
Kendinden emin tavırları, besteyi piyanosunda icra ederken onu adeta yaşaması, piyano tuşlarıyla adeta konuşması… Bulgaristan’da çok değerli eğitmenlerle sürdürdüğü piyano eğitimi, ailesinin verdiği kültürel sermaye ile birleştiğinde Doğaç Bezdüz, Schubert’ten Chopin’e birçok bestecinin en zorlu eserlerini müthiş bir yorumla icra eden genç nesil piyanistlerden. Doğaç Bezdüz, hayatta var olmasını anlamlandıran bu misyonu büyük bir özveri ve yetenekle yerine getirmeye devam ediyor.
“Müzisyen için “müzik yapması “, onun en temel haklarından birisi, hatta var olma sebebidir. Tek dileğim, sanatçılara, yeteneklerini, gelişmelerini gösterebilecekleri ortamların yaratılmasıdır” diyen Doğaç Bezdüz, 2006 yılında Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda Marina Cincaradze ‘nin öğrencisi olarak piyano eğitimine başladı; ancak annesinin de yönlendirmesiyle keman başta olmak üzere başka enstrümanları da çalmaya ve onların repertuarına hakim olmaya devam etti. 2013-2015 seneleri arasında Bilkent Üniversitesi‘nde Gülnara Aziz sınıfında eğitim alan Bezdüz, birkaç senedir çalışmalarını Sofya’da New Bulgarian University Müzik Bölümü’nde devam ettiriyor.
Doğaç Bezdüz, özellikle pandemi döneminde daha da görünür hale gelen Türkiye’deki kültür-sanat dünyasının ardındaki destek mekanizmalarının yoksunluğu, genç müzisyenlerin içinde bulunduğu fiziksel ve entelektüel açmazlar, üniversitelerdeki müzik eğitimin eksikleri ve düzeltilmesi gereken boyutları hakkında çok değerli çözüm önerilerini sıraladı söyleşimizde. Öncesinde de müzikle olan dostluğunun başlamasını ve bize çağdaş birçok değerli kompozitör ve piyanist hakkında çok kapsamlı bilgiler sundu.
Doğaç Bezdüz’ü tanımak ve onun önerilerine kulak vermek için söyleşimiz aşağıda sizleri bekliyor:
Müzikle dostluğunuz nasıl başladı, nasıl devam ediyor?
Müziğe duyduğum ilgi, çok küçük yaşlarımda başlıyor. Bugünden bakıldığında, müzisyen bir ailede doğmanın ve sanatla örülü bir aile çevresinin yaşamıma katkılarını daha net görmekteyim. Müzik Öğretmeni olan annemin çocuk korosu, babamın opera şarkıları, ablamın kemanının eşsiz tonu ve birçok orkestra şefi ya da sanatçılarla opera temsilleri sonrası yapılan sohbetler arasına, ailemin gururla, bize imkan sağladığı mini dinleti ortamları… Öyle ki, babamın şan öğretmenini (Roman VERLINSKY) “Roman Dede“ olarak kabullenip büyüyecek kadar organik bir çevre…
Operada pek çok eseri, sahneye konduğu andan eserler gösterimden kalkana dek dinlediğim olurdu…Her gece yatarken klasik müzik ile uyurdum ve favori piyano konçertolarımı dinlerdim. Özellikle piyano eserleri çok ilgimi çekerdi. Benden önce ablam Sesim Bezdüz piyano eğitimine başladı fakat sonradan yolculuğuna keman ile devam etti. Küçük yaştan kendisi benim için büyük bir ilham kaynağı oldu; hatta öyle ki piyanoya duyduğum büyük ilgiye rağmen, müzik eğitimime 6 yaşında keman ile başladım. Bir yıl sürmedi ve hayalim olan piyano ile yolculuğuma Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda devam ettim. Bu serüvenimde değerli öğretmenim Marina Cincharadze’nin çok büyük katkıları oldu. Halen müzik eğitimime piyano ile devam etmekteyim ve bunu bir diğer öğretmenim Tsvetelina Tunteva’ya borçluyum. Kendisi beni en umutsuz anlarımda destekledi; piyanoyu bildiğimi sandığım ama aslında bunun sonsuz bir yol olduğunu anlamamı sağlayan öğretmenim Ludmil Angelov ile tanışmamı sağladı .
