1987 yılı Ankara doğumlu Kandemir Basmacıoğlu, müzik odaklı yaşantısına 1995 yılında babasının büyükelçiliğe kültür müşaviri olarak atandığı Kırgızistan’da başladı. Akabinde ağırlıklı olarak Rus ekolünden eğitmenlerin yönlendirmesiyle müthiş bir piyanistin doğuşuna tanıklık ettik. 1998’de tam burslu olarak başladığı Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi bünyesindeki eğitimini, 19 yaşındayken lisans, 21 yaşındayken yüksek lisans programlarından Yüksek Onur dereceleri alarak tamamladı ve bu süreç boyunca Anna Garibian ve Gülnara Aziz ile çalıştı.
Türkiye’nin yanı sıra, Almanya, İtalya, Ukrayna ve Bulgaristan’da, Michael Markov, Michael Roll, Boris Petrushansky, Konrad Elser, Oxana Yablonskaya ve alanında önde gelen birçok isimle ustalık sınıflarına katıldı. İş Sanat Genç Yetenekler seçmelerini kazanarak Parlayan Yıldızlar’la Bir Hafta Sonu etkinliği kapsamında 2004 yılında İş Sanat’da resital verdi.
2006’da Almanya’da gerçekleşen Cyprien Katsaris Piano Academy’ye katıldı. Buradaki F. Liszt Si minör Sonat performansı, müzik dünyasının önde gelen isimlerinden “yıldızlı pekiyi” aldı, basında büyük yankı buldu, hatta “parmaklarının tuşların üzerinde adeta uçtuğundan” söz edildi.
2008 yılında yüksek eğitimini Almanya’da sürdürmek için Almanya’nın verdiği DAAD Sanatçı Bursu’nu alan Basmacıoğlu, bir sene sonra da Borusan Müzik Bursunu kazandı ve 2011 yılında maestro Gürer Aykal önderliğinde Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ile solist olarak bir konserde yer aldı.
2014 yılında 15. Uluslararası Antalya Piyano Festivali’nde bir resital veren genç piyanist, 2020 Şubat ayında ise Berlin Filarmoni Oda Müziği Salonunda Beethoven’ın 250. doğum yılı sebebiyle gerçekleştirilen konserde yer alan beş piyanistten biri oldu. Basmacıoğlu’nu özel kılan niteliklerinden biri; çaldığı esere ve o eserin bestecisine olduğu kadar izleyiciye ve dinleyiciye karşı duyduğu saygı ve özdisiplin. “Bir eseri çalışırken mümkün olduğunca o eserin besteleniş süreci ile ilgili bilgi edinmeye çalışırım. Sonrasında ise notada bestecinin belirtmiş olduğu her şeye harfiyen uyarak kendi yorumumu katmayı denerim. Yorumumun dinleyiciyi ikna edebilmesi için öncelikle kendim ikna olmam gerektiğine inanıyorum” diyor.
Bununla bağlantılı olarak ise şu anda yetiştirdiği öğrencilerine bolca okumak ve dinlemek doğrultusunda tavsiyelerde bulunuyor; çalışılan bestecinin farklı türdeki eserlerinin dinlenmesini, mesela Mozart sonat çalışılıyorsa Mozart’ın operalarını veya Haydn sonat çalışırken Haydn’ın senfonilerini dinleme gereğini vurguluyor. Bir diğer deyişle, sanatçının bütünsel ve derinlikli bir bakış açısına sahip olması gerektiğini her fırsatta vurguluyor.
Konser verdiği en sıradışı yer ise Almanya’daki öğrencilik yılları sırasında bir huzur evi olmuş. “En genci 95 yaşlarında olan, bazısı İkinci Dünya Savaşı gazisi olan yaşlılara çalmak benim için çok duygusaldı. Herkes pürdikkat, gözünü bile kırpmadan dinlemişti yaklaşık bir saatlik konserimizi” diye anımsıyor o büyülü hatırasını.
