
1992 yılında Ankara’da doğan Ayça Akünal, keman eğitimime 1998 senesinde Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Müzik Hazırlık İlkokulu’nda başladı. Okul bünyesinde pek çok solo ve oda müziği konserinin yanı sıra Bilkent Gençlik Senfoni Orkestrası, Ankara Gençlik Senfoni Orkestrası ve Türk Yunan Gençlik Senfoni Orkestrası’nın konserler ve turnelerinde yer aldı. Eğitimi boyunca öz-disiplini oldukça güçlü oldu ve kendi ifadeleriyle “küçüklükten beri “çalış!” kelimesini pek duymadı.”
2011 ve 2012 senelerinde François Xavier Roth şefliğindeki Akdeniz Gençlik Senfoni Orkestrası’nın Aix-en-Provence Festivali’ndeki konserlerine katıldı. 2012’de Erasmus değişim programı ile gittiği Detmold Müzik Yüksekokulu’nda bir sene boyunca Prof. Ulrike Anima Mathé ile çalıştı. 2014’te Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’nden Dr. Eda Delikçi ile mezun olduktan sonra yüksek lisans eğitimi için gittiği Münih Müzik Yüksekokulu’nda Prof. Mi-Kyung Lee’nin sınıfına kabul edildi. 2015’te Aachen Senfoni Orkestrası’nda kazandığı staj ile bir sezon boyunca burada opera ve senfoni konserlerinde yer alarak profesyonel kariyerine başladı. “Yüksek lisans eğitimim için Almanya’ya gitmek, benim için konforlu kutumdan dışarı çıkıp kemanım ile gerçek hayata atılmak gibiydi. Farklı bir ülkede yalnız yaşama deneyimi ve günlük yaşamdaki zorlukları çözmeye çalışmak, hocalarımın katmaya çalıştığı yeni teknik ve müzikal beceriler, bunun yanında girdiğim orkestralardaki profesyonel müzik yapma rutini ile eğitimimi eş zamanlı sürdürmeye çalışmam… Bunların hepsinin, hem karakterimi hem de müzikal dünyamı günbegün geliştirip güçlendirdiğini gözlemledim” diyor genç kemancı.
Daha sonra 2016 yılında Köln Filarmoni binasında konserlerini gerçekleştiren ve aynı zamanda Köln Operası’nın da orkestrası olan Gürzenich-Orchester Köln’de 2 senelik bir orkestra akademisi hakkı kazandı. 2016-2018 seneleri arasında burada hem opera temsilleri, senfoni konserleri ve CD prodüksiyonlarında yer aldı, aynı zamanda da oda müziği ve orkestra seçmeleri konularındaki eğitimlerden faydalandı.
Akademinin Köln’de olması sebebiyle yüksek lisansını da çok sevdiği Köln şehrinde sürdürmeye karar verdi ve Köln Müzik ve Dans Yüksekokulu’nda Prof. Skerdjano Keraj’ın sınıfından mezun oldu. 2018’de Beethoven Orchester Bonn’da sözleşmeli sanatçı olarak çalıştıktan sonra Bergische Symphoniker’de kazandığı kadrolu pozisyon ile de 1,5 sene boyunca burada konserler verdi. 2017’de Tekfen Filarmoni Orkestrası’nın açtığı sınavı kazandı ve buranın da halen düzenli olarak konserlerinde yer alıyor. Almanya’daki süre boyunca sürdürdüğü orkestra kariyeri boyunca François Xavier Roth, Sir Roger Norrington, Lahav Shani, Esa-Pekka Saloneni, Djmitrj Kitajenko, Michael Sanderling, Muhai Tang gibi şeflerle çalışan Akünal, Pinchas Zukerman, Guy Braunstein, Olivier Charlier, Esa Pekka Saraste ve Auryn Quartet gibi müzisyenler ile ustalık sınıflarında aktif olarak çalışma fırsatı buldu.
