
Devlet Çoksesli Korosu şefi Burak Onur Erdem, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Rektörlük Ödülü̈ ile mezun olan, ardından İTÜ Müzik İleri Araştırmalar Merkezi’nde müzik teorisi ve şeflik üzerine yüksek lisansını tamamlayıp aynı merkezde doktora çalışmalarını tamamlamış olan genç bir sanatçı. Kendisi, Kunstuniversität Graz’da alandaki mentoru Prof. Johannes Prinz ile post-doktora programını bitirdikten sonra meslek hayatını farklı platformlardaki başarılı koro şefliği performanslarıyla sürdürüyor.
Koro şefliği alanında yetkinleşmek üzere Maria Guinand, Anders Eby, Volker Hempfling, Johannes Prinz, Denes Szabo ve Michael Gohl gibi uluslararası tanınırlığı yüksek şeflerle çalışan Burak Onur Erdem, 2012 yılında ise koro müziği alanında yeni projelere ve işbirliklerine ortam yaratmak üzere Koro Kültürü Derneği’ni kurdu. Genç koro şefi, 2015–2018 ve 2018–2021 dönemlerinde ise, Avrupa Korolar Federasyonu’nun yönetim kurulu üyesi olarak seçildi. Bahçeşehir Üniversitesi bünyesinde ise, Koro Şefliği Okulu’nun koordinatörlüğünü yaptı.
Koro Kültürü Derneği, kurucusu olan Burak Onur Erdem’in ifadesiyle, “Türkiye’de faaliyet gösteren koroların bir araya gelmesi, ihtiyaçlarını konuşabilmeleri, demokratik bir diyalog ortamında buluşabilmeleri ve birlikten oluşturacakları güç ile yeni adımlar atmalarını” amaçlıyor. Yaklaşık 10-15 kişilik bir merkez ekibi var, bunun çevresinde korolarda söyleyen binlerce kişinin bulunduğu bir organik ağa sahip.
Kurucusu olduğu Rezonans isimli oda korosu ile Nigel Short, Brady Allred, Jo-Michael Scheibe, Simon Carrington, Eric Whitacre ve Georg Grün gibi seçkin isimlerle konserler veren; Cork Fleischmann Yarışması’nda ikincilik, Arezzo Koro Yarışması’nda üçüncülük ödülünün sahibi olan Burak Onur Erdem, 2013–2016 yılları arasında ise Türkiye’nin en köklü senfonik korolarından olan İstanbul Avrupa Korosu’nun şefliğini yürüttü. 2017–2018 sezonu itibariyle ise, zaten 2013 yılından beri konuk ve yardımcı şef olarak çalıştığı Devlet Çoksesli Korosu’nda koro şefi görevini yürütüyor. Kendisi, 38. Varna Uluslararası Koro Yarışması’nda ‘En iyi genç şef’ ödülünü kazandı ve 66. Arezzo Uluslararası Koro Yarışması’nda jüri üyeliği yaptı.
“Rezonans bize 10 yılda birbirimize güvenmeyi, birbirimizi dinlemeyi ve aynı tınıda buluşabilmeyi öğretti. Bakalım önümüzdeki 10 yılda daha nasıl dersler bizi bekliyor” diyen Burak Onur Erdem, bu korodaki performansıyla En İyi Genç Şef Ödülü’ne de almış bir sanatçı.
Hayatındaki en önemli meslek sırlarından biri “daima ‘mesleğimizin henüz başındaymış’ gibi öğrenmeye devam etmek” olan genç şef, koro ile sınırsız bir sanat üretimi olacağına dikkat çekiyor ve seslerin bir araya gelmesi, aynı zamanda insanların bir araya gelmesi, birlikte yaşayabilmesi, birbirini dinleyebilmesi ve empati yapabilmesi anlamına geldiğine dikkat çekerek, aslında koro çalışmalarının her bir bireye ve topluma kattığı “birlikte yaşama dair” farkındalığı da önemle vurguluyor. Genç şefe göre, Türkiye’nin koro şefliği alandaki en öncelikli ihtiyacı üniversitede bu konuya özel bir bölümünün kurulması.
Burak Onur Erdem, ayrıca, korolarla Portekiz, Fransa, İtalya, İrlanda, Hollanda, Almanya, Avusturya, Macaristan, Estonya, Yunanistan ve Bulgaristan’da konserler yönetti. Giovanni Bonato, Eurico Carrapatoso, Hasan Uçarsu, Özkan Manav ve Nedim Yıldız gibi bestecilerin prömiyerlerini gerçekleştirdi.
