Salzburg Mozarteum Konservatuarı’nı kazanan başarılı genç kemancı Ece Canay: “Müzik rekabet odaklı yapılmamalı. Hepimiz farklı bir kumaşa ve renge sahibiz”

2002 yılında Ankara’da doğan genç keman sanatçısı Ece Canay, keman eğitimine 2009 yılında Akdeniz Üniversitesi Antalya Devlet Konservatuarı’nda Orhan Ahıskal ile başlayıp, eğitim sürecini Ayşegül Tulumcu, Can Özhan ve ardından Guljahan Babayeva ile sürdürürken, bir yandan da Serdar Erkmenis, Şeniz Aybulus, Olgu Kızılay, Esen Kıvrak, Mincho Minchev, Cihat Aşkın ile ustalık sınıflarına katıldı.

2017 yılında İtalya’da düzenlenen Young Musician International Competition “Citta’ di Barletta”’da ikincilik ödülü aldıktan sonra, 2018 yılında Viyana’da Mario Hossen, 2019’da da İldiko Moog’un ustalık sınıflarına katıldı. 2019 yılında ise genç kemancıya yeni bir uluslararası ödül geldi, hem de en prestijlilerinden biri: “Viva Music International Competition of Classical Music”’te birincilik ödülü… Aynı sene İş Sanat Parlayan Yıldızlar seçmelerini kazanarak İstanbul Milli Reassürans Konser Salonu’nda resital veren Ece Canay, 2019- 2020 öğretim yılında Hacettepe Gençlik Senfoni Orkestrası solist seçmelerini kazanarak konser verme hakkı elde etti. 

Ankara Gençlik Senfoni Orkestrası, Hacettepe Gençlik Senfoni Orkestrası gibi Türkiye’nin çeşitli gençlik orkestralarıyla konserler veren başarılı keman sanatçısı, 2016 yılında büyük bir gurur ve heyecanla adım attığı Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı’nda Andras Santoro ile başlayan keman eğitimini CSO Başkemancısı Doç. Jülide Yalçın ile ve Prof. Ceylan Kabakçı ile sürdürdü.

Canay, zaman zaman da kendisi gibi başarılı bir müzisyen olan Elif Naz Karabulut ile birlikte duo performanslar sergiliyor, en güzel doğa manzaralarında müzik ile ruhunu bütünleştirdiği harika eserler çalıyor.

Geçtiğimiz aylarda ön elemesini geçtiği Salzburg Mozarteum Konservatuarı’nın haziran ayında girdiği sınavı da kazanan Ece Canay’ın önünde çok parlak, müzik ve tutkulu hedefler dolu bir kariyer var. Bu da aklıma hemen “peki senin süper gücün nedir Ece?” sorusunu getiriyor. “Güçlü bir hayal gücüm var. Bunun da istediğim duyguları sese aktarabilmekte bana çok yardımcı olduğunu düşünüyorum. Eserleri çok çabuk ezberleyebiliyor oluşum ve kriz yönetimim de sanırım hayatımda bana gerçekten kolaylık sağlayan özelliklerim. Sürekli aksilikler ve sürprizlerle karşılaşılabilecek bir dünya sahne. Dolayısıyla panik anlarında sakinliği koruyup heyecanı yönetebilmek çok önemli. Ezberimin kuvvetli olması ise, çalışma sürecinde notalarla gereğinden fazla boğuşmaktansa müzikteki daha önemli şeylere odaklanabilmemi ve eseri daha bütün görebilmemi sağlıyor” diye yanıtlıyor benim merakımı genç müzisyen.

Güzel bir yolculuğa çıkmaya hazırlanan, tüm bu yolculuklarda da kemanını en iyi arkadaşı olarak belirten bu başarılı ve yetenekli genç kemancımızı tanımanız için kendisiyle çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdim.

Ece hanım merhaba. Hacettepe Konservatuvarı lisans/keman 1.sınıfı bitirdikten sonra geçtiğimiz aylarda videoyla ön elemesini geçtiğiniz Salzburg Mozarteum Konservatuarı’nın sınavına haziran ayında girdiniz ve pandemi döneminin tüm bürokrasisi ve kısıtlamalarına rağmen bu zorlu elemeyi kazandınız. Graz Konservatuarı’nı da kazanmanıza rağmen Salzburg’dan yana gönlünüzü koymanız çok çarpıcı bir duruş. Bu konservatuarı sizin için “biricik” kılan özellikleri nedir?