Sofya’da Prof. ANGELOV ile Piyano bölümüne devam ederken orkestra şefliği alanında çalışmalarımı Nayden TODOROV ile sürdürmekteyim. Yine de piyano olmadan hayatım nasıl olurdu düşünemiyorum.
Dünyaca ünlü bir tenor olan Bülent Bezdüz’ün oğlu olmak, size müziğe yakınlaştıran bir etmen oldu mu?
Ailemin her bir ferdi benim müzikle yakınlaşmamı sağlayan bir etmen oldu. Annem Reyhan Bezdüz’ün Mersin Devlet Opera ve Balesi Çocuk Korosu’nun şefi olması ve onun korosunda şarkı söyleyebilmek , bunun ötesinde korosuna eşlik edebilmek, erken yaştan güzel tecrübeler kazanmama neden oldu. Orkestra şefliğine duyduğum ilginin buradan kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Annem de bunun farkındaydı ve orkestra şefi olabilmem için başka enstrümanları da çalabilmem ve orkestradakileri anlamam gerektiğini söylerdi hep. Bir dönem obua çalmaya başladım ve nefesli enstrümanları tanıma fırsatım oldu. Ablam sayesinde keman repertuvarını ezberledim…
Babam Bülent Bezdüz opera repertuvarı hakkında bilgi sahibi olmama ve operanın tiyatral yanı ile ele aldığı konuları öğrenmeme çok faydalı oldu. Özellikle piyano repertuarımda bulunan bazı eserler (Rossini , Granados vs) ya da çalıştığım diğer eserlerde Lizst ve bir çok büyük besteci tarafından piyanoya transkripsiyon edilmiş Opera aria ve diğer bölümlerine rastlamak mümkün.
Bu eserleri seçerek ve severek çalmamın büyük nedeninin babamdan kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Bunun dışında babamızın bana ve ablam Sesim Bezdüz’e şarkı söylemek ile ilgili verdiği tavsiyeler ve enstrümanımızı kendi sesimiz gibi kullanmamız; “şarkı söyler gibi“ çalma konusundaki fikirleri bizim için büyük bir avantaj olmuştur.
Toparlayacak olursam , şarkı söyleyebilmek hayallerimin arasında hep vardı fakat sesimin güzel olduğunu ve bu alanda başarılı olabileceğimi düşünmedim. Tenor olmak istesem bile, ses rengim baritona yöneldi yani isteseydim bile olmazmış…
“Vazgeçilmez” olarak gördüğünüz kompozitörler ve piyanistler kimler?
Bu soruya cevap verebilmek oldukça zor. Size kısaca benim için özel bestecilerden bahsedebilirim :
Piyano alanında yapıtlar bestelemiş birçok besteci baştan itibaren kendi stillerinde büyük farklılıklar yaratmıştır. Eserler izlendiğinde ve analiz edildiğinde gelecek nesilleri eğitmek ve piyano tekniğini mükemmelleştirmek üzere birçok çalışma, egzersiz, etüdler, piyano sonatları, konçertolar vs günümüze ulaşmıştır. Favori bestecilerden bahsedecek olursam özellikle Polonyalı ve Rus bestecilerine büyük bir hayranlık duyuyorum. Moritz Moszkowski yazdığı egzersiz ve etütleri ile süratli ve hassasiyet gerektiren tuşe için çok geliştirici yapıtlar bırakmış.
Frederic Chopin ise bir enstrüman ile nasıl şarkı söylenebileceğini gösteren en iyi bestecilerden birisi. Gerisinde muazzam yapıtlar bırakmış; yazdığı etütler ve eserler mutlaka çalınmalı. Kendisinin operaya olan ilgisi bana kalırsa eserlerine çok büyük katkı sağlamış .Buna rağmen piyano repertuvarı üzerinde yoğunlaşmış bir besteci.
Ignacy Jan Paderewski yine çok sevdiğim Polonyalı bir besteci, piyanist ; aynı zamanda Polonya’nın eski başbakanı ve ülkesine zor durumlarında çok büyük yardımları dokunmuş gerçek bir vatansever. Sık çalınmayan piyano konçertosunu çok beğeniyorum.
