
1990 yılında Ankara’da doğan genç soprano Özlem Kılıç, 2008 yılında Ankara Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi obua bölümünden mezun oldu. Üniversite yılları esnasında profesyonel alanını Opera bölümü olarak değiştirdi ve 2016 yılında Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarından “yüksek onur öğrencisi” olarak mezun oldu. Hem de Koloratur soprano ses yapısının ses gelişimini geç tamamladığını göz önüne almayıp eğitimi sırasında kendisini küçümseyen, sesini yeterli bulmayan tüm yorumlara rağmen tüm gücüyle kendisini ortaya koydu Özlem Kılıç. Kendisi o süreçte yaşadıklarını samimi bir şekilde ifade ediyor: “Hacettepe konservatuarına başladığımda tutku doluydum. Çok da iyi eğitmenlerim oldu, lakin bir kaos hakimdi. Sesim yapı itibariyle henüz ergenliğe bile girememişti, çocuktu. Bu yüzden pek anlaşılamadım ve hatta sesimin yeterli olmadığını, bu işi yapabilecek potansiyeli çok da taşımadığım gibi eleştirilere maruz kaldım. Bakın bütün bu eleştirilerin şarkı söylemek için yanıp tutuşan genç bir artist için yapabileceği tek şey boğaz çakrasını tıkamak! Ne yazık ki bir Koloratur sopranonun ses gelişimini geç tamamladığını akıllarına getiremediler! Bu gelgitleri yaşarken Rossini ustası, ünlü orkestra şefi Alberto Zedda’nın dinletisine davet aldım. Tam da kendimi sesim operatik değil, yetersizim fikrine inandırmıştım ki, Rossini Opera festivali için bana teklif sundu ve sesimin armoniklerinin çok zengin olduğunu, bir opera sahnesinde en arka koltuğa kadar kendimi duyurabileceğimi söyledi. Bu hikaye bana hep komik gelir. Düşünsenize bir ay önce diyorlar ki senden olmaz bu ses cılız, sonra Maestroların piri diyor ki “seni her yerden duyarız”. Madrid’deki bu dinletide ne yazık ki bir sakatlık yaşadım. Ses tellerimde aşırı yüklenmeye dayalı kramp oluştu. İtalya’ya festival için gitti, kendimi master yaparken buldum. Ciddi bir tedavi ve ses terapisinden geçtiğim bir süreçti.”
Kılıç, 2020 yılında İtalya’nın Floransa şehrinde bulunan Luigi Cherubini Devlet Konservatuarı’nın Opera bölümünden yüksek lisans öğrencisi olarak mezun oldu. Kılıç’a göre, bir opera sanatçısının en büyük avantajı da dezavantajı da dil. “Ben kendi alanımda en büyük ilerlemeyi İtalyancayı iyi derecede öğrendiğim an gerçekleştirdim diyebilirim. Çünkü bizler duyguları sadece icrayla ortaya koymuyoruz. Anlamadan yahut “miş gibi” yaptığınız sürece sesinizin güzelliğinin yeteneğinizin hiç bir anlamı kalmıyor. İfade dille hayat buluyor. Bu yola baş koymuş meslektaşlarımın dil bilmesi en öncelikli şart diye düşünüyorum. İnanın nereli olursanız olun bizim camiamızda İtalyanca bilmeyen sanatçıyı hiç kimse Avrupa’da dikkate almaz” diye ekliyor.
Genç müzisyenlerin yurtdışı eğitiminin önemine dikkat çeken Kılıç, böylelikle bu meslekte geniş bir ufuk edinildiğine, dünyadaki yeni akımları takip etme imkanı yaratıldığına ve uluslararası düzeyde rekabet edebilme gücü bulunduğuna dikkat çekiyor.
Eğitim yılları boyunca yerli ve yabancı, alanında profesyonel bir çok sanatçıyla çalışma fırsatı bulan genç sanatçı kariyerinin ilk başrolünü Ankara Devlet Opera ve Balesinde Hacettepe Senfoni Orkestrası ile Rossini’nin “La Cambiale di Matrimonio” eseriyle seslendirdi. İtalya’nın Lucca Operasında genç artist olarak Opera Stüdyo programını tamamladı ve Opera Network Torre del Lago Puccini Opera festivali bünyesinde çalıştı.Bir çok konser ve festival kapsamında solist sanatçı olarak sahne aldı ve çalışmalarına halen profesyonel olarak devam ediyor.