Açıkçası bu kararı verirken gerçekten zorlandım çünkü iki okulda da çok iyi anlaştığım değerli hocalarla tanıştım. Daha önceleri de yurt dışındaki bu okullarla ilgili bir sürü araştırmam olsa da, ilk defa aktif olarak bu pandemi sürecinde bir şeyler yapmaya karar verdim diyebilirim. Evde müzikten, okuldan, sahneden bu kadar uzak kaldığımız bu dönemde internetten konserler ve ustalık sınıfları izlemek beni harekete geçmeye itti. Özellikle Maxim Vengerov’un Mozarteum’da yaptığı ustalık sınıflarını izlemek bu okulun sınavını denemem için bana motivasyon oldu.

Mozarteum, Salzburg’un kalbinde ve ben müziğin şehrin bu kadar ana ekseninde bulunduğu, sanki şehrin yarısının müzisyen olduğu böyle bir yerde bulunmamıştım daha önce. Öncelikle bu benim için çok yeni ve keyif verici bir tecrübeydi. Yaptığım mesleğin, klasik müziğin başkenti olan bir yerde eğitim almak ve yaşamak hep hayalimdi. Salzburg’da bulunup o atmosferde müzik yapmak, keman çalmak ise bana olmam gereken yerde olduğumu hissettirdi ve sanırım daha çok bu güven ve aidiyet hissine kulak verdim.

Konservatuvar öğrencisi olmak, maddi ve manevi açıdan tüm zorlukları da göğüslemek konusunda çocuk yaşlardan itibaren sizlere büyük bir sorumluluk ve güç kazandırıyor. Peki, aileniz açısından bakıldığında bu dönemde nasıl fedakarlıklarda bulundular?

Konservatuvar, bir meslek okulu. Dolayısıyla o kadar küçük bir yaşta başlanan meslek eğitiminde ailenin yönlendirmesi ve aslında bir bakıma çocuk adına karar vererek müzik eğitimine başlatması büyük bir sorumluluk. Özellikle çok küçük yaşta başlandığında ailenin desteği tartışmasız çok önemli. Bu destek sadece teşvik etmek veya engellememek anlamına değil, fiilen eğitim sürecinin içine girmek anlamına geliyor çoğu zaman. Ben bu süreçte ailem açısından çok şanslıydım. Çalışma disiplinine sahip bir çocuk değildim; bu yüzden annem ilk yıllarımda benimle birlikte derslerime girer ve evde de çalışmalarıma refakat ederdi. 8. Sınıfa kadar okuduğum konservatuvar yarı zamanlıydı. Bu yüzden aynı anda iki okula gitmem gerekiyordu. Ders yükü ve zaman trafiğini yönetmemde, ayrıca bu sürecin fiziksel ve psikolojik yorgunluğunu taşımamda ailem bana çok yardımcı oldu. 

Peki yurtdışında okumak için herhangi bir maddi destek imkanı bulabildiniz mi? Bir sistem önerisi olarak bakıldığında sizce sizin gibi başarılı öğrencilerin yurtdışı imkanları maddi zorluklar olmaksızın değerlendirilebilmesi için yetkililer neler yapmalı?

Özellikle bizim mesleğimizde, yurt dışına gitmek ve orada eğitim almak çok önemli. Yaptığımız müziğin anavatanı diyebileceğimiz yerleri görmek ve bu kültürlere tanıklık etmek bunun başlıca nedenlerinden . Sadece orada öğrenci olmaya değil, ustalık sınıflarına, yarışmalara ve festivallere gitmek için bile maddiyat büyük bir engel. Oysa bunlar bütün olarak bakıldığında müzik eğitiminin bir parçası.  Şu an ben de maddi destek arayışı içindeyim. Benim durumumda olan birçok arkadaşım da bu süreçte kişisel çevresine başvurmak zorunda kalıyor. Oysa eğitim desteği ve bursların başta devlet tarafından olmak üzere yaygın ve kurumsallaşmış bir şekilde karşılanabilmesi çok güzel olurdu. İnsan ister istemez 1948 tarihli Harika Çocuk Yasası örneğini hatırlıyor.

