
22 yaşındaki genç piyanist Can Erkekli, beş yaşında anaokul sıralarında müziğe ilgisi keşfedilen, ardından piyano eğitimiyle bu ilgiyi bugüne dek taşıyan yetenekli ve çok erdemli bir müzisyen. Yetenek, başarı, ödüller bir şekilde elde edilse de onun için önemli olan bu dünyada iyi bir insan olarak var olabilmek; bu da onun erdemli yanını güçlü kılıp müziğine ayrı bir değer katıyor.
İlk piyano eğitimine Şişli Terakki Okulları Anaokulu’nda Doç. Melina Kuyumcu ile çalışarak başlayan Can Erkekli’nin hayattaki en önemli avantajlarından biri de TRT İstanbul Radyosu’nda çok seçkin klasik müzik programlarını sunan Ebru Erkekli ve duayen oyuncu Altan Erkekli’nin çocuğu olarak dünyaya gelmesi ve bunun getirdiği sosyo-kültürel sermayeyi, mutlak kulağa sahip oluşu, doğuştan gelen yeteneği, disiplini ve çalışkanlığıyla harmanlaması.
2006 yılında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nın açmış olduğu yetenek sınavlarını kazanarak yarı zamanlı piyano eğitimine Doç. Ilgın Aka ile başlayan Can Erkekli, 2009 yılından itibaren piyano eğitimine yine aynı okulda Prof. Ova Sünder’in öğrencisi olarak devam etti. Aynı zamanda Prof. Duygu Ünal ile armoni ve deşifraj çalıştı.
Cyprien Katsaris, Ewa Poblocka, Herbert Scuch, Emmanuel Mercier, Claire Désert, Paul Roberts, Gülsin Onay, Emre Şen gibi birçok yerli ve yabancı piyanistin masterclasslarına katıldı ve beğenilerini toplarken, bir yandan da İstanbul’da İtalyan Kültür Merkezi, Arsu Sahne, Akatlar Kültür Merkezi; Fransa’da Salle Cortot, Salle Ravel du CRR de Nancy gibi salonlarda konserler verdi.
8 Aralık 2016 tarihinde Sainte Pulchérie Fransız Lisesi’nde kendi organize ettiği ve devlet sanatçısı piyanist Gülsin Onay ile birlikte verdiği konser sonucu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin “Anadolu’da Bir Kızım Var” projesi yararına 1 milyon TL üzerinde bağış toplanması ise Can Erkekli’nin piyanosuyla ortaya koyduğu ilk sosyal sorumluluk projesi olarak, hayal ettiği projenin çok başarılı bir şekilde neticelenme örneği olarak gerek kendisinde gerekse çevresinde müziğin dönüştürücü gücüne dair büyük bir farkındalık yarattı.
İlköğretimini Şişli Terakki Okulları’nda, lise eğitimini ise Sainte Pulchérie Fransız Lisesi’nde tamamlayan Can Erkekli, 2018 yılında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı yarı zamanlı piyano bölümünün İleri Seviye sınıfından pek iyi derece ile mezun oldu ve müzik eğitimine Fransa’da Ecole Normale Supérieure de Musique de Paris’te piyanist Henri Barda’nın sınıfında devam etti. Aynı zamanda Paris’te iki yıl boyunca Université de Paris Descartes’ta lisans seviyesinde psikoloji eğitimi görerek bilişsel kapasitesini ve bilgi dağarcığını müzik dışındaki alanlara da açmış oldu. Paris’teki eğitimi ona mesleki ve kişisel olarak çok önemli kapıları araladı, bir müzisyen olarak çok-boyutlu sanatsal kişiliğini derinleştirdi. Öyle ki, akustiği ve mimarisiyle hayran olduğu Paris’teki Salle Cortot konser salonunda konser verme imkanı bile buldu.
2020 yılında Ecole Normale de Musique de Paris’teki eğitimini Diplôme Supérieur d’Exécution (Yüksek icra diploması) ile tamamlayan Can Erkekli, bu yıldan itibaren eğitimine duayen piyanistlerimizden İris Şentürker’in öğrencisi olarak Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuarı’nda devam ediyor. Şentürker’in Can Erkekli’nin müzik çalış biçimi üzerinde en büyük izdüşümü olan öğretileri ise, “her zaman kendi kendinin efendisi olup gerçekten kendin olabilmek” ve “çaldığın her sesi çok titiz bir şekilde dinlemek”.
Fransa, Macaristan, İtalya, Türkiye gibi ülkelerde düzenlenen piyano yarışmalarından ödüllerle dönen Can Erkekli ile aynı ay Andante klasik müzik dergisinde yazı yazmaya başlamamız ise, benim için büyük bir gurur kaynağı.