Kendisiyle koroda uyumu sağlamanın araçları, Türkiye’de koronun bugünü ve geleceği, koroculuğun dünyada en geliştiği yerler ve daha nice konuşulmamış, gözden kaçmış konu başlığında çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Çocukluk yıllarınızdan başlarsak, müzik yolculuğunuz nasıl başladı, şu anda nasıl devam ediyor?
Çocukluğumdan beri hayatımın her anında müzik vardı, tabii ki aksi düşünülemez. Bir yandan müzikal gelişimimde Alman Lisesi’nde okumamın çok etkisi olduğunu da ifade etmeliyim. Beni koroyla tanıştıran da Alman müzik öğretmenlerimdir. Aynı zamanda Jugend Musiziert yarışmalarında klasik gitar ve şan dallarında İtalya, Yunanistan, Mısır ve Almanya’da okulu temsilen katıldığım konserlerdeki uluslararası ortamın beni çok etkilediğini ve o dönemde müziğe daha sıkı tutunmama vesile olduğunu hatırlıyorum. Lisenin ardından Boğaziçi Üniversitesi benim için ikinci bir müzik yuvası oldu. Müzik Kulübü’nde korolarda bulundum, korolar yönettim, arkadaşlarımla festivaller, turneler organize ettim, birçok alanda ‘pişme’ şansı buldum. Şimdi geriye dönüş düşündüğümde, her iki okulum da öğrenciye yaratıcı özgürlük tanıyan ortamıyla benim hayat yolculuğumda çok doğru adresler diyebiliyorum. Bu tespiti yapan elbette bir tek ben değilimdir, bu iki limandan yola çıkan birçok müzisyen var. Örneğin müzik yolculuğuna aynı limanlardan çıkan mor ve ötesi, belki de farklı yolların yürünebileceğine dair bana ilk ilham veren oluşumdur.
Boğaziçi Üniversitesi mezuniyetimin ardından ise alanda profesyonelleşmek üzere İTÜ MIAM’a girdim. Master ve doktoramı müzik teorisi ve şeflik alanlarında yaptım, ardından Kunstuniversität Graz’da alandaki mentorum Prof. Johannes Prinz ile post-doktora programını bitirdim. Bir yandan da hayatımda her zaman koro müziği vardı, hala da öyle olmaya devam ediyor.
Ustalık sınıflarında dünyaca ünlü koro şefleriyle çalışma fırsatı buldunuz. Mesleğinizin henüz en başındayken onlardan öğrendiğiniz “meslek sırlarından” anımsadıklarınız neler?
Belki de öğrendiğim en önemli meslek sırrı, daima ‘mesleğimizin henüz başındaymış’ gibi öğrenmeye devam etmek. Bizim mesleğimiz oldukça girift bir çalışma alanı. Şeflik tekniğinden stil bilgisine, sesin inceliklerinden prova yöntemlerine, hatta çoğu zaman organizasyondan iletişime kadar birçok alanı kapsıyor. Bu açıdan öğrenmenin son bulması mümkün değil, zaten koro şefliğini bu kadar çekici yapan da bu.
Türkiye’de sizce koro müziği günümüzde yeterince gelişmiş mi? Daha fazla neler yapılmalı?
Yeterince gelişmişlik sanıyorum ki hiçbir zaman gerçekliğini iddia edebileceğimiz bir durum olmayacaktır. Zaten yaptığımız müzik bize yetiyorsa, biz sanatsal anlamda gelişimimizi durdurduk demektir. Fakat belki soruyu toplumun koro müziğinin ne kadar farkında olduğu üzerinden yorumlarsak o zaman ilginç noktalara varıyoruz. İnsanın en temel ifade biçimi sestir. Seslerin bir araya gelmesi, aynı zamanda insanların bir araya gelmesi demektir. Birlikte yaşayabilmek, dinleyebilmek ve empati koro müziğinin temsil ettiği en önemli değerlerdir dersek yanlış olmaz. Bu açıdan, koronun her bir bireye katacağı bir deneyim, bir farkındalık vardır. Bir araya gelip ortak deneyim alanlarımızı genişleteceğimiz bu müzik formu bizleri çok farklı bir sanat evrenine taşıyabilir. Bu açıdan koro ile yapılabilecek sanat üretiminin sınırsız olduğunu anlatmamız gerekiyor, bu da bizlere düşüyor.