Kuzeniniz Elif Naz Karabulut da alanında çok değerli ve gelecek vaat eden bir müzisyen. İkinizi de harika bir gelecek beklediğine eminim. Peki beraber duo’lar yaptığınız oldu mu? Birlikteyken neler çalmaktan hoşlanırsınız?

Birlikte müzik yapmak insana bambaşka bir iletişim tecrübesi kazandırıyor. Müziğin bu kolektif tarafı zaten başlı başına çok keyifliyken beraber müzik yaptığınız insanı bu denli iyi tanıyor olmanız da beraber çalışmayı çok eğlenceli ve verimli hale getiriyor. Biz Elif Naz’la beraber büyüdük ve çocukluğumuzdan beri birlikte bir şeyler çalmayı çok seviyoruz. Kimi zaman birbirimizin çalıştığı eserlere eşlik ediyor, sevdiğimiz parçaları deşifre ediyoruz, kimi zamansa kendimiz besteler yapıyor, doğaçlamalar deniyoruz. Birbirimizle sözlü iletişim kurmadan bu kadar iyi anlaşabilmek de ortaya çıkan müziği çok doğal hale getiriyor. Gelecekte de birlikte çok güzel şeyler yapacağımıza eminim.

Keman eğitiminizin en başına dönersek, henüz yedi yaşında konservatuarda keman eğitimine başladınız ve çok değerli müzisyenlerin ustalık sınıflarına katıldınız. Bu sınıflar sizin keman çalış biçiminiz üzerinde nasıl bir etki doğurdu?

Küçük yaşlardan itibaren katıldığım ustalık sınıfları, esasen keman çalış biçimimi etkilemekten ziyade müziğin farklı perspektiflere açık olduğu vizyonunu erken yaşta edinebilmemi sağladı. Ustalık sınıflarında, hocalarla çalışmak için kısıtlı bir zamana sahip oluyoruz. Bu kısa süreli derslerin faydası ise karşımızdaki sanatçıdan, her birinin çok farklı olan mesleki tüyolarını öğrenebilmek oluyor.  Bunun yanında ustalık sınıflarına katılmak kadar bu dersleri izlemenin de çok eğitici olduğunu düşünüyorum. Keman çalış biçimim üzerinde katıldıklarım kadar, izlediğim ustalık sınıflarından edindiğim fikirler de etkili olmuştur.

Katıldığınız yarışmalar ve neticelerinden biraz söz eder misiniz?

2017 yılında İtalya’da düzenlenen Young Musician International Competition “Citta’ di Barletta”da ikincilik ödülü aldım. Hayatımda ilk defa bu yarışmayla yurt dışına çıktım o yüzden benim için çok heyecanlı ve özel bir deneyimdi. 2019 yılında da “Viva Music International Competition of Classical Music”te birincilik ödülü aldım.

Peki bir müzisyenin uluslararası yarışmalara katılması hangi açılardan önemli sizce?

Yarışmalar elbette genç müzisyenlere motivasyon olması, hazırlık sürecinde çalışma disiplini edindirmesi ve farklı bir stres yönetimi deneyimi kazandırması açılarından oldukça önemli. Bunlar öğrencinin kendi sınırlarını zorlaması ve potansiyelini belirlemesine yardımcı olan faktörler. Aynı zamanda dünyanın farklı yerlerinden müzisyenlerle tanışmak, çok değerli sanatçılar karşısında çalma imkanı bulmak ve bu sayede yeni bir vizyona sahip olmak insanın ufkunu genişletiyor. Ancak yarışmaların bir müzisyenin hayatında ana eksende bulunmasını ve esas amaç haline gelmesini doğru bulmuyorum. Bana kalırsa bir müzisyenin motivasyonu başkalarından daha iyi olmak veya belli bir standarda girebilmek olmamalı. Müzik rekabet odaklı yapıldığında sanki özünden uzaklaşmış oluyor. Temel entonasyon ve teknik becerileri sağladıktan sonra hepimiz farklı bir kumaşa ve renge sahibiz. Bunlar her zaman kıyaslanabilecek nitelikte şeyler olmayabilir. Uluslararası yarışmaların müzisyenin hayatındaki bir diğer büyük etkisi ise ödüllerle sağlanan imkanlar. Yarışmalar sayesinde aldığımız derecelerin yanında çok değerli orkestralarla solistlik tecrübeleri, güzel ve önemli salonlarda konser verme ve iyi bir enstrümana sahip olma imkanları kazanıyoruz. Bu imkanlar bir müzisyeni iyi bir müzisyen yapma yolunda çok önemli deneyimler iken keşke bunlara ulaşmanın yolu sadece yarışmalardan geçmese ve bu kazanımlar bir müzisyenin hayatında daha ulaşılabilir bir noktada olsa.

