
İzem Gürer 1999 yılında İstanbul’da doğdu. Piyanoya 8 yaşında konser piyanisti Birsen Ulucan ile başladı ve eğitimini 2013 yılına kadar aktif olarak sürdürdü. Bu süre içerisinde besteci Mehmet Nemutlu’dan solfej ve armoni dersleri aldı. 2008-2015 yılları arasında birçok atölye ve ustalık sınıflarına katıldı, Müzik festivallerinde mini resitaller verdi.
Kendisi, 2012 yılı Haziran ayında, 6. Uluslararası Kosova Genç Piyanistler Yarışması’nda birincilik ödülü ve yakın zamanda vefat eden Kosovalı besteci Fahri Beqiri tarafından verilen en iyi Arnavut besteci yorumu ödülünü aldı. Bu ödül sonucunda 2013’te Kosova Filarmoni Orkestrası eşliğinde Mozart’ın KV.271 no’lu konçertosunu çaldı.
2013 yılında Mersin’de düzenlenen 3.Ulusal Kamuran Gündemir Piyano Yarışması’nda ikincilik ve “En iyi Türk Eseri Yorumu Ödülü” nü kazanarak iki ödül aldı. Ayrıca 2013 yılında ilki düzenlenen Süreyya Operası Piyano yarışmasında yarı finale kaldı. 2015 yılında Ulusal Hacettepe Piyano yarışmasında 1.lik ödülünü aldı. 2017 yılında Fransa’da Epinal Uluslararası Piyano Yarışması’nda yarı finale kaldı. 2019 yılında İstanbul’da düzenlenen Ulusal Faruk Erengül yarışmasında 3.lük ödülünü aldı.
Macaristan’da Bekescsaba kentinde Liszt Akademisi profesörlerinden Marta Gulyas’ın ve İspanya Kraliçe Sofya Yüksek müzik okulu profesörlerinden Luis Fernando Perez’in piyano ve oda müziği ustalık sınıflarına katıldı. Yunanistan’da “Musical Odyssey” Napflio Müzik Festivali’nde profesör Yekaterina Lebedeva (Trinity Laban Conservatoire), Vanessa Latarche (Royal College of Music), Brezilyalı konser piyanisti Cristina Ortiz ve Rus konser piyanisti Nikolai Demidenko’nun ustalık sınıfına katıldı ve festivaldeki performans değerlendirmesi sonucunda Londra’da City Lit Institute, St. James Piccadilly ve Yunanistan’daki Uluslararası Müzik Festivali’nde resitaller verdi.
2013 yılında Madrid’teki ‘Kraliçe Sofia Yüksek Müzik Okulu’nun (Escuela Superior de Música Reina Sofía) giriş sınavını kazandı ve virtüöz piyanist profesör Dmitri Bashkirov’un sınıfına girmeye hak kazandı.
İzem Gürer, solo piyano çalışmalarının yanında usta kemancı Maxim Vengerov’un öğrencilerinden solist Özcan Ulucan ile oda müziği çalıştı. Kraliçe Sofia Yüksek Müzik Okulu’nda “Trio Fundacion Mahou San Miguel” oda müziği grubu ile profesör Marta Gulyas tarafından verilen yılın en iyi Trio’su ödülüne layık görüldü. Arnuero/Santander Oda Müziği yarışmasında 1.ilk ödülü aldı ve İspanyol şef Pablo Heras-Casado ile İspanya’nın önemli konser salonlarından Teatro Monumental’de Beethoven’in Triple Konçertosunu çaldı. 2017 yılında Dmitri Bashkirov tarafından yılın “en iyi” öğrencisi ödülüne layık görüldü ve ödülünü İspanya Kraliçesi Sofia’nın elinden aldı.
“Bir bestecinin yazdığı eserin nasıl yorumlanması gerektiğinin net bir formülü ya da kesin doğru denilen bir şey yok ve bu da aslında arayışın hiç bitemeyeceğinin, hep bir şeyler bulunabileceğinin en güzel göstergesi” diyen, eser yorumlarında hep daha iyiyi arayan, bu yüzden de çok çalışkan, azimli, yerinde saymayan bir genç piyanist profili çizen, “Beethoven veya Brahms’ın herhangi bir eserini sürekli, hiç usanmadan çalabilirim” diyen İzem Gürer 2021 yılında İsviçre’de Basel Musik-Akademie’de Yüksek lisans programına kabul edildi ve eğitimine Basel’de profesör Zoltán Fejervari ile devam ediyor.