Koro Kültürü Derneği’ni hangi motivasyonlarla kurdunuz? Şu anda kaç kişilik bir ekipsiniz, nasıl faaliyetleriniz var?
Dernek bizim hayatımızda her zaman bir çatı kurum olarak yer aldı. Türkiye’de faaliyet gösteren koroların bir araya gelmesi, ihtiyaçlarını konuşabilmeleri, demokratik bir diyalog ortamında buluşabilmeleri ve birlikten oluşturacakları güç ile yeni adımlar atmaları için bu oluşumu başlattık. Yaklaşık 10-15 kişilik bir merkez ekibimiz var, bunun çevresinde korolarda söyleyen binlerce kişinin bulunduğu bir organik ağa sahibiz.
Faaliyetlerimiz birkaç alanda yürütülüyor. Koro şarkıcıları için festivaller, koro şefleri için eğitimler ve ustalık sınıfları, sektördeki herkes için sempozyumlar, paneller, buluşmalar düzenliyoruz. Belki de en önemli rolümüz, Türkiye ile uluslararası koro dünyası arasında bir köprü görevi yürütüyor, Avrupa Koro Federasyonu (ECA-EC) ve Uluslararası Koro Müziği Federasyonu (IFCM) ile birlikte çalışıyoruz.
Çok değerli ödüller aldınız bu zamana değin. Sizde en çok yer etmiş ödüllerden birkaçını belirtebilir misiniz?
Aklıma gelen ilk ödül sanıyorum ki Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Ödülü. Yönetmelikte yazdığına göre bu ödül, üniversitedeki öğrenciliği süresince derslerinde gösterdiği başarının yanı sıra ders dışı faaliyetleri ile de üniversite camiasına ve topluma katkılar sağlamış mezunlara veriliyor. O dönemki unutulmaz rektörümüz Prof. Dr. Kadri Özçaldıran’a mezuniyet töreninde çok içten ve biraz da naif biçimde sarıldığımı hatırlıyorum. Hayatımdaki en önemli anlardan biriydi diyebilirim.
Bunun dışında Rezonans’la gittiğimiz birçok koro yarışmasında aldığımız ödüller bir ekip olarak paylaştığımız anları ölümsüzleştirdiği için çok değerlidir. Belki de tüm arkadaşlarımla birlikte aldığım en önemli ödül Varna Koro Yarışması’nda bana verilen, fakat korodaki tüm arkadaşlarımın en az benim kadar eşit paydaşı oldukları En İyi Genç Şef Ödülü sayılabilir.
2010 yılında İstanbul merkezli kurduğunuz oda korosu Rezonans oldukça ses getirdi ve bu koroyu uluslararası planda tanıtmak konusunda da müthiş bir gayret gösterdiniz. Bu koronun kuruluş amacı ve formatını aktarır mısınız?
Rezonans, isminin de belirttiği gibi, bir arada yaşayabilmenin ve üretebilmenin bir sembolü olarak kuruldu. Bugüne kadar yüzlerce farklı proje yaptık fakat hepsinin ortak noktası, her bir projenin tüm üyelerimizin güçlerini birleştirmesiyle ortaya çıkmasıydı. Rezonans bize 10 yılda birbirimize güvenmeyi, birbirimizi dinlemeyi ve aynı tınıda buluşabilmeyi öğretti. Bakalım önümüzdeki 10 yılda daha nasıl dersler bizi bekliyor…

Rezonans’ın gelecek dönemde bize sürprizleri olacak mı?
Rezonans’ın her dönem izleyicilerine olduğu kadar kendine de sürprizleri olur. Koronun yapısı her zaman kendi içinden yeni ve daha önce hiç denenmemiş üretimler çıkarmayı önceliklendirmiştir. Heyecanlı bir 2022 bizi bekliyor olacak.
Önümüzdeki ilk proje, Almanya’nın ve hatta dünyanın en büyük koro müziği ustalarından biri olan Frieder Bernius ile yapacağımız konser serisi olacak. Bu projenin ardından sanatseverlerle buluşturacağımız ve bugüne kadar hiç yapılmamış bir başka projeye de şimdiden hazırlanmaya başladık. Bizi takip eden değerli izleyicilerimizle bu sürecimizi paylaşmayı heyecanla bekliyoruz.