Can Erkekli’nin müziğe olan ilgisi, geçtiği eğitim süreçleri, yer aldığı sahneler ve sosyal sorumluluk projeleri, yurtdışı eğitimin ona kattıkları, müziğe verdiği öncelik ve daha nice eğitici ve düşündürücü konu başlığında keyifli bir söyleşi gerçekleştirdim. Okumanızı çok arzu ederim:
Müziğe olan ilginiz nasıl fark edildi? O andan itibaren bugüne geldiğinizde nasıl bir eğitim sürecinden geçtiniz?
Şişli Terakki Okulları’nda anaokuluna giderken öğretmenlerim müziğe karşı olan ilgimi fark etmiş ve ailemi bu konuda yönlendirmişler. İlk olarak okulun sanat kurslarında Doç. Melina Kuyumcu ile çalışmaya başladım. Kendisi aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda öğretim görevlisi olan Melina hocam beni konservatuarın yarı zamanlı yetenek sınavlarına girmek için yüreklendirdi. 2006 yılında yetenek sınavına girip başarılı bulunmam neticesinde konservatuardaki yarı zamanlı eğitimim başladı. Burada önce Doç. Ilgın Aka’nın piyano sınıfına kabul edildim. Ardından hocamın yurtdışına taşınması gerekti; bunun üzerine Prof. Ova Sünder beni kendi sınıfına davet etti ve 2018’de yarı zamanlı piyano bölümünden mezun olana dek kendisinin öğrencisi oldum. Bu okulda aynı zamanda Duygu Ünal ile armoni ve deşifraj çalıştım, ki kendisi benim hayatımdaki ilk dönüm noktalarından biridir. Eğitimimin henüz başındayken solfej ve armoni gibi teorik derslerde çok zorlanıyordum. Bazı öğretmenlerim istidadımın olmadığını düşünüyordu ve hatta okulu bırakacak noktaya gelmiştim. Duygu Ünal beni özel olarak çalıştırdı ve mutlak kulağa sahip olduğumu fark etti. Sorunumun tamamen özgüvenle ve dışarıdan gelen etkilerden dolayı kendimi öğrenmeye kapatmakla ilgili olduğunu anlayınca bana o güç ve destek verdi. Onun pedagojisi ve yaklaşımı sayesinde bir zamanlar geçer not alamadığım teorik derslerden kısa bir sürede tam not alarak geçmeye başladım. Kendisine her fırsatta çok teşekkür ederim çünkü o olmasa ben bugün müzik yapıyor olmayacaktım. 2018 yılında konservatuarda yarı zamanlı piyano bölümününden ve beraberinde Sainte Pulchérie Fransız Lisesi’nden mezun oldum. Ardından müzik eğitimime Fransa’da, Ecole Normale de Musique de Paris’te Henri Barda’nın piyano sınıfında devam ettim. Burada aynı zamanda Université de Paris Decscartes’ta kısa süreli bir psikoloji eğitimi maceram oldu. 2020’de Ecole Normale’deki eğitimimi Diplôme Supérieur d’Exécution (yüksek icra diploması) ile tamamladım. Şu anda eğitimime İris Şentürker’in öğrencisi olarak Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuarı’nda devam ediyorum.
Bu zamana kadar katıldığınız konserlerden, yarışmalardan, aldığınız ödüllerden söz eder misiniz?
Prof. Ova Sünder’in sınıfındayken hocam her sene öğrencilerine konserler düzenlerdi. Bu sayede küçük yaştan itibaren Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall, İstanbul Üniversitesi Mavi Salon, İtalyan Kültür Merkezi, Akatlar Kültür Merkezi, Arsu Sahne gibi İstanbul’un çeşitli salonlarında çalma imkânımız oluyordu. Bu da küçük yaştan itibaren sahne deneyimi edinmemi sağladı. İlk ödülümü 11 yaşında, Pera Festivali’nin düzenlediği piyano yarışmasında üçüncü olarak almıştım, benim için çok özel bir andı. Çok fazla yarışmaya katılmadım, dürüst olmak gerekirse yarışmaları biraz yüzeysel buluyorum ve pek hazzetmiyorum. Ama malum pandemi döneminde konserler ve sanat hayatı büyük ölçüde durmuşken online yarışmalar bizi biraz olsun ayakta tutuyor. Hocam İris Şentürker’in yönlendirmesiyle bu sene katıldığım iki yarışmadan da (Citta di Barletta Uluslararası Piyano Yarışması ve Wienner Klassiker Uluslararası Müzik Yarışması) üçüncülük ödülü aldım; tabi bir motivasyon kaynağı oldu bu dönemde benim için.