İtalya’daki bu müthiş değerimizi tanımanız için kendisiyle çok keyifli, samimi ve çok öğretici bir söyleşi gerçekleştirdik:
Özlem hanım merhaba. Müziğe olan ilginiz nasıl ortaya çıktı ve bu süreçte nasıl bir eğitimden geçtiniz?
Merhaba! Doğduğum günden beri müzik benim ayrılmaz bir parçam. Kendimi bildim bileli şarkılar söyledim, melodilere eşlik ettim. Dokuz yaşımda gitar çalmak istediğimi aileme söyledim. Onlar da beni kursa gönderdiler. Müzikle ilk tanıştığım yer o gitar kursudur. Gitar öğretmenim beni eğittiği esnada aileme beni mutlaka konservatuvara göndermelerini, çok yetenekli olduğumu söyledi ve hatta ısrarcı oldu. Beni bu yola girmem gerektiğine inandıran şahane bir insandı kendisi. Beni konservatuvar sınavlarına o hazırladı ancak konservatuvar için yaşım geçmişti. Ben de Ankara Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi sınavlarına girdim ve kazandım. Viyolonsel çalma hayalleriyle başladığım eğitimimin en büyük sürprizi fiziksel olarak çok uygun olduğum için elime bir gün hayatım boyunca ilk defa gördüğüm obua yı tutuşturmalarıydı! Başlarda çok ağladım ama sonra severek üfledim sazımı. Ancak ne kadar sevsem de obuamı sanat algımda bir şeyler hep eksik kalıyor gibi hissediyordum. Bir gün obuamı Ankara Devlet Operası’na tamire götürmüştüm. Kendimi sahne üzerinde buldum. Işıklar açık, kimseler yok,dekor taze değişmiş… Bir süre orada kaldım,koltuklara,orkestra çukuruna baktım ve kendimi oraya ait hissettim. Şarkı söylemek istiyor ancak çekiniyordum. Bu arzumu sessizce anneme ilettim, o da beni bir gün bir sanatçıya götürdü, yeteneğimi ölçmesini rica etti. Özel bir ses rengimin olduğunu, iyi bir Koloratur soprano olabileceğimi söyledi. Keskin bir kararla liseden mezun olmama rağmen şarkı söylemek için yeniden lise okumayı göze aldım ve Hacettepe Ankara Devlet Konservatuvarı Opera bölümü sınavına girdim ve kazandım. Hikayenin devamı konservatuvarda geçen sekiz yıl ve limitsiz çalışma temposu… Bu yıllar içerisinde Erasmus programıyla İtalya’nın Trieste iline gittim. Şarkıcıların en gözde okulu olan Floransa konservatuvarıyla görüşmelerde bulundum ve ertesi yıl konuk öğrenci olarak davet aldım. İtalya’da geçen iki yıl ardından Floransa Luigi Cherubini konservatuvarında master öğrencisi olarak kaldım.
2020 yılında İtalya’nın Floransa şehrinde bulunan Luigi Cherubini Devlet Konservatuarı’nın Opera bölümünden mezun oldunuz. Gerek bu konservatuar gerekse operanın başkentlerinden olan İtalya’da bulunmak, sizin sanatçılığınıza nasıl katkılar sundu?