Sizce bir toplumdaki çok seslilik ile korodaki çok seslilik arasında bir bağlantı kurulabilir mi?
Bağlantı kurulabilir, hatta direkt bir ilişki dahi gözlemlenebilir. Koronun en önemli değerlerinin birlikte yaşayabilmek, dinleyebilmek ve empati olduğundan bahsetmiştik. Bu değerler toplumda da en çok özlemini çektiğimiz değerler, değil mi?.. Bundan dolayıdır ki, ortak deneyim alanlarına çok ihtiyaç duyuyoruz. Bunları da hep birlikte yaratacağız.
Pandemide müzikal anlamda en çok neyi özlediniz?
Elbette canlı buluşmaları, aynı mekanda seslerin birbirinin içine geçerek yarattığı ortak tınıyı ve her bir provayı… Korolar, çalışmalarını çoğunlukla dijital mecralara aktarabilmiş olsalar da, tabii ki bu gerçek müziğin yerini tutmuyor.
Şu ana kadar şeflik yaptığınız ve sizi büyüleyen konser salonları hangileri oldu?
Sanıyorum ki unutamadığım üç sahneyi sayacak olsam şöyle sıralardım: Lizbon Belem Kültür Merkezi, ki burada Devlet Çoksesli Korosu ile Lizbon Koro Festivali’nin gala konserini yapmıştık; Arezzo Teatro Petrarca, çok büyük olmamasına rağmen adeta tarihin yaşadığı bu sahnede Rezonans ile unutulmaz anlar yaşamıştık; ve tabii ki atmosferi hiçbir şeye değişilmeyecek olan meşhur Aya İrini.
“Idolümdür” diyeceğiniz şefler hangileri?
Bugüne kadarki meslek hayatımda birçok koro şefinden farklı şeyler öğrenmeye çalıştım. Belki de bana hocalık yapan şefler kadar, meslektaşlarımdan ve çalışma arkadaşlarımdan da bir o kadar öğrendim. Fakat bir ismi ayrı bir yere koymam gerekirse o mutlaka Wiener Singverein’ın efsanevi şefi ve hocam Prof. Johannes Prinz olacaktır.
İyi bir korist mi, iyi bir solist mi önceliklidir?
Her ikisi de önceliklidir. Bir koristin ve bir solistin rolleri farklıdır. Örneğin dünya çapında bir solist, korist rolünde yetersiz olabilirken ideal bir korist de solistlik yapamayabilir. Bunu adeta tıptaki bir uzmanlaşma gibi görebiliriz. Mesela, bir kulak burun boğaz uzmanı mı yoksa bir dahiliyeci mi önceliklidir? Her ikisi de farklı rollerde olduğu için, ikisine de ihtiyacımız vardır. İkisi de birbirinden değerli ya da öncelikli değildir. Önemli olan herkesin kendi üzerine düşen görevi en iyi şekilde yapabilmesidir.
Repertuvar ve solist seçimlerine doğrudan siz mi müdahil olursunuz? Bunları hangi kriterlere göre yaparsınız?
Müzikal kararlar koro şefinin sorumluluğundadır. Bu noktada şef; koronun sezon programlamasını, gelecek 10 yıla dair stratejisini, koristlerin ihtiyaçlarını, üretilecek sanatsal ifadenin anlatım gücünü, sahne şartlarını, operasyonel gereklilikleri ve bunun gibi birçok yaratıcı ve pratik sebebi göz önünde bulundurarak kararlar verir. Fakat benim bu noktada önemsediğim, koro üyelerinin katılımcı süreçlerle bu kararlara etkide bulunabilmesi ve isteyen herkesin sesini duyurabildiği ortak akıl mekanizmalarının işlemesidir. Birlikte üretmek her zaman bir kişinin üretimine göre çok daha bereketli olur.
Gençler arasında orkestra ve/veya koro şefliği yeterince biliniyor mu ve teşvik ediliyor mu sizce?
Birçok genç, orkestra şefliği hayalleri kurar. Koro şefliği hayali kuran gençlerin sayısının da son dönemde azımsanmayacak kadar çok olduğunu gözlemliyorum. Tabii ki hayal kurmak ayrı, teşvik edilebilmesi ayrı. Türkiye’nin bu alandaki en öncelikli ihtiyacı üniversitede bir koro şefliği bölümünün kurulmasıdır. Bu konuda da çalışmalarımız var, doğru zaman geldiğinde bu alanda da girişimlerimiz olacak.