Bu değerli gencimizi tanımanızı çok arzu ederim, çünkü o da birçok meslektaşı gibi yurtdışındaki “piyano elçilerimizden” biri ve bu gönüllü misyonunu da harika bir şekilde icra ediyor. Aşağıda kendisiyle gerçekleştirdiğim keyifli bir söyleşi var.
Merhaba İzem hanım. Piyano alanında çok değerli ödüllere sahip bir gençsiniz. Öncelikle çok tebrik ederim. Müzik yolculuğunuzu bize de çocukluk döneminden alarak anlatabilir misiniz? Yeteneğiniz nasıl fark edildi? Nasıl bir eğitimden geçtiniz günümüze dek?
Küçüklüğümden beri müziğe bir ilgim, hassasiyetim vardı ve ortaya çıkmaya başladıkça ailem de bunu farketti. Onların da desteği ve teşvikiyle piyano eğitimime başlamış oldum.
Müzik yolculuğum 8 yaşında sevgili öğretmenim konser piyanisti Birsen Ulucan ile başladı. Daha ilk derslerden itibaren o kadar iyi hissettim ki gerçekten her geçen gün daha da sevmeye başladım piyanoyu, müziği. Piyanoya başladığım ilk yıllarda aldığım eğitim, tüm müzik hayatımı şekillendirip, hayatımda çok önemli bir temel ve sonsuz bir müzik sevgisi oluşturmuş oldu. 12-13 yaşlarında artık kesin olarak müzik yolunda profesyonel olarak ilerlemek istediğime karar verdim ve öğretmenim Birsen Ulucan’ın büyük desteğiyle , 14 yaşındayken İspanya Kraliçe Sofya Yüksek Müzik Okulu’nun sınavlarına girerek efsane Rus piyanist Dmitri Bashkirov’un sınıfına kabul edildim.
İspanya’daki müzik okulu, üniversite statüsünde öğrencilerden oluşan bir okuldu fakat herhangi bir yaş sınırı da olmadığı için Dmitri Bashkirov beni bu güne kadarki en genç öğrencisi olarak sınıfına kabul etti ve böylece , ailemin de çok büyük desteğiyle İspanya’da sekiz sene sürmüş olan eğitimim başlamış oldu. İspanya’da bulunduğum yıllar da hayatımda müzik adına önemli bir yere sahip olmuş oldu. Dmitri Bashkirov’u kişiliği ve müzisyenliği bakımından tanıma şansımın olması ve müziğe, piyanoya yönelik de bir çok şey öğrenme fırsatına ulaşmak her açıdan heyecanlı bir yol ve büyük bir tecrübeydi benim için. Aynı zamanda bu süreç boyunca Macar piyanist Marta Gulyas ile de oda müziği çalışmalarım da bana çok şey kattı. Bashkirov, kendine has, müzik tutkusu çok büyük bir kişilikti gerçekten. Yaşına rağmen enerjisi hiç bitmezdi. Her ders farklı geçerdi, bazen sert , bazen yumuşak fakat her zaman “iyi , güzel müzik yapmak” en önemli şey olurdu. Ders sonlarında mutlaka piyanoya geçip, öğrencilerine bazı eserler çalardı ve o çalmaya başladığında her seferinde, dinlediğim güzel, saf müzikten çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Dmitri Bashkirov geçtiğimiz mart ayında aramızdan ayrıldı maalesef… Müzisyenliği ve özgün kişiliğiyle asla yeri dolmayacak bir müzisyen.
İspanya’da lisans diplomamı aldıktan sonra 2021 yılı nisan ayında İsviçre’deki Musik Akademie – Basel’de yüksek lisans programına kabul edildim ve eylül ayında Macar piyanist Zoltan Fejervari ile eğitimime başladım.

Katıldığınız önemli yarışmalardan aldığınız ödüllerden de söz edebilir misiniz? Bu ödüller sizde nasıl bir duygu yarattı? Kosova’ya gidip en iyi Arnavut besteci yorumu ödülü almak çok gurur verici bir başarı olmalı.
