Genç piyanist Nihan Ulutan: “Piyanoda kalbimden geçenlere parmaklarımla hayat veriyorum”

Küçük yaşlarda televizyon kumandasını mikrofon yaparak şarkıları ezbere söyleyen, sürekli sahnelerde olmak isteyen Nihan’ın profesyonel anlamda piyano eğitimine 11 yaşında başlamasından sonra yaşıtı piyanist çocuklarla arasındaki açığı çok kısa bir sürede disiplinli ve yorucu bir tempo sonucu kapattı. “Hayallerimi gerçekleştirmek için büyük bir tutkuyla çalışıyorum” diyen genç piyanist, eğitimine şu anda Almanya’da saygın isimlerin elinde devam ediyor.

22 yaşındaki genç piyanist Nihan Ulutan, Bilkent Üniversitesi yetenek sınavını kazanarak burslu olarak okuduğu piyano bölümündeki eğitiminin yanı sıra birçok solo konser verdikten sonra Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı’nda eğitimini sürdürdü ve buradan Yüksek Şeref Öğrencisi derecesiyle mezun oldu. Ulutan’ın hayatındaki dönüm noktalarından biri ise, büyük bir hayranlık beslediği ve “dünya üzerindeki en geniş repertuvara sahip piyanist” olarak tanımladığı devlet sanatçımız-piyanist İdil Biret’in ustalık sınıflarına katılması oldu.

2015 yılında Salzburg Mozarteum Akademi’de Joseph Paratore ile çalışıp konserler veren Ulutan, 2015 yılında ilk katıldığı ve jürisinde İdil Biret, Profesör Selçuk Gündemir, Özgür Aydın, Ferhan ve Ferzan Önder‘in bulunduğu Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı İkinci Ulusal Piyano Yarışması’nın 14-17 yaş kategorisinde üçüncülük ödülüne layık görüldü. Aynı yıl Muzaffer Arkan Kızlar Korosu ile İtalya’da düzenlenen müzik festivaline katıldı.

Ulutan’ın başarı ivmesi sürekli yükseldi bundan sonra… 2016 yılında düzenlenen Beşinci Uluslararası Bakü Müzik Akademisi Yarışması’nda, Türkiye’yi temsil etti. Yaşça en küçük yarışmacı olmasına rağmen, yarışmada yirmi piyanist arasından piyano dalında birincilik, genel müzik klasmanında ise üçüncülük ödülünü kazandı ve akabinde jüriler tarafından olumlu eleştiriler alarak yarışma sonunda Azerbaycan TV’de canlı olarak yayınlanan gala konserinde tek piyanist olarak sahne aldı. Aynı yıl İsveç-Stockholm’de düzenlenen Beşinci Uluslararası Piyano Yarışması’nda Türkiye’yi temsil ederek üçüncülük ödülüne layık görüldü.

Ulutan, 2018 yılında, yüzden fazla adayın katıldığı Almanya Düsseldorf’daki Robert Schumann Yüksekokulu’nun giriş sınavını derece ile kazanan ilk üç öğrenciden birisi oldu. Almanya’daki müzik çevrelerinde de saygın bir yer edinen genç piyanistimiz, Almanya / Neuss Belediye Başkanı’nın özel daveti üzerine resital verdi; Köln ve Düsseldorf’ta çeşitli konserlerde yer aldı. “Konser repertuvarımda her zaman Türk bir eserin olmasına özen gösteriyorum. Farklı eserler duymak Almanların da çok hoşuna gidiyor” diyor Nihan Ulutan, ama hemen ekliyor: “Piyano başlı başına bir orkestradır. Gerçekten çok geniş bir repertuvarımız var. Keşfedilmeyi bekleyen yüzlerce eser var. Keşke hepsini çalabilecek kadar yaşayabilseydik. Fakat sanat sonsuz, hayat kısadır.”

Halen piyano çalışmalarına Robert Schumann Hochschule Düsseldorf’da Paolo Giacometti ile devam eden, bir yandan da dinleyici kitlesiyle arasındaki sıcak bağı pandemiye rağmen korumak için online konserler düzenlemeye devam eden, güleryüzlü genç piyanistimiz Nihan Ulutan ile Müzeyyen Senar’dan Pink Floyd’a, Bach’ın müzik tutkusu uğruna bir şehirden ötekine 375 kilometre yürümesine, sahnede yaşadığı bir krizi yönetme şekline dek çok samimi ve sıcacık bir söyleşi gerçekleştirdik. İşte sizi bekliyor. Ne de olsa sanat sonsuz, hayat kısadır ve bu kısa zamanı güzel söyleşilerle güzelleştirmek bizim elimizdedir…

Müziğe olan ilginizi ve piyanoyla tanışmanızın ardından geçtiğiniz aşamaları çocukluktan günümüze dek kısaca aktarır mısınız?