Koroculuğun dünya çapında en çok geliştiği yer sizce neresi? Ve neden?
Burada birçok ülkeyi sayabiliriz fakat sanırım ilk aklıma gelen yer Estonya oldu. Bunun en temel sebebi, Estonya’nın koroyu artık bir yaşam biçimi olarak algılıyor olması olabilir. Estonya’da tüm çocuklar okullarda korolarda söyleyerek hayata başlarlar. Bunun sonucu olarak toplumda birlikte üretmenin değerli olduğu algısını gözlemlemek hiç de zor değildir. Elbette yüzyıllara dayanan geleneğin de burada çok etkisi var. Bu geleneğin Estonyalıların kaderini en çok etkilediği süreç belki de ‘Singing Revolution’ diye anlatılan, 1987-1991 yıllarını kapsayan ve tamamen barışçıl yöntemlerle, el ele şarkı söyleyerek kazanılan bağımsızlık mücadelesi olmuştur. Koroların gücünün yadsınamayacağı çok açık.
Türkiye’de sizce koronun geleceği parlak mı?
Türkiye’de koronun ‘bugünü’ o kadar parlak ki, gelecekte olacakları tahmin dahi edemiyorum. Evet, organize olmamız gerek, birbirimize tutunmamız ve koroların değerini el birliğiyle anlamamız, anlatmamız gerek fakat gelecek hiç olmadığı kadar aydınlık gibi görüyorum.
Korolarınızda hep Türkçe’ye mi yer veriyorsunuz?
Genelde korolar çok dilli repertuvarlara sahiplerdir. Ben de belki onlarca dilde eser çalışmışımdır. Fakat elbette Türkçe’nin bizim için özel bir yeri var. Türkçe’nin ana dili Türkçe olmayanlar tarafından algılanışıyla özellikle ilgileniyorum. Bundan dolayıdır ki Devlet Çoksesli Koromuzun girişimiyle her sene bir Avrupalı besteciye bir Türkçe şiir üzerine yeni eser siparişi yapıyoruz. Bugüne kadar Yunus Emre, Mevlana, Nazım Hikmet ve Orhan Veli şiirleri sırasıyla İtalyan, Norveçli, Portekizli ve İrlandalı besteciler tarafından bestelendi. Bu, bizim için çok heyecan verici bir üretim süreci oluyor. Tüm bu eserlerin kayıtlarını yakın zamanda dijital platformlarda da paylaşıyor olacağız.
Koroda uyum ve armoni çok önemli. Bu uyumu yakalamak için neler yapıyorsunuz bir şef olarak?
Uyum zihinden başlar. Topluluk, bir araya geldiğinde ne kadar güçlü olduğunu hissettiğinde, koroda söyleyenlerin çok yakından tanıdığı bir duyguyla karşılaşırız: Birey topluluğun içinde erimeye başlarken aynı zamanda bu ortak deneyimin yarattığı sanatsal ifade ile daha da güçlenir. Bu esasında paradoksal gibi görünen durum koro müziğinin özünü oluşturur.
Belki de uyumun en önemli anahtarı dinleyebilmektir dersek yanlış olmaz. Tabii ki dinlemek de, katman katman önümüzde açılan ve derinleştikçe daha da kendini açan bir süreç olarak karşımıza çıkıyor. O zaman, her gün bir öncekinden daha çok dinleyebilirsek belki de iyi bir kazanım elde etmişizdir diyebiliriz.
Bir eseri çalıştırırken nasıl bir yöntem izliyorsunuz?
Eserin nasıl çalıştırılacağını belirleyen en önemli faktör koronun ihtiyacıdır. O gün, o şartlarda eserin hazırlanılması için her bir koro üyesi neye ihtiyaç duyuyorsa, koro şefi o ihtiyacı tespit etmeli ve ekibe onu sunmalıdır. Bunun için tabii ki ilk adım şefin eseri iliklerine kadar öğrenmesiyle başlar. Ardından empati kurulmalı ve ‘acaba bir korist olsaydım burada neye ihtiyacım olurdu’ diye düşünülmelidir. Bu ihtiyaçları gözeterek, eserin de müzikal gereklilikleri çerçevesinde bir prova planı yapılır ve gün gün uygulanır. Çalışmanın sürekli olduğunu ve sonuca bir günde ulaşamayacağımızı hatırlamak, çalışma sürecini daha verimli kılar diye düşünüyorum.
Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler…