
İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın (İDSO) başkemancı yardımcısı Özgecan Günöz, İzmirli müzisyen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldikten sonra varoluş amacı ve mutluluk kaynağını müzikte, konser salonlarında, piyanoda ve olgunlaşma sürecinde de kemanında bulan bir keman sanatçısı. “Konservatuvara girme yaşım geldiğinde ben kemancı olmak istiyorum diye tutturdum” diye anımsıyor o kararlı duruşunu. “Bilmek yetmez, uygulamak lazım. İstemek yetmez, yapmak lazım” diyen Goethe’yi haklı çıkarırcasına, kendisi son dönemde gerek bireysel başarıları, gerekse Bosphorus Trio grubuyla sürdürdüğü başarılı ve Türkiye’de eşine pek rastlanmayan ahenkte oda müziği çalışmalarıyla isminden çokça söz ettiren bir yetenek…
Öğrencilik yıllarında Bremen Gençlik Orkestrası’nda yer alan, ilk önemli orkestra tecrübesini burada edinen Özgecan Günöz, 20’li yaşlarında ise Fazıl Say’ın bir projesi olan Anadolu Gençlik Orkestrası ile hem yurtiçi, hem de yurtdışında birçok konser gerçekleştirdi; Türkiye’nin farklı şehirlerinden seçilmiş genç müzisyenler ve orkestra şefi İbrahim Yazıcı yönetiminde Türkiye’nin çok çeşitli yerlerine ve Avrupa’nın bazı büyük şehirlerine turneleri oldu.
Beş yıldır isminden oldukça söz ettiren, çok başarılı konser ve albüm çalışmaları içerisinde yer alan Özgür Ünaldı, Çağlayan Çetin ve Özgecan Günöz’den oluşan Bosphorus Trio ise oldukça değerli ve büyük bir dostluğun ve emeğin ürünü olan bir proje. Her konserlerinde, Ferit Tüzün, Ferit Alnar ve İlhan Baran başta olmak üzere Türk bestecilerine sahip çıkan bir repertuarla izleyiciler karşısına gelen grup, piyano, çello ve kemanın o büyülü uyumunu hepimize yansıtan, güleryüzlü, mütevazi ve müziklerine tutkuyla bağlı üç gençten oluşuyor. Özellikle son on yıldır sayıları artsa da hepsi aynı sürdürülebilir çizgiyi yakalayamamış olan Oda müziği topluluklarının kalıcılığını sağlayan dinamiği ve “altın uyumu” ise, çalış tarzları, bütünsellikleri ve birbirlerini sahnede yüceltmeleri, desteklemeleriyle elde etmiş görünüyorlar.
Bosphorus Trio konser salonlarıyla da kendisini kısıtlamayan ideal gençlerden oluşuyor. Peki hedefleri neler? “Anadolu’yu karış karış gezelim, belki hayatında birkaç kez klasik müzik konseri dinlemiş ama oda müziği ne demek bilmeyen, belki de hayatında ilk kez viyolonsel görecek insanlara ulaşalım. Bu iş sadece büyük şehirlerde kalmasın, ulaşamayana da biz ulaşalım” diye açıklıyor Günöz.
Özgecan Günöz, bir süredir Sonsuz Oda isimli bir projenin de parçası. Sonsuz Oda, sanatçıların pandemi ortamında izleyici ve dinleyici kitlelerinden sonsuz şekilde uzaklaştığı, ayrı kaldığı bir ortamda hem sanatçıları hem de onların takipçilerini bilgilendirmeyi, eğitim vermeyi ve etkileşimlerini korumayı amaçlayan, sinemadan spora, müziğe dek uzanan bir eğitim platformu.
