Genç piyanistlerden Duru Olcay: “Rachmaninoff’un sol kolumda dövmesi var. Dünyaya bir daha gelsem yine piyanist olurdum. Sadece onun eserlerini çalabilmek için”

Antalya doğumlu olan Duru Olcay, evdeki minik orgla müziğe olan ilgi ve yeteceğini aile fertlerine kanıtladıktan sonra 7 yaşında piyano dersleri almaya başladı. 14 yıldır aktif piyano çalıyor. Akdeniz Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda 10 yıl boyunca Doç. Dr. Yuriy Sayutkin ile çalıştı, sonrasında 2020 yılında mezun oldu.  Kişisel sebeplerle ara verdiği eğitimine 2021 yılında MSGSU lisans bölümüne geçiş yaptı ve halihazırda Prof. Ayça Aytuğ ile piyano çalışmalarını sürdürüyor.

Gülsin Onay, Hüseyin Sermet ve Emre Şen ile ustalık sınıflarına katılan, Türkiye’nin dört bir yanında konserler verip Rusya ve Viyana’da iki önemli yarışmaya katılıp derece alan Duru Olcay, Rus ekolü ağırlıklı bir piyano eğitiminden geçti ve onun için sahne her zaman hata yapılmaması gereken bir yer oldu.

“Ben enstrümanların ruhları olduğuna inanıyorum. Onlara nasıl davranırsanız o da size o şekilde karşılık verir. Nasıl konuşman nasıl yaklaşman gerektiğini bilmen lazım” diyen Duru Olcay, ayrıca diğer piyanist gençlere ve çocuklara “Kendiniz için çalın, kimseyle yarışmayın, kendinizle yarışın” öğüdünde bulunuyor ve yarışmaların müzisyenler üzerinde doğurabileceği olumsuz yan etkilere de röportajımız sırasında dikkat çekiyor.

Sahneye çıktığında herşeyi geride bırakıp sadece en yakın arkadaşıyla sohbet eder gibi piyano tuşlarına dokunan Duru Olcay, “Çok sıkıntılı süreçlerden geçtim ve bu süreçlerde benim en yakın arkadaşım sadece ve sadece müzik oldu” diyor.

Haydi, kendisini tanıyalım. Hem de çok içten ve duygulu bir söyleşi eşliğinde:

Merhaba Duru hanım. 7 yaşında başladığınız piyano derslerinin ardından 14 yıldır aktif piyano çalıyorsunuz. Müziğe olan ilginiz, yeteneğiniz erken yaşlarda nasıl ortaya çıkmıştı? O dönemden sizi tanıyanlar o süreci nasıl anlatıyorlar? Sanırım babanız biraz önayak olmuş bu sürece. 

Benim babam Alevi kültüründen gelen bir adamdır ve çok güzel sesi vardır. Çocukluğumdan beri evimizde her zaman bağlama çalıp türkü söyleyen bir adamdı. Türk müziğine ilgim yok fakat müziğe olan ilgimle kesinlikle alakası var. 

Evimizde minik bir org vardı. O orgda kulaktan duyduğum şeyleri çalmaya başlayıp kendi kendime bir şeyler çalmaya başladığımda bu durumu ilk babam fark ediyor. Sonrasında okulumda ki müzik öğretmenimin de yönlendirmesi sayesinde beni bir özel güzel sanatlar kursuna yazdırıyorlar. Zaten hayatımın her döneminde müzik vardı. Hatta doğmadan önce bile diyebilirim.

Annemin çok güzel bir sesi vardır ve daha öncesinde veterinerlik okumasına rağmen Türk sanat müziği korosunda yer almış. Babamda zaten bahsettiğim gibi müzikten hiç kopmamış bir adamdır.

MSGSÜ öncesinde Akdeniz Üniversitesi Devlet Konservatuarı’ndaki eğitiminizden biraz söz eder misiniz? Rus ekolüne daha yakınsınız gördüğüm kadarıyla. Yuriy Sayutkin’in size katkılarını biraz anlatır mısınız? 

