Genç ve zarif piyanist Beril Eren: “Sahnede ve zihnimde yarattığımı dinleyicilere aktarabilmek benim süpergücüm”

28 yaşındaki genç piyanist Beril Eren, piyanoya ilk başta çocukluktaki konsantrasyon sorununu çözmek adına tavsiye üzerine 2006 yılında, İstanbul Özel Pera Güzel Sanatlar Lisesi’nde Ofelya Aleskerova ile başlamış ve bu vesileyle başlayan başarı ve emek zinciri, Türkiye’ye çok değerli bir piyanist kazandırmış. Öğretmeniyle yaptığı 10 aylık bir çalışmanın ardından, 2007 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı Lise 1. sınıfına seviye sınavı ile kabul edilerek, piyano çalışmalarına Melin Molla ile başlayan Beril Eren, aynı yıl ilk solo konserini verdi.

2009 yılında piyano eğitimine Hülya Ardıç Barut’un sınıfına geçerek devam edip yine aynı yıl “İstanbul Filarmoni Derneği” tarafından düzenlenen “Türk Bestecileri Konseri’nde yer alan genç piyanist; Emre Can Karayel, Gülsin Onay, Zöhrab Adıgüzelzade, Emre Elivar, Victor Çuçkov, Milena Mollova ve Hüseyin Sermet’in piyano ustalık sınıflarına aktif olarak katıldı. Bir yandan da Arnaud Pumir ve Violaine Cochard’ın klavsen ve Yovan Markovitch’in oda müziği ustalık sınıflarında yer aldı.

2010 yılında MSGSÜDK Senfoni Orkestrası’na solist olarak seçilen Eren, 2012 yılında ‘’Opus Erasmus 2’’ projesi ile Fransa’ya gitmeye hak kazandı ve burada çağdaş müzik dalında orkestra ile iki konser verdi. Eren, yurtdışı deneyiminin -kısa olsun, uzun olsun- müzisyenlerin çağdaş müzik ve farklı çalış teknikleriyle tanışmak açısından oldukça önemli olduğunu vurguluyor. Eren, ayrıca, 2013 yılında Süreyya Operası’nda düzenlenen Sesin Yolculuğu 6. Genç Besteciler Şenliği’nde Umut Eldem’in eserini yorumladı. Aynı yılın Nisan ayında düzenlenen 16. Uluslararası Genç Müzisyenler Oda Müziği Yarışması’nda ise Mansiyon ödülü aldı. Aralık 2014’de şef Antonio Pirolli yönetiminde MSGSÜDK Senfoni Orkestrası eşliğinde C. Saint Saens’ın 2. Piyano Konçertosu’nu seslendirmesi ise müzik kariyerinde önemli dönüm noktalarından biri oldu.

2018 yılında İş Sanat tarafından düzenlenen ‘’Parlayan Yıldızlar’’ seçmesini kazanarak, 2019 Mart ayında Milli Reasürans’da resital veren Beril Eren, halen MSGSÜ İstanbul Devlet Konservatuvarı  Piyano Sanat Dalı’nda Öğretim Elemanı olarak görev yapmakta,  piyano çalışmalarını Dr.Öğr.Üyesi İris Şentürker ile sürdürmekte. Şentürker’in kendisine verdiği bir öğüt ise, tüm müzik yaşantısı boyunca hep onunla birlikte ilerliyor: ’Çalışırken acımasız ol, ama çalarken affedici ol’’ Sahnede her zaman aksilikler olabileceğini kabullenen Eren, “eser içerisinde her zaman ileriyi görürüm. Hiçbir zaman geriye ya da en başa dönmem ve ne olursa olsun panik olmadan bir şekilde toparlarım” diyor. Bu açıdan da bir müzisyen olarak süper gücü, sahnede ve zihnimde yarattığı atmosfer ve bu yarattıklarını onu dinleyenlere aktarabilmek…

Bir yandan da eğitmenlik yapan Eren, bildiğini aktarabilmenin de bir yetenek olduğunu düşünüyor ve şöyle açıklıyor: “Öğrettikçe aslında ben de yeni şeyler öğreniyorum. Çünkü her çocuk farklıdır. Her çocuğun çiçek açma mevsimi farklıdır. Hepsine aynı yöntemle öğretemezsiniz. Farklı yöntemler keşfettikçe, o keşfettiklerimi kendi çalışmalarıma da uyguluyorum.” Eren’in yakın dönem hedefleri arasında, 4-10 yaş aralığındaki çocuklara yönelik, hem eğlenip hem de öğrenebilecekleri bir piyano metodu yazmak var.

