Fransa’nın 17 yaşındaki başarılı Türk orkestra şefi, kemancı ve kompozitörü Bartu Elçi-Özsoy: “Paris’te, Avrupa’nın en iyi hocalarıyla çalışma imkanım oldu”

Fransız müzik dünyası, birkaç senedir şu anda 17 yaşında olan ama ilk konserini iki sene önce çok yüksek profilli bir izleyici topluluğu karşısında vermiş olan orkestra şefi, bestekar ve kemancı Bartu Elçi Özsoy’dan söz ediyor. Henüz on beş yaşındayken Paris’te Notre Dame Katedrali’nin restorasyonuna katkı amacıyla Fransa’nın başkentinde, tarihi Theatre Des Varietes salonunda verdiği görkemli konserde Mozart’ın 29’uncu senfonisi ile kendi yazdığı 1’inci senfoniyi çaldı. Hem besteci, hem keman solisti hem de orkestra şefi olarak yer aldığı bu konserde onu dinlemeye gelenler arasında eski Fransa Başbakanı Bernard Cazeneuve de vardı. Elçi-Özsoy için aslında bu oldukça alışıldık bir durum. Ne de olsa beş yaşında bestelediği ilk eserlerden ikisi, 2010 yılında ABD Başkanı’na da sunulmuştu. Henüz küçükken en büyük tutkusu, “Barok parçalar çalmaya başlamak” idi.

Fotoğraf: George Vignal

Paris Ulusal Müzik ve Dans Konservatuvarı öğrencisi Elçi-Özsoy, 4 yaşında çalmaya başladığı kemanın yanı sıra piyano da çalıyor. 10 yaşında ise İzmir Devlet Senfoni Orkestrası ile ilk orkestra deneyimini yaşamış. Kendisi, 11 yaşına kadar Ankara’da eğitimini sürdürdükten sonra 11 yaşından beri Paris’te yıldızı giderek yükselen bir “harika çocuk”. “11 yaşımda buraya geldiğimden bu yana özel ders veren pek çok büyük müzisyen oldu ve onlar da bunu tamamen ücretsiz yaptılar. Fransa’da gördüğüm ve beni en çok etkileyen de bu oldu: yeteneğiniz çalışma azminiz ve tutkunuz varsa çok büyük sanatçılar dahi bilgilerini size aktarmak ve sanatsal gelişiminize katkı sağlamak için saatlerini herhangi bir karşılık beklemeden ayırabiliyorlar” diyor genç şef.

Son dönemde bestelerini sosyal projelerime odaklamaya başlayan, iklim değişikliği ve Amazon ormanlarına, az gelişmiş ülkelerin kalkınmasına dek çok geniş bir “hassasiyet yelpazesine” sahip olan Elçi-Özsoy hakkında, birkaç yıldır beraber çalıştığı Fransızların ünlü şeflerinden Jean-Claude Casadesus, “Bartu harika bir müzisyen. Yetenekli bir kemancı. İşine mütevazilik, hassasiyet ve kararlılıkla yaklaşıyor” şeklinde yorumda bulunmuş.

Elçi-Özsoy, 2019 yılında Avrupa’nın en büyük gençlik orkestrasına şeflik yapmış ve Beşinci Senfonik Yıldızlar Festivali’nde davet üzerine yer almış. 2020 yılında şeflik okumaya başladığı Ecole Normalde Musique de Paris’ten ise geçtiğimiz sene diplomasını almış ve şeflik çalışmalarında bir üst düzeye kabul edilmiş.

Ünlü piyanist Martha Argerich ile sahneye çıkan, Fransa’nın en seçkin festivallerine kabul edilen, bu sene Amerikan Fontainebleau Konservatuarı’nda keman okumak üzere davet edilen Elçi-Özsoy’u yakından tanımanız için bu kabına sığmayan değerli müzisyenimizle bir söyleşi gerçekleştirdim. Sizinle de paylaşmak isterim:

Bartu bey merhaba. Müzik yeteneğiniz birçok ulusal ve uluslararası otorite tarafından çok büyük takdir görüyor. Peki müziğe olan ilginiz, yeteneğiniz nasıl ortaya çıktı? 

