Berlin’deki Barenboim-Said Academy’e tam burslu kabul edilen genç kemancı Ayda Demirkan: “Kendime ve yapabileceklerime sonuna kadar güvenirim. Hikayemin görünmez kahramanları ise bana hep destek veren ailem”

Fotoğraf: Dovile Sermokas

2000 yılında Istanbul’da doğan Ayda Demirkan, keman çalmaya 11 yaşında Doç.Dr. Hande Özyürek ile Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda başladı. Ortaokuldan lise sona kadar da Prof. Çiğdem Iyicil ile çalışarak mezun oldu.

Türkiye’deki ilk solo konserini 16 yaşında Max Bruch Keman Konçertosu ile veren Demirkan, 2017’de Cemal Reşit Rey (CRR) Konser Salonu’nda Mendelssohn Mi minör ve 2018’de Caddebostan Kültür Merkezi’nde (CKM) MSGSÜ Orkestrası ile Mozart Senfonik Konçertant çaldı.

Geçtiğimiz yıllarda, aktif katılımcı olarak çalmaya hak kazandığı ustalık sınıflarında Maxim Vengerov, Oleg Kaskiv, Lukas David, Bernhard Hartog, Florence Malgoire (Barok keman), Marco Misciagna, Andrej Bielow, Madeleine Mitchell, Eva-Diller Dörnenburg, Jano Lisboa, Fedor Rudin, Mischa Nodelmann, Boris Garlitsky ve Emilio Percan ile çalıştı. Pasif katılımcı olarak ise 2017’de Kronberg Academy’de düzenlenen ustalık sınıfında Ana Chumachenco, Mihaela Martin, Miriam Fried ve Boris Kuschnir’in derslerine katılma şansı yakaladı. “Bugüne kadar çok fazla hocayla ders yapabilme fırsatı buldum ve kafamda keman hakkında dolaşan sorular hiç bitmedi, hatta daha fazlası hocalar tarafından eklendi. Ne kadar çok öğrenirsem öğreneyim, tüm bu çalıştığım hocalar, bana kemanın düşündüğümden çok daha derin bir varlık olduğunu kanıtladı. Her zaman kendime “ben oldum” dememi engellediler, bunun için hepsine teker teker minnettarım” diyor Ayda Demirkan.

2017’den beri Cem Mansur yönetimindeki Türkiye Gençlik ve Filarmoni Orkestrası’da birinci keman üyesi olan ve 2019 kampında yardımcı başkemancı olarak çalan Demirkan, Avrupa’nın prestijli salonlarından sadece birkaçı olan Konzerthaus Berlin (2017&2019 Young Euro Classic), Rudolfinum, Teatro Filarmonica, Scuola Grande di San Rocco ve daha fazlasında orkestra ile birlikte konserler verdi.

2018’de Parantez Quartet ile ilk oda müziği konserini Bilkent Müzik Günleri’nde verdi. Daha sonra Gürer Aykal şefliğinde düzenlenen ve Gülsin Onay’ın da solist olarak birlikte çaldığı Yıldızlar Topluluğu ile CRR’de konser verdi.

Aynı yıl Berlin’de üniversite eğitimi için tam burslu kabul edildiği Barenboim-Said Academy’de Prof. Mihaela Martin ile çalışmalarına halen devam ediyor. Oda müziği derslerinde Yulia Deyneka, Kryzsztof Specjal, Michael Wendeberg ile çalışmış, bu dönem ise Michael Barenboim ve Belcea Quartet’in viyolacısı Kryzsztof Chorzelski ile derslerini sürdürüyor. Berlin’deki bu seçkin müzik akademisi, az bir öğrenci nüfusuyla alanının en seçkin öğretmen kadrosu eşliğinde entelektüel müzisyenler yetiştirmeyi hedefleyen önemli bir kurum.