Bu değerli piyanistimizi, içinden geçtiği müzik yolculuğunu, yurtdışı deneyimini, genç piyanistlere tavsiyelerini öğrenmek isterseniz aşağıda söyleşimiz sizi bekliyor:

Müziğe olan yatkınlığınız ilk nasıl fark edildi? Daha sonra müzik çalışmalarınızı nasıl sürdürdünüz?

Açıkçası ben konsantrasyonu dağınık bir çocukmuşum. Biraz maymun iştahlılık varmış. Pek ders çalışmayı da sevmezmişim. Fakat okulda en sevdiğim ders müzikti. Müzik öğretmenim de bir enstrüman çalarsam bu konsantrasyon problemimin ortadan kalkacağını söylemiş anneme. Ve ben de bu vesile ile Pera Güzel Sanatlar’ın müzik kursuna başladım. Oradaki hocam Ofelya Aleskerova 3-4 ay geçtikten sonra annemlere benim oldukça iyi bir müzik kulağına sahip olduğumu ve bu işi profesyonel olarak yapmam gerektiğini söylemiş. Fakat ben o zamanlar çok çok az bir nota ve solfej bilgisine sahiptim ve konservatuvarı kazanmak için çok fazla çalışmam gerekiyordu. Bu noktada yollarımız Melin Molla ile kesişti. Kendisinin hakkını ödeyemem. Yaşım 14 idi ve alt yapısı sağlam olmayan biri olarak herkesten daha fazla çaba göstermem gerekiyordu. Piyano çalmaya aşık bir çocuktum. Günde 9-10 saatlik bir çalışma ile ortaokul seviyesini vererek lise 1.sınıfa başlama hakkı kazandım. Böylece müzik yolculuğum profesyonel olarak başlamış oldu.

Piyano çalışmalarınıza Rus ekolünden bir eğitmenle başladınız. Bu daha sonraki çalış biçiminizi etkiledi mi? 

Pera’daki müzik eğitimim oldukça başlangıç seviyesi olduğu için o ekolü derinlemesine tanıma fırsatım olamadı. Eğitimimin tamamını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda tamamladığım için, bu sürede orada çalıştığım hocalardan aldığım ekolü benimsemiş oldum. 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde önemli bir konservatuar eğitiminden geçtiniz. Bir piyanist açısından konservatuar eğitimi nasıl katkılar sağlar? 

Profesyonel eğitim almak isteyen bir müzisyenin hayatındaki en önemli evre, konservatuvardaki eğitim sürecidir. Konservatuvarda hocaların kendi deneyimleri ve geniş repertuvarları olmasının, bir öğrenciye katkısı oldukça büyüktür. Çünkü her eserin çalışma sürecinde yaşanan zorlukları kendileri deneyimledikleri için bu tecrübeleri aktarabildikleri en güzel eğitim alanıdır.

İlk solo konserinizi verdiğinizde kaç yaşındaydınız ve o anda sahnede neler hissetmiştiniz?

İlk solo konserimi verdiğim yaşı pek hatırlamıyorum açıkçası ama konserin Pera Güzel Sanatlarda olduğunu hatırlıyorum. Oranın ‘’Çok Amaçlı Salonu’’ vardı. Orada gerçekleşmişti. Elbette çok heyecanlandım ama sahnede olmayı ne kadar sevdiğimi o zamandan anlamıştım.

Sahnede hata yaptığınız bir anı hatırlıyor musunuz? Bu hataları nasıl yönetirsiniz? 

Elbette hatırlıyorum. Benim hocam sevgili İris Şentürker bana hep şöyle der; ‘’Çalışırken acımasız ol, ama çalarken affedici ol’’ Bu cümle benim aklımdan hiçbir zaman çıkmaz. Sahnede her zaman aksilikler olabilir. Yeterince çalıştıysanız, vicdanınız rahatsa sorun yok. Sahnede hata yaptığım zaman, eser içerisinde her zaman ileriyi görürüm. Hiçbir zaman geriye ya da en başa dönmem ve ne olursa olsun panik olmadan bir şekilde toparlarım.

“İstanbul Filarmoni Derneği” tarafından düzenlenen “Türk Bestecileri Konseri’nde yer aldınız. Türk Bestecileri sizce müzik tarihimizde nasıl bir öneme sahip? 

