıl ve 3 ülke sonrasında artık bu şehri evim olarak benimsemiş ve güzel bir düzen kurmuştum. Ancak sınav ilan edildiğinde, içimdeki sesi dinledim, ve sınava büyük bir istekle girdim. 2020 yılı herkes için zor bir yıldı, pandemi hepimize hayatın başka bir tarafını gösterdi ve öğretti. Açılan sınavın doğduğum, büyüdüğüm, ve ailemin olduğu şehirde olması, ve Türkiye’nin en değerli kurumlarından birisi ve mirası olan bir orkestra için olması, sınava hazırlık sürecimde, ve vermem gereken kararda bana ilaveten bir motivasyon sağladı. Yıllar boyu yurtdışında kazandığım tecrübelerle, ülkeme katkı sağlayabilme şansına sahip olma bakış açısı beni heyecanlandırdı.
Peki Avrupa’daki keman veya daha genel anlamda klasik müzik dinleyicisi ile Türkiye’yi kıyaslamanız mümkün mü? Nasıl benzerlikler ve farklılıklar ortaya çıkıyor?
Türkiye’deki klasik müzik seyircisinin gayet ilgili ve takipte olduğunu düşünüyorum. Tabi ki klasik müzik Türkiye’ye Avrupa’dan çok daha geç geldi ve yerleşti, ve doğal olarak klasik müziğin kökeninin geldiği Almanya gibi ülkelerde, seyirciler artık eserlere bir sanatçı kadar hakim, yorum ve yorumcu ayırt edecek düzeyde. Ülkemizde de bunun bu şekilde oturmaya başladığını görüyor, ve mutlu oluyorum. Bazen bazı mesajlar alıyorum, ilk defa klasik müzik konserine gelen, ve bundan sonra hep geleceklerini söyleyen seyircilerden. Bu bir sanatçı için en büyük mutluluklardan biri.
Amerika ve Avrupa’daki keman eğitiminin farklılıkları hangi noktalarda belirginleşiyor? Ve Türkiye’deki eğitim hangi ekole yakın?
Sanırım bu noktada ülkelerin farkından ziyade enstrüman hocasının ekolü ve nereli olduğu daha büyük bir etken. Zira Amerika’daki hocam Markov Rus ekolu idi. Rus ekolü teknik hakimiyeti ile tanınır. Almanya ve Avusturya’daki hocalarım ise Alman ekolüydü. Bu ekolden de gerçekten Mozart, Bach, Beethoven gibi bestecileri doğru teknikler ve kültürle çalmayı öğreniyorsunuz. Yani açıkçası, iki taraftan da mutlaka öğrenilmesi gereken şeyler olduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki eğitimde de aynı şekilde birçok ekolden var olduğunu düşünüyorum. Yani genellemeden ziyade, daha çok hangi hoca ile çalıştığınıza bağlı.

CSO’nun yeni binası büyük ilgi gördü, çok beğenildi. Siz ilk kez bu binada çaldığınızda neler hissettiniz? Çok özel duygular olmalı… Hele ilk konserinizi 18 yaşında CSO ile Wieniawski’nin 2 numaralı konçertosunu çalarak verdiğinizi düşünürsek…
CSO’nun yeni sanatçıları olarak ilk konserimizin, CSO’nun yeni konser salonunun açılış konseri olması benim için gerçekten unutulmaz ve çok değerli idi. Bizler yeni bir başlangıç yapma heyecanı içindeyken, aynı zamanda Türkiye ve CSO’da böyle dünya çapında bir konser salonuna kavuşuyordu. Ülkemizin kültür ve sanat hayatı için böyle tarihi bir olayın içinde yer alabildiğim için şanslı hissettim, ve ülkemle gurur duydum.
Avrupa’da ve ABD’de birçok konser salonunda bulundunuz. Peki bu zamana dek sizi akustiği ve mimarisiyle çok etkileyen üç salon hangileri oldu?
En etkilendiğim salon Azerbaycan’ın Bakü şehrindeki ünlü mimar Zaha Hadid tarafından yapılan Haydar Aliyev konser salonu idi. Binanın dış mimarisi, salondaki iç mimarisi, ve akustik başarısıyla her anlamda insanı etkileyen benzersiz bir yapı.
İkinci olarak, Viyana’daki Musikverein’in altın salonunun kalbimde ayrı bir yeri var. Bu salona girdiğinizde, günümüze kadar klasik müzik dünyasında ne kadar efsanevi isim varsa, onların burada yönetmiş ya da unutulmaz eserler seslendirmiş olduğunu duvarlarda bile hissediyorsunuz. Çok etkilendiğim ve farklı gördüğüm üçüncü yapı ise Venedik’teki La Fenice Operası. Bu salonun farklı renkleri, eşsiz görkemliliği, ve ‘La Traviata’ gibi ünlü opera eserlerinin dünya prömiyerlerinin bu salonda yapılmış olması insanda ayrı bir etki bırakıyor.