İlk sahne deneyiminizi anımsıyor musunuz?
Tam olarak net bir an gelmiyor gözümün önüne ama ilk deneyimlerimden olduğunu düşündüğüm konserlere ait fotoğraflarım var. Ayaklarım yere değmiyor, taburede otururken havada sallanıyor. O zamanlar yaptığım işin, konserin ne demek olduğunun pek bilincinde değilmişim sanırım. Babamın anlattığına göre sınavlara, konserlere çıkmadan önce ıslık çalıyormuşum 🙂
Aklınızdan hiç çıkmayan bir konser deneyiminiz hangisidir?
Yarı zamanlı konservatuar zamanlarımda, sanırım 11-12 yaşlarındaydım. Konserden bir gün önce evde oyun oynarken elimi yatağın bazasına sıkıştırmıştım ve başparmağım şişip morarmıştı. Nasıl çalacağım diye çok telaşlanmıştım. Ama çalarken o anki adrenalinden ve konsantrasyondan olacak herhalde, o kadar canımın acımadığını anımsıyorum.
Şu ana kadar konser verdiğiniz mekanlar arasında sizi en çok büyüleyen hangisi oldu?
Paris’teki Salle Cortot. Piyanist Alfred Cortot bu salonu 20. Yüzyılın başlarında dönemin ünlü mimarı Auguste Perret’ye yaptırmış. Çok özel bir akustiği ve atmosferi var bu salonun, öyle ki Cortot “bu salon bir Stradivarus gibi tınlıyor” demiş bir keresinde. Fuayesinden daha ilk adımı attığınızda bir asır geriye ışınlanmış gibi hissediyorsunuz, gerçekten çok özel bir mekan. Hoş bir tesadüf; Paris’teki evim Auguste Perret caddesi üzerindeydi ve ben bu ismin Salle Cortot’nun mimarı olduğunu aylar sonra keşfettim.
Sizce piyanoya en çok yakışan eşlikçi enstrüman hangisi?
Piyano bütün o heybeti ve orkestral yapısıyla diğer enstrümanlardan ayrılsa da başka bir enstrümanla bir araya geldiğinde çoğunlukla kendisi eşlikçi konumuna geçiyor. Oda müziği anlamında yaylı çalgılarla çok uyumlu olduğunu düşünüyorum. Ancak bence piyanoya en çok insan sesi yakışıyor, özellikle mezzo soprano… Fauré’nin ve Poulenc’in piyano ve şan için çok güzel eserleri var mesela, bir gün bir şancıyla bunları seslendirmeyi çok isterim.
“Müzik hayatımda çok önceliklidir, çünkü…” sözünü nasıl tamamlardınız?
Ne desem bilemedim, aslında kafamızın içinde her daim müzik var. Kimi zaman farkındayız kimi zaman değiliz ama zihnimizin gerisinde hep bir müzik çalıyor. Galiba müziğin hayatımda bu kadar öncelikli olmasının sebebi bugün olduğum kişi olmamı sağlaması diyebilirim.
Peki bir zaman tünelinden geriye dönseniz hangi müzisyenle tanışıp ona ne söylemek / sormak isterdiniz?
Bu soruya vereceğim cevap her daim değişiklik gösterebilir ama şu anda Mozart demek istiyorum. Mozart’ın olağanüstü yaşamı ve kişiliği bende hep merak uyandırmıştır. Ona bir şey sormaktan ziyade dışarıdan bir göz gibi onun bir gününe şahit olmak, nasıl beste yaptığını izlemek isterdim.
Günde kaç saat piyano çalışırsınız?
Aslında bu konu çok değişkenlik gösteriyor ve öyle olması gerekiyor bence. Çalışmanın niteliği ve verimliliği niceliğinden daha önemli olmalı her zaman. Ne kadar gerekiyorsa ve gücüm ne kadarına yetiyorsa o kadar çalışmaya gayret ediyorum. Bazı dönemler sekiz-on saat çalışıyorum ancak gün oluyor bazen iki saat çalışıyorum veya bir gün mola verip zihnimi dinlendirip ertesi gün devam ediyorum. Benim için kıstas çalışma süresi değil, o gün çalıştığım her şeyin içime sinmesi.
Vazgeçilmeziniz olan piyanistler hangileri?
Benim için ilk sırada Samson François var. İcrasındaki kaliteyi, piyanodan çıkardığı renkleri ve çalışındaki özgürlük hissini çok etkileyici buluyorum. Pogorelich, Cziffra, Horowitz ve Brendel de büyük hayranlık duyduğum piyanistler arasında.