Kendimi bildim bileli müzikle iç içeyim. 5 yaşlarındayken televizyon kumandasını mikrofon gibi yapıp o yılların popüler şarkılarını ezbere söylerdim. Sahnede olma isteği, henüz o yaşlarda ben ne kadar farkında olmasam da kalbime ve aklıma yerleşmişti diyebilirim. Fakat piyano ve klasik müzikle tanışmam görece geç oldu. Profesyonel anlamda piyano eğitimime 11 yaşında Bilkent Üniversitesi Sahne Sanatları Fakülte’sinin İlkokulu’nda burslu olarak  Gamze Kirtil ile başladım. Bilkent’te girdiğimde henüz solfej nedir onu dahi bilmiyordum ve sınıfım benden 5 yıl ilerideydi. Çok çalışarak , tutku ve azimle yıl farkını kısa sürede kapattım . Daha sonra ortaokul ve liseyi Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nda Sanem Berkalp ile okudum . Lise yıllarında Almanya’da okuma hayalleri kuruyordum. Şu an eğitimime Almanya ‘da ,  hayalini kurduğum okul olan Robert Schumann Hochschule’de çok değerli konser piyanisti Paolo Giacometti ile devam etmekteyim. Başka hayallerimi gerçekleştirmek için büyük bir tutku ile çalışıyorum. 

Peki piyano sizde nasıl duygular uyandırıyor?

Piyano, siyah beyaz tuşlar ardındaki rengarenk bir dünya benim için. Kendi hayal ve duygu hikayelerimi  yaratabildiğim yegane dünyam. Kalbimden geçenlere  parmaklarımla hayat vermek. Düşünsenize , tuşlardan nasıl bir renk çıkartacağınızı ve onu dinleyicilerle nasıl  buluşturacağınızı siz hayal ediyor ve sonra gerçekleştiriyorsunuz. Bundan daha zevkli ve güzel bir şey hayal edemiyorum. 

Çok önemli yarışmalarda değerli ödüller aldınız. Biraz bu ödüllerden söz ederseniz çok sevinirim.

15 yaşında ilk yarışmama katıldım. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nın düzenlediği bu yarışmada 3.lük aldım. Katıldığım ilk yarışma olduğu için benim için yeri çok ayrıdır. Jürisinde bulunan İdil Biret , Selçuk Gündemir, Ferhan-Ferzan Önder, Özgür Aydın gibi çok önemli piyanistlerden çok güzel yorumlar almıştım. 2.katıldığım yarışma olan Bakü Müzik Akademisi Uluslararası Piyano Yarışması’nda 1.lik  ödülüne layık görüldüm. Yarışma sonunda düzenlenen ve Azerbaycan TV’de canlı yayınlanan Gala konserinde performans sergileyen tek piyanist oldum. En son katıldığım İsveç Uluslararası Piyano Yarışması’ndan da  3.lük ödülü aldım. Önümüzdeki dönem de yarışmalara katılmayı planlıyorum. 

Kültür-sanat alanında gerek yurttaşların gerekse müzisyenlerin çok fazla haklı talebi var. Pandemi döneminde de bu kırılganlıklar birer birer gün ışığına çıkıverdiler. Ama birçoğumuz da neler yapılabileceği konusunda somut öneriler geliştiremiyoruz. Günün birinde Kültür Bakanı olsanız müzik sektörüne dair nasıl değişiklikler getirirdiniz, nasıl olanaklar yaratırdınız?

Öncelikle bu alana büyük miktarda yatırım yapabilecek maddi kaynak ayırırdım. Uluslararası festivaller , yarışmalar, ustalık sınıflarının daha fazla gerçekleştirilmesini desteklerdim.  Müzik din,dil,ırk tanımadan bütün insanlara hitap eder. Bu yüzden bütün dünya ile bağlantıları sıkı örmek ve gündemi sürekli takip etmek gerekir.  

Öte yandan teknolojinin bize sunmuş olduğu olanakları sonuna kadar kullanırdım. Genç sanatçı adayları benim için öncelikli olurdu Günümüzde çok yetenekli bazı müzisyenler iş bulmakta güçlük çekiyor. Bunun için daha fazla orkestra kurulması, okullardaki kadronun gençlere öncelik verecek şekilde düzenlenmesi bu konuda çözüme götüren bir girişim olabilir. Şu an içinde bulunduğumuz pandemi sürecinde de müzisyenlere maddi destek sağlamak adına muhakkak bir proje geliştirirdim.

Yeni nesil piyanistleri de düşünürsek kuşkusuz çok uzun bir listeniz vardır, ama en çok beğendiğiniz piyanistler kimler?