Eğitimi süresince Eczacıbaşı Müzik Bursu ve Yehudi Menuhin Foundation-Live Music Now Köln tarafından desteklendi. 2020 senesinde orkestradaki kadrolu pozisyonuna rağmen Türkiye’ye dönme kararı aldı ve ikinci bir yüksek lisansını Prof. Reyyan Başaran’ın sınıfında Hacettepe Devlet Konservatuarı’nda tamamlıyor ve çalışmalarını Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda 4/B Sözleşmeli sanatçı olarak ve Tekfen Filarmoni Orkestrası’nda sürdürüyor.
“Öncelikle kişisel olarak kendi müzikal yaşamımı sevdiklerimle paylaşabilme ve dengeli bir yaşam kurma isteği beni geri dönmeye ikna etti. Müzisyenlerin hayal ve arzuları zaman içinde değişebiliyor. Önceleri, sadece Almanya’da bir senfoni orkestrasında çalıştığımda tatmin olabileceğimi düşünüyordum. Daha sonra bu hayalim gerçekleştiğinde aslında bunun düşündüğüm gibi hissettirmediğini fark ettim. Büyüdüğüm topraklarda yaşamımı sürdürme, öğrendiklerimi ve tecrübelerimi aktararak yeni kemancılar yetiştirme, aynı zamanda güzel bir orkestrada çalışma arzusu günden güne baskın geldi. İleride, edindiğim teknik ve müzikal bilgileri kendi öznel deneyimlerimle harmanlayarak, kuracağım sınıfta genç kemancılar yetiştirmek ve bunları kültür-sanat yaşamımıza kazandırmak en büyük dileğim” diye aktarıyor Ayça hanım Türkiye’ye geri dönmesinin ardındaki duygularını ve hedeflerini.
Genç kemancılara bol bol oda müziği toplulukları kurmalarını, farklı dönem eserlerini korkusuzca ele alıp, oluşturabildikleri kadar ortak müzikal fikir ve tını yakalayabilme yeteneklerini geliştirebilmelerini tavsiye eden, kendisini de “iletişim kurabilen, yeni fikirlere açık, hızlı reaksiyon gösterebilen bir müzisyen” olarak tanımlayan genç kemancımızı tanımanız için çok keyifli ve bilgilendirici bir söyleşi sizleri bekliyor:
Merhaba Ayça hanım. Keman eğitiminize altı yaşında başladınız. Peki müziğe olan yeteneğiniz nasıl ortaya çıktı ve neden başka bir enstrüman değil de kemana yöneldiniz?
Aslında müziğe olan ilgimin başlamasını en temelde ablam Hale’ye borçluyum. İlkokulda müzik kulağının iyi olduğu keşfedilen ablamın, 6. sınıfta Bilkent Üniversitesi Müzik Hazırlık Okulu’na başlaması ile seçtiği enstrüman keman, ilk defa evimize girdi. Küçük bir kız çocuğunun ilk rol modeli ablası olur, ben de onun her yaptığına özenir, taklit ederdim. Kemanını gizlice alıp çalmaya çalışırdım. Bunu farkeden ailem benim de müziğe olan ilgimi ve yatkınlığımı fark etti ve Bilkent Üniversitesi Müzik Hazırlık İlkokulu’nun 1. sınıfına yazdırdılar. Elbette enstrüman seçme gününde jürinin sorduğu soruya cevabım keman oldu. 1998’de girdiğim bu okuldan, tam burslu olarak 16 sene okuyarak mezun oldum.
Bilkent Gençlik Senfoni Orkestrası, Ankara Gençlik Senfoni Orkestrası, Türk-Yunan Gençlik Senfoni Orkestrası, Akdeniz Gençlik Senfoni Orkestrası’nın konserler ve turnelerinde yer aldınız. Orkestra deneyimi size sonraki yıllar açısından nasıl bir temel hazırladı?