Ben yarışmaları müzikte bir araç olarak görüyorum ve benim için yarışmalarda kendimi en çok geliştirdiğim, bir şey kattığım ve tecrübe kazandığım aşama, hazırlık aşamaları oldu. Çünkü uzun bir hazırlık aşamasının ardından ve birçok eserin üstünde yapılan yoğun çalışmadan sonra bir performans sergileniyor ve bence bu hazırlık aşaması insanın kendini daha iyi anlaması, eleştirmesi, müziğin üstünde düşünüp, müzik adına elinden gelenin en iyisini yapabilmeye çabalaması açısından çok önemli ve güzel bir süreç. Aynı zamanda yarışmalarda edinilen yeni arkadaşlıklar ,dostluklar da insana çok şey katıyor. Yani yarışmalar aslında “konser” olduğu için bugüne kadar aldığım ödüller, yarışmaya hazırlık aşamalarında kendime kattıklarım ve o an sahnede müzikle bir şeyler ifade edebilmenin mutluluğunu yaşamış olduğum anlar sayesinde olmuş oldu ve bu yolda bir “son” ya da “en iyi” diye bir şey olmadığını da yeniden hatırlamış oldum.
Katıldığım ilk uluslararası yarışma 2012 yılında Kosova’daki piyano yarışmasıydı. Çok samimi bir ortamdı. Çok güzel arkadaşlıklar, dostluklar kurdum ve bu yarışmada 1.cilik ödülü dışında en iyi Arnavut besteci yorumu ödülünü de aldım. Maalesef yakın zamanda vefat eden Arnavut besteci Fahri Beqiri’nin eserini çalıp, onun elinden ödülü almak benim için çok özel ve unutulmaz bir andı gerçekten.
Bir yandan da kendinizi geliştirmek için ustalık sınıflarına katıldınız. Bunların geneli, sizin piyanistliğiniz üzerinde nasıl bir etki doğurdu?
Bugüne kadar katıldığım ustalık sınıfları, müziğe, piyanoya yönelik farklı bakış açıları, değişik fikirler ve ifade biçimleri açısından çok faydalı oldu ve bu anlamda zaman zaman kendimi daha çok arayış içinde hissetmemi sağladı. Çünkü müzikte bir bestecinin yazdığı eserin nasıl yorumlanması gerektiğinin net bir formülü ya da kesin doğru denilen bir şey yok ve bu da aslında arayışın hiç bitemeyeceğinin, hep bir şeyler bulunabileceğinin en güzel göstergesi.
Kendinize örnek aldığınız kadın konser piyanistleri var mı? Onlardan da biraz söz eder misiniz?
Piyanoya başladığım öğretmenim Birsen Ulucan’ın çalışından, sanatçı kişiliğinden ve müzisyenliğinden her dinleyişimde çok etkilenmişimdir ve her zaman benim için çok büyük bir ilham kaynağıdır. Onun dışında 20.yüzyılın çok önemli fakat günümüzde biraz daha az bilinen kadın piyanistlerinden Annie Fischer, Maria Grinberg ve Maria Yudina’yı da dinlerken çok etkilenirim. O dönemlerde yaşadıkları zorluklara ve kısıtlı imkanlara rağmen ortaya çıkan müzikte değişik boyutlar ve farklı yaşanmışlıkların, mücadelenin hislerini o kadar güçlü ifadelerle verirler ki…
Peki sabahtan akşama kadar çalmaktan usanmayacağınız tek bir eser sorsam hangisi aklınıza geliyor ilk aşamada?
Tek bir eser olarak o kadar çok güzel, ilginç ve her bestecinin kendine has stilde eseri var ki, karar vermek gerçekten çok zor ama özellikle besteci olarak Beethoven veya Brahms’ın herhangi bir eserini sürekli, hiç usanmadan çalabilirim.
Klasik müzik hayatınızda nasıl bir yere sahip İzem hanım?
Piyanoya ilk başladığım günden beri çok sevdiğim ve dinlemekten, çalmaktan çok zevk aldığım klasik müzik, benim için nefes almak gibi çok büyük bir ihtiyaç ve klasik müziksiz bir yaşam düşünemiyorum.
Sahneye çıktığınızda nasıl duygular içerisinde olursunuz? Hayatınızın herhangi bir döneminde sahne korkusu yaşadınız mı? Yaşadınızsa bunu nasıl yönetebildiniz?