Müziğe ilgim ve yeteneğim çok küçük yaşlarda ortaya çıktı. Dört yaşında kemana, beş yaşında da müzik teorisi ve kompozisyon derslerine başladım. 

Peki bunun üzerine nasıl bir eğitim kurguladınız? 

Müzik eğitimime 11 yaşına kadar Ankara’da Ankara Devlet Konservatuvarı ve Bilkent’te devam ettim. 11 yaşından bu yana Paris’te bir yandan kariyerime, diğer yandan eğitimime devam ediyorum. 

Nasıl bir orkestra şefisiniz? Hangi özellikleriniz ön plana çıkıyor? 

Orkestra şefliği büyük tutku duyduğum bir alan. Çok yönlü uzmanlaşma gerektirdiği için hem müziksel hem de kişisel beceriler açısından sürekli kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Dinleyicilere göre, yaşım (14 yaşında şefliğe başladım ve şu anda 17 yaşındayım), müzikalitem ve absolut kulağımla ön plana çıkıyorum. 

Beş yaşındayken bestelediğiniz iki eser, 2010 yılında ABD Başkanı’na takdim edildi. Fransa eski başbakanının da katıldığı büyük bir topluluk önünde Mozart’ın 29.Senfonisi’ni yönettiniz. Tüm bu üst düzey görünürlük anlarında neler hissettiniz peki? 

Paris’te 15 yaşında verdiğim konserin özelliği, aynı konserde hem besteci, hem keman solisti hem de orkestra şefi olarak sahne almamdı. Bu konserde 1. Senfonimi ve Mozart’ın 29. Senfonisini yönettim ve Mendelssohn’un keman konçertosunu seslendirdim. Bu açıdan özel ve pek eşine rastlanmayan bir konserdi. Küçük yaşlardan beri hedeflediğim üçlü kariyerimin başlangıcı olması açısından ve de dinleyici kitlesinin seçkin ve büyük olması bakımından mutluluk ve gurur vericiydi.  

Şu anda kariyerinizin en canlı, dinamik dönemlerinden birindesiniz. Peki bu zamana dek kariyerinizin zirvesi olarak tanımlayacağınız başarınız hangisiydi? 

Biraz önce bahsettiğim Paris prömiyerim ve aynı yıl Paris Konservatuvarı giriş sınavını kazanarak başladığım yolculuk kariyerimin belirleyici kilometre taşları oldu. Sonrasında pandemi başlayana kadar çok önemli konserler ve projeler birbirini izledi. 

Başarı sizce nedir Bartu bey? Bir müzisyenin başarılı olması, yeteneğine ilave olarak neleri eklemlemesini gerektirir? 

Bana göre başarı, müziğinizle dünyada olumlu bir takım değişimlere yol açabilmek. Son birkaç yıldır müziğimi uluslararası dayanışma ve toplumsal ve çevresel sorunlar konusunda farkındalık yaratmaya yönelik projelerde kullanıyorum ve bunun için sanatın her alanından ve dünyanın farklı bölgelerinden sanatçılarla işbirliği yapıyorum. Bu süreçte toplumun farklı kesimlerinde ve her yaştan hedef kitleye ulaşabilmeyi ve onlarda olumlu değişimler başlatabilmeyi başarı olarak görüyorum. Tabi bunun için de yaptığınız işte çok iyi olmanız gerekiyor. Yeteneğinizi en iyi şekilde kullanmak için sadece müzik alanında değil diğer pek çok alanda kendinizi geliştirmeniz gerekiyor. 

Bu zamana dek kemanınızla verdiğiniz ve yönettiğiniz konserlerden biraz söz eder misiniz? Avrupa müzik çevresinde nasıl bir yankı uyandırdı? 

Bugüne kadar aldığım tepkiler, erken bir yaşta başladığım üçlü kariyerimle -keman, orkestra şefliği ve kompozisyon- bağlantılı oldu. Dinleyiciler tarafından bu -kendi deyimleriyle- hayranlık uyandırıcı, heyecan ve mutluluk verici olarak yorumlandı. 