Rus piyanist Vladimir Horowitz‘in yeri kalbimde daima ayrıdır.  Bir başka büyük piyanist  Martha Argerich, Horowitz için “piyanonun sahip olabileceği en muhteşem sevgili” demiştir. Ne kadar da güzel söylemiş! İtalyan piyanist Michelangeli’yi çok severim. Onun kayıtlarını dinlemek her zaman bana müthiş keyif verir. Yine bir başka Rus piyanist Sokolov’u çok sever ve dinlerim. Salzburg Müzik Festivali’nde kendisini dinleme şansım olmuştu! Çok genç yaşta hayata veda eden ve piyanist meslektaşlarım tarafından daha çok tanınmasını arzuladığım bir başka piyanist de Nicolas Economou. Liszt’in Mephisto Vals’ini kendisinden başka kimseden dinleyemediğimi itiraf edebilirim. Günümüz genç nesil piyanistlerden Yuja Wang’ı çok beğeniyorum. Çok güçlü bir tekniği ve repertuvarı var. 

Türkiye’nin büyük değeri, yaşayan efsane İdil Biret, yine kalbimde yeri çok ayrı olan bir piyanist.  İdil Biret dünya üzerindeki en geniş repertuvara sahip piyanisttir. Ve tabii ki ülkemizi dünyanın dört bir köşesinde inci gibi tuşesi ile temsil eden Gülsin Onay… Bu liste aslında bitmez. Benim de yeni keşfettiğim çok iyi piyanistler var. İyi ki varlar !

Ardından biraz daha zor bir soru gelsin o zaman. “Vazgeçilmez”iniz olan kompozitörler hangileri ve neden?

Bu soruyu yanıtlarken her zaman zorlanırım. Çünkü hepsinin yeri ve hissettirdikleri farklı. Bu soruyu , kendimi en yakın hissettiğim besteci olarak yanıtlarsam Rachmaninoff derim.  Piyanistlerin Rachmaninoff’a olan sevgisi meşhurdur. Rachmaninoff’un güçlü armonisi ve pianizmi kuşkusuz tüm piyanistleri etkiler. Bu dönem Rachmaninoff’un Moment Musicaux    (Müzikal Anlar) serisini bitirdim. Çalıştıktan sonra daha da sevdim çelik elli, altın kalpli besteciyi… Rachmaninoff aynı zamanda çok iyi bir piyanistti. Bir başka kendimi yakın hissettiğim besteci de Schumann. Schumann’ı anlamak, yorumlamak epey  zor ve bir o kadar güzel.  Bu yüzden onu ve müziğini keşfetmekten çok zevk alıyorum. Bir başka Rus , Çaykovski ‘yi de çok seviyorum . Senfonilerini baştan sona kadar hiç sıkılmadan büyük bir hazla dinlerim hep.

Herhangi bir kurumsal destekten, burstan yararlandınız mı?

Herhangi bir kurumun bursiyeri değilim.Bizim alanımızda maddi destek büyük bir önem arz ediyor. Özellikle de eğitimine yurtdışında devam eden müzisyenlerin sadece kendi imkanları ile okumaları oldukça zor. Örneğin ben memur bir ailenin çocuğuyum . Benim gibi müzik okuyan keman sanatçısı bir de kardeşim var. Günümüz kur farkını düşününce karşımıza üzücü bir tablo çıkmakta. Bir müzisyenin elinde iyi bir enstrüman olması, orjinal notalardan çalışabilmesi, konserlere gidebilmesi çok önemli. Halihazırda elbet burs veren birçok kurum/kuruluş var. Umuyorum ki zaman içinde genç müzisyenleri destekleyen fonlar daha da artarak gençlere umut ve motivasyon olur. 

Demin de kendisine hayranlığını dile getirmiştiniz, ama spesifik olarak sormam gerekirse İdil Biret sizin için ne ifade ediyor?

Bu soruyu burada birkaç cümleye sıkıştırarak anlatmak çok güç. Henüz daha 8 yaşındayken İdil Biret ile konser sonrası tanışmıştım. O günden sonra İdil Biret benim idolüm ve daha sonra da mentörüm oldu. 2010 senesinden bu yana Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi’nin düzenlediği İdil Biret  ustalık sınıflarına katılıyorum. İlk 12 yaşındayken katılmıştım. Bu anımı hatırladıkça halen o gündeki gibi heyecanlanırım. Düşünsenize yanı başınızda yaşayan bir efsane, İdil Biret sizi dinliyor! Aklıma geldikçe kendimi çok şanslı hissederim… Bir  gün İstanbul Moda’daki evine beraber çalışmak için davet etmişti. Hiç unutmuyorum, salonda iki güzel Steinway , her tarafta antikalar, notalar, plaklar… İnsan o eşsiz atmosferin içinde saatlerce kaybeder kendini. O gün Beethoven / Fırtına Sonatı ve Liszt / Transcendental Etüd çalışmıştık. Tam 7 saat boyunca çalışmıştık. Çalışmanın sonunda ben yorulmuştum, İdil Hoca ise hala son derece enerjikti! İşte bu  bitmek bilmeyen enerji ve müzik aşkı, İdil Hocanın sanatının kaynağıdır. 