Çok seçkin mekanlarda resitaller verdiniz. İçlerinden sizi mimarisi ve akustiğiyle en çok etkileyen hangisi oldu ve neden?

Şimdiye kadar pek çok farklı salonda çalma imkanım oldu. Bunlar arasında İstanbul’da Milli Reasürans ve Ankara’da Erimtan Müzesi konser salonları benim için özeldi. Bunların dışında Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde tarihi eserlerin arasında bir oda müziği konseri vermiştik, bu da beni çok mutlu eden bir deneyimdi. 2019 yılında katıldığım yarışma birinciliğinin ödülü Carnegie Hall’da konser verme imkanıydı. Ancak pandemi sebebiyle gitmem mümkün olmadı. Bu konser gerçekleşmiş olsaydı, muhtemelen bu soruya vereceğim cevap Carnegie Hall olurdu.

“Benim süper gücüm şu” dediğiniz özelliğiniz hangisi?

Güçlü bir hayal gücüm var. Bunun da istediğim duyguları sese aktarabilmekte bana çok yardımcı olduğunu düşünüyorum.  Bunun yanında bunlar süper güç sayılabilir mi bilmiyorum ama, eserleri çok çabuk ezberleyebiliyor oluşum ve kriz yönetimim de sanırım hayatımda bana gerçekten kolaylık sağlayan özelliklerim. Sürekli aksilikler ve sürprizlerle karşılaşılabilecek bir dünya sahne. Dolayısıyla panik anlarında sakinliği koruyup heyecanı yönetebilmek çok önemli. Ezberimin kuvvetli olması ise, çalışma sürecinde notalarla gereğinden fazla boğuşmaktansa müzikteki daha önemli şeylere odaklanabilmemi ve eseri daha bütün görebilmemi sağlıyor.

Daha kolay taşınması itibariyle kemanı doğada çalmak mümkün. Peki sizin böyle bir anınız var mı?

Doğada olmayı ve doğada müzik yapmayı çok seviyorum. Özellikle zaten doğanın bir parçası olan, aslında ağaçtan yapılmış ve sesi tamamen çalan kişinin ürettiği böyle canlı bir enstrümanla doğada müzik yapmak çok tatmin edici geliyor bana ve bu, doğayla bütünleşiyormuşum hissi veriyor. Kısacası evet, şimdiye kadar pek çok kez doğada çaldım ve bu şekilde bir sürü anım var. En sonuncusu babamın memleketi olan Sivrialan Köyü’nde. Aşık Veysel’in kabri köyün yemyeşil bir tepesinde bütün köyü gören bir yerde. O tepede rengarenk kır çiçekleri ve rüzgar eşliğinde çaldım. Bütün dünyanın hayranlık duyduğu Aşık Veysel’in türkülerini yazdığı ve söylediği o topraklarda, ona o kadar yakın olarak çalmak benim için çok özel bir deneyimdi.

Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı’nda CSO başkemancısı Doç. Jülide Yalçın ile çalıştınız. Kendisinin size verdiği ve hiç aklınızdan çıkmayan birkaç öğüdü bizimle paylaşır mısınız?

Jülide hoca ile çalışmak bana sahnede özgüvenli duruşun ne kadar önemli ve nasıl mümkün olduğunu, kemanın bir kemancının hayatında en yakın ve en kalıcı dostu olduğunu öğretti. Yurtdışında bir Türk ve bir kadın sanatçı olarak ne kadar güçlü durmam gerektiği öğüdü de aklımdadır.

