Polonya’da genç bir Türk piyanist Ezgi Yalçınkaya: “Benim için şu an önemli olan tek şey, çalışmak ve üretmek”

24 yaşındaki genç piyanist Ezgi Yalçınkaya, konservatuar mezunu bir annenin kızı olarak çok erken yaşta müzikle büyümeye, solfej eğitimini annesinden almaya başladı. 11 yaşında ise Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı’na başlayan Yalçınkaya, lise döneminde oda müziği, form bilgisi ve analizi, armoni, klavsen, piyano edebiyatı gibi farklı alanlardaki dersleriyle müzik bilgisini derinleştirdi.

2017 yılında Erasmus öğrencisi olarak eğitimine Polonya’nın başkenti Varşova’da Chopin Üniversitesi’nde devam etme kararı ise, ondan sonraki müzik yaşantısını kökten dönüştürecek bir adım ve karar oldu. Burada üç yıl boyunca piyano, oda müziği, doğaçlama, org, piyano edebiyatı alanlarında farklı öğretmenlerle eğitimini tamamlayan Yalçınkaya, bu dönemde Türkiye’de ve Avrupa’da birçok konser verdi, çok değerli isimlerin ustalık sınıflarına katıldı.

Polonya’daki eğitimini tamamladıktan sonra, Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’na geri dönen Yalçınkaya, lisans eğitimini birincilikle Doç. Gökhan Aybulus ile tamamladı. Ancak hayat onu yine Polonya’ya çağırdı ve 2019 yılında yüksek lisans eğitimi için yine aynı üniversitenin koridorlarında buldu kendisini ve orada Piano Master öğrencisi olmaya hak kazandı. “Polonya benim hayatımı baştan sona değiştiren bir yer. Dönüm noktam diyebilirim. Hayatımı ve piyanoya bakışımı tamamen değiştiren hocam ile tanıştım orada, Prof. Jerzy Sterczyński ile. Erasmus ile gittiğim ilk hafta dedim ki, ben burada okuyacağım, her ne olursa olsun Erasmus’tan sonra bir şekilde buraya geri geleceğim” diye ifade ediyor Ezgi bu süreçteki duygu ve düşüncelerini ve “hayatımda verdiğim en iyi karar” diye nitelendiriyor.

Bu esnada bir yandan da oda müziği, orkestra şefliği ve org eğitimlerini tamamladı. Oda müziği konserleri ve solo konserlerini de ihmal etmeyen genç müzisyen, 2020 yılında Prof. Jarosław Drzewiecki’nin düzenlediği ‘’The European Festival of Music Academies in Warsaw’ da Chopin Üniversitesi’ni temsilen konser vermeye davet edildi. Yine 2020 yılında Global Hope Festival’de yer alarak duo keman – piyano konseri verdi. 2021 yılında yüksek lisans diploma sınavının ilk aşaması olan konçerto yarışmasında rektör ve bölüm dekanları tarafından 1.likle ödüllendirildi ve Varşova Filarmoni Orkestrası Binası’nda resital vermeye layık görüldü. 

Ezgi Yalçınkaya’ya göre, bir piyanistin kendi enstrümanından sonra en önemsemesi gereken ders oda müziği. Ama her ne kadar Türkiye’de çok iyi oda müziği grupları olsa da, konservatuvarlarda Oda Müziği Departmanı olmamasını oldukça eksik buluyor Ezgi.

Genç piyanistimizle Polonya’da müzik eğitiminin artıları, çocuk piyanistlere vereceği “tüyolar”, Chopin’in anavatanında klasik müzik eğitimi almanın yarattığı motivasyon ve daha nice konuda keyifli bir söyleşi hemen aşağıda sizi bekliyor tüm heyecanıyla:

Müziğe olan ilginiz nasıl fark edildi? Zira piyano çalışmalarına görece geç bir yaşta başlamışsınız ama arayı çok hızlı şekilde kapatmışsınız. Öncesinde herhangi bir nota, solfej eğitimi oldu mu? 

Müziğe olan ilgim aslında doğduğumdan beri var. Bizim evimizde müzik hep vardı çünkü annem de Ege Üniversitesi Türk Müziği Konservatuvarı mezunu.  Özellikle Avrupa ülkelerine göre gerçekten geç bir yaşta başladım piyanoya. 10 yaşında özel ders ile başlamıştım fakat bırakmak zorunda kaldım çünkü o zamanlar yaşadığımız ilde yeterli imkanlar yoktu müzik eğitimi için. Fakat annem sayesinde çok küçük yaştan itibaren solfej bilgim vardı.   

Peki piyanist olmak istediğinizi kaç yaşında fark ettiniz?

Aslında çok küçükken farkettim. Evimizde klasik müzik çok dinleniyordu. Çocukken hayatımda ilk defa gerçek bir piyano gördüğümde heyecandan ellerimin soğuduğunu ve ona bakıp ‘’keşke ben de çalabilsem’’ dediğimi hatırlıyorum.  Daha sonra Eskişehir’e konservatuvar eğitimim için geldiğimde, profesyonel olarak başladım.

Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda okurken, 2017 yılında Erasmus  öğrencisi olarak eğitiminize Polonya’nın başkenti Varşova’da, The Fryderkyk Chopin University of Music’te devam etme kararını aldınız. Ardından ülkeye lisans eğitimi için dönüp yüksek lisans için yine Varşova’ya geldiniz. Chopin’in anavatanında klasik müzik eğitimi almak sizde nasıl bir motivasyon sağladı ve sağlıyor? 

Polonya benim hayatımı baştan sona değiştiren bir yer. Dönüm noktam diyebilirim. Hayatımı ve piyanoya bakışımı tamamen değiştiren hocam ile tanıştım orada, Prof. Jerzy Sterczyński ile. Erasmus ile gittiğim ilk hafta dedim ki, ben burada okuyacağım, her ne olursa olsun Erasmus’tan sonra bir şekilde buraya geri geleceğim. Şöyle söyleyeyim, dışarıda yolda, parkta yürürken bile, şehrin içinde oturmak için olan banklar var. Üstlerinde düğmeleri var ve bastığınızda Chopin’in eserleri çalmaya başlıyor. Yani siz onun eğitimini almasanız bile, herkesin kulağı, Chopin’in müziğinde bir şekilde. Yazları festivaller oluyor. 

Herkes çimlere serdiği örtüleri alıp konser dinlemeye gidiyor parklara. Yüzlerce, bazen binlerce kişi. Varşova diğer şehirlere göre daha avantajlı tabiki. Filarmoni ve Senfoni konserleri, en büyük festivaller, yarışmalar, hepsi orada düzenleniyor. Eğer konservatuvarda okuyan bir öğrenciyseniz, müzisyen olduğunuz için, en büyük isimlerin bile bilet fiyatlarını çok uyguna alabiliyorsunuz. Vizyonunuzu genişleletecek, sizi kendinize getirecek birçok masterclasslar, konserler, sempozyumlar var.  Bir buçuk yıl Erasmus yaptım ve bambaşka bir Ezgi olarak geri döndüm Türkiye’ye. Kalan yarım dönemim vardı lisans mezuniyetim için ve Doç. Gökhan Aybulus ile çalışmalarımı tamamladım. Bu dönemde Gökhan hocadan da çok fazla şey öğrendim, farklı stiller keşfettim, bilgisinden ve tecrübelerinden faydalandım. Sonra yüksek lisans için geri döndüm. Hayatımda verdiğim en iyi karar diyebillirim. Orada çok büyük bir ailem var. Cd’lerini dinlediğim müzisyenlerin çoğu hocam oldu. Bu konuda kendimi çok şanslı hissediyorum.

Piyano, org ve doğaçlama çalışmalarını, oda müziği ve orkestra şefliği eğitimini eş zamanlı olarak yürüttünüz. Bunların tamamı müzikal gelişiminizde birbirini nasıl besledi? 