Gözümü açtığım günden itibaren Rus müzikleriyle büyüğümü söyleyebilirim. Hatta en sevdiğim ekol Rus ekolu desem yeridir. Sergei Rachmaninoff’un sol kolumda dövmesi bile var. Size o kadar söyleyeyim. Kesinlikle olağanüstü bir müzik. Bütün kasvetli havayı romantize edip insanlara yansıtabilen bir müzik benim fikrimce.  

Piyanoya ilk başladığım zamanki hocam Ksenia Altıntaş aynı zamanda Ukraynalı idi. Sonrasında konservatuvara girdiğim andan son ana kadar Rus hocalarla çalıştım. Yuriy hoca her şeyden önce inanılmaz anlayışlı ve iyi bir insandır. Dışarıda sert görünse bile çok babacan bir kalbi vardır. Asla kıyamaz. Bizim onunla çok özel bir bağımız vardı. Hoca öğrenciden çok abi kardeş gibi oldu her zaman benim için. Bu yüzden onun hiçbir zaman hakkını ödeyemem. Hocalık konusunda da gerçekten paha biçilmez biridir. Herşeyi en ince detayına kadar öğreten bir hocadır.

Gerçekten müzik yapmayı, yorumlamayı, disiplini, bakış açısını tamamen Yuriy hoca sayesinde bu günlere kadar ilerlettim. Bunun dışında çok iyi bir piyanisttir. Ne yazık ki müzisyen sakatlıkları dediğimiz sakatlıklardan kaynaklı şu anda aktif olarak çalamıyor ama, okulumdaki hiçbir hoca konser yapmazken ben Yuriy hocanın ilk sınıfa girdiğim günden beri her dönem sadece kendi için 2 – 3 konser yaptığını hatırlarım. Bende yeri gerçekten çok başkadır. Her zaman destekçim olmuştur. Benim de görevim bundan sonraki hayatımda onu gururlandırmaktır.

Hüseyin Sermet, Gülsin Onay ve Emre Şen ile ustalık sınıflarına katıldınız. Bu eğitimlerin size verdiği temel yetenekler ve katkılar neler oldu? 

Temel yetenek ve temel katkının 3 masterclass ile olabilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. Çünkü temel dediğimiz şeyin altının çok sağlam ve dolu olması gerektiğini düşünüyorum. Fakat tabii ki bana katkıları var. Gülsin hocam ile Chopin / Polonaise çalışmıştık ve bana bakış açısı kazandırmıştı.

Emre hocaya öncelikle insan olarak da piyanist olarak da çok hayranım. Onunla Rachmaninoff’un etüdünü çalışmıştık ve gerçekten teknik ile alakalı halen daha kullandığım şeyler öğrendim. 

Hüseyin hocamla da çalışmıştık. Antalya piyano festivali için gelmişti okulumuza. Onunla da stil çalıştım ve faydalı olduğuna inanıyorum. 

Bu zamana kadar katıldığınız konser ve festivallerden biraz söz eder misiniz? Peki ilk kez sahneye çıktığınız anı, hislerinizi anımsıyor musunuz? 

İlk sahneye çıktığım zamanla ilgili çok bir şey söyleyemem. Fakat daha öncesinde Burdur genç yetenekler klasik müzik festivalinin ilk 4’ünde aktif olarak katılım sağladım. Bunun dışında Yuriy hocamın da jüride yer aldığı Rusya’nın Gavrilin şehrinde yapılan 5. Gavrilin piyano yarışmasında mansiyon ödülü almıştım. 

Viyana’da yapılan aynı zamanda okulumuzdan Samir hocamın da jüride yer aldığı Edelweiss piyano yarışmasında 3. oldum. 