Gençlik orkestrası, kesinlikle bir enstrumancının hem müzikal hem de sosyal anlamda gelişmesi için uygun yaşta bulunması gereken bir yer. Bireysel çalışmalarımızı, özellikle ergenlik döneminde eğitmenimizle ve tek başına bir odada saatlerce çalışarak sürdürdüğümüzü düşünürsek, gençlik orkestraları öncelikle sosyal olarak genç bir müzisyen için kalabalık bir grupla ortak bir amaçta buluşarak birlikte, bir olarak hissederek müzik yapma yetisinin yeşerdiği ilk yer. Bilkent Gençlik, Ankara Gençlik Senfoni Orkestraları ilk orkestra deneyimimi kazandığım, orkestra ilkelerini öğrendiğim, aynı zamanda genç müzisyen arkadaşlarımla ortak bir müzikal fikir oluşturmayı kavrayabildiğim ilk orkestralar. Fakat özellikle müziğin evrenselliğini, diller, kültürler üstü bir yapıda olduğunu anlamam Fransa’nın güneyinde Aix en Provence şehrinde her sene düzenli konser turneleri gerçekleştiren Akdeniz Gençlik Orkestrası’na, 2011 ve 2012 senelerinde katılmamla gerçekleşti. Fransa, Mısır, Fas, İsrail, Hırvatistan gibi pek çok farklı ülkeden gelen genç ve yetenekli müzisyenle bir arada iki hafta boyunca şef François Xavier Roth şefliğinde zorlu bir repertuvarı çıkarmak ve Aix en Provence festivalinde konserler gerçekleştirmek, benim yurtdışındaki ilk orkestra deneyimim oldu. Üstelik Londra Senfoni Orkestrası’ndan müzisyenlerle partilerimizi çalışma ve onların deneyimlerinden faydalanma imkanımız da oluyordu. Bu anlamda Akdeniz Gençlik’in benim için özel bir yeri var.
Eğitiminizin önemli bir kısmını yurtdışında geçirdiniz. İmkanı olan müzisyenlerin yurtdışında okuması sizce hangi açılardan önemli?
Yüksek lisansıma Münih’te başladım, fakat şehir değişikliği yaparak Köln Müzik ve Dans Yüksekokulu’nda Prof. Skerdjano Keraj’ın sınıfında bitirdim. Genç bir müzisyenin, müzik yaşamında en azından kısa süreli bile olsa farklı kültürlerle etkileşebileceği, yalnız başına konfor alanının dışında enstrümanı ile varlık gösterebileceği bir yerde yaşamasının çok geliştirici olduğunu düşünüyorum. Müzik ve insan karakteri birbiriyle doğrudan ilintili. Yetenek, disiplinli çalışmak, iyi bir eğitmene sahip olmak başarı getirebilir. Fakat farklı ve çok kültürlü müzik ortamları ve müzisyenlerden beslenmek, bir müzisyene farklı boyutlar kazandırabiliyor. Bunu kendimde deneyimleme şansı buldum. Yüksek lisans eğitimim için Almanya’ya gitmek, benim için konforlu kutumdan dışarı çıkıp kemanım ile gerçek hayata atılmak gibiydi. Farklı bir ülkede yalnız yaşama deneyimi ve günlük yaşamdaki zorlukları çözmeye çalışmak, hocalarımın katmaya çalıştığı yeni teknik ve müzikal beceriler, bunun yanında girdiğim orkestralardaki profesyonel müzik yapma rutini ile eğitimimi eş zamanlı sürdürmeye çalışmam… Bunların hepsinin, hem karakterimi hem de müzikal dünyamı günbegün geliştirip güçlendirdiğini gözlemledim. Evet yurtdışında, özellikle Almanya’da çok yönlü, nitelikli bir müzik eğitimi veriliyor. Fakat yine de bir müzisyenin kişisel yolunun tamamen kendi arzularıyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Kendini geliştirmeye açık, zayıf taraflarıyla dürüstçe yüzleşerek bunları güçlendirmeye istekli, merak duygusu yüksek ve müziğin henüz bilmediği imkanlarını keşfetmeye arzulu bir genç müzisyene, nitelikli bir eğitimle yol gösterildiğinde çok güzel şeyler olabiliyor.
2018’de Beethoven Orchester Bonn’da sözleşmeli sanatçı olarak çalıştıktan sonra Bergische Symphoniker’de kazandığınız kadrolu pozisyon ile de bir süreliğine burada konserler verdiniz. Hiç unutamadığınız bir konserinizi bizimle de paylaşır mısınız?