Geçtiğimiz sene Amerika’nın Missouri eyaletinde gerçekleşen Beethoven 250. Yıldönümü Anma Festivali’ne özel davet ile katılmıştınız. Beethoven’ın sizce müzik tarihindeki yeri nedir?

Festivalin, Alink – Argerich Vakfı’nın desteklediği bir festival olmasından ötürü büyük bir önemi var. Efsane piyanist Martha Argerich ‘in başında bulunduğu bu vakıf, dünyanın dört bir yanında müzik dünyası için çok önemli projeler gerçekleştiriyor . Böyle bir atmosferin içinde yer aldığım için gurur ve büyük  heyecan duyuyorum. Bu sene Ağustos ayında yine aynı festivalde  Mozart ‘ı piyano sonatları ile anmak için özel olarak davet edildim. Tabii  içinde bulunduğumuz pandemiden dolayı online gerçekleşecek.  Geçtiğimiz sene  de büyük besteci Beethoven ‘ın 250. doğum yılıydı. Dünyanın dört bir tarafında büyük bir coşku ile kutlandı.2 sene öncesinden Beethoven’ın doğum yeri olan Almanya’nın Bonn şehrinde kutlamalar başlamıştı bile. Ne büyük şans ki Bonn, okuduğum şehir Düsseldorf’a sadece yarım saat uzaklıkta! Ben de birçok kez Beethoven’ın doğduğu evi ziyaret ettim, çeşitli dinletilere katıldım. Şehrin meydanına 250  adet küçük Beethoven heykeli yerleştirilmişti. Sokakta yürürken bir anda çanlar Beethoven’ın meşhur 9.Senfoni’sinin teması “Neşeye Övgü” yü çalmaya başladı. Kelimenin  tam anlamıyla büyülendim… Beethoven ‘ın müzik tarihindeki yeri kuşkusuz çok önemli. Piyano için yazdığı 32 Sonat biz piyanistler için adeta  kutsal bir  kitap. Fransız İhtilali ‘ni görmüş bir besteci olarak, yaşadığı dönemin büyük etkisiyle devrimci müzikler yarattı. Düşündüğümüzde bir bestecinin başına gelebilecek en büyük felaketlerden biri olabilecek sağırlık, belki de Beethoven’ın müziğindeki tanrısallığın anahtarı olmuştur. 

Müzisyenliğin bir yönü de kriz anlarında sahne yönetimi sanki… Her müzisyenin mutlaka sahnede yaşadığı küçük veya büyük çaplı bir olay yaşanmıştır. Sahnede başınıza gelen en komik olay nasıldı ve bu olayı nasıl yönettiniz?

Bir keresinde resitalim Bach’ın Prelüd ve Fügü ile başlıyordu. Programa Bach ile başlamak eskiden beni biraz olsun tedirgin eden bir şeydi. Fügün orta kısımlarına geldiğimde bir anda dikkatim dağıldı ve ezberi unuttum. Saniye süren bir şey o an bana dakikalar gibi gelmişti tabii stresten. Fakat hiç bozuntuya vermeden, unuttuğum pasajdan bir şeyler doğaçlama yaparak devam ettim. Daha sonradan dinlediğimde hiç de fena olmadığını fark ettim. 

Konservatuar eğitimi, müzisyenlerin alanlarında derinleşmesi için çok değerli bir araç. Peki, bu eğitim size neler kattı?