Keman eğitiminiz boyunca çok sayıda hocayla çalıştınız. Bundan biraz bahseder misiniz?

Şimdiye kadar farklı sebeplerden pek çok kez hocam değişti ve 13 yıllık keman eğitim sürecimde 10 farklı hocayla çalıştım. Başlarda yaşım küçükken kemanı henüz yeni öğreniyor olduğum için fikir farklılıkları ve teknik değişiklikler beni oldukça zorluyor ve yoruyordu. Ancak zaman içerisinde tüm hocalarımdan öğrendiğim pek çok farklı bilgiyi harmanlayıp bunları bir zenginlik olarak avantaja çevirebildiğimi düşünüyorum. En son Hacettepe’de liseden Prof. Ceylan Kabakçı’nın öğrencisi olarak mezun oldum, lisans 1. Sınıfı da onunla tamamladım. Özellikle yurtdışında eğitime yönelme sürecimde bana çok yardımcı oldu.

Keman repertuarınızın vazgeçilmez parçaları hangileridir?

Bartok – Romen Halk Dansları küçükken ilk resitalimde çalmış olduğum ve sonrasında da benim için çok önemli olan performanslarımda tekrar seslendirdiğim bir parça. Her tekrar çalışmamda, geçen süre içinde kendime kattığım şeyleri gözlemleyebiliyor ve böylece onunla beraber büyüdüğümü hissediyorum. Bu yüzden benim için çok değerli ve vazgeçilmez. Bunun yanında Prokofiev, bütün bestelerini dinlemekten çok keyif aldığım ve şimdiye kadar çalmadığım eserlerini çalmak için sabırsızlandığım bir besteci. Khachaturian keman konçertosu da çocukluğumdan beri hep aynı heyecanla dinlediğim ve sonunda bu sene çalışmaya fırsat bulabildiğim bir eser. Sanırım o da repertuvarımın vazgeçilmezlerinden olacak.

Bir keman sanatçısı sizce ne zaman bir “virtüöz” olur?

Bunun için aslında keman çalma süresine, yaşa veya tamamlanan repertuvara bağlı her kemancı için geçerli olabilecek bir an belirlemek mümkün değil.  Özünde popülerlikle ölçülebilecek bir şey olmadığını düşünüyorum. Virtüözlük zaten akademik veya bürokratik bir unvandan ziyade dinleyicilerin takdir ettiği ve zaman içinde üstünde uzlaşılan bir iltifat sıfatı. Ama benim kafamdaki virtüöz imajında sanırım şunlar var; bir kemancının yorumu onu görmeden de yalnızca dinleyerek tanınır hale gelmişse, başka kemancıları değerlendirirken onun çalışı ölçü alınmaya başlanmışsa, kemancıların idolleri sorulduğunda adı sayılıyorsa bu virtüözlük demek olabilir.  

Peki, Türkiye’de ve dünyada çok beğendiğiniz virtüözler hangileri?

Itzhak Perlman, çocukken dinlediğim ilk keman virtüözüydü.  Bir eser aldığım zaman ilk olarak onun yorumundan dinlerdim. Benim için yeri hala çok özel, onun çalışını dinlemek ve izlemek bana güven veriyor. Maxim Vengerov da müzikal yorumlarını ve fikirlerini çok beğendiğim, bana birçok konuda ilham olan bir müzisyen. Virtüözlüğünün yanında eğitimciliğindeki ve sahnedeki iletişime açık tavrı ve rahatlığından çok etkileniyorum. Türk keman sanatçılarındansa Suna Kan ve Ayla Erduran, eminim ki ben dahil birçok kemancının rol modeli olmuştur.

Müzikte yetenek mi, çalışkanlık mı, doğru yerde doğru zamanda bulunmak mı daha önemli sizce?