Ayda Demirkan’ın keman ile olan ilişkisini tanımlaması ise çok özel ve güzel: “İlk başlarda kemanla çok boğuştuğum bir dönemdeydim. Sürekli atışan çiftler gibiydik ama daha sonradan yavaş yavaş birbirine daha çok tolerans tanıyan ve sabrın meyvelerini birlikte yediğimiz bir ikiliye döndük. Ona sevgiyle yaklaştığımda onun da bana aynı şekilde karşılık verdiğini fark ettim. Beni en iyi anlayan yoldaşım olduğuna inanıyorum. İyi ve kötü gün dostum olduğunu kolaylıkla söyleyebilirim.”

Bu denli yoğun ve başarılı bir müzik hayatı ve başarı öyküsünün ise görünmez kahramanları, kendine ve yapabileceklerine hep güvenen Ayda’nın en başından beri hep yanında duran ve desteklerini hiç esirgemeyen ailesi. Ayda’yı tanımaya ne dersiniz? Kendisiyle çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik:

Merhaba Ayda hanım. Müziğe olan ilginiz çocukluğunuzda nasıl fark edildi ve notalarla ilk tanışmanız keman üzerinden mi oldu? Örneğin o dönemde ailenizde size ilham kaynağı olan bir müzisyen var mıydı?

İlkokul 4. sınıftayken Beşiktaş Halk Eğitim Merkezi işbirliği ile okulumuzda keman kursu açıldı. Aslında keman çalmak o zamanlar hiç aklımda yoktu ama yapılan kulak sınavı sırasında içimde beklenmedik derecede bir merak ve istek doğdu. Hocamız Şule Çakar ile bir yıl çalıştıktan sonra düzenlenen bir konser etkinliğinde beni küçük solist olarak sahneye çıkardı. Kemanımla bu ilk sahne deneyimimdi ve beni o yaşımda bile sahneden ayırmak istemeyen ilk neden alkışlardı. Sahne benimdi, herkes kulağını açmış bir tek benim çalışımı dinliyordu. Spot ışıkları hiç tanımadığım bir hisse kapılmamı sağladı ve sahneden inmek istemedim. O günü hiç unutamam. Daha sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda önce yarı zamanlı, ardından da tam zamanlı öğrenci olarak önce Hande Özyürek, daha sonra da Çiğdem İyicil ile çalıştım ve şimdi bulunduğum noktaya kadar geldim.

Ailemde profesyonel müzisyen yok ancak babam gençliğinde bir süreliğine viyolonsel ve akordeon çalmış, ablam ise o zamanlar piyano çalmayı öğreniyordu.

İlk solo konserinizi 16 yaşında verdiniz. Sahneye ilk çıktığınız anı, heyecanınızı yönetmenizi anımsıyor musunuz?

Evet, çok iyi hatırlıyorum. O yaşlarda orkestrayla en çok çalmak istediğim eser Mendelssohn Mi minör Keman Konçertosu’ydu ve okulun orkestra solistlik seçmeleri sonrası bu eseri çalabileceğimi duyunca ne kadar mutlu olduğumu hatırlıyorum. Hayal ettiğimiz şeylerin yavaş yavaş gerçekleşmesinin verdiği heyecan ve mutluluğun üzerimizdeki etkisini hepimiz biliriz. Sahneye ilk çıktığım anda o zamana kadar izlediğim büyük solistlerin yaşadığı duyguları tatma fırsatına sahip olduğumu hissettim. Koca orkestra sizi bekliyor, alkışlar kopuyor, spot ışıkları üzerinizde ve tüm bunların beraberinde getirdiği sorumluluk ve heyecanı ilk adımımda fark ettim. Tabii ki o zamanlar henüz çalışımda bir sürü teknik problemlerim vardı, sahneyi kullanma ve seyircinin dikkatini çekmek ne demek daha bilmiyordum. Elbette hatalarım oldu, hala da olur ve bunun için minnettarım, çünkü her hatada bir adım ilerisini keşfediyorum. Eser başlar başlamaz tek düşündüğüm müzik oldu. Sanki etrafımdaki her şey ve herkes yok oldu, bir tek ben ve yapmak istediğim müzik oradaydı. Heyecanımı yönetmeye çalıştığımı anımsıyorum, yine de sadece her anın tadını elimden geldiğince çıkarmaya ve ne olursa olsun, iyi veya kötü sadece o ana ve ardı ardına gelen melodileri istediğim gibi çalmaya odaklandığımı hatırlıyorum.