Sahneye çıkmanın, müziğin manevi olarak en doyurucu ve en özel anlarından biri olduğunu düşünüyorum. Şimdiye kadar sahne korkum olmadı fakat konserlerden önce her zaman çok heyecanlanırım , güzel bir heyecandır bu çünkü o an bir yorumcu olarak bestecilerin elçisi olmaya çabalama düşüncesi ,insana büyük bir sorumlulukla birlikte , bambaşka bir ilham verir ve konser anında en iyi hissettiğim anlar gerçekten bir ifade adına çabaladığım, risk aldığım ve iyi müzik yapabilmek için mücadele ettiğim anlardır. Ayrıca konserler kendimi dinlememi, eleştirmemi ve neyi daha iyi yapabilirimi bulmamı sağlamıştır hep.
Son dönemde klasik müzik dünyasında çok fazla başarılı çocuk piyanistin keşfedilmesini neye bağlarsınız peki? Sosyal medyanın yaygın kullanımı sizce bunda bir itici güç oldu mu?
Sosyal medya ile iletişimin çeşitlenmesi ve yoğunlaşması sonucu, gerçekte hep var olan ama ortaya çıkamayan birçok yeteneğin çeşitli mecralarda tanınmasına yol açmış olabilir diye düşünüyorum.
Müzik tarihi boyunca yaşamayı en çok hayal ettiğiniz dönem hangisi ve neden?
19. yüzyılda, özellikle klasik dönemden romantik döneme geçiş yapılan dönemde yaşamak isterdim. Beethoven’in 9. Senfonisinin ilk seslendirilişini duymak gerçekten inanılmaz bir an olurdu!
Çok sıradışı bir yerde piyano çalmanızı istesem nerede bulunmayı hayal ederdiniz?
Uzun bir seyahat rotası olan trende, hep değişen doğa ve manzaraların içinde piyano çalmak ilginç olurdu bence.
Uzunca bir süre İspanya’da eğitim gördünüz, şimdi de İsviçre’de eğitiminize devam ediyorsunuz. Eğitiminiz boyunca herhangi bir kurumsal destekten, burstan yararlandınız mı? Çünkü tüm bu eğitimler, çalıştaylar ciddi bir ekonomik boyuta da sahip.
İspanya’daki eğitimim boyunca okulun en büyük sponsoru olan Albeniz Vakfı’nın öğrencilere sağladığı burstan ve İspanya’daki Yamaha burslarından yararlandım.
2017 yılında Dmitri Bashkirov tarafından “yılın en iyi” öğrencisi ödülüne layık görüldünüz ve ödülünüzü İspanya Kraliçesi Sofia’nın elinden aldınız. O anda neler hissettiniz? Bize de biraz anlatır mısınız?
Çok güzel bir andı benim için, sanırım bu ödülü almamı sağlayan konser daha da güzel bir andı diyebilirim çünkü iyi hissettiğim bir konserdi üstelik uzun zamandır hatta yıllardır çalmak istediğim bir eseri çalmıştım ilk defa. Kraliçe’den ödül alma anında da samimi bir ortam vardı, İspanya Kraliçe’si Sofia, müzik okuluna büyük destek verdiği ve müziksever oluğu için de böyle bir ödülü onun elinden almak çok güzel bir anı olmuş oldu gerçekten.
Peki başarı sizce ne demek? Bu başarılı profile erişmede nasıl bir yöntem izlediniz?
Bence “başarı” kelimesi genel olarak herkese göre değişen ve çok göreceli bir kavram . Ben, müzik adına ifadenin , ifadeli olmaya yönelik arayışı bitirmeden çalışmaya devam etmenin ve bunun sonucunda konserlerde insanın kendi içinde , çalarken “iyi hissetmenin ve müzik için mücadele ettiğini hissetmesinin, seyircide de o esere yönelik bir duygu, his uyandırmanın” en büyük başarı olduğunu düşünüyorum. Ben bu hislerle çaldığım bir konser sonrasında dünyanın en büyük, en güzel ödülünü almış gibi hissederim.
Şu ana kadar çok tarihi mekanlarda resitaller verdiniz. Peki içlerinden sizi en çok etkileyen mekan hangisi oldu?
İspanya’da Çiçekler Evi “La casa de las Flores” adında çok şirin ve harika bir bahçenin içinde olan bir konser salonu vardı, yine İspanya’da Santona kasabasında çok eski bir kilisede verdiğim konserde salonun atmosferinden etkilendiğimi hatırlıyorum. Türkiye’de Süreyya Operası’nın atmosferi hep etkilemiştir bir de beni özellikle fuaye konserleri ve harika renkleri, tınısı olan eski güzel piyanosuyla.