Konservatuvar eğitimi, iyi hocalar ile çalışma şansına sahip olmuş iseniz birçok önemli değer katar sanatçı adayına.  Kendimi bu konuda her zaman şanslı hissetmişimdir. Konservatuvara hazırlanırken çalıştığım öğretmenim Nurçin Ayaydın ile başlayan piyano eğitimimde , Gamze Kirtil , Sanem Berkalp gibi çok önemli öğretmenler ile çalıştım. Sanem Berkalp, çok değerli Kamuran Gündemir’in öğrencisi. Sanem Hoca ile 8 yıl çalıştık. Dolu dolu geçen 8 yılın ardından kendisi bana yurtdışında eğitimime devam etmemi dilediğini söyledi. Bence bu çok güzel bir usta-çırak ilişkisidir. Bazen öğrencisinin ustalık sınıfına dahi gitmesini istemeyen hocalar ile karşılaşıyoruz. Fakat söz konusu  sanat eğitimi olduğunda farklı insanlarla farklı ekollerden beslenerek çalışmak çok değerli ve önemlidir. Ben de eğitimim boyunca birçok ustalık sınıfına katıldım. İdil Biret, Ayşegül Sarıca, Stefan Mehlig, Roland Batik ,Joseph Paratore , Misha Dacic gibi değerli isimlerle çalışma şansım oldu. Kuşkusuz bu çalışmaların piyanistliğime, sanat görüşüme büyük katkıları oldu. Şimdi Düsseldorf ‘da Robert Schumann Hochschule’de Paolo Giacometti ile çalışıyorum. Kendisi ile çalışmadan önce birkaç kaydını dinlemiştim ve çok fazla etkilenmiştim, “evet ben bu hoca ile mutlaka çalışmalıyım” demiştim kendime. Hayallerim 2018 senesinde gerçek oldu !

Klasik müziğin bir başkenti olsa, sizce hangisi olurdu ve neden?

Klasik Batı Müziği isminden de anlaşıldığı üzere batı kökenli bir müziktir. Tarihin çeşitli dönemlerinde sanatın da çeşitli başkentleri olmuştur. Paris, Viyana, Floransa … Yaşadığımız dönemde teknolojinin getirmiş olduğu hız ve erişilebilirlik artık bu mesafeleri yok etti diyebiliriz. Bach‘ın müzik tutkusu uğruna bir şehirden ötekine 375 kilometre yürüdüğü söylenir! Şimdi ise Berlin Filarmoni’yi dinlemek bir tık uzağımızda. Tabii bazı değerler, gelenekler değişmez. Avrupa’da halen bir festival olduğunda bunun için büyük maddi yatırımlar yapılır. İnsanlar en şık kıyafetleri ile gelir, çıt çıkartmadan dinlerler konserleri. Bu Avrupa’nın bir geleneğidir.

Müzik tarihinde bir dönemde yaşamanız istense hangi dönemi tercih ederdiniz ve neden?

Genelde şöyle bir algı vardır: Klasik müzik icra eden müzisyenlerin sadece klasik müzik sevdiği veya dinlediği… Halbuki   bir müzisyen ne kadar çeşitli müzikle ilgilenirse yaratıcı kişiliği o kadar parlar. Ben müziğin kategorize edilmesini doğru bulmuyorum. Benim için kalbe hitap eden müzik vardır. Klasik, caz, rock, pop, sanat müziği… Bunlar sadece bizim koyduğumuz etiketlerden  ibaret.. Ben Bach  dinlerken de, bir Pink Floyd, bir Müzeyyen Senar dinlerken de farklı duygular içerisinde  aynı hazzı alıyorum.  Sorduğunuz soruya gelecek olursam, daha henüz iki büyük dünya savaşı geçirmemiş dünyada 19. yüzyıl sonları cazın doğduğu Amerika’da yaşamak isteyebilirdim. O akıcı swingleri, heyecanlı senkopları tüm benliğimle hissetmek isterdim! 

Sizi ambiyansı, mimarisiyle en çok büyüleyen konser salonu hangisi oldu?

Bugüne kadar gittiğim konser salonlarından beni en çok etkileyen Düsseldorf’da bulunan “Tonhalle”. Muhteşem mavi bir kubbesi vardır. Işıklar kapanır ve Orkestra/solist , o parlak kubbenin altında , büyüleyici  bir atmosfer içinde müziğini dinleyiciler ile paylaşır. Şimdi bunları yazarken bile tüylerim diken diken oldu… En büyük hayallerimden biri o sahnede çalmak. Pandemi biter bitmez de  ilk işim Tonhalle’de konsere gitmek olacak ! 

Yeni nesil çocuk müzisyenlerin müzik sektörüne sürdürülebilir ve yapıcı şekilde kazandırılmaları için sizce daha fazla ne tür mekanizmalar, destekler devreye girmeli? Yeterince uygun ve elverişli bir ortam olduğunu düşünüyor musunuz?