Juliusz Zarebski yine sevdiğim Polonyalı ünlü bir piyanist ve besteci. Kendisi Franz Liszt’in öğrencisiymiş. Yakın zamanda ilk defa dinlediğim piyano quinteti beni çok etkiledi. Rus bestecilerinden Sergey Rachmaninoff, Tchaikovsky, Prokofiev,Lyapunov,Scriabin, Kapustin gibi birçok bestecinin yapıtları mutlaka çalınmalıdır. Elbette bunun dışında biz piyanistlere her zaman öğretici olmuş Bach, Haydn, Mozart,Scarlatti, Rameau, Beethoven, Schubert,Schuman, Brahms, Cesar Franck, Lizst, Busoni vs. gibi bir çok değerli besteci, arkalarında muazzam yapıtlar bırakmıştır. Mutlaka çalınmalıdır çünkü her bir değer piyano edebiyatını ve tarihini bir üst seviyeye taşımıştır.
Türkiye’ye ait bestecilerimizden, Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Alnar,Necil Kazım Akses, Muammer Sun, İlhan Baran ve daha niceleri unutulmamalıdır. Ben Ahmet Adnan Saygun’un yazmış olduğu etüdleri ve genel olarak eserlerini çok beğeniyorum. Eserlerini, yurt dışı konserlerimde programıma eklemeye özen gösteriyorum.
Genç nesilden takip ettiğim bazı besteci arkadaşlarımız da var. Adını anmadıklarım kusura bakmasın. Özellikle Cem Esen, şehir yakınlığı ve ailevi dostluğumuz nedeni ile yakından takip ettiğim bir piyanist ve besteci. Kendine has tarzını ve yazdığı eserleri beğeniyorum. Beste yaptığını bildiğim Doğaç İşbilen, Boğatay Köprülü, Cem Oslu ve adını anmadığım birçok değerli genç besteci arkadaşlarımız olduğuna şüphem yok.
Sevdiğim piyanistlere gelecek olursak , genel olarak eski jenerasyon daha çok hoşuma gidiyor. Kayıtları günümüze ulaşmış bir çok piyanist var. Rubinstein, Horowitz, Brendel, Arrau,Schiff, Zimerman,Gilels, Konstantin Scherbakov,Pollini,Argerich,Ashkenazy, Bernstein, Nikolay Lugansky,Alexander Romanovsky ve daha niceleri. Öğretmenim Ludmil Angelov aynı şekilde benim için yaşayan efsanelerdendir. Çok özel bir öğretmen ve inanılmaz bir piyanist.
Ülkemizde de çok değerli piyanistler, yetişmiş genç jenerasyondan da harika işler başarmış, daha nicelerini yapacaklarına inandığım pek çok arkadaşım ve meslektaşım var.
Özellikle İdil BİRET, Gülsin ONAY, Hüseyin SERMET, Fazıl SAY, Gökhan AYBULUS, Hande DALKILIÇ, Güher&Süher PEKİNEL, Ufuk&Bahar DÖRDÜNCÜ, Zeynep ÜÇBAŞARAN ve daha niceleri gibi ülkemizi gururla temsil eden piyanistimiz var. Örnek aldığımız piyanist ağabeylerimizden, özellikle , Rusya’da okumuş ve Rusya’nın klasik müzik kültürünü ülkemize getirmiş olan Gökhan AYBULUS,
Kenan TATLICI, Başarcan KIVRAK, Cem BABACAN, Can OKAN ve daha niceleri. Yine genç piyanistlerimizden Can ÇAKMUR, Salihcan GEVREK, Emre YAVUZ, Kaan BAYSAL, Emir İLGEN ülkemizi büyük piyano yarışmalarında gururla temsil etmişlerdir. Bu isimler takip edilmeli ve desteklenmelidir.
Devlet sanatçımız piyanist Sn. Gülsin Onay’ın da beğenisini toplayan, çok iyi bir Chopin icracısısınız. Chopin sizin için neler ifade ediyor?