Etkilerinin asla göz ardı edilmemesi gereken Türk Beşlerinden bahsedebiliriz. Ben de bu Türk bestecileri konserinde Türk Beşlerimizden biri olan Ulvi Cemal Erkin’in bir eserini seslendirmiştim. Bu besteciler; aynı zamanda günümüzde mevcut olan konservatuvar, orkestra, çok sesli koro müziği yapan topluluklar, eğitim fakülteleri, güzel sanatlar fakülteleri, oda müziği ve senfoni orkestraları gibi kökleşmiş sanat kurumlarının birer kurucu üyesi olmuşlardır. Bu köklerden yola çıkarak günümüz sanatçılarımız çok sesli Çağdaş Türk Müziği’ni başka ülkelerde icra etmekte ve beğeniler kazanmaktadırlar. Bugün yapılacak iş; gelişme, değişme ve medenileşme yolunda tıpkı öncü güçlerin yaptığı ve Atatürk’ün vurguladığı gibi ulusal kimliğe yabancılaşmadan evrensel boyuta ulaşabilmektir.

Bir yandan da klavsen ustalık sınıflarına katıldınız. Piyano bilgisiyle klavsen birbirini besleyen süreçler mi? Klavsen Türkiye’de günümüzde yeterince ilgi görüyor mu sizce? 

Birbirini besleyen süreçten öte ikisinin arasındaki tını farklılığını anlamak adına edinilebilecek önemli bir deneyim. Klavsen ile uzun süre çalışmış olmanın sonucunda bu durumu açıklamak daha mümkün olur. Klavsen ve piyano arasındaki farkı şöyle açıklayabiliriz; Piyano klavsene göre avantajları olan bir enstrüman. Klavsenin ufak tuş yapısı bazı dinamikleri yapmaya imkan sağlamıyor fakat bu sınırların ötesine geçen bir özelliği ise, yarattığı tını farklılığı piyanoya göre kıyaslandığında, Klavsene has otantik bir ses özelliği ona Piyanonun sağlayamayacağı bir ayrıcalık oluşturur.  

Yurtdışı eğitim deneyiminiz de çok değerli. Singapur’da piyano eğitimi yaşıtlarınıza göre sıradışı bir tercih. Ardından Fransa’da çağdaş müzik dalında konser verdiniz. Bunun ardındaki motivasyon neydi ve size nasıl katkılar sağladı? 

Ben her müzisyenin uzun süreli ya da kısa süreli hiç fark etmez, yurtdışına çıkıp orada deneyim kazanması taraftarıyım. Ben Paris’e kısa süreli bir Erasmus programı ile gittim ve orada harika deneyimler kazandım. Muazzam orkestra projelerinde yer aldım. Çağdaş müzik ile hep iç içeydik ve bu benim hep uzak durmayı tercih ettiğim (yeterince anlayamadığımı düşündüğümden ötürü) çağdaş müziği daha iyi tanımama vesile oldu. Yurtdışında özellikle uzun süreli gidilen masterclasslarda sizden başka piyanistlerle de bir araya geliyorsunuz ve karşılıklı tecrübelerinizi paylaşıyorsunuz. Bence bu işin en güzel yanı. 

Peki eğitim hayatınızda hangi kurumsal destek mekanizmalarından yararlandınız? Bir müzisyenin ardında burs, maddi destek gibi sürdürülebilir mekanizmaların olması onun müziğini etkiler mi sizce? 

Ben eğitim hayatımda herhangi bir kurumdan burs desteği almadım. Çünkü yurtdışına hep kısa süreli gittim. Ama yurtdışında uzun vadeli okumak isteyen ve maddi sıkıntılardan dolayı okuyamayan çok fazla genç müzisyen arkadaşlarım var. Eğer gerekli desteği görürlerse, çok daha güzel işler yapacaklarına inanıyorum.

Piyanistliğinizin yanı sıra ayrıca mezun olduğunuz Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuarı piyano sanat dalında öğretim elemanı olarak görev yapıyorsunuz. Müzisyenliğiniz eğitmenliğinizi, eğitmenliğiniz de müzisyenliğinizi karşılıklı olarak nasıl besliyor / etkiliyor? 

Ben 19 yaşımda ders vermeye başlamıştım. Ders verdikçe aslında eğitmenlik yönümü keşfettim ve bundan ne kadar zevk aldığımı farkettim. Ben bildiğini aktarabilmenin de bir yetenek olduğunu düşünüyorum. Öğrettikçe aslında ben de yeni şeyler öğreniyorum. Çünkü her çocuk farklıdır. Her çocuğun çiçek açma mevsimi farklıdır. Hepsine aynı yöntemle öğretemezsiniz. Farklı yöntemler keşfettikçe, o keşfettiklerimi kendi çalışmalarıma da uyguluyorum. Böylece iki taraf da birbirini besliyor.

Oda müziğine ilginizi de fark ediyorum. Bu konuda nasıl çalışmalar içerisindesiniz? Türkiye’de oda müziği son dönemde oldukça revaçta; bunun ardında sizce ne tür gerekçeler var? 