Bu iki orkestrada da senfonik repertuvardan pek çok farklı eserler çaldığımız onlarca konserler verdim, opera temsillerinde yer aldım. Fakat benim için unutulmaz olan bir konseri 2017 yılında Köln Filarmoni’de o zamanlar orkestra akademisinde yer aldığım Gürzenich-Orchester Köln ile yaşadım. Michael Sanderling şefliğinde o hafta Richard Strauss’un “Bir Kahramanın Yaşamı” adlı senfonik şiiri çalıyorduk. Provalar sırasında etkili bir icra çıkardığımızın farkındaydım ama konser esnasında eserin sonundaki epik kısmı çalarken provasını daha önce yapmadığımız çok özel bir an yaşandı. Bu, orkestra ile seyirci arasında sadece bir kerelik yaşanabilecek kolektif bir enerjiydi. Eserin sonuna geldiğimizde seyirci, saniyeler boyunca suskun kaldı, alkışların gürültüsüyle o özel anı bozmamak, o anda daha fazla kalmak istediklerini hissettim. Konser sonrası diğer sanatçılarla konuştuğumuzda, pek çoğumuzun gözlerinde bir kaç damla yaş oluştuğunu öğrendik. Nitekim konseri izleyen bir arkadaşım da daha önce böyle etkileyici bir enerjiyi herhangi bir konserde hissetmediğini söylemişti. Bu konser benim “müziğin birleştiriciliği” kavramını gerçek olarak hissettiğim anlardan biriydi.
Peki bu zamana dek hangi ustalık sınıflarına katıldınız ve bu eğitimler kendi keman çalış tarzınızı oluşturmada ne yönde etkili oldu?
Küçük yaşlardan beri pek çok ustalık sınıfına katıldım. Bunlardan benim için en önemlileri Pinchas Zukerman, Guy Braunstein, Paul Roczek ile keman masterclassları ve orkestra workshopu yaptığım Esa-Pekka Salonen ile olanıydı. Ustalık sınıfları benim için hep çok hızlı geçen süreçler olmuştur. Fakat bu ünlü müzisyenler karşısında, o kısa sürede konsantrasyonu en yükseğe çıkararak onların söylediklerini uygulamaya çalışmak ve daha sonra bu motivasyonla söylenenleri kendi çalışmalarıma nasıl adapte ederim ile uğraşmak keyiflidir. Bazen ustalık sınıflarında kısa zamanda verilen birkaç öneri, benim veya hocalarımın hiç fark edemediği veya o açıdan yaklaşmadığı müzikal veya teknik detaylar olabiliyor. Bunlar üzerine gidildiğinde bir müzisyende büyük farklar yaratabiliyor.
Eğitiminiz boyunca hangi burslardan ve desteklerden yararlandınız? Sizce Türkiye’de bu kurumsal destek mekanizmaları müzisyenlerin büyük kısmına ulaşabiliyor mu? Daha başka neler yapılmalı?
Almanya’ya gittiğim ilk sene Dr. Nejat Eczacıbaşı Müzik Bursu’ndan faydalandım. Bunun dışında 2017-2020 arasında Köln Müzik Yüksekokulu altında “Yehudi Menuhin Foundation – Live Music Now Köln” tarafından desteklendim. Bu dernek aslında bir sosyal sorumluluk projesi gibi işliyor: Almanya’nın bir kaç müzik yüksekokulu ile bağlantılı ve amacı klasik müziğe erişimi kısıtlı olan insanlara müziği götürmek. Örneğin huzurevlerinde, hastanelerde, engelli çocukların bulunduğu okullarda 50 dakikalık oda müziği konserleri düzenleniyor, öğrenciler konserlerinin moderasyonunu kendi yapıyor ve öğrencilere de o konser için bir ücret ödeniyor. Böylelikle, hem canlı müziğe ulaşamayan insanlar müziksiz kalmıyor, hem de genç müzisyenler desteklenerek oda müziği icra edebilecekleri konser platformları yakalıyor. Biz de, Köln’den çellist arkadaşım Elif Ünlüsoy ile birlikte bu derneğin seçmelerini kazandık ve duo konserleri gerçekleştirdik. Örneğin maddi durumu iyi olmayan yaşlıların bulunduğu bir huzurevinde verdiğimiz konserden sonra gördüğümüz mutlu yüzlerin verdiği tatmin ve yoğun ilgi tarifsizdi… Bir vakfın, buna benzer bir oluşuma gidip, Türkiye’deki konservatuarlarla böyle bir işbirliği içine girmesini ve genç müzisyenlere maddi ve manevi bu desteği vermelerini çok isterim.