Başka yarışmaya katılmadım çünkü ben yarışmaların yanlış olduğuna inanan bir insanım. Dünya üzerinde belki de o yarışmada 1. olan insandan çok daha yetenekli ve iyi çalan bir sürü piyanist varken sırf yarışma performansıyla bunu değerlendirip etiket yapıştırmak bana doğru gelmiyor. Bunu okuyan arkadaşlarım ya da meslektaşlarım belki de bana katılmayabilir, hatta ve hatta bundan sonra ki hayatında bir tane bile yarışmaya katılmayacak mısın diye kendi kendilerine sorabilirler. Fakat ne yazık ki katılacağım. Ne kadar karşı olsam ve bana göre olmasa bile, ben bir müzisyenim, ben bir piyanistim ve gerçekten iyi olduğumu kanıtlayıp, bir yerlere gelip adımın duyulmasını istiyorsam maalesef bazı şeylere katlanmam gerekiyor. 

Bela Bartok’un çok sevdiğim bir sözü var: “Yarışmalar atlar içindir, sanatçılar için değil…” Evet biraz kaba tabir. Fakat anlatılmak istenen sadece insanlara at demek değil. Bunun, sanatın bu şekilde yansıtılmasının doğru olmadığı. Ben buna gerçekten son derece katılıyorum.

Sahneye çıktığım zaman hissettiğim şeylere gelirsek… Bu çok zor bir soru. Çünkü ben ciddi boyutlarda sahne korkusuyla büyümüş ve yalnızken performansımın 10’da 3’ünü anca sahnedeyken gösterebilen bir insanım.

Bunu lisans öğrencisi olmama rağmen defalarca insanların önünde çalıp konserler vermeme rağmen yeni yeni yenmeye başlıyorum. 

Sahne benim için her zaman hata yapılmaması gereken bir yer oldu. Hocam Rus olduğu için her zaman üstüme çok fazla titredi ve belki de bunun gerginliğini yaşadım. Çünkü herkesin de bildiği gibi Rus disiplini dediğimiz şey gerçekten hiçbir ülkede yoktur. İyi kötü tabii ki yoruma son derece açık bir konu…

Benim hocam her zaman bana ‘sen insan değilsin, sen piyanistsin’ derdi ve eklerdi: “Çalışırken her şeyini 100’de 200 yap ki sahneye çıktığın zaman 100’ü gittiğinde tam performans sergile”. Bu sözlerini kulağımda bir küpe, vücudumda bir dövme gibi hayatımın sonuna kadar taşıyacağım. 

Kendinize en çok yakın hissettiğiniz, repertuarınızın olmazsa olmaz bestecisi kim? Ve sebebini de biraz anlatır mısınız? 

Kesinlikle ve kesinlikle her besteciden vazgeçerim ama Rachmaninoff’dan vazgeçmem. Onun benim üzerimde inanılmaz değişik ve gerçekten insanlara anlattığım zamanda abartıyorsun dedikleri etkileri var. Vücuduma portresinin dövmesini yaptıracak kadar tapıyorum diyebilirim hiç düşünmeden. Ben onun konçertolarını her dinlediğimde istisnasız her zaman ağlarım. Çünkü göz yaşlarımı tutamıyorum. Onu dinlediğimde gerçekten bambaşka şekillerde hissediyorum kendimi. Bir insan nasıl bu kadar mükemmel bir müzik yazabilir? Nasıl bu kadar mutlu ve neşeli bir kişiliğe sahip bir adam bu kadar ağır ve bir o kadar da neşeli bir müzik yapabilir. Onun eserlerini her dinlediğimde gözlerimi 10 saniyeliğine de olsa kapatıp sahnede çaldığımı hayal ediyorum. O benim “tanrım”. Eğer tanrı bir ‘insan’ olsaydı kesinlikle bu Rachmaninoff olurdu benim gözümde. 