İsviçre ve İspanya’daki klasik müzik dinleyicisini Türkiye ile kıyaslamanız mümkün mü? Nasıl benzerlikler ve farklılıklar var?
İspanya’da klasik müzik konserlerine giden oldukça fazla dinleyici var diyebilirim , genelde konserlere giden kesim çok fazla değişmese de bence bakış açısı olarak, klasik müzik konusunda da açık ve meraklı insanlar. Türkiye’de daha önce hiç klasik müzik dinlememiş olup dinledikten sonra çok etkilenen ve gittikçe klasik müziğe daha da merak saran insanlar çok var.
Peki İspanya’daki klasik müzik eğitimi size neler kazandırdı? Yurtdışı deneyimi imkanları dahilinde birçok müzisyen gencin ufkunu açan, derinleştiren bir deneyim.
İspanya’daki müzik eğitimi bana her açıdan çok şey kazandırdı. 8 sene boyunca hocam Dmitri Bashkirov’un öğrencisi olup, ondan müziğe yönelik bir çok şey öğrenmek ve böyle özgün bir kişiliği de tanımış olma şansına erişmek benim için unutulmaz bir deneyimdi gerçekten. Aynı zamanda okulun geniş imkanlarından yararlanmak ve her sene düzenlenen masterclass’lara katılmak eğitimime renk katıp, şekillendirdi. Oda müziğinde de Marta Gulyás ile çalışmak harika bir deneyim oldu ve bu yıllar boyunca bol bol oda müziği yapma şansına da erişmiş oldum bu sayede.
Oda müziğine olan ilginiz nasıl doğdu? Piyanoyla birlikte sanırım en çok keman ikilisiyle çalıştınız. Piyanonun yanına en çok yakıştırdığınız diğer eşlikçi enstrüman nedir?
Oda müziği ile ilk tanışmam, henüz sevgili Birsen Ulucan’ın öğrencisiyken, çok değerli müzisyen, kemancı Özcan Ulucan sayesinde oldu. Sınıf konserlerinde Duo olarak çaldığımız eserler ve hazırlanma süreci benim için müthiş bir deneyim ve temel olmuş oldu ve benim de oda müziğine olan ilgim ve sevgim gittikçe arttı. İspanya’da olduğum yıllarda oda müziği hocam Marta Gulyás sayesinde de yoğun bir şekilde oda müziği çalışmalarına devam ettim. Bu yıllarda daha çok Trio’ya ağırlık verdim ama yanında duo, quartet ve quintet de çaldım. Oda müziğine erken yaşlarda başlayıp, çok sevip sonra da İspanya’da devam edebilmek harika oldu gerçekten. Bir müzisyen için oda müziğinin her açıdan vazgeçilmez ve gerekli olduğunu düşünüyorum çünkü bambaşka algılar, boyutlar açılıyor ve en önemlisi empati duygusuyla, müziğin güzelliklerini paylaşabilmek, aynı anda yaşayıp, hissedebilmek çok özel kılıyor oda müziğini.
Müzisyenlerin hayatlarını inceler misiniz İzem hanım? Sizi içlerinden en çok etkileyen yaşam mücadelesi hangisi olmuştu?
Müzisyenlerin, bestecilerin hayatlarını incelerim ve çaldığım eserlerde de eserin anlamını anlayabilmek ve derine inebilmek için yaşam öykülerini okuyup araştırmak ilginç gelir ve çok severim. Beni etkileyen bir çok yaşam öyküsü olmuştur şimdiye kadar fakat sanırım en çok etkilendiğim , Beethoven’ in yaşam mücadelesi olmuştur. Bu kadar yoğun insan sevgisiyle dolup taşıp yaşadığı çok büyük zorluklarla, müzik sayesinde ve müzik adına, hayata vazgeçmeden devam etmek inanılmaz etkileyici bir mücadele gerçekten.
Peki geleceğe dair hedefleriniz neler?
Müzik yaparak, müzikle olabildiğince çok insana ulaşabilmek en büyük hayalim. Ayrıca bu röportaj için size çok teşekkür ediyorum.
Ben teşekkür ederim, çok keyifli bir söyleşiydi.