2020 senesinde orkestradaki kadrolu pozisyonunuza rağmen Türkiye’ye dönme kararı aldınız. Bu kararınızda yurtdışı deneyimlerinizi Türkiye’deki sanat çevrelerine ve öğrencilere aktarma isteği de etkili oldu mu?
Kesinlikle. Öncelikle kişisel olarak kendi müzikal yaşamımı sevdiklerimle paylaşabilme ve dengeli bir yaşam kurma isteği beni geri dönmeye ikna etti. Müzisyenlerin hayal ve arzuları zaman içinde değişebiliyor. Önceleri, sadece Almanya’da bir senfoni orkestrasında çalıştığımda tatmin olabileceğimi düşünüyordum. Daha sonra bu hayalim gerçekleştiğinde aslında bunun düşündüğüm gibi hissettirmediğini fark ettim. Büyüdüğüm topraklarda yaşamımı sürdürme, öğrendiklerimi ve tecrübelerimi aktararak yeni kemancılar yetiştirme, aynı zamanda güzel bir orkestrada çalışma arzusu günden güne baskın geldi. İleride, edindiğim teknik ve müzikal bilgileri kendi öznel deneyimlerimle harmanlayarak, kuracağım sınıfta genç kemancılar yetiştirmek ve bunları kültür-sanat yaşamımıza kazandırmak en büyük dileğim.
Bir kadın kemancı olarak sizin süper gücünüz nedir?
Müzik yaparken, diğerleriyle yakaladığımız uyum derecesinde etkileyici müzikal anlar yaşatabiliyoruz. Özellikle, bir kemancının müzikal tavrını gösterebileceği en etkili yerin oda müziği olduğunu düşünüyorum. Çünkü oda müziği yaparken diğer müzisyenlerle kurduğumuz ilişki, dinlemeye ve iletişim kurmaya dayalı. Zamanın ruhu, bizleri devamlı kendimizi kanıtlamaya, bireysel olarak müzik yaşamında yer almaya ve solistik hünerlerimizi geliştirmeye zorlasa da, oda müziği yaparken farklı bir esneklik göstermek gerekiyor. Yeri geldiğinde daha defansif durabilmek, kibirli davranmamak, diğerlerinin çalmasına izin verebilmek, kulağının ve duyularının hep diğerlerinde olabilmesi… Bu değerleri, önce oda müziği disiplininde geliştirebilen müzisyenler ileride iyi orkestra sanatçıları da olabiliyor. Bu anlamda iletişim kurabilen, yeni fikirlere açık, hızlı reaksiyon gösterebilen bir müzisyen olduğumu düşünüyorum.
Peki kendinize referans aldığınız kadın keman virtüözleri kimler ve neden?
Janine Jansen’i beğenerek dinliyorum. Çünkü her icrasında müziğin her saniyesini doldurabilen, heyecanı doruk noktasına taşıyan ve bunları yaparken otantik tavrını koruyabilen bir müzisyen. Bunun dışında Patricia Kopachinskaja hem çağdaş müzik yorumcusu olarak çağın gerçek müzisyeni olmasının yanı sıra, klasik keman geleneğinin sürdürülmesine gösterdiği protest tavırla çok yenilikçi ve heyecan verici icralar gerçekleştiriyor. On yıllardır benzer anlayışlarla ve kalıplaşmış yorumlarla çalınan eserlerde, daha önce kimsenin cesaret edip dokunamadığı detaylara radikal dokunuşlar yaparak bestecinin anlatmak istediklerinin özüne inebildiğini hissettiriyor ve klasik müzik dünyasına yeni bir soluk getiriyor.
Kariyerinizin en başına dönseniz o zamanki kendinize ne tür tavsiyelerde bulunursunuz?