Bence bir piyanistin kendi enstrümanından sonra en önemsemesi gereken ders oda müziğidir. Maalesef Türkiye’de çok iyi oda müziği grupları olmasına rağmen, konservatuvarlarda Oda Müziği Departmanı yok. Eğitim olarak bu yanımız eksik diye düşünüyorum. Oda müziği, her enstrümancının kendi enstrümanında usta olması gereken fakat sonunda tek bir beden olup dinleyiciye müziğinizi anlattığınız bir müzik türü. Çalınan eserdeki eşlik bile oda müziğinde çok önemlidir. Müziği tamamlayan en ufak detayları bile atlamamak gerekiyor.  Grupta herkesin müzikal fikirlerini paylaştığı, diğer enstrümanların çıkardığı sesleri sizin kendi enstrümanınızda bulmaya çalışmanız, bestecinin yazdığı müziği birlikte okumak, birlikte çalmaya alışmak ve birbinize güvenmek… Bunları başka bir derste bulamazsınız. 

Org ise benim kendi isteğimle seçtiğim bir enstrümandı. Erasmus yaparken bir buçuk yıl, master yaparken de bir yıl boyunca ders aldım. Türkiye’de kültürümüz ve dinimiz farklı olduğu için maalesef Kilise Müziği Departmanı da yok, yani bu enstrümanı da öğrenebileceğimiz bir kurum yok. Piyano çalışıma bu kadar fayda sağlayan başka bir enstrüman olduğunu düşünmüyorum. Çalışması, çalmasından çok daha zor. Org çalarken bambaşka bir teknik kullanmak zorundasınız. Bazen piyanonun tam tersi. Tabiki koordinasyonu da çok geliştiriyor.  Doğaçlama eğitimimi Włodek Pawlik’den aldım. Kendisi Grammy ödüllü bir jazz piyanisti. Bizim doğaçlama derslerimiz de jazz üzerine oldu hocamız sayesinde. Çok eğlenceli ve üretken bir dersti bizim için. Fakat her ne kadar dersi de olsa, doğaçlama yapabilmek kesinlikle ayrı bir yetenek diye düşünüyorum. Orkestra şefliğine gelince, bence piyanist olan herkes, bir orkestranın nasıl yönetildiğini, enstrümanlarını, tempo geçişlerini asgari düzeyde de olsa bilmeli. Orkestra şeflerine her zaman çok saygı duydum, yaptıkları şey inanılmaz.  Sahnedeyken de bir piyanist olarak kendi kendimizin şefi olmalıyız. Özellikle hayal gücünüz ve zekanız olmazsa, müzik yapamazsınız. İstediğinizde piyanodan tüm enstrüman seslerini çıkarabilirsiniz. Sadece hayal edip tuşlara nasıl dokunmanız gerektiğini bilin yeter…  

Alfred Brendel, Christian Zacharias, Freddy Kempf, Herbert Schuch, Gülsin Onay, Yury Martynov, Mauricio Vallina, Misha Dadic, Aldo Ragone, Edna Golansky, Pierre Reach, Fazıl Say, Karst De Jong, Lilya Zilberstein, Muza Rubackyte, Jonathan Plowright, Dimitri Alexeev, Vincenzo Balzani, Daniil Trifonov, Eitan Gliberson, Ian Hobson gibi  önemli isimlerin ustalık sınıflarına katıldınız. Peki bu ustalık sınıflarından aklınızda kalan çarpıcı öğütler veya tavsiyeler oldu mu? 