Ülkemizde çok fazla yetenekli çocuk var. Bazılarının adlarını belki hiç duymuyoruz . Örneğin eskiden Harika Çocuk Yasası vardı. Bu yasa yetenekli çocukları keşfedip , eğitimlerini desteklemek adına çok değerliydi . Bugün ne yazık ki böyle bir imkan yok. Her alanda olduğu gibi sanatta  da , genç sanatçı adaylarının gelişebilmesi için maddi destek çok önemli Herkesin imkanları eşit değil. Burs veren kurum ve kuruluşların  bursiyerlerini seçerken adil olmaları birinci öncelikleri olmalı. Dünyanın önemli müzik yarışmalarında bile bazen adil davranılmıyor, bu üzücü bir durum. Bununla beraber konservatuvarlarda  daha çok ve daha kaliteli enstrümanların sağlanması çok önemli. Bunlar öğrenciyi motive eden şeyler. Tabii ki burada söz konusu , devletin bu alana maddi olarak ne kadar yatırım yaptığı. Örneğin okuduğum okul olan Robert Schumann Hochschule bu yıl yalnızca öğrencilerin çalışması için ayrı bir bina yaptırdı ve odalara 40 yeni Steinway piyano aldı. Piyanolar o kadar güzel ki insan odadan ayrılmak istemiyor! Böyle örnekleri yurtdışında sıkça duyuyoruz. Dileğim ülkemizde de sanata ve sanatçıya verilen değerin artması. Ulu Önder Atatürk’ün yüz yıl önce söylediği meşhur özdeyiş  halen tüm gerçekliğini ve önemini korumakta: “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir”.

Olanakları dahilinde çocuk ve genç müzisyenlerin yurtdışı eğitimi almasını hangi açılardan önemli buluyorsunuz?

Daha önceden de değindiğim gibi batı dünyası klasik müziğin doğduğu evidir. Özellikle Avrupa’da çok eskiden gelen köklü bir ekol hakim. Kendi okuduğum ülke Almanya’dan örnek verecek olursam , neredeyse her şehrinde bir müzik okulu bulunmakta. Okullardaki seviye de çok yüksek. Her yıl dünyanın dört bir tarafından yüzlerce başvuru oluyor . Benim sınava  girdiğim sene lisans  piyano eğitimi için 400 ‘e yakın aday başvurmuştu ve içlerinden sadece 10 piyanist sınavı kazandık. Tabii ki asıl hikaye sınavı kazandıktan sonra başlıyor. Okulların müfredatı çok zengin. Her yönden sizi geliştiriyor. Örneğin ben zorunlu olarak piyanonun yanında şan dersi ve orkestra şefliği almaktayım. Aynı şekilde müzik/sanat tarihi dersleri de çok detaylı veriliyor. Geçtiğimiz dönem bale tarihi başlığı  altında Stravinsky’nin bütün balelerini detaylı bir şekilde inceledik. Dönemin sonunda belki bir bale öğrencisinin bile öğrenmediği tarihi öğrenmiştik. Sanat da böyle bir şey zaten. Kendinizi daima  çok yönlü yetiştirmeniz gerekir. Verdiğim örneklerden de anlaşılabileceği üzere yurtdışındaki eğitim çok kapsamlı. Bu sebeptendir ki bir çok tutkulu genç müzisyenin hayallerini süsler.

Katıldığınız ustalık sınıflarından da söz edebilir misiniz? Bu ustalık sınıflarında sizde nasıl katkılar söz konusu oldu? Unutamadığınız bir anınız var mı bu esnada?

Eğitimim boyunca birçok ustalık sınıfına katıldım .İdil Biret , Ayşegül Sarıca, Stefan Mehlig, Roland Batik,Joseph Paratore, Misha Dacic gibi değerli isimlerle çalışma şansım oldu .Ustalık sınıflarının piyano eğitimimde yeri çok büyük. 2010’dan beri düzenli katıldığım Aima İdil Biret ustalık sınıfının yeri bende çok ayrıdır. İdil Biret ile bu kadar sene çalışmak, onun engin bilgilerinden yararlanmak bir piyanistin başına gelebilecek en büyük şanslardan biri olsa gerek. Bir hafta boyunca süren eğitim sonunda bütün öğrencilerin ve İdil Biret‘in çaldığı konserle noktalanan bir ustalık sınıfı. Her sene bu bir haftalık süreçte edindiğim tecrübeyi ve birbirinden güzel anıları buraya yazsam sığdıramam.  AIMA benim ikinci evim diyebilirim. Çok değerli insanlar ile tanıştım orada . Halen görüştüğüm çok sevdiğim dostlarım oldu. Unutamadığım anılardan biri; bir haftanın sonunda herkes vedalaşırken biz öğrenciler olarak İdil Hoca’dan Beethoven’ın “Hammerklavier” piyano sonatını çalmasını rica etmiştik. İdil Hoca da Ayvalık’ın perşembe pazarından (meşhurdur) gelmiş ve bir hayli yorgundu.  Bir anda “peki neden olmasın” diyerek piyanonun başına geçti. Şunu belirtmekte fayda var, “Hammerklavier“ Beethoven ‘ın en uzun sonatıdır (yaklaşık 50 dakika) ve belki içlerinden en  güç olanıdır. Hepimiz büyük bir hayranlıkla dinledik ve büyülendik . Bittiğinde bize dönüp “işte Hammerklavier “diyip gülmüştü!  İdil Hoca bu sonatı en son 10-15 yıl önce çaldığını söylemişti çaldıktan sonra. Ne muazzam hafıza! Söz konusu İdil Biret olunca insan böyle olağanüstü durumlarla her dakika karşılaşıyor. Halen düşündükçe tüylerim diken diken olur.