Sahneye çıkmadan önce size şans getiren bir uğurunuz var mı? Neler yaparsınız?

Nesnel olarak şans getiren bir eşyam yok. Sahneye çıkmadan önce zihnimi sakinleştirmek için meditasyon yaparım. İnsanlarla performans öncesi iletişim halinde olmayı pek sevmem, dikkatimi dağıtmamak için. Bana uğur getirebilecek şeyin tamamen kendi zihnim ve çalışma sonucum olduğuna inanıyorum.

Peki zorlu bir parçaya hazırlanırken nasıl bir çalışma metodu izlersiniz?

Zor bir eser çalışırken kolaylıkla kaybettiğimiz şey sabırdır. Eseri baştan sona okuduktan ve genel hissiyatı tattıktan sonra yavaş bir şekilde eserin analizini yapıp üzerinde kısaca bilgileri not ederim. Böylece elimde genel bir taslak olur, bu da eserde yazılı olan bazı noktaları kendi fikir veya yorumlarımla karşılaştırmama yardımcı olur. Zor eserleri özellikle olabildiğince yavaş ve doğru okumak çok önemlidir. Notaları öğrendikten sonra bana zor gelen pasajları, vücudumun çalarken rahat olabilmesi için farklı pozisyonlarda denemeye dikkat ederim. Bir şey istediğimiz gibi olmuyorsa çoğu zaman yapamadığımızdan değil, vücudumuzdaki bir noktanın gergin veya yeterli derecede rahat olmamasından kaynaklı oluşan bloklar yüzündendir. Dolayısıyla, özellikle böyle durumlarda eğer kendimi rahatsız hissediyorsam nedenini çabucak bulmaya ve ona göre ya o noktayı gevşetecek egzersizler yapmaya ya da bahsettiğim gibi rahat hissedebileceğim ve vücuduma uygun bir pozisyon bulmaya çalışırım. Bunları hallederken esere daha çok hâkim olmaya başladığımda artık çok yavaş çalışmaya ara verip eseri temposuna getirmeye çalışırım, bu da kaslarımın asıl tempoda verdiği tepkilere göre nasıl hareket ettiğini öğrenmeme yardımcı olur. Bazen eseri tamamen çalabiliyor hale geldiğimde sıklıkla bazı noktalarda oluşan bloklar söz konusu olabiliyor ve bu durumlarda da tekrardan yavaş çalışmaya dönüp nasıl olması gerektiğini hatırlamaya çalışırım.

Ustalık sınıflarına hangi yaşta katılmaya başladınız? Sizlere nasıl katkılar sağladı?

İlk masterclass deneyimimi 15 yaşındayken Ayvalık Müzik Akademisi’nde yaşadım. Orada ilk kez yabancı bir hocayla çalışma imkânı buldum, -Mischa Nodelmann. O zamanlar masterclass’ta neler yapılır, nasıl çalışılır, nasıl hazırlanılır, beklentilerim neler olmalıdır, bunları hiç bilmediğimden işin ciddi tarafının henüz farkında olmadan girmiştim derslere. Nodelmann’ın bana ve diğer arkadaşlarıma karşı davranış şekli çok sakin, sabırlı, yabancı hocalardan beklediğimin tersine çok arkadaş canlısı olmasıydı. Bu sayede iletişimimiz çok rahat oldu, ona çalarken hangi pasajı neden öyle çalmamı istediğini açıklaması, benim sonradan onun dediklerini denediğimde çaldığım eserin daha ilginç hale gelmesine yardımcı olduğunu fark ettim. Tabii ki orada aynı zamanda sevgili hocam Prof. Çiğdem İyicil, değerli Prof. Pelin Halkacı Akın ve rahmetli çok değerli viyola hocalarımızdan Ruşen Güneş de bulunuyordu. O masterclass’ı benim için unutulmaz kılan nedenlerden biri de hiç şüphesiz Ruşen Hoca’yı tanıma şansını yakalamam ve onun bana ileriki müzik hayatım için verdiği tüyolardı. Çok babacan bir insandı, viyola çaldığında ve bizimle konuştuğunda adeta büyülenirdik. Mekânı cennet olsun.