Sizin Mozart yorumlarınızı “ciddiyetli, iyi donanımlı ve çarpıcı” olarak nitelendiriyorlar. Peki kendinize dışarıdan baktığınızda kemana “Melodi Kayış” imzasını nasıl atarsınız? Kendi çalışınızı, enstrümanınızla ilişkinizi dışarıdan bir göz olarak nasıl yorumlarsınız?
Çalışımla bir tuvali renklerle boyarcasına sesler yaratabilmek, ve havada asılı kalan yada akan bir ‘an’ yaratabilmek benim için en büyük zevk.
Bir hikaye anlatabilmek, dinleyeni salondan alıp, kendi hayal dünyasında başka bir yere götürebilmek, ve bir şeyler hissettirebilmek en büyük gayem.
İlham aldığınız, çok beğendiğiniz kadın virtüözler kimler?
Keman dalında en beğendiğim ve ilham verici bulduğum günümüz kadın virtüözleri Nicola Benedetti ve Janine Jansen.
Peki tek bir şansınız olsa hangi müzisyenle aynı sahneyi paylaşmak isterdiniz ve kendisiyle hangi eseri seslendirirdiniz?
Çocukluğumdan beri tonu ve müzikalitesiyle benim için çok ayrı bir yeri olan Itzhak Perlman.
Şu ana kadar kemanınızla çok “sıradışı” bir yerde çaldınız mı? Bir dağ başı olabilir, bir kumsal olabilir… O anda neler hissettiniz?
Sanırım en unutamadığım konser yerlerinden biri, 2000 metre yükseklikte İtalyan Alp Dağları’ndaki bir kilise idi. Gerçekten tam anlamıyla dağın başında ve çevresinde başka hiçbir şey olmayan, ama tüm Alp dağlarına ve muhteşem bir manzaraya bakan, hiçliğin ortasında, dünyadan uzak, gökyüzüne yakın, sadece el değmemiş doğa ve müziğin olduğu bir yerdi. Onlarca insanın sadece konser izlemek için çevre şehirlerden o kadar yol gelmesinden de ayrıca etkilenmiştim.
Peki günlerce çalsanız sıkılmayacağınız eser hangisi olurdu?
Günlerce çalışsam sıkılmayacağım eser Johann Sebastian Bach’ın solo keman partitaları ve sonatlarıdır. Çünkü bu eserler müzikten de öte, her çalışınızda yeniden fark edebileceğiniz matematik oyunları ve armoni dahilikleriyle dolu, adeta bilmece gibi.
Şu anda kullandığınız kemanın özelliklerini de öğrenmek isterim.
Kemanım 1949 yapımı ünlü Fransız keman yapımcısı Etienne Vatelot’a ait.
Oda müziği topluluklarında da yer alıyor musunuz? Zor bir tercih ama çok da merak ediyorum. Kalbiniz senfoni orkestralarından mı, solo konserlerden mi, yoksa oda müziğinden mi yana atıyor daha çok?
İyi bir enstrümancının hem solo olarak, hem oda müziğinde, hem de orkestracı olarak tecrübeli ve kendini geliştirmiş olması gerektiğine inanıyorum.
Kişisel olarak solo çalmayı, insanlara bireysel olarak bir şeyler ifade etmeyi ayrıca seviyorum. Ancak orkestrada da onlarca kişi ‘bir’ olarak müziği paylaşıp, yapboz gibi ortaya bir eser çıkarabilmenin keyfi de ayrı. Oda müziğin de ise birbirini daha iyi dinlemeyi, kulak vermeyi ve diyalog kurmayı öğreniyorsunuz. Açıkçası hepsinden ayrı keyif alıyorum ve hepsinin içinde birbirinden biraz olması gerektiğini düşünüyorum.
Sizin yolunuzdan ilerlemek isteyen çocuk kemancılara “altın” değerinde birkaç tavsiye vermenizi istesem neler derdiniz?
Her gün mutlaka, 15 dakika bile olsa, teknik egzersiz ve gamlar yapmalarını tavsiye ederim. Egzersiz yapmak, binanın temelini güçlendirmek gibidir. Temel sağlam olduktan sonra, üst katları istediğiniz gibi dekore edip şekillendirmekte özgür olabilirsiniz.
Son olarak, yakın döneme dair projelerinizi ve hayallerinizi öğrenmek isterim.
CSO ile ülkemizi dünya çapında temsil edeceğimiz konserlere imza atmayı dört gözle bekliyorum. Bunun dışında bireysel olarak, pandeminin de normalleşmeye başlamasıyla, gerçekleştirmeyi umduğum solo çalışmalarım ve oda müziği projeleri üzerinde çalışmalarıma devam ediyorum.
Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler. Sizi yeniden sahnelerde dinlemek, izlemek ümidiyle…
Ben de bu keyifli söyleşi için teşekkür ediyorum, nice konserlerde beraber olmak dileğiyle…