Pandemi dönemini nasıl geçirdiniz?

Daha önce yapmak çok istediğim fakat vakit bulamadığım şeylere epey bir zaman ayırdım bu süreçte. Lisan öğrenmeye her zaman büyük bir ilgim olmuştur.İngilizce ve Almanca’dan sonra 3. bir lisan daha öğrenmek istedim ve Fransızca çalışmaya başladım. Sürekli evde olunca  doğal olarak mutfakta da fazla zaman geçirdim. Bir başka sevdam olan yemek yapma konusunda kendimi geliştirdim. Kendime her hafta farklı dünya mutfaklarından yemekler yapmak gibi eğlenceli bir uğraş buldum. Bunların yanında herhalde sosyal medyayı en çok bu dönem verimli kullandım diyebilirim. En son çıkan Clubhouse uygulamasında çok güzel sohbetler gerçekleştirdim. Gülsin Onay, İbrahim Yazıcı, Filiz Ali ve Emre Yavuz gibi değerli isimleri konuk ettiğim mini bir söyleşi serisi düzenledim. Birbirinden değerli isimler ile tanıştım. Bazıları ile çok yakın arkadaş olduk. Yani anlayacağınız müzik burda da bizi bir araya getirdi. 

Sosyal medya üzerinden hep güler yüzünüzle çaldığınız parçalarla çocuk ve genç müzisyenlere ilham ve umut aşılamaya devam ediyorsunuz. Müzik ve piyano bu dönemi görece daha huzurlu atlatmanızı sağladı mı?

Özellikle bu dönemde sosyal medyayı, sanat severlerle buluşmak için çok değerli buluyorum ve severek paylaşımlarda bulunuyorum. Maalesef hepimiz uzun bir süredir sahnelere hasretiz. Bu dönemde motivasyon kaybı yaşamak çok normal. Fakat sosyal medya, bir nebze de olsa özlemimizi yatıştırıyor. Bu dönemde yaptığım paylaşımlardan çok güzel geri dönüşler aldım. Bu beni müthiş mutlu etti, motivasyonumu kazanmama yardımcı oldu. Hal böyle olunca ben de hep daha çok üretmek ve paylaşmak istedim. Müzik, yalnız bu dönemde değil, yaşadığım bütün zorlu dönemlerimde beni huzura kavuşturan yegane hazinem. Mutsuz olduğumda, biliyorum ki piyanomdan çıkan sesler hemen neşemi yerine getirecek, büyülü melodiler bana şifa olacak. Umuyorum ki, bir an evvel her şey normale dönecek ve bizler de sıcak yuvamıza, sahnelere geri döneceğiz ! 

Peki sahnelere çıkamadığınız için kendinizi bir nebze “paslanmış” hissettiğiniz oldu mu pandemi döneminde?

Küçükken , abilerimiz ablalarımız “müzisyen insanın tatili olmaz” derlerdi. Büyüdükçe bunu daha iyi anladım. Gerçekten de içinde müzik aşkı olan bir insan sürekli yaratmak istiyor. Ben piyano çalmaya hiçbir zaman bir “iş” gözü ile bakmadım . Yaptığınız şeye tutku ile bağlıysanız o artık sizin için bir iş olmaktan çıkıyor, yaşama beraber anlam kattığınız bir yol arkadaşı oluyor. Sürekli mükemmeli arayarak geçen bir yaşam. Bu da beraberinde disiplinli ve yoğun bir çalışma getiriyor. Bu dönemde de hep çalıştım. Boş vakitleri verimli bir şekilde  değerlendirmeye çalıştım. Her zaman çalmak istediğim parçaları çalıştım ve repertuvarımı epeyce genişlettim. Uzun vadede katılmak istediğim festivaller için hazırlıklara da bu dönemde başladım.

Doğada birçok enstrümanın sesinin karşılığı var. Piyano sesini doğada hangi sesle ilişkilendirirdiniz?