Şunu da söylemeliyim ki bugüne kadar çok fazla hocayla ders yapabilme fırsatı buldum ve kafamda keman hakkında dolaşan sorular hiç bitmedi, hatta daha fazlası hocalar tarafından eklendi. Ne kadar çok öğrenirsem öğreneyim, tüm bu çalıştığım hocalar, bana kemanın düşündüğümden çok daha derin bir varlık olduğunu kanıtladı. Her zaman kendime “ben oldum” dememi engellediler, bunun için hepsine teker teker minnettarım. Masterclass’lar bu anlamda bana özellikle sürekli bir arayış içinde olmayı öğretti.

2017’den beri Cem Mansur yönetimindeki Türkiye Gençlik ve Filarmoni Orkestrası’nda birinci keman üyesi ve 2019 kampında yardımcı başkemancı olarak çalıyorsunuz. Orkestra deneyimi sizlere neler katıyor?

Orkestrada çalmak bana paylaşmayı, aynı sevgiyi bir bütün olarak birbirimize ve bizi dinleyip izleyenlere aktarmayı, başkaları için koşulsuz sorumluluk almayı, kendimi seviyeli bir şekilde ifade etmeyi, insanlarla doğru yönde iletişim kurmayı, ortak bir fikre varmak için çeşitli yöntemler denemeyi, kısacası normal hayatımızda sergilememiz gereken davranış biçimlerini beslemeyi öğretti. Basit gibi gözüken fakat sabrı zorlayabilen durumlarla başa çıkmayı öğrendim. İnsan ilişkileri ve kendimize olan özsaygı ve sevgiyi geliştirmek açısından katkısı inanılmaz derecede fazla. Aynı zamanda orkestra içinde konuşmadan sadece müziğimizle diyalog kurmayı öğreniyoruz. Çaldığımız büyük programlar bana her zaman adeta bedenen oradan ayrılma hissi yaşatır ve kendimi tamamen müziğe adamamı sağlar.

Bu anlamda değerli şefimiz Cem Mansur’dan çok fazla şey öğrendik, çoğul konuşuyorum çünkü eminim ki onunla çalışma imkânı bulan bütün arkadaşlar benimle aynı düşüncelere sahiptir. Derin bilgi dağarcığı ile bizlerle paylaştıkları ve bunu yaparken duyduğu ve hissettirdiği heyecan bize her zaman büyük ilham vermiştir. Onunla çalışma imkânı bulduğum ve bana kattıkları için kendisine minnettarım. Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası (TUGFO) benim Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası’ndan sonra Türkiye’de profesyonel anlamdaki ilk orkestra deneyimimdi ve o güzel insanlarla ve birbirinden değerli hocalar ve müzisyenlerle ile birlikte çalışma ve müzik yapma fırsatı yakaladığım için çok şanslıyım.

Avrupa’nın prestijli salonlarından Konzerthaus Berlin (2017&2019 Young Euro Classic), Rudolfinum, Teatro Filarmonica, Scuola Grande di San Rocco’da sahne aldınız. Peki, akustiği, izleyici profili, mimarisiyle aklınızdan hiç çıkmayan, sizi büyüleyen konser salonu hangisi oldu?

Bu saydığınız tüm konser salonlarında ayrı güzellikte anılarım var. Seyirci, salon, akustik ve mimarî açıdan hepsine bayıldığımı söyleyebilirim ama benim için Berlin Konzerthaus’un hep ayrı bir yeri olmuştur.

2018 yılında da ilk oda müziği konserinizi verdiniz. Oda müziği ile senfonik müziği bir kemancı olarak size yaşattıkları duygular açısından nasıl kıyaslarsınız?