Genç ve başarılı keman sanatçımız için, kemanında bir kez daha hayat bulan ve dinleyiciye çok özel hisler yaşattığı Astor Piazzola yorumunun ve Piazzola ile onun Mevsimler eserinin ise yeri oldukça ayrı ve biricik. Şu şekilde açıklıyor bu esere dair duygulanımının arka planını:
“Piazzolla’nın müziğini her zaman severdim, ancak nedenini tam olarak doğru ifade edemeyeceğimden korktuğum sebeplerden dolayı uzunca bir süre bilinçli olarak çalmaktan uzak durdum. Sanırım bu duyguyu ilk kırdığım zaman -bundan 3-4 yıl öncesi oluyor- Bosphorus Trio ile Piazzolla’nın Mevsimler isimli eserinin piyanolu trio için uyarlamasını çalıştığımız dönemdir. Çaldıkça keyif aldığımı, ve onun müziğinde kendimi çok özgür hissettiğimi hatırlıyorum. Bu eseri seneler içinde kendimizce başka bir şekle soktuk, kadanslar ekledik, süslemeler yaptık ve başka kısa müziklerini de repertuvarımıza aldık. Bu bahsettiğim Mevsimler isimli eserin solo keman ve yaylı orkestra için başka bir uyarlaması daha var. Piazzolla’yı çalmaktan gitgide daha çok keyif alır hale geldikçe, bu versiyonu da kendi repertuvarıma katmak istedim ve 3 farklı orkestra ile bu güzel eseri çalma fırsatım oldu. Bazı müzikler dinleyiciyi anında kavrar ama yorumcuya çalarken o kadar da haz vermeyebilir; bazı eserlerde ise tam tersini hissedersiniz. Bence Piazzolla hem yorumcuya, hem de dinleyiciye çok keyif veren bir besteci. Yorum anlamında farklı şeylere çok açık, kişiye özel, imzanızı atmanıza olanak tanıyan esneklikleri olması beni cezbediyor diyebilirim.”
Kemandaki üçüncü yılında Polonya’da düzenlenen bir yaz okuluna gidip orada çok değerli bir pedagog olan Walentyny Jakubowskiej ile çalışan Günöz, imkan bulan müzisyenlerin, çok erken yaşlardan itibaren yurtiçi ve yurtdışındaki ustalık sınıflarına katılmalarının oldukça önemli olduğuna dikkat çekiyor ve “Farklı bakış açıları geliştirmek çok önemli. Bunu ne kadar erken yaşta öğrenirseniz, müzikte o kadar yaratıcı ve çok yönlü olmak mümkün. Bu farklı bakış açılarını öğrenmek, yeterli olgunluğa ulaşıldığında “ben bu yorumu tercih ediyorum”, “bu benim yorumum” diyebilmek adına da çok çok önemli” şeklinde bir tavsiyede bulunuyor.
Eugene Ysaye ve Malcolm Arnold’un keman konçertolarını Türkiye’de ilk seslendiren müzisyenlerden olan Özgecan Günöz’le, keman sanatçılığı yolunda ilerlerken konservatuar eğitiminin neden şart olduğundan, bir kemancının günlük çalışma disiplininin nasıl olması gerektiğine, önceliklere ve özverilere, orkestrada kemancı ve başkemancı olmanın sorumluluklar ve üstlenilen roller açısından farklılıklarına dek birçok teknik konuda konuştuk.
Kemanına, müziğine ve özellikle de çok rafine bir Türkçe kullanımına hayran bırakan, imkanı olsa uzay boşluğunda yürüyüşe çıkıp, elinde keman, yerçekimsiz ortamda çalmayı denemek isteyen bu özel keman sanatçımızı tanımalı ve özellikle aşağıda videolarını paylaştığım performanslarını dinleyerek ruhunuza ve kulaklarımıza büyük bir ödül vermelisiniz.
Kendinizi tanıtır mısınız? Kemanla dostluğunuz ne zaman, nasıl bir ortamda başladı?
Müzisyen bir ailenin en küçük çocuğu olarak 1986 yılında İzmir’de doğdum. Annem opera sanatçısı ve babam viyola sanatçısı. Tüm çocukluğum opera kulislerinde, kostüm odalarında, orkestra çukurunda ve izleyebilecek yaşa geldiğimde ise konser salonlarında konser izleyerek geçti. İlk müzik deneyimim 5 yaşındayken çocuk korosu ile oldu, ve hemen akabinde piyano dersleri almaya başladım. Ailem, piyano enstrümanının çok sesliliği sebebiyle o yaştaki bir çocuğun kulak eğitimi için başlangıçta daha uygun olacağına karar verdiler. Benden 6 yaş büyük ablam ise kemancı olduğundan, evde sürekli keman sesleri duyar, onun çalışmalarına tanık olurdum. Kemanı gerçek anlamda ilk çalma denemem 5-6 yaşlarımdayken oldu. Evde çok küçük bir çocuk kemanı vardı, babam onu nasıl tutmam gerektiğini ve nasıl arşe çekeceğimi gösterdi bana. 10 yaşında konservatuvara girene kadar da bir daha ciddi ve sürekli keman çalışmam olmadı. Fakat yine de konservatuvara girme yaşım geldiğinde ben kemancı olmak istiyorum diye tutturdum… 1996 yılında, Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nın keman bölümüne girerek keman eğitimime başlamış oldum. Şu an İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nda başkemancı yardımcısı olarak çalışıyorum, aynı zamanda Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın da üyesiyim ve tutkum olan oda müziği hayatımı Bosphorus Trio ile sürdürüyorum.