Kendime daha şefkatli ve anlayışlı davranmam gerektiğini söylerdim. Elbette çalışmalarımızda öz eleştiri yapabilmek çok önemli fakat kişinin kendine acımasız davranması yıkıcı olabiliyor. Bazen kabul edebilmek, bir müzisyen olarak güçlü ve zayıf yanlarının farkında olmak ve akışına bırakabilmek de özgürleştirici diyebilirim.
Başarılı bir keman sanatçısının üç temel özelliği nedir?
Meraklı, disiplinli ve cesur olmak.
Peki, sağlığınızda nelere dikkat edersiniz?
Bir müzisyen olarak hem ruh hem de bedenen kendimi yıpratmama yollarını, özellikle Almanya’da geçirdiğim zamanda öğrendim. Günlük tempomda, aynı anda hem orkestradaki çalışma rutini, hem de yüksek lisanstaki yükümlükleri bir arada yürütmeye çalışırken, bir de tek başına yaşamanın sorumlulukları devreye girdiğinde, bazen bedenimin isteklerini duyamaz hale geliyordum. Buna bir çözüm olarak, özellikle keman çalışma saatlerimi yıpratıcı ve saatler süren bir rutinde gerçekleştirmek yerine, problem çözmeyi amaçlayarak çok daha kısa, fakat konsantrasyonu yüksek, verimli ve hedef odaklı hale getirdim. Önceleri bir müzisyen olarak yapmam gerekenlerin sadece “çalışmak, öğrenmek ve çalmak” ile sınırlı olduğunu zannederken, Köln’deki mental training derslerimden birinde mental koçumuz, bize bu konuda farklı bir bakış açısı sundu. Sağlıklı bir müzisyenin günlük rutininde mental çalışma, spor, beslenme ve uykunun da vazgeçilmez birer parça olduğunu vurguladı. Gerçekten de bunlardan birinin eksikliği dengenin bozulmasına sebep oluyor. Bunlara da azami düzeyde dikkat ettiğimde kendimi sağlıklı ve mutlu hissediyorum.
Başarınızın sırrı nedir sizce?
Sahip olduğumu düşündüğüm öz disiplin olabilir. Küçüklükten beri “çalış!” kelimesini pek duymadım. Dışarıdan baskı ve zorlamayla çok zor ilerleyebileceğini düşünüyorum.
Repertuarınızın olmazsa olmaz bestecisi ve bestesi hangisi ve neden?
Mozart’ın 3, 4 ve 5. Keman konçertoları. Bu konçertolarda sıkı bir form olmasına rağmen eserler, içine girecek çok fazla detay barındırmakta ve farklı cümleleri, artikülasyonları ortaya çıkarabilecek geniş müzikal olanaklara sahip. Motifleri ve karakterleri ilmek ilmek işlemek, tınısal olarak rafine ve müziğe yakışan farklı renkler keşfetmek gerekiyor ki, Mozart için hep bahsedilen o yalın güzelliği ortaya çıkarabilelim. Özellikle 4. Keman konçertosunu çok sık çalmama rağmen, her ara sonrası tekrar elime aldığımda bambaşka detaylar görebiliyor, farklı karakterler ortaya çıkarmaya çalışabiliyorum. Bu konçertolar, bir kemancının müzikal yeteneklerini de çıplak bir şekilde ortaya seriyor, bu anlamda hem çetrefilli hem de merak uyandırıcı buluyorum.
Yurtdışı keman eğitimi ile Türkiye’deki eğitimi kıyasladığınızda hangi noktalarda ayrışma söz konusu?
Almanya’da keman tekniğinin daha kapsamlı ve bilinçli verildiği konusu dışında, benim için daha önemli bir ayrışma söz konusuydu bu iki ülkedeki eğitimler arasında. Öncelikle kesinlikle Almanya’da, öğrenciye yalnız başına çok daha fazla sorumluluk düşüyor. Keman eğitmenlerinin çoğunluğunun, hocalık görevleri dışında yoğun bir konser programı da olabiliyor. Türkiye’deki hocalarımla ihtiyacım olduğunda bazen haftada 2-3 ders yapabilme olanağım varken, Almanya’da ayda 1-2 ders yapabildiğim zamanlar oldu. Bu yüzden, kendi çalışma odamda doğru odaklanmayla (özellikle teknik konularda), eğitmenlerin söyledikleri ışığında en etkili nasıl çalışırım da ilerleme kaydederim, bunu öğrendim. Elbette her zaman kolay olmadı bunu başarmak, çünkü Ankara’daki hocalarım ne zaman ihtiyacım olsa yanımdalardı ve bu sorumluluğu kendi başına almak önceleri güçtü.