Oda müziğini ve orkestrayı karşılaştırmam gerekirse şunu söyleyebilirim ki, orkestrada aynı partiyi birden fazla insanla ve aynı harmoni içinde çalmaya çalışırken, oda müziği daha solistliktir. İkisinin de getirdiği sorumluluklar neredeyse aynı seviyededir. Orkestrada dinleme sorumluluğunda olduğunuz enstruman sayısı oda müziğinde aza indirilmiş olsa da sergilediğiniz performans apaçık ortadadır, çünkü dediğim gibi o durumda bir nevi solistsinizdir. Ancak ikisinde de çalışma şekliniz açıkça görülür, o yüzden her zaman yüzde yüz hazırlanılması ve de kendinden emin olma durumu gerekmektedir. Ben genelde oda müziğinde daha çok heyecan yapma eğilimindeyimdir, üzerimde daha çok baskı hissederim, ancak bu heyecanı risk alarak pozitif ve ânı benim için unutulmaz kılan hatıralara dönüştürmeyi seviyorum. Orkestrada hissettiğim baskı ve sorumluluğu ise kendimi müziğin bütününün ellerine bırakıp ve orada yalnız olmadığım hissini sonuna kadar tatmaya çevirebilmeyi seviyorum.

Birçok müzisyenin hayallerini süsleyen Barenboim-Said Academy’de üniversite eğitiminizi tam burslu şekilde sürdürüyorsunuz. Bu akademiyi seçkin ve özel kılan unsurlar neler? Derslerinizin çok-boyutlu ve birçok branşı kapsayacak şekilde tasarlanması bir müzisyen olarak hayata bakışınızı nasıl şekillendirdi?

Barenboim-Said Akademi’de okumaya karar vermemdeki ilk neden hocam Mihaela Martin’in burada hocalık yaptığını öğrenmemdi. Kendisi Kronberg Academy’de katıldığım masterclass sırasında verdiği dersleri izlerken ileride birlikte ders yapabilmeyi dilediğim bir hocaydı. İkinci sebebi, okulun öğrencilerine tanıdığı burs ve diğer imkânlardı. Malum müzik eğitimi zaten başlı başına çok masraflı bir de bu eğitimi yurtdışında sürdürmek gerçekten çok maliyetli ve maalesef ki Türkiye’de bu eğitimler için yeterli burs kaynağı bulmak çok zor ve yeterli ölçülerde değil. Okulun sağladığı burs bu anlamda ailemin üzerine yurtdışı eğitimim için daha fazla yük olmamı bir nebze de olsun engellemiş oldu.

Bunun yanında okuldaki toplam nüfusun henüz yüze bile ulaşmamış olması da en büyük avantajlarından. Her enstruman için seçilmiş çok iyi hocaların varlığı ise bambaşka bir lüks bizim için. Bize sunulan bu güzel imkânların dışında hocaların öğrencileriyle birebir ilgileniyor olması çok kolay bulunmayacak bir şans. Geçen dönemden beri okulumuzun kendi orkestrası var ve bazen Maestro Daniel Barenboim bizi dinlemeye hatta ara sıra yönetmeye bile gelir. İstediğiniz zaman ve vakti olduğunda Maestro’ya bile çalma imkânımız oluyor ki, bu da elimizdeki en büyük şanslardan biridir. Tüm bunların dışında gördüğümüz felsefe, edebiyat, müzik tarihi, müzik teori, tarih ve diğer dersler vasıtasıyla okulumuz asıl olarak entelektüel müzisyenler yetiştirmeyi amaçlamaktadır. Okulumuz Orta-Doğu kökenliler (Filistin, Israil, Iran, Türkiye, Lübnan ve daha fazlası) çoğunlukta olmakla birlikte dünyanın farklı ülkelerinden gelen arkadaşlarımız ile çok kültürlü bir yapıya sahip. Çok fazla öğrenci olmadığından da paylaşım yapmanın ve iletişim kurmanın diğer okullara nazaran daha kolay olduğunu düşünüyorum.

Peki öncesinde eğitiminizi sürdürürken herhangi bir kurumsal destekten yararlanmış mıydınız?

Hayır, almadım.

Avrupa ile Türkiye arasında keman eğitimi ve uzmanlaşma açısından nasıl farklılıklar gözünüze çarpıyor?