Piyano, kapasitesi çok büyük bir enstrüman. Bugünkü modern haline gelene kadar birçok aşamadan geçmiş. Müzik tarihinin her döneminde besteciler doğadan ilham alarak besteler yapmış, doğadaki sesleri piyanoda taklit etmeye çalışmışlardır. Özellikle empresyonist dönem bestecileri, o dönemin resim sanatının da etkisi ile doğadaki sesleri piyano ile yansıtmak istemişlerdir. Tabii piyanonun mekanik bir sistem olduğunu da unutmamak gerek. Yani aslında çıkardığı ses ve yapılabilecekler bir dereceye kadar uygulanabilir. İşte bu noktada sanatçının hayal gücü devreye giriyor. Ben de çalarken hayal ederim. Örneğin bir kuş cıvıltısı, akan bir nehir  ya da bir gök gürültüsü… Eserlere böyle renkler, hikayeler katmak bana her zaman çok eğlenceli gelmiştir. 

Piyanonuzu çaldığınız ve çalmayı hayal ettiğiniz en sıradışı yer neresi?

Çaldığım en sıra dışı yer Almanya’da bir etkinlikteydi. Orman gibi kocaman bir parktı. Kuşlar da bana eşlik etmişti o gün.Çalmayı hayal ettiğim yer ise , madem sıradışı bir yer sormuşsunuz ben de gerçekten sıradışı  bir cevap vereyim . Ay’da konser vermek çok sıradışı ve eşsiz olurdu. Evet belki ben çalamam fakat bilim hızla ilerlemekte… Kim bilir belki bir gün insanoğlu bunu da gerçekleştirir. 

Piyanoya eşlikçi olarak en çok beğendiğiniz iki enstrüman hangisi?

İlk olarak hiç düşünmeden çello diyebilirim. Hatta piyano çalmasaydım çello çalmak çok isterdim. Sesi beni her zaman etkilemiştir. Bir de insan sesi ile yakıştırıyorum. Bu şan eşliği yapmayı çok sevdiğim için olabilir. Solo eserler çalışmadığım zamanlarda oda müziği yapmayı da çok seviyorum. Müzikal düşünmeyi kesinlikle çok desteklediğini düşünüyorum. 

Sizce bir orkestrada piyano nasıl bir boşluğu doldurur?

Sayısı çok olmasa da içinde piyano bulunduran orkestral eserler var. Fakat genelde eserlerde piyano solist enstrüman olarak yazılır. Besteciler de tarih boyunca en çok piyanoya eser yazmışlardır. Piyano da başlı başına bir orkestradır. Gerçekten çok geniş bir repertuvarımız var. Keşfedilmeyi  bekleyen yüzlerce eser var. Keşke hepsini çalabilecek kadar yaşayabilseydik. Fakat sanat sonsuz, hayat kısadır. 

Peki sizce klasik müzik sevgisi, toplumda nasıl bir yeri doldurur?

Aslında Klasik müziğin değil müziğin toplumdaki yerini düşünmek daha doğru olur. İnsanın evrimi ile müziğin evrimi tarih boyunca beraber ilerlemiştir. Çeşitli kabile müziklerinden, günümüz orkestra konserlerine kadar uzanan bir hikaye. İnsanlar kelimelerle ifade edemedikleri duyguları notalarla ,çeşitli ritmlerle ifade etme ihtiyacı duymuştur. Sakin bir müzik insanlara şifa vermişgüçlü ve sert müzikler insanların içindeki avcıyı ortaya çıkarmıştır. Tarihte müzik kimi zaman propaganda amaçlı kullanılmıştır. Fakat işin özünde her zaman duygularla yapılmış ve duygulara hitap etmiştir. Büyüleyici taraflarından biri de bir müziğin herkeste farklı duygu ve düşünceler uyandırması. Kuşkusuz toplumları bir arada tutan , her geçen gün insanlığı büyülemeye devam eden bir olgudur müzik.

Çalışmalarınızı büyük oranda yurtdışında sürdürüyorsunuz. Aynı verimliliği ve olanakları Türkiye’de bulma konusunda zorluklar yaşadınız mı?

Aslında şu an için Türkiye ve yurtdışı çalışmalarım eşit ağırlıkta diyebilirim. Türkiye’de bulunduğum zamanlar olabildiğince çok konser veriyorum , televizyon ve radyo programlarına konuk oluyorum. Önemli kurumlar bu konuda imkan sunuyor. En son Sevda Cenap And Vakfı ve Ankara Üniversitesi’nin konser salonlarında çaldım. Aynı zamanda Türkiye’de son dönemde çok güzel yeni konser salonları açıldı. Gözlemlediğim kadarı ile klasik müzik seyircisi de çok olumlu yönde gelişti ve çoğaldı. Yurtdışında da bulunduğum eyaletin çeşitli şehirlerinde konserler verdim. Konser repertuvarımda her zaman Türk bir eserin olmasına özen gösteriyorum. Farklı eserler duymak Almanların da çok hoşuna gidiyor. 

Yorum bırakın