Almanya’daki piyano eğitimini Prof. Vassily Lobanov ile Hochschule für Musik Köln’de tamamlayan Basmacıoğlu, 2015 yılında Sanatta Yeterlik çalışmalarını Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda sonlandırdı. 2017 yılında doçentlik unvanını alan Kandemir Basmacıoğlu, 2010 yılından bu yana akademik çalışmalarını İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Piyano Bölümü’nde sürdürüyor.
Basmacıoğlu’nun müzik repertuarı da oldukça renkli: Mozart Quintet E flat Major K. 452’den F. Mendelssohn – Trio D minor Op.49’a, J. Brahms – Trio No.3 C minor Op.101’den M. Glinka – Trio Pathétique D minör ve daha nicelerine dek çok etkileyici ve ustalık gerektiren bir müzik yelpazesi sunuyor dinleyicilerine.
Uzun zamandır çalışmalarını, başarılarını ve yorumlarını büyük bir hayranlıkla izlediğim bu değerli genç piyanistimizle hepimizin bilgilenmesi ve aydınlanması için çok keyifli ve öğretici bir söyleşi gerçekleştirdim. Okumanızı çok arzu ederim:
Piyano hayatınıza Kırgızistan’da başladınız. O süreci biraz anlatır mısınız? Müziğe ilginiz ve yeteneğiniz nasıl ortaya çıktı? Ailede müzisyenler var mıydı? Sizi nasıl yönlendirdiler? Sanırım Rus ekolünün ağır bastığı bir eğitim aldınız ilk aşamada, zira sizinle ilgili övgülerin başında “klavye egemenliğinizin çok etkileyici oluşu” var.
Babam herhangi bir çalgı çalmasa da çok müzik dinleyen ve seven bir insandır. Müziğe ilgim ben daha çok küçükken onun beni neredeyse her hafta CSO konserlerine götürmesiyle başladı diyebilirim. İkinci bir önemli etken de benden 15 yaş büyük ağabeyim Burak Basmacıoğlu’nun Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda yatılı olarak piyano eğitimi görmesiydi.
İlkokul bir ve ikinci sınıfları Ankara’da okudum. O yıllarda gittiğim okulda tesadüfen babamın eski bir arkadaşı opera sanatçısı olan İhsan Akev hafta sonları çocuklara org dersleri veriyordu. Ben de o derslere katılmaya başladım. 1995 yılında ise babamın büyükelçiliğe kültür müşaviri olarak atanması sebebiyle Bişkek’e taşınmak durumunda kaldık. Ben de bu şekilde, Sovyetler dağıldıktan yalnızca birkaç sene sonra, Bişkek’teki Şubin Müzik Okulu’nda ilk kez piyano eğitimi almaya başladım. Sonrasında ise hem Bilkent Üniversitesi’ndeki hem de Almanya’daki hocalarımın hepsi Rus veya Rusya’da eğitim almış hocalar oldu.

2006’da Almanya’da gerçekleşen Cyprien Katsaris Piano Academy’de F. Liszt Si Minor Sonat performansınız basında çok yankı bulmuştu. Bu eseri seçme sebebiniz neydi, sizin için hangi açılardan özeldi?
Bu ustalık sınıfı hayatım boyunca hatırlayacağım anılardan biridir. Dünyaca ünlü piyanist Cyprien Katsaris ile bir haftaya yakın bir süre çalışma fırsatı buldum. İşin en heyecan verici kısmı ise derslerin Liszt’in uzun yıllar yaşadığı Weimar’daki evinde yapılıyor olmasıydı O atmosferi solumak ve Liszt’in piyanosuna dokunmak benim için unutulmaz bir deneyimdi. O sıralarda Liszt’in Si Minör Sonatı’nı çalışıyordum ve onun evinde çalmak için de herhalde daha uygun bir parça olamazdı. Çalarken tüylerim resmen diken diken olmuştu. Katsaris asla bitmeyen enerjisiyle bu eseri bana sabırlı bir şekilde ölçü ölçü açıklamıştı. O ustalık sınıfından edindiğim izlenimlerle bu sonatı birçok kez seslendirme fırsatım oldu.