Çok değerli Gülsin öğretmenimin Chopin konusunda önemli bir yorumcu olduğunu bilmeyen yoktur. Özellikle kendisine has yumuşak tuşesine yakıştırdığım bir bestecidir Chopin. Örnek aldığım Sayın ONAY, hakkımda böyle düşünüyorsa ne mutlu bana. Bu yorum beni ne kadar mutlu etse de, iyi bir Chopin yorumcusu olacağım günü sabırsızlıkla bekliyorum.
Pandemi süreci birçok müzisyeni maddi ve manevi açıdan derinden etkiledi. Siz bu süreci nasıl geçirdiniz?
Sofya’da geçen korona günleri… Bulgaristan’ın Corona virüsü ile ilgili erken önlem almaya başlaması, ailemin dikkatinden kaçmadı ve Sofya’da kalmamın daha yerinde olacağı kararımda beni desteklediler.
Okulumuz Online eğitime geçmişti fakat piyano öğretmenimle çalışmalarımı sürdürmem ilk zamanlarda pek mümkün olamamıştı. Okul tüm bölümleriyle terk edilmişliğini yaşarken okula giriş çıkış yapılmaması, çalışma odası bulma zorluğunu bir avantaja dönüştürüverdi. Okulun en iyi piyanolu odasında yalnızca ben çalıştığım için bulaşma tehlikesi yok denecek kadar azdı.
Hocam beni bilgisayar aracılığı ile dinliyor ve çeşitli önerilerde bulunuyordu.
Mayıs ayında yine odamda piyano çalıştığım sırada Hocam Ludmil ANGELOV çıkageldi. Pandemi sürecinin o ana kadar en büyük süprizi ve mutluluğu buydu.
Bu dönemde herkes gibi benim de bir çok konserim iptal edilmişti.
Çalışmalarımı sergileyeceğim bir platform düşünürken online konserler vermeye başladım. Hatta arkadaşım Stoyan KARAIVANOV (Akordeon) ile online bir yarışmada duo olarak birincilik elde ettik. Aramızdaki uzaklığa rağmen ablam Ablam Sesim BEZDÜZ ile birlikte çalışmalar yaptık.
Bu süreci avantaja çevirmek adına yeni eserler öğrenerek repertuvarımı genişletmeye çalıştım. Özellikle piyano tarihi, eserler, besteciler, yorumcular hakkında yeni bilgiler edinmeye gayret gösterdim.
Her gün düzenli spor yapmaya çabaladım. Bunun sağlığımı ve motivasyonumu korumak adına çok faydası olduğuna hep inandığımdan, hareketsiz kalma durumlarımda çok dikkatli beslenmeye devam ettim.
Bilim kurullarının önerileri doğrultusunda dışarı çıkmamaya, sosyal mesafe ve hijyen kurallarına uyarak yaşantımı sürdürmeye dikkat ettim.
Türkiye’de müziğe ve genç müzisyenlere yeterli değer ve önem verildiğini düşünüyor musunuz? Neler yapılmalı?
Bu konu özellikle en hassas olduğum noktalardan bir tanesi. Türkiye’de genç müzisyenlerin geleceğine yönelik, yeterli ve planlı herhangi bir çalışma yapıldığını düşünmüyorum. Genel eğitime paralel müzik eğitim sisteminde de ciddi yanlışlar süregelmekte. Bir öğretmenin, bilgisini öğrencilerine aktarabilmesi , o işi defalarca yapmış olması ile mümkündür. Tenzih edeceğim bir kaç eğitimci dışında , çoğunluk maalesef böyle değil. Sahne tecrübesi yaşamamış bir öğretmen uygulamaya dayalı bir eğitime bunu nasıl aktarabilir? Bir usta çırağına yapmadığı bir işi öğretebilir mi? Bu eğitimciler konservatuvara sanatçı ve solist yetiştirmek için değil de bütün kağıt işlerini yerine getirerek sadece akademisyen olmak için girmişler gibi.