Hepsinin verdiği öğütler birbirinden değerli. Hepimizin ortak gayesi de güzel müzik yapmak. Benim burada öncelikle teşekkür etmek istediğim bir hocam var, Gülsin Onay. Benim gibi birçok öğrencinin ufkunu açan Gümüşlük Festivali’nde birçok değerli piyanistle tanışma ve çalışma imkanımız oldu. 2012 yazı itibariyle masterclass’lara ve farklı stillere  olan ilgim ve merakım daha da çok arttı. Bir masterclassta çalsanız da çalmasanız da çok şey öğrenirsiniz. Ben Varşova’da da kendi hocamın diğer arkadaşlarımla olan derslerine de katılmaya özen gösteririm. Çünkü yapılan dersleri izlemek sizin hem eğitimci yanınızı geliştiren, ileride bizler de onlar gibi dersler vereceğiz öğrencilerimize,  hem de kendi müzikal ve tekniksel yanınızı geliştiren önemli bir faaliyet. Masterclass’lardan aklımda kalan ortak tavsiyeler, yaptığımız işi çok sevmek, kendi anatomimizi çok iyi bilmek, yaptığımız müziğe saygı göstermek, doğru çalışmak ve piyanoyu bedenimizin bir parçası haline getirmek. Hocam Prof. Sterczyński de sınıf arkadaşı Krystian Zimerman ile bir çok anısını anlatır bize. Zimermann’ın piyano için söylediği şey şuydu:  Biz ona yabancı davranırsak, onun çıkardığı sesler de bize yabancı kalır. Piyanoya vurursan, o seni ısırır. Ona öyle bir dokunun ki, size hizmet etsin.     

Bu zamana kadar katıldığınız yarışmalardan ve konserlerden söz eder misiniz? İlk sahne deneyiminizi anımsıyor musunuz? 

Chopin Üniversitesi’nde bu yıl konçerto yarışması oldu ve sonucunda Prokofiev Konçerto ile birinci seçildim. Ödül olarak Varşova Filarmoni Orkestrası binasında resital verecektim fakat pandeminin üçüncü dalgası yüzünden tekrar her yer kapandı ve konser ertelendi. Böylesine büyük bir şansı gerçekleştirmek için sabırsızlıkla bekliyorum. İlk sahne deneyimimi ise hatırlıyorum. İnanılmaz heyecanlıydım. Ellerim ve ayaklarım titriyordu. Ama yıllar geçtikçe ve bilgi arttıkça sahnede daha güvenli oluyoruz. Açıkçası bugüne kadar sahnede heyecanlanmayan bir müzisyenle tanışmadım. Heyecan güzel birşeydir, stres olmadığı sürece. Çünkü stres insanı gerginleştirir ve konsantre olduğunuz müzikten kopmaya başlarsınız. İnsanlar hata da yapabilir sahnede, önemli olan yaptığınız müzikten ayrılmamanız. Benim heyecanım, aylar süren çalışmalardan sonra müziğimi insanlarla paylaşacak olmamdan dolayı var.  Tabiki uzun zaman çalıştığımız, emek verdiğimiz bir eseri, özellikle de ilk defa sahneye çıkardığımızda durum daha da farklı oluyor. Böyle durumlarda kendimize ve müziğimize olan güvenimizi kaybetmemeye çalışmalıyız. Yarışmalar hakkında ise, benim için bir insanın başarılı olup olmadığını sadece ödüllerinden ölçemezsiniz. İdil Biret gibi bir değer var önümüzde mesela. Ben de çok fazla yarışma insanı değilim açıkçası. Çünkü yarışmaların değerlendirme  ve sonuç aşamalarında bazen gerçekten soru işaretleri kalabiliyor. 

Keman-piyano düolarında yer alıyorsunuz. Peki keman hariç sizce piyanoya en çok yakışan eşlikçi enstrüman hangisi? 

Viyolonsel ve saksafon.

Yüksek lisans eğitiminiz hangi alana odaklanıyor?

Solo piyano. Bunun yanında tabii ki eğitimcilikle de çok ilgileniyorum.   

Peki bir zaman tünelinden geriye dönseniz hangi müzisyenle tanışıp ona ne söylemek / sormak isterdiniz? 

Grigory Sokolov olabilir. Çok fazla konserine gitme şansım oldu Varşova’da. Kulisinde bile fazlasıyla nazik, konuştuğunuzda size itinayla cevap veren bir piyanist, onunla daha da çok konuşmak isterdim. Ve tabiki Emil Gilels. Çıkardığı derin seslerin arkasında yatan hikayeleri duymak isterdim.