Tutku her ne kadar çok güçlü bir faktör olsa da bence yetenek gerçekten ilerlemek için olmazsa olmaz. Bunun yanında çalışkanlık konusunda, çalışmanın süresi veya kişinin çalışma azminden ziyade doğru ve bilinçli çalışmanın ne kadar önemli olduğunu öğrendim. Çalışmanın sonunda bedeninden çok kafan yorulmuş olmalı demişti Ceylan hocam ve bu benim çalışmaya bakış açımı değiştirmişti. Kişinin yetenek ve doğru çalışma bilincine sahip olduktan sonra ise bulunduğu yer ve zamanı doğru yer ve zamana dönüştürebileceğini düşünüyorum sanırım.

Kemanınızın bir dili olsa size ne söylerdi?

Ben yolculuk yapmayı çok seviyorum. Ve bu yolculuklarımda kemanım da hep bana eşlik ediyor. Ne söylerdi bilmiyorum ama onun da yolculuk yapmayı ve farklı yerlerde çalınmayı çok sevdiğini söylemesini isterdim.

Hayalinizdeki kemanı biraz tarif eder misiniz?

Kemancı için çaldığı enstrümanın tınısının rengi çok önemlidir ve bu tercih çok özneldir. Sanıyorum ki ben de dahil tüm kemancıların aradığı şey bir kemanın sesine ilk çalışta aşık olmaktır. Benim hayalimdeki kemanın da tanımlayamayacağım, henüz tanımadığım bir sesi var. Başka bir yönden de, yeni yapılmış bir kemandansa yüzyıllarca iyi müzisyenler tarafından seslendirilip müzik tarihine tanıklık etmiş, bir sürü duygu ve anı depolamış bir kemanı çalmak ve kendi müziğimi ona eklemek güzel olurdu. 

Peki müzik tarihinde hangi dönemde yaşamak isterdiniz ve neden?

Bu aslında benim de kendime sıkça sorduğum ve cevabını düşündüğüm bir sorudur.  Romantik dönem hem kendinden önceki dönemlere kıyasla müzisyenlerin fikir ve hareket serbestliğinin arttığı hem de sonraki dönemlere göre hala her şeyin çok yeni ve heyecan verici olduğu bir dönem. Şu an sanki her şeyin sıradanlaştığı bir zamandayız ve klasik müzikte farklı ve yeni bir şeyler yapmak eskiye göre daha zor. Bu yüzden hem müzikal özgürlüğe hem de hala bir sürü olasılığa sahip o zamanlarda bir müzisyen olmak nasıldır hep merak etmişimdir.

Ancak tüm bunların yanında bir kadın müzisyen olarak hiçbir dönemde, şu an içinde bulunduğumuz dönemdeki olanaklara ve özgürlüklere sahip olamayacağımı biliyorum. Bu yüzden bir kadın müzisyen olarak içinde yaşadığım çağdan memnunum.

Yurtdışında önemli bir yolculuğa çıkacaksınız ve başarılarınızı da uzaktan hep takip edeceğiz. Peki bu süreçte yakın tarihli projeleriniz ve kariyerinize dair hayalleriniz neler?

Yeni bir yolculuğa başlıyorum ve şu anda yakın tarihli somut bir projem yok. Ama bununla birlikte zaman içinde karşılaşacağım fırsatların, kişilerin hiç beklenmedik şekilde insanın hayatını değiştirme potansiyeli olduğunu biliyorum. Bu yüzden ben de sabırsızlıkla ve merakla bekliyorum karşıma çıkacakları…

Şimdiye kadar birçok farklı hocayla çalışma şansım oldu ve olmaya da devam ediyor. Bu süreçte çok fazla bakış açısı ve yaklaşım tanıyabildim böylece.  Ben de gelecekte, hep devam edecek olan öğrenme serüvenim boyunca depoladıklarımı başka müzisyenlere aktarmayı çok istiyorum. Bunun dışında kemancılıktan ziyade bir müzisyen sıfatı da kazanmak hayalim. Müziğin araştırılacak, çözülecek çok fazla yanı var ve müzisyenliğimi klasik müzik ve kemanla sınırlı tutmak istemiyorum. Fiziksel bir fenomen olarak “ses”ten, makamsal müzikler ya da caz gibi farklı türlere uzanan daha bir sürü gizem var derinlerine inip keşfetmek istediğim.

Ece Canay’ın YouTube kanalı: https://www.youtube.com/channel/UCgpP5loIxBC7EtJs0KbXrIg

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s