Avrupa’daki keman eğitimi konusunda tecrübelerime dayanarak konuşmam gerekirse burada hocaların bağlantıları, arka planda aldığı eğitimler, geçmişte katıldıkları yarışmalar ve okudukları okullar açısından inanılmaz geniş bir vizyona sahip olduklarını kolaylıkla söyleyebilirim. Neredeyse her müzisyenin hayali olan Avrupa’yı özel kılan imkânlar ve fırsatların çokluğu beni hep cezbetmiştir. Konser verebilme imkânlarımızın ve seyircinin bol olduğu prestijli konser salonları ve eğitimimizde bizden beklenen sıkı disiplin ve sadece hak edenin başarıyı elde edebileceği, temelden benimsenmiş düşünce ve davranış şekli fark edilir derecede göz önüne serilir. O yüzden gittiğiniz veya yaptığımız işlerde hep yüksek derecede ve belirli standartlara göre bir değerlendirme söz konusudur, bu da öğrencilerde sürekli daha da iyi olma isteği doğurur. Aynı zamanda, her yerde olduğu gibi hırsını çok yanlış veya çok iyi yönlerde kullanan müzisyenlerle aynı ortamda eğitimimizi sürdürmekteyiz. Türkiye’deki eğitimi ben açıkçası belli bir noktadan sonra yeterli bulmamaktayım ki, bu sözüm sadece hocalar açısından değil, devletin sanat ve sanatçı yetiştiren kurumlara yaklaşımı ve yeterli destek ve imkânları tanımamasından kaynaklanmaktadır. Bu anlamda, Türkiye’ye sonradan ulaşmış bir müzik türü olan klasik müziğe kanatlarını daha fazla ve özgürce açabilmek için doğduğu yere, eğitiminin bir noktasında adım atabilmenin bir müzisyenin enstrumanına ve müziğine çok daha fazla katkıda bulunacağına inanıyorum.

Kendi kendinize keman çalar mısınız evde? Kemanınızla aranızda nasıl bir bağ var?

Çalışmam bittiğinde genelde enerjim kalmışsa yeni eserleri deşifre ederim, çoğu zaman evdeki hoparlör ile yeni oda müziklerini veya senfonileri açıp okumayı severim. İlk başlarda kemanla çok boğuştuğum bir dönemdeydim. Sürekli atışan çiftler gibiydik ama daha sonradan yavaş yavaş birbirine daha çok tolerans tanıyan ve sabrın meyvelerini birlikte yediğimiz bir ikiliye döndük. Ona sevgiyle yaklaştığımda onun da bana aynı şekilde karşılık verdiğini fark ettim. Beni en iyi anlayan yoldaşım olduğuna inanıyorum. İyi ve kötü gün dostum olduğunu kolaylıkla söyleyebilirim.

Peki repertuarınızda mutlaka olan besteler ve besteciler hangileri?

Mozart Keman Konçertoları, Franck Sonat, Ravel Sonat No.2, Debussy Sonat ve Mendelssohn F Majör Sonat diyebilirim.

Kemanınızla günde ne kadar süre çalışırsınız?

4-5 ve bazı özel durumlarda 5-6 saate kadar çalışırım, tabii ara vererek.

Kemanın sesini doğada hangi sesle özdeşleştirirsiniz?

Sesten ziyade verdiği hissi tarif etmem gerekirse sabah çok erkenden gittiğiniz ormanlık bir alanda çimlere uzanıp, gözlerinizi kapattığınızda duyduğunuz her çeşit sesin verdiği huzur diyebilirim. Kimsenin var olmadığı bir dünya, sadece ben ve duyduklarım.

Sizin için vazgeçilmez olan keman virtüözlerini de öğrenmek isterim.

Çok var, David Oistrakh, Leonid Kogan, Ivry Gitlis, Isaac Stern, Itzhak Perlman, Maxim Vengerov, Leonidas Kavakos, Hilary Hahn ve Janine Jansen. Hepsi benim için unutulmaz solistler, her birinden ayrı ve farklı konularda ilham almaktayım. Bir de tabii ki kendi hocam Mihaela Martin’den de çok ilham almaktayım.

Peki çok önemli bir akademiye tam burslu giren, başarılı bir kadın kemancı olarak “süper gücünüz” nedir?

Kendime ve yapabileceklerime sonuna kadar güvenip, inanmak. Şunu da söylemeliyim ki annem ve babam ben bu yolu seçtiğimden beri hep arkamdaydılar. Bazen çalışırken ruhsal ve fiziksel olarak zayıfladığımı düşünürken bana çok yardımcı oldular. Hikâyemin görünmez kahramanları da onlar aynı zamanda.

Tüm bu müzik yolculuğunuzda başarı adına ne tür fedakârlıklarda bulundunuz?

Ben Berlin’de okumaya gelene kadar dışarıda arkadaşlarıyla buluşmaya çok nadir çıkabilen biriydim. Genellikle ailem sürekli çalışmam gerektiğini üstüne basa basa vurgular, çalışmadığımda ise kızarlardı. İlk başlarda hep üzülür, istediğim zaman arkadaşlarımla vakit geçiremiyorum diye üzülür, sorunsuz çıkabilen arkadaşlarıma imrenirdim. Çoğu zaman bana teklif edilen, bir yere gidilme planlarına “gelemem” demeye çekinirdim. Bir süre sonra da insanlar durumu fark edip sormamaya başladılar, ben de bir nevi alıştım sadece oturup çalışmaya. Sosyalleşmeden hep uzak kaldığımı düşünüp üzülürken kendimi daha çok geliştirmişim meğer. Cana yakın bir insanımdır, çabuk adapte olurum o yüzden fırsatım olduğunda sosyalleşmede de hiçbir sorunum yoktur. Annem hep, yapmak istediğim şeyleri zamanı geldiğinde yapacağımı ama önce iyi çalışmam gerektiğini söylerdi. Şimdi çok iyi anlıyorum nedenini. Annem ve babam benim her şeyim. Onlar olmasa şimdi olduğum yerlere gelirken daha çok zorluk çekecektim. Hala yüzleştiğim bir sorun ise bazen çalışırken veya sonrasında yaşadığım ruhsal yorgunluk, çünkü istediğimiz bir şey hemen olmadığında hepimizin modu ve motivasyonu düşer ve bunların olması çok normal. Ancak sürekli bunlarla bir savaş içinde olduğumuzdan, sorunlarla yüzleştiğimizde ve kendi çıkış yolumuzu bulmaya çalışırken yorulmaya devam edeceğiz.

Hayatıyla, mücadeleleriyle ve başarılarıyla / başarısızlıklarıyla sizi çok etkilemiş bir keman virtüözünü merak ediyorum.

Sanırım Maxim Vengerov diyebilirim. Hayatını tamamen müziğini paylaşmaya adamış muhteşem kalpli bir kemancı kendisi. Gelmiş olduğu nokta ve bu noktaya kadar ki yolculukları, hayat hikâyesi ve başarıları çok ilham verici. İlham aldığım insanların başarısızlıklarından bahsetmek bana düşmez. Daha doğrusu böyle durumlarda başarısızlık kelimesini kullanmayı doğru bulmam. Öncelikle Vengerov’un çok küçük yaşlardan itibaren keşfedilmiş yeteneği, kendi müziğine olan dürüstlüğü ve sevgisi, özellikle çocuklara ve gençlere sürekli büyük bir aşk ve heyecanla fikirlerini paylaşma şekli (ki UNESCO tarafından İyi Niyet Elçisi olarak seçilen ilk klasik müzisyendir) ve dinleyiciyi sahnedeki performanslarıyla birlikte alıp götürmesi bana her zaman çok fazla ilham vermiştir. Öğrencilere karşı çok saygılı, sevgili ve sabırlı olması da beni çok etkilemişti. Özellikle onunla Menuhin Akademi’de yaptığım derste inanılmaz bir destek ve motivasyon verme şekli, hiçbir egosunun olmaması ve benimle birlikte çalmasından çok etkilenmiştim. En büyük idollerimden birinin sergilediği bu pedagojik yaklaşım benim için çok değerliydi.