Bir başka farklılık ise yüksek öğretimde, performans alanında eğitimin çok daha bütüncül olması ve teorik derslerin minimum düzeyde tutulması. Okullarda oda müziğine verilen önem, tarihsel performans veya yeni müzik bölümlerinden dersler alabilmek, müzisyen sağlığı ile ilgili dersler ve seminerler, sahne koçluğu, farklı ülkelerden genç müzisyenler ile çalabilmek ve bir arada fikir alışverişinde bulunabilmek gibi özellikler, müzik eğitimini benim için çok daha renkli ve nitelikli kılıyor. Umuyorum ülkemizde de müzik alanında konservatuarlarda çok daha içi dolu bir eğitimle, korkusuz müzisyenler yetişebilecek ortamlar yaratabiliriz.
Kemanın yanına en çok yakıştırdığınız eşlikçi enstrüman hangisi ve neden?
Klasik bir cevap olacak ama piyano bence her zaman kemanın vazgeçilmez duo partneridir. Repertuvardaki sayısız eseri keşfedebilir, piyanonun çoksesli yapısıyla yeni renkler keşfederek, farklı sonoriteler yakalayabilirsiniz.
Kemanınızın dili olsa size ne söylerdi?
Müziğin öyle geniş bir evreni ve kendine has bir dili var ki, icra ederken de dinlerken de hep farklı şeyler söylüyor, bestecilerin söylemek istediklerini de bize fısıldıyor.
Sizin izinizden gelecek çocuk müzisyenlere ne tür tavsiyelerde bulunursunuz?
Bol bol oda müziği toplulukları kurmalarını, farklı dönem eserlerini korkusuzca ele alıp, oluşturabildikleri kadar ortak müzikal fikir ve tını yakalayabilme yeteneklerini geliştirebilmelerini tavsiye ediyorum. Müzik, birlikte yapıldığında boyut kazanan bir olgu. Evet, çalışma odalarımızda bireysel yeteneklerimizi geliştiriyor, enstrümanlarımıza hakimiyet geliştiriyoruz, fakat buradan çıkıp topluluklarla müzik yaptığımızda, her şey gerçek anlamını kazanmaya başlıyor. Müziğin evrensel dili ancak diğerleriyle iletişim kurarak canlanıyor.
Keman sizin hayatınızda nasıl bir boşluğu dolduruyor?
O kadar uzun süre geçirdik ki birlikte, bir parçam haline gelmiş; bir boşluğu doldurmaktan ziyade yokluğunda boşluk hissettiriyor esasen.
Peki yakın tarihe dair projelerinizi, hayallerinizi de bizimle paylaşabilir misiniz?
Türkiye’ye döndükten sonra Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda sözleşmeli sanatçı olarak yer alma hakkı kazandım. Öncelikle burada, yeni salonunda keyifli konserlerde çalmak istiyorum. Ankara’daki bir orkestrada daimi bir pozisyon kazanabilirsem, orkestracılığa burada, kendi şehrimde devam etmeyi dilerim. Esas büyük hayalim ise, Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda sürdürdüğüm lisansüstü eğitimimi devam ettirerek akademik çalışmalarımı sürdürmek ve daha sonrasında kendi keman sınıfımı oluşturabilmek, genç kemancılara kendi eğitim ve tecrübelerimi harmanlayarak oluşturduğum bir disiplinle eğitmen olarak destek olabilmek. Bu arada, altı yaşından beridir sıkı arkadaş olduğumuz sevgili piyanist arkadaşım Neli Gagua ile pandemi döneminde oluşturduğumuz “Duo Moebius” isimli keman & piyano ikilimizde müthiş bir enerji yakaladık. Bunu ilerleterek konserler yapmak, oda müziği akşamları gerçekleştirmek, kısa dönemdeki en büyük hayalimiz.