Hayatınıza konservatuar neler kattı?
Eğer bu mesleği seçiyorsanız, konservatuvar eğitimi şart. Özel derslerle veya kurslarla profesyonel anlamda çalabilecek seviyeye gelmeniz çok zor, hatta imkansız. Ayrıca enstrüman dışında birçok başka yan ders var, bunlar da müzisyen olarak gelişiminiz için çok önemli. Konservatuvarda çok değerli hocalarım oldu. Her birinin bendeki emeği çok büyüktür. Ankara’daki ilk hocam Cengiz Özkök, sonrasında 3 yıl çalıştığım Reyyan Yücelen, İzmir’de 5 yıl çalıştığım ve üniversiteden mezun olduğum Kartal Akıncı ve İstanbul’da yüksek lisans ile doktora çalışmalarımı yaptığım Venyamin Varshavski. Bu değerli hocaların yanı sıra biraz önce bahsettiğim, örneğin oda müziği veya orkestra gibi, solfej, armoni veya form bilgisi gibi diğer derslerin hocaları ve sınıf korrepetitorlerimiz…. Beni yetiştiren tüm hocalarıma yeri gelmişken teşekkür etmek isterim. Sanatın her dalının birbirinden etkilenerek gelişmesi ve değişim geçirmesi gibi sanatçılar da çocuk yaştan itibaren birbirlerinden beslenir, gelişirler. Eğitim hayatım boyunca beraber okuduğum ve şimdi ülkemizin çeşitli sanat kurumlarında görev yapan çok değerli müzisyen arkadaşlarım da bana çok çeşitli şeyler katmıştır.
Günde kaç saat keman çalışırsınız? Bu adanmışlık, sosyal yaşantınızdan nasıl tavizler vermeyi gerektiriyor?
Bunu tam olarak cevaplamak çok zor, çünkü duruma göre değişkenlik gösteren bir şey. Örneğin solist olarak önemli bir konsere veya bir sınava hazırlanıyorsam çalışma sürem çok artabiliyor. Bazen günde 4-5 saat olabiliyor. Tabii orkestra veya oda müziği prova ve konserlerimin çok yoğun olduğu dönemlerde bireysel çalışmaya bu kadar zaman kalmayabiliyor ve örneğin 1 saatle idare etmek durumunda kalabiliyorum. Ama şu bir gerçek ki, profesyonel hayatta artık öğrencilikteki gibi uzun süreler çalışma şansımız yok. Zaten kazandığınız tecrübeler ve gelişim ile eserleri çok daha hızlı öğrenir hale geliyorsunuz. Örneğin Türkiye’de bir devlet orkestrasında her hafta farklı bir program öğrenip, konserde çalmak için sadece 4 provamız var, öncesinde çalışmak içinse hafta sonu yani 2 gün. Bu, bir haftada koca bir senfoni, bir uvertür ve o haftanın solistine eşlik edeceğimiz eserlerin tümü anlamına geliyor. Ve her hafta bu yepyeni bir program ile tekrarlanıyor. Yada aniden 1 ay sonra bir konçertoyu solist çalmanız veya 2 hafta içinde trio ile bir konser için teklif gelebiliyor… Bunları kısa zamanda hazır hale getirmeyi tecrübe ettikçe hızlı öğrenmek doğal bir şey haline geliyor. Sosyal hayat kısmına gelince, evet müzisyenlik adanmışlık gerektiriyor. Bu öğrenciliğimizden beri özümsediğimiz bir yaşam biçimi. Çok taviz verdiğim doğru, özellikle çok önemli konserlere hazırlanırken sağlıklı bir yaşam tarzı, zihnimin, psikolojimin ve vücudumun sağlığı için çok gerekli. Düzenli uyku, spor, iyi beslenme gibi şeylere maratona hazırlanan bir sporcu gibi dikkat etmek gerekiyor.
Birçok farklı meslek grubuna göre düzenli çalışma saatlerimiz yok, olsa bile bireysel olarak evde çalışmak da bizim mesleğimizin çok önemli bir kısmı.
Ancak hayatın kendisini deneyimlemeden insan üretemez, yenilenemez, fikir toplayamaz, ilham alamaz diye düşünüyorum. Hayatta her şeyde olduğu gibi, bunu da dengelemek gerekli. İnsanın en başta kendine ve sevdiklerine, sonra da kendine iyi gelen şeylere zaman ayırması çok çok önemli.
Orkestrada kemancı ve başkemancı olmanın sorumluluklarını nasıl tanımlarsınız?
Bir orkestrada kemancı olmak ile başkemancı olarak çalmak farklı şeyler, bir oda müziği grubunda keman çalmak veya solist olarak keman çalmak ise bambaşka şeyler. Yani aslında hepsi bürünmemiz gereken birbirinden farklı roller gibi. Hepsini aynı bakış açısı ile, öğrenilmiş tek bir “doğru” sistemi üzerinden yapmak mümkün değil. Orkestrada tutti keman çalıyorsanız yapmanız gereken en önemli şey, takım oyuncusu olmak. Önünüzde bir orkestra şefi var, ayrıca kendi grup şefiniz veya konzertmaisteriniz var. Uyum içinde çalmak, grubu bozmadan, hem ritmik beraberlik, hem ses rengindeki veya entonasyondaki beraberlik için müzikteki yerine göre bazen tedbirli ve arka planda kalarak, bazense daha atik ve solistik düşünerek çalabilmek, yani esnek olabilmek, çalarken ben değil biz diye düşünebilmek gerekli.
Başkemancı olarak çalmaya gelince farklı açılar devreye giriyor:
Müzikal ve teknik olarak çalınan eserlere üst düzeyde hakim olmak bir başkemancının hazır olması gereken en önemli konu sanıyorum. Çünkü iyi bir orkestrada yaylı çalgılar gruplarının tümünün ses bütünlüğü, tını birliği, stil birliği gibi konular çok önemlidir. Başkemancılık da bu konularda oldukça yetkin bir pozisyon. Sadece eserlere arşeleri yazmak değil, çalış stili ve esere yaklaşım biçimi gibi yorumsal konularda orkestra şefi kadar etkin bir pozisyon. Bu yüzden eserlere hakim olmak çok önemli. Başkemancı, orkestranın başı olduğundan gelen konuk şeflere orkestrayı tanıtan, sunan, şefin müzikal isteklerini algılayıp ayak uyduran, çalışı ve beden dili ile de orkestraya anlatan, arada bir köprü oluşturan, provaların gidişatındaki dengeyi sağlayan bir görevi de var. Tüm bunların yanı sıra, çoğu büyük bestecinin senfonik eserlerinde başkemancılar için yazılmış dehşet zor ama bir o kadar da keyifli sololar vardır. Bunlar bazen bir konçerto zorluğunda, bazense daha küçük ve hafif sololar olabilir. Bunları da en iyi şekilde yorumlamak başkemancının bir diğer sorumluluğu…

Pandemi döneminde konser salonlarının alkışlarını çok özlediğinizi tahmin edebiliyorum. Bu anlamda Sonsuz Oda size nasıl bir açılım / katkı sağladı? Sonsuz Oda projesini tanıtır mısınız?
Sonsuz Oda, meraklılarının alanında uzman bazı kişilerin bilgilerine ve tecrübelerine çevrimiçi olarak ulaşabilmesi için kurulmuş, geniş yelpazeye yayılmış bir platform. Sinema, müziğin çeşitli türleri, senaryo, oyunculuk, sporculuk, enstrüman öğrenme, şarkı yazma, düzenleme yapma, yada kemancılık ve başkemancılıkla ilgili merak edilen bilgilere ulaşmak için oluşturulmuş faydalı bir alan. Ben de bu ailenin bir parçası olmaktan dolayı mutluluk duydum.
Pandemi dönemi boyunca çok farklı kurum veya kuruluşlar dijital konserler düzenlediler ve düzenlemeye devam ediyorlar. Bu sayede biz müzisyenler konser yapmaya devam edebilirken, seyirciler de özledikleri konserlere uzaktan da olsa ulaşabilmiş oldular. Ancak tabi ki canlı konserlerimizi ve seyircilerimizle buluşmayı çok özledik.
Ulusal ve uluslararası birçok gençlik orkestrasına katıldınız. Bunlar arasında sizi en çok etkileyen orkestralar hangileri oldu?
Öğrencilik yıllarımda Bremen Gençlik Orkestrası’na katılmıştım. Çok farklı ülkelerden gelen müzisyenlerle bir arada olmak harika bir deneyimdi. Yaşım 17’ydi, o yıllara kadarki en önemli orkestra tecrübemdi diyebilirim. Bremen ve civarındaki çok iyi salonlarda konserler vermiştik ve o güne kadar görmediğim kadar iyi akustiğe sahip salonlarda çalma şansım oldu. 20’li yaşlarımda ise Fazıl Say’ın bir projesi olan Anadolu Gençlik Orkestrası ile hem yurtiçi, hem de yurtdışında birçok konser gerçekleştirdik. Türkiye’nin farklı şehirlerinden seçilmiş genç müzisyenler ve orkestra şefi İbrahim Yazıcı yönetiminde Türkiye’nin çok çeşitli yerlerine ve Avrupa’nın bazı büyük şehirlerine turnelerimiz oldu. Bu iki gençlik orkestrası benim öğrencilik yıllarımdaki önemli orkestra tecrübelerimdendir.
Piazzola’yı nasıl tanımlarsınız? Kendisiyle olan müzikal bağınız nasıl?
Piazzolla’nın müziğini her zaman severdim, ancak nedenini tam olarak doğru ifade edemeyeceğimden korktuğum sebeplerden dolayı uzunca bir süre bilinçli olarak çalmaktan uzak durdum. Sanırım bu duyguyu ilk kırdığım zaman -bundan 3-4 yıl öncesi oluyor- Bosphorus Trio ile Piazzolla’nın Mevsimler isimli eserinin piyanolu trio için uyarlamasını çalıştığımız dönemdir. Çaldıkça keyif aldığımı, ve onun müziğinde kendimi çok özgür hissettiğimi hatırlıyorum. Bu eseri seneler içinde kendimizce başka bir şekle soktuk, kadanslar ekledik, süslemeler yaptık ve başka kısa müziklerini de repertuvarımıza aldık. Bu bahsettiğim Mevsimler isimli eserin solo keman ve yaylı orkestra için başka bir uyarlaması daha var. Piazzolla’yı çalmaktan gitgide daha çok keyif alır hale geldikçe, bu versiyonu da kendi repertuvarıma katmak istedim ve 3 farklı orkestra ile bu güzel eseri çalma fırsatım oldu. Bazı müzikler dinleyiciyi anında kavrar ama yorumcuya çalarken o kadar da haz vermeyebilir; bazı eserlerde ise tam tersini hissedersiniz. Bence Piazzolla hem yorumcuya, hem de dinleyiciye çok keyif veren bir besteci. Yorum anlamında farklı şeylere çok açık, kişiye özel, imzanızı atmanıza olanak tanıyan esneklikleri olması beni cezbediyor diyebilirim.
Keman dalında birçok ödül kazandınız. Onlardan bize bahsetmek ister misiniz?
Öğrencilik yıllarımda Lions Kulubü’nün düzenlediği keman yarışmasında Ege Bölgesi Birinciliği ve aynı yarışmanın Türkiye elemelerinde Juri Özel Ödülü. Bir de Yamaha ile Dokuz Eylül Üniveritesi Devlet Konservatuvarı’nın ortaklaşa gerçekleştirdiği Yaylı Çalgılar yarışmasında Üçüncülük ödüllerim var.
Katıldığınız ustalık sınıfları ışığında, sizce bir keman sanatçısının ustalık sınıflarına erken yaşta katılımı onda nasıl değişimler yaratır?
Farklı bakış açıları geliştirmek çok önemli. Bunu ne kadar erken yaşta öğrenirseniz, müzikte o kadar yaratıcı ve çok yönlü olmak mümkün. Bu farklı bakış açılarını öğrenmek, yeterli olgunluğa ulaşıldığında “ben bu yorumu tercih ediyorum”, “bu benim yorumum” diyebilmek adına da çok çok önemli. Ben kemana ilk başladığım yıllarda çocukların Türkiye’de çeşitli ustalık sınıflarına ulaşma veya gençlik orkestralarına katılma gibi imkanları yok denecek kadar azdı. Ailemin müzisyen ve bilinçli bir aile olmasının avantajı ile kemandaki 3.yılımda Polonya’da düzenlenen bir yaz okuluna gittim ve orada çok değerli bir pedagog olan Walentyny Jakubowskiej ile çalıştım. Katılan diğer kemancıların seviyelerinin 13 yaşındaki bende yarattığı şok etkisini hala unutamam. Dünyada bu iş nasıl yapılıyor, kaç yaşında çocuklar hangi seviyedeler bunlardan haberdar olmak kadar, bir çocuk için orda farklı çocuklarla, gençlerle ve eğitimcilerle tanışmak, etkileşim içinde olmak da çok motive edici. Tüm eğitim hayatım boyunca çok sayıda ustalık sınıfına katıldım. Hem keman, hem de oda müziği alanında çok sayıda önemli isim ile çalıştım. İnsanın kendi seviyesini, dünyanın çok çeşitli ülkelerinden gelen diğer katılımcılar ile kıyaslaması, etrafında duyduklarından motive olması, kendini daha fazla geliştirmesi, müzikteki ve enstrüman çalma tekniğindeki farklı bakış açılarını gözlemlemesi ve öğrenmesi anlamında ustalık sınıflarına katılmanın çok olumlu sonuçları olduğunu düşünüyorum.
Eugene Ysaye ve Malcolm Arnold’un keman konçertolarını Türkiye’de ilk seslendiren kişilerdensiniz. Bu girişimleriniz nasıl doğdu?
Türkiye’de cumhuriyetle beraber başlayan ve aslında çok da uzun olmayan klasik müzik tarihimizde yapılmış çok değerli çalışmalarolmakla beraber, dünya standartlarında önemli yerlere gelebilmemiz için hala yapılacak işlerimizvar. Bizlerebu anlamda çok iş düşüyor. Durmadan çalışmak, üretmek, ülkemizin sanat hayatındaki eksikler veya yanlışlar üzerine kafa yormak, bugüne kadar yapılmayanları yapmak çok mühim. Ysaye’nin iki keman için Amitie isimli eserinin Türkiye’deki ilk seslendirilişini yapmak, bu eseri tanımayanlara tanıtmak ve sevdirmek anlamında önemli bir girişimdi. Aynı şekilde Arnold’ın iki keman konçertosunun da İstanbul’daki ilk seslendirilişini gerçekleştirmekten dolayı mutluluk duyuyorum. Yeni eserler kazanmak ve kazandırmak benim için bitmeyecek bir misyon. Bu anlamda, Bosphorus Trio ile büyük bestecilerimizden Ferit Tüzün’ün piyanolu trio eserinin notalarını bulup ortaya çıkartmak ve yazıldıktan 69 yıl sonra İstanbul’daki ilk seslendirilişini yapmış olmak, ayrıca bu eseri Naxos’tan çıkan albümümüze alarak tüm dünyaya tanıtmış olmanın yanı sıra, günümüz bestecilerinden Oğuzhan Balcı’ya yeni bir eser siparişi vererek, piyanolu trio repertuvarına yeni bir eser kazandırmış olmak ta gurur duyduğum diğer işlerdendir.
Bosphorus Trio ile oda müziği alanında çok değerli çalışmalar sürdürüyorsunuz. Oda müziği sizce Türkiye’de yeterince gelişmiş mi? Daha fazla gelişmesi için neler yapılmalı?
Teşekkür ederiz. Türkiye’de biraz önce de bahsettiğim gibi, klasik müzik tarihimiz boyunca çok değerli işler yapılmış. Bunların içinde büyüklerimizin kurduğu oda müziği grupları da var ve hatta bazıları önemli albüm çalışmaları yapmışlar. Ancak kendimizi uluslararası boyutta var etme açısından bakacak olursak, tabi ki daha yapacak çok şey var. Son 10-15 yıldır Türkiye’de kurulan oda müziği grupları hızla artıyor. Bu çok sevindirici olmakla beraber, sürekliliği sağlayabilen gruplar hala çok az sayıda. Türkiye’deki klasik müzik seyircisinin oda müziğini henüz yeterince tanımadığını veya tercih etmediğini düşünüyorum. Tercih etmeme sebebi biraz da tanımamasıyla ilgili tabiki. Büyük şehirlerde opera, bale ve senfonik orkestra konserlerini ilgiyle takip eden büyük bir kitle var, ama oda müziğinde aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
Şehirlerdeki konser salonlarının, belediye kültür merkezleri gibi diğer yerlerin de oda müziği gruplarını daha fazla destekleyerek konser vermeleri seyirciye ulaşabilmek için çözümlerden biri. Çünkü biz müzisyenler için en büyük sorunlardan biri de konser almayı başarabilmek.
Bosphorus Trio olarak şöyle hedeflerimiz de var örneğin;
Anadolu’yu karış karış gezelim, belki hayatında birkaç kez klasik müzik konseri dinlemiş ama oda müziği ne demek bilmeyen, belki de hayatında ilk kez viyolonsel görecek insanlara ulaşalım. Bu iş sadece büyük şehirlerde kalmasın, ulaşamayana da biz ulaşalım.

Müzik tarihinde hangi döneme ışınlanmak isterdiniz ve neden?
Bir orkestracı olarak, en keyif alarak ve doyum sağlayarak çaldığım eserlerin başında Richard Strauss ve Mahler’in orkestra eserleri geliyor. Bu sebeple o döneme ışınlanıp, Viyana’nın ünlü kahvelerinde şöyle Mahler ve Freud’la karşılıklı kahve içip sohbet etmek isterdim 😊
Hayatınızda yer etmiş, size ilham kaynağı olmuş keman virtüözleri kimlerdir, neden?
Tabi ki çocukluk yıllarımda David Oistrakh ve Itzhak Perlman. Şimdilerde ise seçmek zor. Dünya o kadar çeşitli ve renkli kemancılarla dolu ki… Her bir eseri en az 10 farklı ÜST DÜZEY solistten dinleyip etkilenme olasılığımız ve şansımız var. Artık damak zevki gibi bir konu oldu bu durum.. Şu sıralar en çok Janine Jansen’in kemandan çıkardığı tınıdaki renk çeşitliliğinden ve Hilary Hahn’ın insanüstü bir soğukkanlılık içinde hatasız çalabilme becerisinden etkileniyorum diyebilirim.
Keman herşeyden önce büyük bir sabır ve adanmışlık ürünü. Üstün yetenekli çocukların keman alanında kendilerini geliştirmeleri ve derinleştirmeleri için nasıl önerilerde bulunmak istersiniz?
Yetenekli olmak tabi ki önemli bir hediye. Ama bence çalışmak hepsinden daha önemli. Bıkmadan, usanmadan çalışmak ama bunu severek yapmak. Hırs kelimesini kullanırken hep olumsuz anlamda kullanırız ancak bence hırs doğru yönetildiği sürece çok gerekli ve iyi bir şey. Doğru hırs ile ve severek yapılan herşey sonucunda illa ki başarıyı getirecektir. Bulundukları şehirle, okudukları okul ile, hatta Türkiye ile sınırlı kalmamak, hep dünyayı takip etmek, uluslararası başarılar için çabalamak en önemli hedeflerden biri olmalı. Mümkün olduğunca çok farklı hocalar ile çalışmak, bol bol ustalık sınıflarına katılmak, uluslararası festivallerde yer almaya çabalamak, her yerde, her şekilde, mümkün olduğu kadar çok sayıda sahneye çıkmak. Çünkü bizim için sahne en önemli yer. Sahne üstünde öğrenmeye ve gelişmeye devam ediyoruz.
Kemanınızı alıp en “çılgın” yerde konser vermenizi istesem, nereyi tercih ederdiniz? Veya zaten çok sıradışı bir yerde keman çalmışlığınız var mı?
Uzay boşluğunda yürüyüşe çıkıp, elimde keman, yerçekimsiz ortamda çalmayı denemek isterdim.