Sizin izinizden gitmek isteyen çocuk müzisyenlere keman ve başarılı bir kemancı olmak konusunda vereceğiniz “tüyolar” nelerdir?

Öncelikle kendinizi çok sevin, bu yaptığınız müziğe otomatikman yansıyacaktır. En çok değer verdiğiniz şey sabır olsun, böylece çalışma ve çalma kapasiteniz kişiliğinizle eşdeğer derecede büyüyecektir. Her gün çok iyi çalamayabilirsiniz, böyle durumlarda eğer kendinizi iyi hissetmiyorsanız enstrumanınızla aranıza en fazla 2-3 gün süreliğinde ara vermek sağlıklı olur. Yapmak istediğiniz şey olmuyorsa kendinize ve enstrumana kızmayın, tam tersine neden olmadığını araştırın. Çalışırken kendinize karşı dürüst olun, hiçbir zaman hatalarınızın üstünü örtmeye çalışmayın. Çok soru sorun, sıkıştığınızı hissettiğinizde sorunlarınızı müzisyen arkadaşlarınıza da sorup bilgi alışverişinde bulunun, çünkü bazen sizin için uygun olan cevaplar düşündüğünüzden daha basittir. Vücudunuza iyi bakın, her gün azar azar esnetme hareketleri yapın, çalarken vücudunuzun her noktası rahat etmeli. Yenilgiyi kabul edin, çünkü o noktada öğrendiğiniz şeylerle daha da yükseğe çıkacaksınız. Kaybetmekten korkmayın ama neden kaybettiğinizi sorgulamayı da unutmayın. Düzenli ve azimli çalışmalar sonucu bazen farkında olmadan daha iyiye gideceksiniz. En önemlisi ise enstrumanınızı, müziğinizi çok ama çok sevin, hakkınızda başkalarının ağzından çıkan ve hatta kendinize karşı sarf ettiğiniz kelimelerin sizi önemsiz ve değersiz hissettirmemesine dikkat edin ve kendinizle her zaman gurur duyun.

Hayat size beş-on yıl içerisinde neler getirsin istersiniz? Hayalleriniz, hedefleriniz nedir? Kendinize Türkiye’de bir müzisyenlik geleceği kurguluyor musunuz, yoksa artık yeriniz Avrupa mı?

Gelecek yılların bana, kendi müziğimi daha çok insanla paylaşabileceğim platformlar ve fırsatlar getirmesini diliyorum. İçimdeki o bitmek bilmeyen paylaşma hissini sonuna kadar yaşayacağım, açıp açıp bitiremediğim kapılar olsun istiyorum. İçinde yaşadığımız bu güzel dünyayı daha huzurlu ve barış içinde kılabilecek unsur olan yüce müziğin elimden gelen en büyük çabayla bir parçasına dönüşmek istiyorum.

Benim hayalim ilk olarak yüksek lisansımı tamamlayıp, orkestra deneyimleri ile pedagoji okumak, çünkü ilerleyen yaşlarımda müziğin beni beslediği kadar ben de gelecekteki öğrencilerimi elimden geldiğince beslemek istiyorum. Onlarla bir müzisyen olarak hep iletişim içinde olmak ve yeri geldiğinde onlardan bir şeyler öğrenmek istiyorum. Oda müziği ve orkestra benim için en önemli ve gerçekleştirmek istediğim diğer hayallerimden ikisi. Özellikle bu ikisi çoğu kez kendimi müziğin içinde kaybettiğim anlar yaşatan ve daha da yaşatacağına inandığım kulvarlar.

Kendimi ileride yaşam ve iş açısından Avrupa’da görüyorum, ancak kendi ülkeme bir katkımın dokunacağı fırsatlarla karşılaşırsam kesinlikle bu anlamda rol almak isterim ki bu beni çok mutlu eder. Çünkü ben Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda yetişmiş eğitimli, çağdaş, yenilikçi ve gelişmeye daima aç bir Cumhuriyet kadını olarak ülkemin kültürel ve sanat alanında gelişimine ve benim gibi nice gençlerin yetiştirilmesi adına elimden geldiği kadarıyla her türlü katkıyı sunmaya sonuna kadar hazırım.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s