İtalya ve Floransa konservatuvarı gerek sanatçılığıma, gerek insanlığıma en çok etki eden olgudur. Floransa hayatımın dönüm noktası oldu. Konservatuvarlarda bize ‘yapamayacağımızı’ öğretirler. Ne acı değil mi? Hacettepe konservatuarına başladığımda tutku doluydum. Çok da iyi eğitmenlerim oldu, lakin bir kaos hakimdi. Sesim yapı itibariyle henüz ergenliğe bile girememişti, çocuktu. Bu yüzden pek anlaşılamadım ve hatta sesimin yeterli olmadığını, bu işi yapabilecek potansiyeli çok da taşımadığım gibi eleştirilere maruz kaldım. Bakın bütün bu eleştirilerin şarkı söylemek için yanıp tutuşan genç bir artist için yapabileceği tek şey boğaz çakrasını tıkamak! Ne yazık ki bir Koloratur sopranonun ses gelişimini geç tamamladığını akıllarına getiremediler! Bu gelgitleri yaşarken Rossini ustası, ünlü orkestra şefi Alberto Zedda’nın dinletisine davet aldım. Tam da kendimi sesim operatik değil, yetersizim fikrine inandırmıştım ki, Rossini Opera festivali için bana teklif sundu ve sesimin armoniklerinin çok zengin olduğunu, bir opera sahnesinde en arka koltuğa kadar kendimi duyurabileceğimi söyledi. Bu hikaye bana hep komik gelir. Düşünsenize bir ay önce diyorlar ki senden olmaz bu ses cılız, sonra Maestroların piri diyor ki “seni her yerden duyarız”. Madrid’deki bu dinletide ne yazık ki bir sakatlık yaşadım. Ses tellerimde aşırı yüklenmeye dayalı kramp oluştu. İtalya’ya festival için gitti, kendimi master yaparken buldum. Ciddi bir tedavi ve ses terapisinden geçtiğim bir süreçti.
Floransa’ya gelecek olursak, sakatlığıma rağmen beni el üstünde tuttular, kadrolarına dahil ettiler. Zedelenen öz güvenimi ve ses tellerimi onardılar. Huzurlu bir ortam, iyi eğitim ve inançla eğitildim. Bildiğim her şeyi orada öğrendim diyebilirim. Okula girdiğim sene yarışma birincisi Koreli Leon Kim okul arkadaşım olmuştu. Onu derste şarkı söylerken dinleyip kendimi tuvalete kapatıp ağladığımı hatırlıyorum. ‘Allah’ım ben neredeyim, bu insanlarla nasıl aşık atarım’ diye. Rahatsızım, konuşma sesim bile çıkmıyor, bambaşka bir dünyadayım. Bir sanatçıyı en çok geliştiren şey huzur ve teknik. Gözyaşlarım çok uzun sürmedi. İyi bir ses doktoru, çok değerli hocamın o büyülü dokunuşu ve kompleksiz insanlarla her şeye sıfırdan başlamak bu maceranın, sanatçılığımın ve insanlığımın evrildiği nokta oldu.
Öğrenciliğinizin yanı sıra İtalya’da çalıştınız sanırım. O tecrübelerinizden de söz edebilir misiniz biraz?
Bahsettiğim gibi Rossini Opera Festivali’ne sakatlığım ve Maestro Zedda’nın ölümü sebebiyle çıkamadım. O süreç biraz sıkıntılıydı. Konuşmayı bile yeniden öğrendim diyebilirim! Bu yüzden ne bir yarışmaya girdim ne bir seçmeye. Hocamla böyle bir yol izledik. Kendimi hazır hissettiğim 2019 yazında seçmelere, dinletilere girmeye başladım. O yaz Lucca operası genç artist stüdyosunun seçmelerini kazandım. İtalya piyasasındaki ilk resmi işim Lucca oldu. Eser sahnelenemedi ne yazık ki pandemi sebebiyle.
2019 yaz sezonu boyunca Puccini Opera Festivali genç artistleri olarak festival bünyesinde yoğun bir eğitim aldık. Opera Network ajansıyla çalıştım ve Toscana bölgesi festivallerinde solist sanatçıları olarak sahne aldım. Radicondoli festivali benim için çok özeldir çünkü iki solistle yapılan bir resitaldi. Aldığım en büyük sorumluluktu diyebilirim. Opera Network’le çok konserler yaptık.

Peki opera alanında uzmanlaşmak, derinleşmek isteyen müzisyenler sizce nasıl bir yol izlemeli? Onlara önerileriniz ne olur? Örneğin imkan yaratarak yurtdışında okumak hangi açılardan önemli?
Bir opera sanatçısının en büyük avantajı da dezavantajı da dil Menekşe hanım. Ben kendi alanımda en büyük ilerlemeyi İtalyancayı iyi derecede öğrendiğim an gerçekleştirdim diyebilirim. Çünkü bizler duyguları sadece icrayla ortaya koymuyoruz. Anlamadan yahut “miş gibi” yaptığınız sürece sesinizin güzelliğinin yeteneğinizin hiç bir anlamı kalmıyor. İfade dille hayat buluyor. Bu yola baş koymuş meslektaşlarımın dil bilmesi en öncelikli şart diye düşünüyorum. İnanın nereli olursanız olun bizim camiamızda İtalyanca bilmeyen sanatçıyı hiç kimse Avrupa’da dikkate almaz.
Üzülerek söylüyorum ki artık İtalya iş bulmak için çok doğru adres değil fakat yine de işi öğrenmek için en doğru adres! Bir ses sanatçısının İtalya’da bulunmasının önemli olduğuna inanıyorum. Çünkü o kültürü soluduğunuz anda şarkı söylemenin ses çıkarmak için bağırmaktan değil, konuşmaktan geçtiğini anlıyorsunuz. Opera kültürü İtalyanların yaşam stili diyebilirim.
Genç müzisyenlerin yurt dışı eğitimlerinin önemli olduğunu düşünüyorum çünkü bu meslekte geniş bir ufuk, dünyadaki yeni akımı takip etmek ve enternasyonal rekabet sanatçıyı olgunlaştıran değerli bir süreç.
Türk sanatçılar olarak öğrenerek yaratmaya mecburuz. Batının sanat kültürünü öğrenmenin ve icra etmenin en birincil yolu kültürün içine dalmak ve hatta bir parçası olmak.
İlham aldığınız birkaç kadın opera sanatçısını da öğrenmek isterim.
Kadın demeseydiniz Pavarotti der ve nokta koyardımJ Mariella Devia’nın kariyerine otuzbeş yaşından sonra başlaması bana hep ilham vermiştir. Ne zaman geç kaldığım duygusuna kapılsam onu hatırlar ve arkama yaslanırım. Edita Gruberova disiplini ve güçlü tekniğiyle hep beni mest etmiştir.
Sağlığınızda nelere dikkat edersiniz? Performansınızı, özellikle de sesinizi nasıl korursunuz?
Ses sağlığımın ne kadar önemli olduğunu ne yazık ki acı bir deneyimle öğrendim ama bu bana farklı bir güç kazandırdı. Teknik çok önemli Menekşe hanım ve ben onu çok iyi öğrendiğime inanıyorum bu yüzden öğrencilerim oldu ve ses terapisi, ses sağlığı alanında ciddi çalışmalarım, projelerim var.
Performans öncesi kendimi korumam. Korkuları bir kenara bıraktım. Genel olarak sağlıklı yaşayan bir insanım. Sigara içmem, spor yaparım, iyi beslenirim. Rutinime devam ediyorum. Bunun dışında artık sınırlarımı biliyorum. Akıllıca repertuar yapmaya çaba sarf ediyorum. Her şeyi ben söylerim gibi bir iddiam yok. Gırtlağıma, vokal rengime ve “yapabilirliğime” en uygun eserleri seçerek seslendiriyorum. Zaman zaman vokal koçumla konuşma terapisi yapıyoruz.
Rol aldığınız ilk opera hangisi oldu ve sahnede neler hissetmiştiniz? Kaç yaşındaydınız?
Lisans son sınıfta Hacettepe Senfoniyle beraber Ankara Devlet Opera ve Balesi sahnesinde Rossini’nin La Cambiale di Matrimonio’sunun kadın baş rolünü seslendirmiştim. Yirmibeş yaşındaydım. Çok heyecanlıydım. Düşünsenize hayatımda ilk defa orkestra şefini sahne üzerinde takip ediyorum. Bir yanda orkestra var, bir yanda reji, kostümler … Heyecanım yerini keyife bıraktı. Baştan sona eser söylemek konser yapmaktan çok daha kolay ve orkestra üzerinde söylemek şarkıcıya yardımcı oluyor. Çok keyifliydi.

Rol aldığınız operalar arasında -tercih yapmak elbette çok zor ama- en unutulmazı, aklınızda ve kalbinizde en çok yer edeni hangisi?
Puccini La Boheme operası Musetta söylemek bana her zaman müthiş keyif veriyor. Puccini’nin müziği kalbimi ele geçiriyor sanki.
Bu alanda katıldığınız etkinliklerden söz edebilir misiniz biraz da?
Yarışma gibi bir alanda hiç bulunmadım. İyi müzisyenlerle çalıştığım seminer sertifikalarımı öpüp başıma koyuyorum. Ben sanatçının yarışmasına ve yarıştırılmasına karşıyım Menekşe hanım. Baskıdan ve rekabetten de hiç hoşlanmam. Kendimi mutlu ve özgür hissettiğim yerde keyifle şarkı söylemeyi doğru buluyorum. Bizim işimizin bir sonu, tek bir doğrusu yok veyahut zevkler bu kadar göreceliyken kime göre neye göre yarışalım? Böyle düşünüyorum.
Peki bu süreçte nasıl burs mekanizmalarından yararlandınız? Bu burslar sizin müziğe odaklanmanızda yardımcı oldu mu?
İtalya devletinin bursundan yararlandım. Okul param vs onlar karşıladılar. Bu burslar üzerimdeki büyük bir yükü aldı. Binlerce kez teşekkür olsun İtalyan hükümetine. Ne yazık ki Türkiye’de başvurduğum hiçbir yerden burs alamadım.
Rol alacağınız operalara nasıl bir yöntemle çalışırsınız? Komşularınızdan rahatsız olanlar oldu mu örneğin? Günlük nasıl bir tempo izlersiniz?
Öncelikle baştan sona müziği kitap okur gibi okurum. Sonra parçalara bölerim ve metni çalışırım. Sonra piyanistle çalışır ve söylerken ezberlerim. Konuşma terapilerimi, ses terapilerimi performans sürecinde arttırıyorum. Genel olarak aktif performans süreçlerimde günlük minimum iki saat çalışıyorum bu bazen üçe çıkıyor.
Komşular konusunda hep çok şanslı oldum. Hep çok toleranslı oldular ve memnun olduklarını söylediler neyse ki.
Repertuarınızda yer alan ve sizi her zaman mutlu eden, neşelendiren üç opera bestesini sorsam hangilerinden söz edersiniz?
Puccini La Boheme Musetta karakteri beni çok güldürüyor. Mozart’ın Sihirli Flütü: Gece Kraliçesi söylerken içimden çıkan cadıyla dalga geçerim hep. Ve Offenbach Hoffman’ın Masalları Olimpia. Bebek aryası… Nasıl zor ama nasıl keyifli! Seyirci bayılıyor bu aryaya.

Peki pandemide müzikal anlamda en çok neyi özlediniz?
Sahneyi, seyirciyi çok özledim. Bu süreç benim için çok zor oldu. Çünkü pandemi öncelikli olarak biliyorsunuz İtalyayı çok etkiledi. Kontratlarımız, projelerimiz iptal oldu. Devlet uçağıyla çıkmak durumunda kaldım ve hayatım değişti. Bir yılı aşkın sahne almadım ve bu beni gerçekten çok üzdü.
Çocukların opera / şan eğitimine yönelmesi ve opera sanatçılığı alanında derinleşme yolu seçmesi için ideal yaş aralığı sizce nedir?
Çocukları bu noktada özgür bırakmalıyız. Hiç dokunmasak daha iyi olur. Öngörüm şu ki, yeteneği fark edilmiş bir çocuk iyi bir solfej ve hatta piyano eğitimi alır, ses gelişimi tamamlandığı noktada şan eğitimlerine başlanırsa çok güzel bir kariyer yolu açılır. Genel olarak ses eğitimi on sekiz yaşlarında başlar. Bakınız ben on sekizimde başladım ancak ses gelişimim yirmibeşimde ancak tamamlandı. Herkes için değişen bir durum.
Yakın döneme dair projelerinizi, hayallerinizi de öğrenmek isterim.
Öncelikli olarak doktora yapmak ve ses terapisi projelerimi gerçekleştirmek isterim. Ben kendim bu sıkıntıyı yaşadığım için benim için bu konu çok önemli. Birilerinin bu ülkede bu anlamda bir şeyler yapmasının gerekliliğine inanıyorum. Bununla beraber önümüzdeki günlerde bir İtalya seyahatim olacak ve pandemiden sonra ne yapılabilir, projeleri nasıl değerlendiririz görüşmelerde bulunacağım. En kısa zamanda opera sahnelerinde olmayı dilerim.
Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler.