Günün birinde sahneye çıkıp bütün piyano konçertolarını seslendirip o sahneden ağlayarak alkışları toplayacağım gün için sabırsızlıkla bekliyorum. Dünyaya bir daha gelsem kesinlikle bir daha piyanist olurdum. Sadece onun eserlerini çalabilmek için…

Müzik tarihi boyunca hangi dönemde yaşamayı en çok hayal ederdiniz ve neden? 

Müzik tarihindeki değerler hiçbir zaman kendi dönemlerinde anlaşılmıyor maalesef. Örneğin; J.S.Bach’ın eserlerinin değeri romantik dönemde kasaptaki etlerin sarıldığı kağıtlarla keşfediliyor. Ben şu anda yaşadığımız dönemden çok memnunum. Çünkü bütün dönemlerin müziklerini en ince detayına kadar inceleyebiliyoruz. Elimizde bir sürü veri var. Ama günümüz bir cevap olarak sayılmıyorsa ve geçmişe yönelik bir cevap vermem gerekiyorsa kesinlikle Bach’ın yaşadığı son dönemler ve Beethoven’ın da hayatta olduğu dönemlerde, yani barok ve klasik dönem arasındaki dönemde yaşamak isterdim. 

Müzik sizin için ne ifade ediyor Duru hanım? Hayatınızda nasıl bir önceliğe sahip? Örneğin fiziksel ve psikolojik olarak zorlu eşiklerden geçtiğiniz dönemlerde müzik size nasıl bir el uzattı? 

Beni tanıyan insanlar ve gerçekten hayatımda uzun süredir olan insanlarla konuştuğunuz zaman zor bir hayatım olduğunu öğrenebilirsiniz. Çok sıkıntılı süreçlerden geçtim ve bu süreçlerde benim en yakın arkadaşım sadece ve sadece müzik oldu. 

Mutluyken müzik dinlerim. Mutsuzken müzik dinlerim. Heyecanlıyken, sinirliyken, öfkeliyken, duşta, yemek yaparken, hatta müzik yaparken bile müzik dinlerim.

Müzik ruhun gıdasıdır, derler. Bu biraz doğru biraz yanlış. Müziği meslek olarak yaptığın zaman bu artık senin her gün yapman gereken bir döngü haline geliyor. Çünkü müzisyen işte deyip kimse geçmesin. Her bir enstrümanın çokça değeri var. Konservatuvarda sadece 1 haftasını geçiren insanlar bunu çok net görebilirler. Bir insan profesyonel anlamda müzikle uğraşıyorsa o insanın sosyal hayatı belli bir yaşa kadar gerçekten olmuyor. Çünkü bizim çalışmayıp son haftaya sıkıştırıp sınava girebileceğimiz bir mesleğimiz yok. Kas hafızası, görsel hafıza, işitsel ve tensel hafıza… Hepsi bir bütündür enstrüman çalarken. Piyano benim en yakın arkadaşım ya da ailemden ziyade artık bir organım oldu. Avcumun içi gibi bildiğim her şeyini tanıdığım bir enstrüman. Ben enstrümanların ruhları olduğuna inanıyorum. Onlara nasıl davranırsanız o da size o şekilde karşılık verir. Nasıl konuşman nasıl yaklaşman gerektiğini bilmen lazım…

Sahneye çıktığınızda çaldığınız eserle aranızda nasıl bir bağ kurarsınız? Duygularınızı izleyicilere aktarırken nasıl bir yol izlersiniz?

Açıkçası bu soruya verebileceğim bir cevap yok çünkü piyano çalarken ve sahnedeyken bazen aklım tamamen boş oluyor, bazen ise aklıma sabah yediğim kahvaltıdaki peynirler geliyor. Yani bu soru çok değişkenlik gösteren ve kesinlik içermeyen cevaplarla dolu…

Peki eğitim hayatınız boyunca herhangi bir burs imkanından yararlandınız mı? Yararlansaydınız aklınızda nasıl bir kariyer yönelimi, ilave hedefler vardı? 