Kendi fikirlerinizi bestecininkilerle birleştirme yeteneğinizden çok söz ediliyor. Bunu biraz açabilir misiniz? Özellikle hangi bestecilerle böyle bir “fikirsel” bütünlük kurabiliyorsunuz?
Bir eseri çalışırken mümkün olduğunca o eserin besteleniş süreci ile ilgili bilgi edinmeye çalışırım. Sonrasında ise notada bestecinin belirtmiş olduğu her şeye harfiyen uyarak kendi yorumumu katmayı denerim. Yorumumun dinleyiciyi ikna edebilmesi için öncelikle kendim ikna olmam gerektiğine inanıyorum. Özellikle Haydn, Beethoven, Schubert ve Liszt gibi bestecileri daha kolay anladığımı düşünüyorum.
Yüksek eğitiminizi Almanya’da gerçekleştirdiniz, sanatta yeterlilik çalışmalarınızı ise Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda sonlandırdınız. Avrupa’daki piyano eğitimi ve olanakları Türkiye ile kıyaslamanız mümkün mü?
Orta son sınıftan yüksek lisansı bitirene kadar Bilkent Üniversitesi’nde öğrenim gördüm ve eğitimim süresince o okulda okuyan öğrenciler olarak oldukça ayrıcalıklı olduğumuzu düşündüm. Müzik ve Sanatları Fakültesi sayısız çalışma odasının olduğu, kampüsün izole bir tepesinde sessiz ve sakin devasa bir binada yer alıyor. Gerektiğinde sabahın erken saatlerinden gece yarısına kadar çalışabiliyorduk. Bu imkanları okuduğum veya ziyaret ettiğim başka hiçbir okulda görmedim.
Almanya’da okuduğum Köln Müzik Yüksek Okulu’nda ise oldukça rekabetçi bir ortam vardı. Saatler öncesinden sıraya girip iki saatlik bir çalışma odası için yarışırdık. En değerli çalışma odaları ise sabah 7.30-11.00 arası alınabilen odalardı, bunlarda çalışabilmek içinse en geç 7.00’da sırada olmak gerekiyordu.
Şu anda bir yandan da çok değerli piyanistlerin yetişmesi için eğitmenlik yapıyor, kendi bilgi ve deneyimlerinizi yeni nesillere aktarıyorsunuz. Kendi kuşağınızla kıyasladığınızda yeni nesilde piyanoya olan ilgi ve bu ilginin ardında yatan gerekçeler neler?
Tüm dünyada yorumculuk seviyesi her geçen gün yükseliyor, bu durum ülkemiz için de geçerli. Çok yetenekli piyano öğrencileri var, başarılarını mutlulukla izliyorum. Özellikle internet sayesinde gençler dünyada neler olup bittiğini yakından takip edebiliyor. İstedikleri konserleri, kayıtları dinleyebiliyor, hatta ustalık sınıflarına ve yarışmalara katılabiliyorlar.
Açıkçası günümüzde piyanoya ilginin bu kadar çok olmasının altında birçok çocuğun küçük yaşlardan itibaren piyano kurslarına gitmesi yatıyor diye düşünüyorum. Başlaması oldukça kolay bir enstrüman olduğu için herkes kısa sürede temel seviyede ufak şeyler çalabiliyor. Tabii ki belli bir seviyeden sonra hızlı bir şekilde zorlaşıyor ve sadece gerçekten çalışmaya istekli olanlar yollarına devam edebiliyorlar.
Peki öğrencilerinize hep verdiğiniz birkaç öğüdü okurlarımızla da paylaşır mısınız?
Bolca okumak ve dinlemek. Daha önce de belirttiğim gibi çalışılan eserin bestecisi, stili ve besteleniş süreci ile ilgili bilgi sahibi olmak o eseri anlayabilmek için kaçınılmaz. Çalışılan bestecinin farklı türdeki eserlerinin dinlenmesi de çok önemli. Mesela Mozart sonat çalışılıyorsa Mozart’ın operalarını veya Haydn sonat çalışırken Haydn’ın senfonilerini dinlemek çok yararlı oluyor.