Eğitim hayatınız boyunca herhangi bir kurumsal destekten yararlandınız mı?
Hayır, yararlanmadım.
Piyanoda bir beste çalmanın en sevdiğiniz aşaması hangisi?
Deşifre aşamasını tamamen halledilip parça üzerinde detay çalışmaya, düşünmeye başlayabildiğim aşamayı çok seviyorum. Sanki yeni taşındığım bir evde hayati her şeyi hallettikten sonra evi dekore ediyormuş, zevkime göre döşüyormuşum gibi bir aşama.
Yaşamından en çok etkilendiğiniz, kendinize dersler çıkardığınız besteci hangisi ve neden?
Birçok bestecinin yaşamını çok etkileyici buluyorum. Özellikle Mozart, Beethoven ve Chopin… Ancak dünyaya gelen her insanın kendine ait bir hikayesi olduğuna, başkalarının hayatından yola çıkarak kendi hayatımıza dair çıkarımlar yapmanın doğru olmadığına inanıyorum. Hepimiz kendi hayatımızdan ders çıkarmalı, kendimizi kendi eksenimiz etrafında değerlendirmeliyiz bence.
Kız çocuklarına yönelik çok değerli bir sosyal sorumluluk projesinde piyanonuzla birlikte yer aldınız. Okurlarımıza sizin de bu projede yer aldığınız rolü aktarmanızı isterim.
2016 yılında gerçekleşen bu proje benim için çok anlamlıydı. Sainte Pulchérie Fransız Lisesi’ndeki öğrencilik yıllarımda okulumuz, çeşitli etkinlikler düzenliyor ve bu projelerden Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin “Anadolu’da bir kızım var” projesi kapsamında imkanı olmayan çocukların eğitimi yararına bir gelir elde ediyordu Okul müdürümüz Alexandre Abellan, kendisi aynı zamanda çok iyi bir tiyatrocu ve müzikseverdir, bu projenin lansmanını yine bu projeye yararına olacak bir sanatsal etkinlikle taçlandırmak istiyordu. Bu konuda bana nasıl yardım edebileceğimi sordu. Benim de aklıma bir konser düzenlemek geldi. Hemen sevgili Gülsin Onay hocamı aradım ve bu projeye destek olur musunuz, sizinle aynı sahnede bir konser verebilir miyiz diye sordum? Gülsin hocam her zamanki yardımseverliği ve güzel enerjisiyle bir an bile tereddüt etmedi ve büyük bir tevazuyla kabul etti, sağolsun. Böylece başka bir değerli piyanist arkadaşım Gülen Bayraktar ve ben, Gülsin hocamızla aynı sahnede konser verme gururuna sahip olduk. Bu konser neticesinde “Anadolu’da bir kızım var” projesi için 1 milyon 183 bin 600 Türk Lirası ÇYDD’ye bağışlandı. Benim için tarifsiz bir mutluluktu; hem eğitime ve cumhuriyete bir nebze olsun destekte bulunan bir projede yer almak, hem Gülsin Onay gibi bir ustayla aynı sahnede yer almak, hem hayal ettiğim bir projenin böylesine güzel bir netice verdiğini görmek… Mösyö Abellan “Madem bu senin projen, o zaman her şeyiyle sen uğraşacaksın” demişti ve o yüzden konser piyanosunun nakliyesinden, konser afişlerinin tasarımına kadar her detayla ilgilenmiştim. Bu yüzden ayrı bir anlamı vardı bu projenin benim için.
Eğitiminizin önemli bir kısmını Paris’te geçirdiniz. Hem piyano hem de psikoloji eğitimi aldınız. Buradaki çok-yönlü eğitim size neler kattı?
Ecole Normale’deki müzik eğitimimin yanında bir yıl boyunca Université Paris Descartes’ta psikoloji eğitimi gördüm. İyi bir müzisyenin kendini tanıması, verimini arttırması, kriz yönetimi kazanması ve müziğe doğru bir perspektiften bakabilmesi için kendi psikolojik analizini yapabiliyor olması gerektiğini fark ettim. Ancak itiraf etmeliyim, iki dalda da uzmanlaşıp yoğun bir eğitim almak ikiye bölünmüş bir hayat yaratıyor insanda. Piyanoya verdiğim yoğunluktan dolayı Paris’teyken psikoloji eğitimimi biraz boşladım. Paris’teki piyano hocam Henri Barda’nın da bana çok fazla katkısı oldu. Bir eseri iyi bir şekilde algılayabilmeyi ve eseri çalarken özgün bir icra geliştirmeyi aşılardı bana hep. Bu becerilere sahip olduğunuzda zaten mesleğinize karşı olan tutkumuz hiç eksilmiyor.