Kendinize örnek aldığınız orkestra şefleri kimler ve onların hangi özelliklerini beğeniyorsunuz? 

Hem sanatlarına hem de insan olarak yaklaşımlarına hayranlık duyduğum pek çok büyük şef var, Bernstein, Boulez, Rattle, Dudamel, Muti, Jarvi, Chailly, Salonen ve Altinoglu gibi. Ayrıca büyük Fransız şef, aynı zamanda hocam ve mentorum  Jean-Claude Casadesus benim için önemli bir rol model: müzisyenleri ve dinleyicisiyle diyaloğu, sosyal misyonu ve hayat felsefisi bakımından.

Peki bir orkestra şefinin başka orkestra şeflerinin performanslarını sık sık izlemesi, onun orkestra yönetme tarzı üzerinde olumsuz etki doğurur mu? Kendi ayırt edici tarzını zayıflatır mı? 

Iyi bir eğitim almış ve sağlam bir kariyeri olan şefler zaten ayırt edici özellikleri olan ve bu özellikleriyle kendilerini kabul ettirmiş şeflerdir. Başka şekilde sanat dünyasında şef olarak bir yer edinmek ve ilerlemek imkânsız. O yüzden bu tür bir risk olduğunu düşünmüyorum. 

Yurtdışında ciddi bir müzik eğitimi aldınız. Bu eğitimlerden ve size kattıklarından kısaca söz edebilir misiniz? 

Paris’te Fransa’nın ve hatta Avrupa’nın en iyi hocalarıyla çalışma imkânım oldu. Hepsinin küçük yaşımdan itibaren büyük ilgisi ve eğitim ve yol göstericilikleriyle ilerledim. Paris Konservatuvarı gibi çok köklü ve kurulduğu 1795’den bu yana pek çok büyük müzik insanını yetiştirmiş bir kurumun yanı sıra École Normale de Musique de Paris ve Fontainebleau Amerikan Konservatuvarı gibi yüzyılı aşan bir geçmişe sahip iki büyük kurumda eğitim almış olmak bana çok şey kazandırdı. Hocalarımın çok seçkin ve başarılı insanlar olmaları da büyük bir motivasyon sağladı. Örneğin Paris Konservatuvarındaki hocam Alexis Galpérine, Paris Konservatuarı’nın yansıra Juilliard School’da eğitim almış ve büyük keman hocası Ivan Galamian’la çalışmış ve parlak bir kariyere sahip bir sanatçı ve aynı zamanda Sorbonne’dan Felsefe derecesine sahip pek çok kitap ve yayını olan bir uzman. Böyle hocalardan eğitim almış olmak müziğin yanı sıra pek çok açıdan kendimi gelişmemi sağladı.      

Peki bir müzisyenin imkanları dahilinde yurtdışında okuması ona neler katar? 

Tüm diğer alanlarda olduğu gibi müzik alanında da yurtdışında eğitim almak hem sanatsal açıdan hem de insan olarak zengin bir birikime sahip olmaya, geniş bir ağ oluşturmaya ve geniş bir vizyona sahip olmaya katkı sağlıyor bana göre.

Bu maliyetli eğitim sürecinde nasıl desteklerden, burslardan yararlandınız? 

Fransa’da eğitim ücretsiz olduğu için özel bir burs ihtiyacım olmadı. Ücretli kurumlar alan École Normale de Musique de Paris ve Fontainebleau Amerikan Konservatuvarı ise eğitimim için karşılıksız burs verdi. 11 yaşımda buraya geldiğimden bu yana özel ders veren pek çok büyük müzisyen oldu ve onlar da bunu tamamen ücretsiz yaptılar. Fransa’da gördüğüm ve beni en çok etkileyen de bu oldu: yeteneğiniz çalışma azminiz ve tutkunuz varsa çok büyük sanatçılar dahi bilgilerini size aktarmak ve sanatsal gelişiminize katkı sağlamak için saatlerini herhangi bir karşılık beklemeden ayırabiliyorlar. Tüm bunların yanında verdiğim konserlerden, davet edildiğim festivallerden ve kazandığım yarışmalardan da gelir elde ettim telif hakki çok önemsendiği için 

Fransa’da klasik müzik dinleyicisi, Türkiye’deki ortamdan hangi açılardan farklı?