Bunun dışında öğrencilerime doğru çalışma kültürünü kazandırmaya çalışıyorum. “Çalmak” ve “çalışmak” eylemlerinin iki farklı şey olduğu anlayarak zamanlarını daha etkili değerlendirmelerini sağlamak istiyorum.
Yeni nesil müzisyenlerin bir kısmında yarışmaların mantığına dair yoğun bir eleştiri var ve kendilerini yarış atı gibi konumlandırmak istemiyorlar. Müzik sektöründe yarışmaların niteliği sizce ne yönde evrilmeli? Bu eleştirilere katılıyor musunuz?
Yarışmalara karşı açıkçası bir önyargım yok. Tabii ki yaşamın her alanında olduğu gibi burada da işin arka planında politik oyunlar dönüyor olabilir, ama olmayabilir de. Yarışmalarda çalmaktan çok yarışmaya hazırlanma sürecini çok daha değerli görüyorum. İnsan bir konsere hazırlanmaktan çok daha farklı bir psikolojiyle çalışıyor, repertuvarını mükemmelleştirerek diğer adayların arasından nasıl sıyrılabileceği üzerinde düşünmek zorunda kalıyor. Bu süreç doğru yönetilirse kesinlikle çok verimli olabilir.
Bunun dışında son dönemdeki yarışmaların dereceye girenleri arasından gelecekte sıklıkla anılacak isimlerin çıktığını görüyoruz. Buna en güzel örneklerden birisi bence 2015 yılındaki Çaykovski Yarışmasında dördüncü olan Lucas Debargue.
Şu ana kadar çok seçkin konser mekanlarında resitaller verdiniz. Peki içlerinde mimarisi ve akustiğiyle sizi çok etkilemiş olanlar hangileri?
Sanırım en unutulmaz konserlerimden birini geçen sene şubat ayında, pandemi yüzünden dünya kapanmadan hemen önce verdim. Muhiddin Dürrüoğlu, Emre Elivar, Yunus Tuncer ve Salih Can Gevrek ile birlikte beş Türk piyanist olarak Berlin Filarmoni oda müziği salonunda Beethoven’ın 250. doğum yılı sebebiyle bir konser verdik. Konserin teması Beethoven’ın sonatları dışındaki eserleriydi, ben de burada bestecinin op. 119 Bagatellerini seslendirme fırsatı buldum. Yalnızca dinleyici olarak gittiğim bu salonda çalabilmek benim için tam anlamıyla rüya gibiydi.
Sizin için vazgeçilmez olan konser piyanistleri ve besteciler hangileri?
En üst noktaya koyduğum piyanistlerin başında Grigory Sokolov geliyor. Köln’deki eğitimim süresince iki kez canlı dinleme şansına eriştim. Sokolov’u dinlerken insanın hiçbir detayı kaçırmamak için nefesini tutası geliyor.
Besteciler arasında ise çoğunlukla Haydn, Beethoven, Schubert ve Liszt’in eserlerine konserlerimde yer vermeye çalışıyorum.
Repertuarınızda mutlaka yer verdiğiniz besteleri öğrenmek isterim ayrıca…
Son dönemde “Minyatürler” başlığı altında bir konser programı oluşturdum. Bu fikir Berlin’de çaldığım Beethoven’ın bagatellerini çalışırken aklıma geldi. Besteciler çok uzun ve büyük formlu eserlere imza atmalarının yanında küçük, bazısı belki saniyeler süren eserler de bestelemişler. Bu eserlerin içerik olarak ise büyük formlu sonat veya konçertolardan hiç aşağı kalır yanı yok. Ben de “Minyatürler” konserimde adeta mücevher gibi işlenmiş bu küçük eserleri bir araya getirmeyi amaçladım. Konserde Beethoven’ın op. 119 Bagatelleri, Alnar’ın 8 Piyano Parçası ve Debussy’nin İmgeler albümünün ikinci kitabı yer alıyor.
Bunların dışında konser repertuvarlarıma genellikle çok sık çalınmayan bestecileri katmaya özen gösteriyorum. Özellikle Rus besteci Kapustin’in eserlerini seslendirmek bana büyük keyif veriyor.