Hayır yararlanmadım. Ailem her zaman en büyük destekçim oldu mesleğim konusunda. Annem ve babamın hakkını maddi ve manevi olarak ödeyemem. Üzerimdeki emekleri çok büyük. Fakat malum Türkiye şartlarında yaşam çok pahalı ve yaptığım meslek gerçekten maddi durum gerektiren bir meslek. Bu zamana kadar burs almadım, almayı düşünüyorum, çünkü lisans eğitimimi bitirdikten sonra Amerika ya da Amsterdam’da yüksek lisans yapmayı düşünüyorum. Ve Türkiye şartlarında burada kazandığım para ile belli bir yerden destek olmadan maalesef ki bu son derece zor. 

Türkiye’de bir süreliğine Müzikten sorumlu bir Bakanlık kurulsa ve başına siz getirilseniz, müzisyen gençler için yapacağınız ilk icraatlar neler olurdu? 

Akdeniz Üniversitesi devlet konservatuvarı binasını göreniniz var mıdır bilmiyorum. Okuldaki bütün veliler hocalar öğrenciler hatta yardımcı ablalarımız abilerimize kadar şikayetçi ve mustaripti bu durumdan. Bir müzisyen, bir balerin, bir tiyatrocunun kısacası bir sanatçının neler çekebileceğini o okulda bizzat yaşayan bir öğrenciyim 10 yıl boyunca. O yüzden ilk yapacağım şey kesinlikle insan sınıflandırması yapmadan ve ayırt etmeden bütün konservatuvarları ücretsiz yapıp, bütün konservatuvar binalarını yenileyip hepsine en iyi enstrümanları temin edip, tiyatro öğrencileri için yeni bir sahne ve bina, balerinler için yeni bir sahne ve kulis, keza müzisyenler içinde aynı şekilde kocaman bir konser salonu yaptırırdım.

Bütün sanat camiasındaki arkadaşlarıma, meslektaşlarıma saygı değer hocalarıma en iyi olanakları tanımak isterdim. Bu ülkenin sanatçılara ihtiyacı var ve bizim ülkemizde ki pırıl pırıl yetenekli insanların hepsi çoğu sebepten dolayı, ülkemizdeki sanat yetersizliğinden kaynaklı en başta olmak üzere yurt dışına gidiyor. Bunun önüne geçip engellerdim. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi: Sanatsız kalan bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir…

Sizin izinizden gitmek isteyen çocuk piyanistlere vereceğiniz üç temel tavsiye nedir Duru hanım? Örneğin sizin “keşke”leriniz oldu mu bu süreçte? 

Ne olursa olsun kimse için piyano çalmayın. Kimsenin zoruyla çalmayın. Kendiniz için çalın, kimseyle yarışmayın, kendinizle yarışın. 

Her zaman disiplini olun, ertelemeyin, üşenmeyin, vazgeçmeyin.

Ve son olarak o sahneye çıktığınızda herşeyi geride bırakıp sadece en yakın arkadaşınızla sohbet edin…

Son olarak yakın döneme dair proje ve hedeflerinizi öğrenmek isterim. 

Şu anlık Ayça hocamla da konuştuğum birkaç şeyden biri İstanbul Kültür Sanat’ta ve İş Sanat’taki konserleri takip edip onlarda çalmayı düşünüyorum. Bunun dışında ilk yılım ve bir sürü yarışma, masterclass ve resital kovalayacağım. 

Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler. 

One comment

  1. Doğduğu ve kucağıma aldığım günü hatırladığım bu ufaklığın; duygularını, düşüncelerini bu kadar özlü ve olgun ifade edebilen bir sanatçı çırağına dönüştüğünü görmek, yaşanabilecek en hoş kıvanç herhâlde. Senden, çok daha büyük ve renkli güzellikler yaratanı bekliyorum sevgili Duruşka.
    Methiyeleri için sevgili kızıma, bu hoş söyleşi için de Menekşe Hanım’a teşekkürler.

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s