Fransa’da klasik müzik dinleyicisi ile Türkiye’deki dinleyici arasında nitelik değil nicelik farkı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca çocukların hemen hemen hepsi, küçük yaşlarda normal okullarının yanında her bölgede belediyelere bağlı konservatuvarlara kaydolup profesyonel hocalardan eğitim alıyorlar ve en az bir enstrümanı çalar hale geldikleri gibi klasik müzik konusunda bilgili ve ilgili bireyler olarak yetişiyorlar.   

Orkestra yönetmeyi şirket yönetmeye benzetirler. Beraberinde de tüm kurumsal çekişmeler, anlaşmazlıklar ve sorunları çözme yeteneği gelir. Orkestra şefi olarak bu zamana dek karşılaştığınız en büyük zorluk neydi ve o krizi nasıl çözmüştünüz?  

Henüz 17 yaşında olduğumu düşünürsek orkestra şefliği yaptığım süre boyunca bugüne kadar o derece bir tecrübem olmadı. Yaşımdan ve müziğe olan tutkumdan olsa gerek, müzisyenlerle de her zaman çok iyi ve karşılıklı saygıya dayalı bir iletişimim oldu. Ayrıca bu mesleğin çok farklı beceriler gerektirdiğini biliyorum ve kendimi her açıdan geliştirmeye devam ediyorum. Liderlik ve iletişim becerileri ve farklı dilleri konuşabilmek özellikle üzerinde durduğum konular örneğin.   

Bir yandan da toplumsal sorumluluk projelerinizi sürdürüyorsunuz. Örnek olması açısından biraz da bunlardan söz etmenizi rica edeceğim. Müzik yoluyla toplumsal farkındalık ve dayanışma girişimlerinde bulunmak sizi hangi açılardan mutlu ediyor? 

Bunu işimin ayrılmaz bir parçası olarak görüyorum ve bugün dünyanın ve insanlığın karşı karşıya olduğu zorluk ve tehditleri dikkate alırsak toplumsal duyarlılık için üzerime düşeni yapmaya çalışıyorum. Örnek vermek gerekirse COVID-19 sürecinde insanlara umut verecek ve dayanışma ruhunu harekete geçirecek projelerin yansıra, salgından en çok etkilenen az gelişmiş ülkelerdeki zor durumdaki insanlara yardımcı olan uluslararası sivil toplum kuruluşlarına kaynak yaratacak işbirlikleri gerçekleştirdim.

Bir yandan da beste yapım süreciniz devam ediyor. Bestelerinizden de kısaca söz ederseniz sevinirim. Nasıl bir ortamda, nasıl motivasyonlarla ortaya çıkıyor bu besteler? Sanırım bir tanesinde Amazon’daki yağmur ormanlarına odaklanmıştınız.

Son dönemde bestelerimi sosyal projelerime odaklamaya başladım. Böylelikle diğer sanatçılarla vermeye çalıştığımız mesajların daha etkili olduğunu düşünüyorum. Bahsettiğiniz Amazon’daki yağmur ormanlarını konu alan projemiz de bunlardan biri. Geçen yıl Ağustos ayında bir ay süren bir maraton olarak planlayıp uyguladık bu projeyi Amazon’u ve onun bağlı olduğu tüm dünyayı içine alan ekosistemin karşı karşıya olduğu tehditlere dikkat çekmek için. Bestem ve projemiz farklı ülkelerde önemli bir kitleye ulaştı, büyük ilgi gördü ve çoğunluğu gençlerden oluşan bir kesimde konuya ilişkin farkındalık yaratılmasına katkı sağladı. 

Keman, orkestra şefliği ve kompozitörlük arasında nasıl bir denge kurarsınız? İçlerinde öncelik sıralaması yaptığınız olur mu? 