Müzik tarihinde geçmişe ışınlanma şansınız olsa hangi dönemde yaşayıp neler yapmak isterdiniz?
Weimar’daki ustalık sınıfına katıldığım evde Liszt’i ziyaret edip ondan ders almak isterdim.
“Kandemir Basmacıoğlu başarılı bir piyanist, çünkü…” cümlesini nasıl tamamlardınız?
.. seslendirdiği eserlerin stil özelliklerine önem veriyor olabilir.
Galata Trio ile iki sene önce aynı sahneyi paylaşmaya başladınız. Oda müziği sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor? Projeleriniz pandemi sonrasında devam edecek mi?
Oda müziği bence bir piyanist için en tatmin edici deneyimlerden biri. İnsan orkestrayla bir konçerto çalıyormuş gibi hissediyor. Zaten çoğu oda müziği eserinin piyano partilerinin de bir konçerto kadar çalışılması gerekiyor.
Galata Trio alışılmışın dışında, klarnet, fagot ve piyanodan oluşan bir trio. Bu çalgıların birlikteliği için ise birçok farklı dönemden esere rastlamak mümkün. Konserlerimize en kısa zamanda devam edebilmeyi umuyorum.
Cihat Aşkın ve Dilbağ Tokay ile oda müziği konserleri verdiniz. Peki piyanoya sizce en çok yakışan eşlikçi enstrüman hangisi ve neden?
Piyanoyla beraber en çok çalan ve en büyük repertuvarı olan çalgılar keman ve viyolonsel tabii ki ve bu çalgılarla çalışmak büyük bir keyif. Ancak bunların dışında klarnet ile çalmayı da çok seviyorum. Bence ses rengi olarak piyanoyla çok yakışıyor. Bunun dışında da piyano-klarnet repertuvarı çok geniş.
Doğada piyano resitali verme şansınız olsa nereyi ve neden seçerdiniz? Daha önce sıradışı bir yerde konser vermişliğiniz var mı peki?
Birkaç sene önce dolaşma fırsatı bulduğum Hattuşa Antik Kenti’nde açık havada bir konser vermeyi çok isterdim. Sekiz bin yıl öncesine dayanan büyülü bir yer gerçekten.
Konser verdiğim en sıra dışı yer ise muhtemelen Almanya’daki öğrencilik yıllarım sırasında klarnet ile konser verdiğimiz bir huzur evi olmuştur. En genci 95 yaşlarında olan, bazısı İkinci Dünya Savaşı gazisi olan yaşlılara çalmak benim için çok duygusaldı. Herkes pürdikkat, gözünü bile kırpmadan dinlemişti yaklaşık bir saatlik konserimizi.
LocksBridge’in temsil ettiği sanatçılar arasında yer alıyorsunuz. Biraz bu projeden söz edebilir misiniz? Klasik müzik yönetimi konusunda bu değerli proje müzik dünyamıza nasıl katkılar sundu, sunuyor ve sunacak?
LocksBridge ülkemizde eksikliği uzun yıllardır hissedilen büyük bir boşluğu doldurdu. Biz Türk sanatçılar olarak özellikle uluslararası alanda bir temsil eksikliği yaşıyoruz ve Onur Tahmaz ile Duygu Esenkar isimli iki gencin projesi olan LocksBridge bu konuda bize destek olmayı amaçlıyor. Çok çalışıyorlar ve harika fikirleri var, ülkemizdeki tüm sanatçılar için bu projenin olumlu olacağını düşünüyorum.
Yakın döneme dair hayalleriniz ve projeleriniz neler?
Muhtemelen herkes gibi bir an önce eski hayatımıza dönebilmeyi diliyorum. Pandemi süreci benim için oldukça verimli geçti; hem kendim için çalışacak zamanım oldu, hem de normal zamanda belki de mümkün olamayacak kadar kaliteli konser kayıtları gerçekleştirme fırsatı edindim. Ancak umarım yakın zamanda boş koltuklara selam vermek yerine gerçek dinleyiciyle buluşabiliriz. Canlı konserlere geri dönmenin yanında üzerinde çalıştığım CD projesini de bir an önce tamamlamayı umuyorum.