Açık konuşmak gerekirse ben oda müziği yapmayı, solo çalmaktan daha çok seviyorum. Çünkü ben paylaşmayı seviyorum. Dolayısıyla yaptığım müziği de yanımdaki müzisyen arkadaşımla paylaşmaktan büyük keyif alıyorum. Karşılıklı bilgi alışverişi oluyor, bu da bir müzisyeni en güzel şekilde besleyen şey oluyor. Bence müzisyenler bunun keyfine daha da varmaya başladılar. Buna yaşadığımız pandeminin de etkili olduğunu düşünüyorum. Herkes birlikte müzik yapmanın aslında ne kadar değerli olduğunu gördü.

C. Saint Saens’ın 2. Piyano Konçertosu sizin müzik kariyerinizde nasıl bir öneme sahip?  

Saint Saens piyano konçertosu benim en sevdiğim konçertolar arasındadır. Mezuniyet yılımda okulumuz orkestrasıyla solist olarak çalma imkanım olmuştu. Benim için yeri çok ayrı bir konçertodur. Çalmaya başladığım andan itibaren kendimi dışarıya tamamen soyutlayabildiğim, iç dünyama dönebildiğim nadir eserlerdendir.

Piyano çalarken en büyük motivasyon kaynağınız nedir? 

Ben genelde önüne hedef koyarsan daha iyi motive olup çalışanlardanım. Eğer önümde bir konser, kayıt, yarışma vs varsa çalışırken çok daha yüksek motivasyon ile iş yapıyorum. Bu da yaptığım işe fazlasıyla yansıyor.

Şu ana kadar piyano çaldığınız en etkileyici mekan hangisi oldu? 

Aklıma ilk gelen yer İstanbul’da bulunan Süreyya Operası’nın sahnesidir. Orada verdiğim konserler benim için hep çok özel ve güzel olmuştur.

Bir müzisyen olarak “süper gücünüz” nedir? 

Bir müzisyen olarak süper gücüm, sahnede ve zihnimde yarattığım atmosfer ve bu  yarattıklarımı beni dinleyenlere aktarabilmek.

Müzik sizce toplumda ne tür işlevler yerine getirir?

Müziğin, toplumla etkileşip bütünleşen sanatların başında yer aldığını düşünüyorum. Bir milletin gelişmişlik düzeyini belirlemede müzik, önemli bir göstergedir.  Müziğin, insandan insana uzanan evrensel bir dil olması, dili, dini ayrı insanları aynı ezgide birleştirecek güce sahip olması, ona, diğer sanat dalları içinde ayrı bir yer, farklı bir ayrıcalık vermiştir. Bence müzik, sözle anlatılmayanı anlatma sanatıdır. Sözcüklerin anlatabildiği, zekanın kavrayabildiği şeylerin çok ötesine gidebilir. Müziğin alanı, belirsizliğin, elle tutulamayanın, düşlerin alanıdır diyebiliriz. Bu dili konuşabilmemizin,  bizlere verilen en büyük zenginliklerden biri olduğunu düşünüyorum

Piyano dalında uzmanlaşmak isteyen üstün yetenekli çocuklara tavsiyeniz ne olur? 

Herhangi bir enstrüman çalmayı öğrenmek, bir çocuğun hayatında oldukça büyük bir sorumluluktur. Her daim aynı disiplin ve istek ile bu yolda devam etmek gerektiğine inanıyorum. Ancak bu şekilde başarı elde edebilirler. Bizim mesleğimizde öğrenmenin sonu olmadığı için ve gelişiminin sırrı da bunun altında yattığı için bu meslekte hiçbir zaman ‘’ben oldum’’ dememek gerektiğine inanıyorum. Küçük yaşta edinilmiş başarılar iyi olmakla beraber, rehavet duygusunu da yaşatabilir. Bu nedenle çalışma disiplinini ve mental düşünceyi bırakmamalarını öneriyorum. 

Yakın döneme dair hedefleriniz ve orta vadeli hayalleriniz neler? 

Ben çocukları çok seviyorum. Özellikle 4-10 yaş aralığındaki çocuklarla iletişimimin oldukça iyi olduğunu düşünüyorum. Onlara yönelik, hem eğlenip hem de öğrenebilecekleri bir piyano metodu yazmak istiyorum. Ayrıca yine bu yaş aralığına hitap eden bir proje var aklımda. Henüz tasarı halinde olduğu için birşey söyleyemiyorum ama hayata geçirebilirsem zaten haberiniz olur mutlaka… Ayrıca güzel oda müziği projeleri için hayallerim var. Umarım tüm bunları hayata geçirebilirim.

One comment

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s