Şu ana kadar üçünü bir arada götürdüm ve sanırım bu böyle devam edecek çünkü her üçü de birbirini besleyen, farklı açılardan kendimi sürekli geliştirmemi ve farklı kesimlere erişmemi sağlayan alanlar. Ve tabi üçü de büyük bir tutku ve farklı kesimlere hitap eden bir araç benim için. Bunu bu şekilde sürdüren mesela Bernstein gibi büyük isimler oldu tarihte. Umuyorum ki benim için de mümkün olur.

Hayatınızın her alanını müzik kaplıyormuş gibi bir izlenime kapıldım. Doğru mu? Müzik size ne ifade ediyor? 

Müzik ana işim olduğundan bunu en iyi şekilde yapmak ve bunu yaparken mümkün olduğunca dünyaya ve insanlığa faydalı olmak gibi bir gayem var. Müziğin ilham verici ve bir araya getirici bir gücü olduğuna inanıyorum ve farklı kültür ve dillerden bağımsız iletişim kurmak için kullanılabilecek en önemli araç olarak görüyorum. Özellikle bugünün dünyasında bu son derece kritik ve bence sanatçıların bu bakımdan oynamaları gereken rol büyük. Büyük Fransız yazar ve filozof Albert Camus’nun 1957’de Nobel Ödül Töreni’ndeki şu sözlerinin bugün her zamankinden daha çok geçerli olduğunu düşünüyorum ve bu da müziğimle yapmaya çalıştıklarımda bana ışık tutuyor: “Her nesil, şüphesiz, dünyayı yeniden şekillendirmekle görevli olduğuna inanır. Ancak benim neslim, bunu yapamayacağını biliyor. Ama belki onun görevi çok daha büyük. Bu görev, dünyanın paramparça olmasını önlemek.”     

Müzik tarihinde hangi dönemde yaşamayı hayal ederdiniz ve neden? 

Müzik tarihinde özellikle 19. yüzyılın sonundan itibaren olan dönemde yaşamayı isterdim. O dönemin Ravel, Debussy, Stravinsky, Bartok, Gershwin, Prokofiev, Messiaen, Boulanger kardeşler gibi büyük müzisyenlerini tanımak ve onlarla çalışmak muhteşem olurdu. Onların müziklerini özellikle kendime yakın hissediyorum ve bunları analiz etmekten ve yorumlamaktan büyük mutluluk duyuyorum.

Şu ana kadar sizi akustiği ve mimarisiyle en çok etkileyen konser mekanını da en son soru olarak yazarsanız sevinirim.

Akustik olarak en yeni teknolojileri kullanılmasıyla ortaya çıkan inovatif özellikleri ve kompleks geometrisi nedeniyle dünyada eşine az rastlanan ve dolayısıyla beni en çok etkileyen konser salonu, büyük besteci ve şef Pierre Boulez’in vizyonuyla hayata Jean Nouvel sayesinde geçen Paris Filarmoni binasında yer alan Büyük Salon. Mimari olarak en çok etkiyen salon ise Barselona’daki Palau de la Música Catalana. 

Son olarak, yakın döneme dair planlarınız, projeleriniz neler? 

COVID-19 kısıtlamalarının kalkmasıyla konser ve festivaller tekrar başladığı için kariyerime hız kesmeden devam etmeyi planlıyorum. Buna paralel olarak Paris Konservatuarı’nda yüksek lisansa devam etmek ve mezunu olduğum École Normale de Musique de Paris’ten de yüksek şeflik diplomasını bu yıl almak niyetindeyim. Ayrıca sosyal sorumluluk projelerimi de daha fazla ülkeyi kapsayacak şekilde genişletmeyi planlıyorum. Şu anda biyoçeşitliliğin yok olma tehlikesi konusunda farkındalık yaratmaya yönelik bir beste ve performans projesi üzerinde çalışıyorum hem gelişmiş hem de az gelişmiş ülkelerden profesyonel ve amatör sanatçılar, gençler ve çocuklarla.  

Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s