Öğrenciler, öğretmenlerinin, bu akademik ünvan telaşesinin gölgesinde müziğe başlayıp sonradan müziğe küsüyorlar. Yeteneğin gelişimine klavuz olması beklenen kişi ,öğrenci ve aile ilişkilerine göre, öğrencisini , ne olacağına karar verdiği bir kuklaya dönüştürebiliyor. Maalesef ,bazı öğretmenler öğrencisini kaba ve kırıcı bir dille harcamaktan çekinmiyor. Öğrencisini başka fikirlere kapatıp başka insanlar ile çalışmasını yasaklayan birçok öğretmen tanıyorum. Bence öğretmenlik mesleği, egosunu kontrol edemeyen bireylere uygun bir iş değil. Özellikle ustalık – çıraklık geleneğinin hüküm sürdüğü mesleklerde öğretici , bir öğrenciyi motive eder ve onun hayatına güzel dokunuşlar yaparak yönlendirir.
Müfredatta yazan programa göre hareket edilmesi gerektiği söyleniyor, maalesef bu program da diğer ülkelerden geri kalmanın asıl sebebi. Normalde bir esere başlamak için diğer eserin bitmesini beklemek gerekmiyor ama konservatuvar müfredatı , öğrencileri zorlamıyor ve kapasitelerinin doruklarına ulaşmalarını engelliyor.
Diğer ve en büyük sorunlardan birisi de solfej ve armoni yetersizliği. Aynı şekilde Müzik Tarihi hakkındaki bilgisizlik. Bir esere çalışırken o eserin analizi yapılmalı, konu araştırılmalı. Bu yapılmazsa eser güzel yorumlanamaz ve öğretilemez.
Bireyler küçük yaştan ilgilendikleri alanla uğraşmalı, kültür derslerinin gereksiz olduklarını söylemiyorum ama bazı dersler gereksiz uzun ve öğrencilere zaman kaybettiriyor. Aslında Atatürk Türkiyesi’nde 1924 Musiki Muallim Mektebi açılması ile başlaya , 1936’da Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kurulması ile devam eden süreç takip edilebilseydi de bu konuşmaları yapmak zorunda kalmazdık.
Kısacası Cumhuriyet Dönemi’nin yenilikleri,yararlı ve kullanışlı, sonuçları da başarılarla kanıtlanmışken, aksayan bir sisteme geçmek gerçekten doğru değil. Çünkü bugün övündüğümüz kurumlar , yetişen değerli sanatçılar o sistemin sonuçları. Örneğin büyük yarışma programlarına bakınız. Bazı yarışmalar bir konservatuvarın 3 senelik sınav programını içeriyor. Bu birçok insanın yurt dışında fırsat arama sebebi. Aynı şekilde büyük yarışmalarda konçerto turları var. Bir eser çalışma odasında öğrenilir ama sahnede pişer. Bir aşçı tatmadığı bir yemeği geliştiremez! Gençlere gerekli sahne tecrübesi sağlanmıyor. Her sahne imkanı genç sanatçı adayları için motive edici bir olay.
Elbette kendini sanatsever bilen bazı varlıklı insanlar, kayırma ve bağlantı yolu ile tanıdıklarına güzel yardımlarda bulunuyorlar. Yardımın kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum fakat bir birey kolay yetişmiyor. Bir insan bir diğerinden daha değersiz denemez, kıyaslama bu şekilde yapılmamalı. Bazı genç arkadaşlar çok güzel destekleniyor bunlara sebep olarak bağlantılar ve lokasyon örnek gösterilebilir. Gereksiz etiketlerin de kalkması gerektiği düşüncesindeyim: ”Harika çocuk”, “Piyano dehası” ve aklınıza gelen niceleri buna örnek gösterilebilir. Başarı kutlanması gereken bir şey olabilir ama bu etiketler, bir gencin geleceği için riskli.
Konservatuvarlar, öğretmen ve öğrenci orkestralarında kendi öğrencilerine yer vermeli. Senfoniler ve operalar programlarında gençlere imkan sağlamayı sürdürmeli. Düşünün ki bir futbolcusunuz ve antrenman yapmanız elbette gerekiyor, fakat maça çıkıyorsunuz ancak kale yok, yani gol atacak veya gidecek bir adres yok. Hedef olmazsa nasıl bir gelişme beklenebilir?
Peki son olarak müzik dünyası için tek bir dilek hakkınız olsa, ne isterdiniz Doğaç bey?
Müzisyen için “müzik yapması “, onun en temel haklarından birisi, hatta var olma sebebidir. Tek dileğim, sanatçılara, yeteneklerini, gelişmelerini gösterebilecekleri ortamların yaratılmasıdır.