Sizce piyano eğitiminde Avrupa’nın en gelişmiş kurumları hangi ülkede öbekleniyor veya böyle bir genelleme yapmak zor mu olur?

Evet genelleme yapmak zor. Bence eğitimde en önemli şey doğru eğitmeni bulabilmek. Çok fazla arkadaşım var, sadece belirli okullara ‘’isim’’ hocalarla çalışmak için giden, fakat bazen eğitim almak için gitmek istediğiniz büyük isimler, piyanistler, ders sonrasında sizi hayal kırıklığına uğratabiliyor. Çünkü ders sonrasında siz sadece o piyanisti ‘dinlemeyi’ sevdiğinizi anlıyorsunuz. Eğitim alabilmek başka bir konu. Tabiki bu anlattığım şey genelleme değil asla. Ve tabiki gittiğiniz ülkedeki sanata olan yatkınlık da sizin müzik yapma aşkınızı arttırıyor. 

Peki piyano eğitiminde birlikte çalıştığınız eğitmen, öğrencinin gelişiminizi nasıl etkiler?

Eğitim hayatımız boyunca bizim için doğru eğitimciyle çalışabilmek, onu bulabilmek büyük bir şans. Eğitimcinin, öğrenciye nasıl çalışılması gerektiğini anlatması ve yönlendirmesi çok önemli. En önemlisi de bunu anlatacak olan eğitimcinin de aktif bir sahne hayatının olması. Çalışan ve çalan bir müzisyen, kendi deneyimlerini kullanarak eğitim verir. Zamanla eğitimci-öğrenci ilişkisi hayranlığa, bazen de tam tersine dönüşür. Bence çalıştığımız hocalarımız, bizim bu meslekteki anahtarlarımız. Belli bir zaman sonra, konuşmalarımızdan, çalışmamıza kadar, sahnedeki duruşumuzdan, düşünme şeklimize kadar bütünleşmiş oluyoruz. 

Fakat burada önemli bir nokta daha var, o da bizim kendimizi bulmamız, kendi müziğimizi karşı tarafa kabul ettirmemiz. Hocalarımızın da bizim fikirlerimizi önemsemelerini, saygı duyması gerektiğini, sadece katı bir şekilde kendi stillerini öğrencilere empoze etmemeleri gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda oldukça sert olan hocalar var çünkü. İyi bir eğitimci zaten iyi bir gözlemcidir, her öğrenci farklıdır, karakteri, yeteneği, eksileri ve artıları. Bence en önemli konu, eğitimcinin öğrenciye ulaşabilmesi ve onu yönlendirebilmesidir. Bizler de öğrenciler olarak aldığımız eğitimin sonucunu ilk önce çalışma odalarımızda, daha sonra da sahnede alırız.  Yaptığımız müziğin takdir edilebilir olması eğitimciyi de öğrenciyi de motive eder diye düşünüyorum.

Günde kaç saat piyano çalışırsınız? Komşularınız size hoşgörüyle yaklaşıyor mu? 

Varşova’da evimde piyano yok. Hep okulda çalışıyorum. Ortalama 6 saat. Tabiki konser ve sınav zamanları değişebiliyor. Türkiye’deyken komşularımla problem yaşıyorum. Maalesef Türkiye’de konservatuvarda okuyan bir öğrenci, çoğu zaman hor görülüyor. Keyfi nedenlerden dolayı onlara göre ‘’gürültü’’ yaptığımız kanaatindeler. Fakat her ne kadar rahatsız olduğunu söyleseler de içten içe müziğe merak saran ve kızına elektronik piyano alan bir komşum var… İnsanların, sanatsal yanlarını keşfetmelerini sağlamak, bu şekilde de olsa güzel birşey.

Eğitim hayatınız boyunca herhangi bir kurumsal destekten yararlandınız mı?

Hayır, kurumsal olarak yararlanmadım fakat özel olarak aldığım burs var yüksek lisans eğitimim için.  Onların desteğiyle eğitimimi sürdürüyorum. Eğitimime olan inançlarından dolayı da ayrıca teşekkür etmek istiyorum.

“Müzik, hayatımın önceliklerindendir çünkü…” sözünü nasıl tamamlardınız?

Çünkü onsuz bir hayatta kendimi bu kadar derin bulabileceğim başka bir yer yok. Müziği içselleştirirseniz, önce sizin, sonra karşınızdaki dinleyicinin kalbine dokunur.

Polonya’daki klasik müzik eğitimini seçkin ve biricik kılan özellikler sizce neler? 

Hocalarımız  zaten çok iyi. Ama tabiki hoca öğrenci ilişkisi kişiden kişiye farklılık gösteriyor her okuldaki gibi. En önemlisi, aldığımız eğitimde yanlış olan birşey yok. Onun dışında her departmanın kendi içinde ayrıldığı alt dallar var. Bunların yanında bizim seçmeli derslerimiz ve teorik derslerimiz de var. Seçmeli derslerde bazı hocalarımız diğer devlet üniversitelerinden geliyor. Böylece diğer üniversiteler ile de bağlantı kurabiliyorsunuz. Çalışma ortamı bence çok önemli. Oradaki çalışma odalarında gerçekten iyi piyanolar var. Kuyruklu piyanoda çalışmak insanın kondisyonunu dinamik tutan bir şey. Kendini de daha iyi dinleyebiliyorsun. Okul bize bu olanakları sunuyor. Tabiki zor olan yerleri de var, mesela en fazla 2 saat çalışma odası  alabiliyoruz, eğer 2 saat sonra biri gelirse çıkmak zorundayız ve tekrar oda sırasına girmemiz gerekiyor. Aslında bunu avantaja dönüştürmek de önemli, çünkü az zamanda çok iş yapmaya alışıyorsun. Sürekli konserler var çevremizde, aktif olmamız için de bize çok fazla imkan sunuluyor.  Polonya halkı klasik müziğe önem veriyor ve seviyor. Klasik müziğin doğduğu ülkelerin birinde olmak, Polonya’nın geçmiştek, acılı tarihini yakından görmek, folklorik danslarını izleyebilmek,  bestecilerinin müziğinde onu hissetmek ve onu öğrenmeye çalışmak çok şey kattı bana. Onların doğdukları yerleri gezebilmek, hatta ve hatta oralarda konserler verebilmek paha biçilmez. Öğrencilere gelince, biz birbirimize destek olan bir grubuz orada. 100 den fazla piyanist var ve genel olarak hepimiz birbirimizle fikirlerimizi paylaşır, eleştirilerimizi yapar, konserlerimizi dinleriz. Bazen bu durum farklı olabiliyor diğer okullarda.  

Eğitiminiz sona erdiğinde Türkiye’ye mi dönmek istersiniz, Polonya’da bu alanda daha da derinleşmek ve yetkinleşmek mi? 

Tabii ki her Türk vatandaşı gibi ben de ülkemde kalmak, eğitim vermek isterim. Fakat ne yazık ki ülkemizin sanata olan ilgisi  gittikçe azalıyor. Bu çok üzücü. Diğer taraftan da, bunu tersine çevirmek için birşeyler yapmalıyız diye düşünüyorum. Benim gibi yurtdışında okuyan sayısız Türk öğrenci var. Türklerin zekası inanın ki yaptığınız müziğe de yansıyor. Bir keresinde hocam bana : ‘Atatürk,  ‘’Türk milleti zekidir’’ dediğinde doğru söylemiş’ demişti.  Umarım Avrupa’da daha çok kendimi geliştirme şansım olur. Açıkçası daha ilerisi için hedeflerim var, fakat hayat bize bazen iyi ya da kötü süprizler yapabiliyor. Benim için şu an önemli olan tek şey, çalışmak ve üretmek.

En sevdiğiniz çağdaş Polonyalı besteciler ve piyanistler hangileri?

Krzysztof Penderecki. Geçtiğimiz yıllarda tanışma fırsatım bile olmuştu. Kendisi ve eşi, Polonya halkı ve kültürü, müziği ise yaşadığımız yüzyılın en önemli  değerlerinden. Geçen yıl vefat etti maalesef.  Piyanist olarak Ewa Pobłocka’yı çok beğeniyorum. 

Başarınızı çalışkanlığa mı, kararlılığa mı, yeteneğe mi, yoksa doğru zamanda doğru yerde bulunmaya mı borçlusunuz?

Yazdıklarınızın hepsine diyebilirim. Çalışkanlık ve kararlılık birbirini destekler. Yetenek zaten doğdunuzdan itibaren varsa onu geliştirip yön verebilirsiniz. Doğru zamanda, doğru yerde ve özellikle de doğru hocayla çalışmak ise bu işin kilit noktası diye düşünüyorum.  

Çocuk piyanistlere üç tane tavsiye vermenizi istesem neler söylerdiniz? 

Birincisi, eğer gerçekten seviyorlarsa ve istiyorlarsa piyanoya başlamalılar. Aile baskısı ile değil. İkincisi, bizim işimizde sabır çok önemli. Bu, öğrencilerin ailesi için de çok önemli bir unsur. Sabır çalışmayı, çalışma da başarıyı getirir. Şimdi birçok kişi kolay yoldan, uğraşmadan bir şeyler yapma peşinde. Maalesef piyano bunu kaldırmıyor. Siz piyano çalışmayı bırakırsanız, o da sizi bırakır. Hem öğrencinin hem de ailenin yapılan işe saygı duyması gerekiyor. Üçüncüsü de doğru çalışmayı bilmek. Saatlerce piyano başına oturmak ile, belli bir zaman dilimi ayırıp, doğru ve sorunun çözümüne odaklı çalışmak arasında fark var. Öğrenci baştan sona sürekli çalarak bir pasajın problemini çözemez. Burada eğitimcinin rolü de çok büyük aslında. 

Yakın dönemde çok sevdiğiniz babanızı kaybettiniz. Şu an için belki her şey çok anlamsız ama orta vadede hayalleriniz, hedefleriniz, planlarınız nedir? Örneğin babanız için bir beste yapmak var mı o hayaller arasında? 

Acılar insanı daha da büyütür ve derinleştirir.  Babam hayatımın her noktasında desteğiyle ve bana olan güveniyle vardı ve bundan sonra da böyle olmaya devam edecek. Ben besteci değilim tabiki ama doğaçlama yaptığım anlar da oluyor. Bugüne kadar benim için özel olan tüm değerler, ama özellikle de babam, yaptığım müziğin içinde varlar.  Açıkçası şu an her şey daha da anlamlı benim için. Piyano öyle bir enstrüman ki, duymak istediğiniz ve hayal ettiğiniz her türlü sese ulaşabiliyorsunuz. Buna orkestra da dahil, doğa da, ailemin sesi de. Ben kendimi ne zaman çıkmazda hissedersem piyanonun başına otururum. Çalarken içine girdiğim dünya bambaşka çünkü. Terapi gibi düşünün. Siz orada acınızı da bulursunuz, affetmeyi de öğrenirsiniz, mutluluğa da ulaşabilirsiniz, öfkenizi de gösterebilirsiniz, aşık da olabilirsiniz. Hedeflerime gelince, eğer yaptığınız işi severseniz, ilerlememe imkanınız yoktur. Müzik, piyano, sonsuzluk gibi birşey. Ben işimi ne kadar iyi ve doğru yapmaya çalışırsam, konserlerimden sonra ne kadar olumlu ayrılırsam ve müziğimi karşı tarafa doğru aktarabildiğimi bilirsem kendimin ve babamın hayallerini gerçekleştirmiş olurum. Benim hedefim, sahnede olmak dışında, her zaman için karşı tarafa doğru eğitim verebilmek. Bunun için çalışıyorum ve öğreniyorum. Babam da bana hep çalışarak kazanmayı öğretti. Umarım tüm hedeflerimi gerçekleştiririm, hayatım da buna izin verir. 

Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler. Babanızın da uzaklardan sizin müziğinizle huzur bulacağına eminim. 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s