Değerli piyanist-eğitmen İris Şentürker’in öğrencisisiniz. Size verdiği ve aklınızdan çıkmayan birkaç öğüdü paylaşır mısınız?
İris hocamla henüz bir yıldır çalışıyoruz ama kendisinin benim hayatımdaki yeri tarifsiz. Onunla çalışabildiğim, hayatımda onun gibi biri olduğu için çok şanslıyım. Kendisi benim hem benim bu meslekteki hocam, ustam; hem de hayattaki mentorum. Gerek müzik gerek hayat konusunda çok fazla şey kattı bana. Beni en çok etkileyen öğretileri “her zaman kendi kendinin efendisi olup gerçekten kendin olabilmek” ve “çaldığın her sesi çok titiz bir şekilde dinlemek”.
“Şayet Konservatuar eğitimi almasaydım…” cümlesini nasıl tamamlarsınız?
Kesinlikle daha sakin, daha rahat bir hayatım olurdu; orası kesin 🙂 Ancak tökezlediğimde, düştüğümde kalkmayı öğrenmem de daha güç olurdu diye ekleyebilirim.
Yorucu bir günün bitiminde sizi en çok hangi beste veya besteci mutlu eder?
Bu sorunun yanıtı dönem dönem değişebilir ama Brahms ve Ravel’in müzikleri bana hep iyi gelmiştir. Bazen bütün gün çalıştıktan sonra klasik müzik haricinde bir şey dinlemek de iyi gelebiliyor insana. Mesela Bülent Ortaçgil bana hep bir arınmışlık ve dinlenme hissi verir.
Sizce Türkiye’de klasik müziğin ilkokul sıralarından itibaren sevilmesini sağlamak için nasıl yenilikçi adımlar atılmalı? Siz karar-alıcı olsanız neler yapardınız?
Sadece klasik müziğe değil ama genel anlamda müziğe, sanata dair ilginin arttırılması için bazı adımlar atılması şart. Aslında bir aralar çok değerli işler yapılmış; söz gelimi köy enstitüleri. Sanatın ilerlemesi adına çok yararlı kurumlarmış. Çok geniş bir yelpazede eğitim veren kurumlarmış bunlar, müzik eğitimi de bunlardan biri. Bazı fotoğraflar var mesela, Anadolu’nun en ücra yerlerine ait, ve insanlar takım elbise giymişler enstrüman eğitimi alıyorlar, konserler veriyorlar… Bugün maalesef bu bir hayal gibi geliyor ama bir zamanlar bunlar yaşanmış. Türkiye’de bilinç seviyesinin ve sanata duyulan ilginin artması için benzer bir atılımın yeniden yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bir de ilkokulda verilen müzik derslerinin benim küçüklüğümden beri çok problemli olduğunu biliyorum. Bunun sebebi de nitelikli müzik öğretmeni eksikliği ve pratiğe dayalı bir eğitimin olmaması.
Çocuk piyanistlere birkaç tavsiye vermenizi istesem neler söylerdiniz?
Bol bol kitap okumalarını ve çizgi film izlemelerini. Hayal gücümüz büyük ölçekte çocuklukta gelişiyor. Hayal dünyasını zenginleştiren çocuklar büyüdüklerinde yaratıcı ve renkli insanlar oluyorlar. Bu karakter özellikleri de bir müzisyenin müziğine hemen yansıyor. Çok fazla müzik dinlesinler; çok şanslı bir dönemdeyiz çünkü istediğimiz her müziğe ve her piyaniste parmağımızın ucuyla ulaşabildiğimiz bir dönemde yaşıyoruz. Bir de “iyi” insan olmaya önem versinler. Günümüzde çok fazla “iyi” çalan insan var; ama bu dünyanın daha fazla “iyi” insana ihtiyacı var.
Yakın dönem hedefleriniz, hayalleriniz nedir?
Çok fazla öğrenmek istediğim yeni eser var. Ben bazen hayallerimi bir kağıda yazıp bir yıl kadar o kağıda bakmayıp, bir yıl sonra baktığımda hayatımın ne durumda olduğunu görmeyi çok seviyorum. Geçen yıl yazdığım kağıda baktım geçen haftalarda, farkında olmadan yazdığım bir çok şeyin gerçekleştiğini gördüm ve bu beni çok sevindi. O yüzden hayallerimi yazdıktan sonra fazla dillendirmeyi sevmiyorum. Salgından dolayı uzun süredir konser veremiyoruz, yüz yüze gerçekleşecek ilk konserimi iple çekiyorum.
Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler.