Piyanonun harika genci Emre Yavuz: “Büyüme ve kendimi keşfetmemde Rachmaninoff hep yoldaşım oldu, şimdi baştan çıkarıcı bir dans albümü geliyor”

Yedi yaşında bir çocuk düşünün. Tam da, o günlerde Cumhuriyet’in 75.yıldönümü için başka bir sanatçı tarafından bir marş bestelenmiş. Ama, çocuk bu marşı beğenmiyor. “Hayır ben daha iyisini yapacağım” diyor ve babasından da sözlerini yazmasını istiyor. Sonra bu eserini Kültür Bakanlığı’na ulaştırdıklarında, marş diğer başvurular arasında öne çıkıp birinci oluyor. Bahsettiğim kişi, Türkiye’nin en büyük genç değerlerinden Emre Yavuz. Kendisiyle geçtiğimiz sene Harika Çocuklar yasasının neden işletilemediğine dair bir söyleşimde tanışmıştık ve kendisinin sanatçılığına hayranlığım, tüm bu süreçte verdiği mücadeleyi ondan da işitince birkaç kat daha artmıştı.

Üç yaşında okumayı söküp, yeteneği Fazıl Say’ın dikkatini çektikten sonra müzik eğitimine “Harika Çocuklar Yasası” kapsamında Hacettepe Üniversitesi’nde Prof. Kamuran Gündemir’le başlayan dünyaca ünlü genç piyanistimiz Emre Yavuz, daha sonra çalışmalarına Viyana ve Hannover’de saygın eğitmenlerle devam etti. Ancak yurtdışı süreci tamamen kendi ailesinin tüm kaynaklarını seferber etmesiyle oldu; zira 2003 yılında ortaokulu bitirdiğinde yurt dışına gönderilmesi planlanan Yavuz, hükümet değişikliğinden dolayı destekten mahrum kaldı, burs kesildi, kaldığı lojmandan çıkarıldı. Bundan sonraki başarıları ise, Yavuz’un tamamen müzik tutkusu ve piyanosuna adanmışlığı sonucu kendi rotasını tırnaklarıyla kazıyarak çizmesinin ürünü oldu. Yavuz, Harika Çocuklar Yasası’nın son faydalanıcısı ve aslında faydalanamayanı olarak Türkiye’nin kültür ve müzik tarihindeki önemli bir enstrümanın da yok oluşunun canlı bir tarihsel sürecini birinci elden deneyimledi.

2012 yılından beri piyanist ve orkestra şefi Arie Vardie ile çalışmalarını sürdüren, birçok uluslararası yarışmada üstün derecelere layık görülen Emre Yavuz, geçtiğimiz yıllarda gerçekleştirdiği Beethoven Turnesi ve Rus besteci Sergey Rahmaninov’un doğum yıldönümü olan 1 Nisan 2018’de başlattığı ve Türkiye’yi de kapsayan Uluslararası Rahmaninov Turnesi’ni gerçekleştirdi. Turnenin sembolik bir anlamı da var.  Turnenin süresini bir yıl olarak planlamıştı, zira Rachmaninov’un doğum günü ile öldüğü gün arası neredeyse bir yıl. Rahmaninov, doğum gününden üç gün önce ölüyor. Yavuz da bu turneyi, hayranlık beslediği bestecinin anısına bir saygı olarak planladı ve gerçekleştirdi. Yavuz, ayrıca, 15. Viyana Uluslararası Piyano Yarışması’nda birincilik, Schubert Özel Ödülü, 13. Uluslararası Schubert Piyano Yarışması’nda üçüncülük ve Kissingen Piyano Olimpiyatları’nda birincilik gibi sayısız ödülün sahibi.

Hatta, Viyana’da yapılan 4. Rosario Marciano Piyano Yarışması’nda “Sıradışı Bir Sanatsal Kişilik” olarak tanımlanarak birincilik ödülü almıştı. Onun dışında, Beethoven, Chopin, Çaykovski’nin eserlerini birçok önemli orkestra eşliğinde icra eden Emre Yavuz, birçok müzisyenin hayali olan ünlü şef Zubin Mehta yönetimindeki orkestrayla Beethoven’ın üçüncü piyano konçertosunu da yorumlamış bir değerimiz.

Yavuz, Viyana’da tek başına yaşamaya başladıktan, yeni hayatını kurmasından, kendi ayaklarının üzerinde durmaya başlamasından sonra organik bir bağ kurduğu ve onu daha iyi anlamaya, özümsemeye başladığı Rahmaninov’un 2. Piyano Sonatı ve 10 Prelüd eserlerini de geçtiğimiz sene çıkardığı yeni albümünde müthiş bir şekilde ve müzik eleştirmenlerinin oldukça beğenisini toplayan bir özgünlükle yorumladı. Hatta sekiz yıllık bir çalışmanın ürünü olan albüm, Avusturyalı piyano üreticisi Bösendorfer’in Viyana’daki piyano fabrikasında kaydedildi. Rahmaninov albümü, ilk kez Yavuz’un kendi inisiyatifiyle başlattığı bir maceranın sonucu.

Emre Yavuz, kendi ölçeğinde yaşadığı, yaşamak zorunda kaldığı bu beyin ve kalp göçünün başka müzisyen gençlerde de gözlemlendiği konusunda gitmek isteyen insana gitme denemeyeceğini söylüyor. “Gitmeyip ne yapacaklar? Tuzu kuru bazı sanatsal kişiliklerin “gitmeyin, ne yapacaksınız yurt dışında, kalın da ülkenize faydalı olun” şeklindeki çıkışlarını görüyorum bazen. Bu yüzden bu nutuklara, bu kendisinin hiçbir deneyimi olmayan sorunlarla boğuşan gençlere tavsiye falan verenlere sinirleniyorum. Şimdilik ekonomik şartlar zaten birçoğunu beyin göçünden bile alıkoymuş durumda olduğu için yapılabilecek bir yorum da pek yok, ancak hayatını kurma evresinde olan genç nesle “sen yine de oturduğun yerde otur ve çözemeyeceğin sorunlarla boğuşup ülkene yararlı olacaksın diye kendini harap et” de diyemezsiniz.” diyor.

Yavuz, şu anda tüm enerjisini, konsantrasyonunu, beyin gücünü, özverisini ve vaktini piyano çalmaya ayırdığı için bestecilik alanına henüz geçmiyor; o yüzden “yapmış olmak için” yapmamayı ve şimdilik beste yapmamayı tercih ediyor; çalmaya daha az vakit ayıracağı bir zaman beste yapmaya yöneleceğini söylüyor. Kendisi, beste yapma dürtüsünü piyano için yazılmamış bazı eserleri piyanoya uyarlayarak tatmin ediyor şimdilik.

Emre Yavuz’la aşağıdaki çok değerli söyleşiyi okuduktan sonra, onun müzik çevrelerinde İdil Biret ve Gülsin Onay’dan sonra en iyi Rahmaninov yorumu değerlendirmelerini aldığı özgün yorumunu dinlemelisiniz. Çünkü kendisinin de çok güzel ifade ettiği gibi, “işini en iyi ve en kaliteli şekilde yapmaktan daha etkili bir karşı-eylem” yok bu hayatta.

Herkes size Harika Çocuklar Yasası’ndan son faydalanan, hatta büyük ölçüde de faydalanması siyasi geçiş döneminin kurbanı olan üstün yetenekli çocuk olarak biliyor. Müzik alanındaki üstün yeteneğiniz nasıl ortaya çıktı ve o andan itibaren günümüze kadarki rotanızı kısaca aktarır mısınız? Bir de tabi bestelediğiniz meşhur 75.Yıl Marşı’nın hikayesi var.

Öğrenmeye hevesli ve enerjisi yüksek bir çocuk olarak ilk önce hobi olarak başladığım müzikte öğretmenlerim yeteneğimi fark edince, çok erken bir yaşta ve çok hızlı bir şekilde iş ciddiye bindi. 75. Yıl Marşı da tam bu zamana denk geldi ve yasa kapsamına alınmamda rol oynadı. Buradan sonra hep çok iyi eğitmenlerle yolum kesişti, Kamuran Gündemir, Fazıl Say, Sanem Berkalp, Roland Batik, Karl-Heinz Kämmerling ve Arie Vardi gibi.

Şu anda hangi kurumlarda görev alıyorsunuz?

Türkiye içinde veya dışında hiçbir kurumla bir iş bağım yok.

“Bir bestecinin eserini çalıyorsam, iyi bir sebebim olmalı” demiştiniz vaktiyle. Birkaç ay önce Rachmaninoff’un en çok kaydedilen solo piyano eserlerine dair ilk albümünüzü çıkardınız. Daha önce de Rachmaninoff turnesi düzenlemiştiniz. Rachmaninoff sizin için ne ifade ediyor? Diğer kompozitörler arasında kalbinizde ayrı bir yeri var mı?

Rachmaninoff’un eserlerine bu kadar emek vermek ve bu besteci üzerine bu kadar proje yapmak zaten özel bir gönül bağım olmasa mümkün olamazdı. Benim büyüme ve kendimi keşfetme sürecimde hep yoldaşım gibiydi, benim bugün olduğu şeyi şekillendiren etmenlerden biri oldu.

Rachmaninoff’un 2.sonatında kendi özgün yorumunuzu getirmeniz, birçok sanat eleştirmeni tarafından büyük takdirle karşılandı, hatta İdil Biret ve Gülsin Onay’dan sonra ilk kez bu kadar güzel bir yorum olduğu söylendi. Bu özgün versiyonu nasıl ve ne tür duygular eşliğinde geliştirdiniz? Avrupa’daki müzik çevrelerinden nasıl yorumlar aldınız?

Bu sonatı ben 2009’dan beri çalışıyordum ve bu kadar uzun süre bir eserle içli dışlı olunca ister istemez kişiselleştiriyorsunuz ve kendinize mal ediyorsunuz o eseri. Ben özellikle farklı, değişik bir şeyler yapayım gibi bir motivasyonla yola çıkmadım, kaçınılmaz olarak öyle oldu. Aldığım eleştiriler ise beni hem mutlu etti hem de şaşırttı. Dürüstçe söylemem gerekirse ben daha kutuplaşmış eleştiriler bekliyordum, yani çok sevenler ve nefret edenler olacak diye düşünüyordum, çünkü elbette ortaya koyduğum yorumun ne kadar standart dışı ve tartışmaya açık olduğunun farkındayım. Buna rağmen benim beklemediğim kadar beğenildiğini, uluslararası yayınlardan ve eleştirmenlerden aldığım eleştirilerin beni olumlu olarak şaşırttığını ve elbette mutlu ettiğini söylemeliyim.

Piyanonuza en çok sevdiğiniz eşlikçi enstrüman hangisi?

Müziğe aşık herkes her enstrümanla birlikte müzik yapmaktan zevk alır ancak benim için en ilham verici ve öğretici olanı şan, yani opera ve lied eşliği yapmak.

Caz piyano çalma düşünceniz hiç var mı?

Ben sırf hoşuma gittiği için, heves ettiğim için çok da iyi yapamadığım ve birikimimin olmadığı işlere girmeyi sevmiyorum. Caz piyanoya yıllarını vermiş, herhangi bir klasik müzisyenin duyacağı yüzeysel hevesten çok daha derinlemesine bu işle uğraşmış insanlara saygısızlık olur bu. O yüzden, pek sanmıyorum.

Pandemi dönemi müziğinizi nasıl etkiledi? Çalışma temponuz, enerjiniz, motivasyonunuz ne durumda?

Pandemi dönemi derken artık bir buçuk yıla yaklaşan çok uzun bir süreden bahsediyoruz, onun için benim için kendi içinde birçok iniş-çıkış olan ve tabi ki zor bir süreç oldu, olmaya da devam ediyor. Toplumlarda sanat ve sanatçının çok da gerekli olmayan, eğlencelik bir iş yapan insanlar olarak görülmesinin, bu gibi kriz durumlarında ne kadar geriye atılıp ihmal edilmemize ve sesimizin duyulmamasına yol açtığını gördük. Tartışmada yer almayanın ve örgütlenmeyenin bir kriz durumunda nasıl sap gibi ofsaytta kaldığını deneyimledik. Bunlar dış dünyadaki konumumuza göre benim fark ettiklerim ve düşüncelerimin evrildiği konular.

Kişisel ölçekte ise hiçbir mantıkla bu krizin ve kültür-sanat alanının tamamen çöküşünün olumlu olduğunu söyleyemem tabi ama bu durumda elimizde kalan tek seçenek de evlerimizde otururken bu süreçten mümkün olduğu kadar az zararla, belki bazı kazanımlarla çıkmaktı, ben de bunu yapmaya çalıştığımı ve yaptığımı düşünüyorum. “Sonrası” için çok iş biriktirdim, çok güzel bir şekilde kendimi yeniledim, tazelenmiş bir aşkla, neredeyse çocukluğumdaki heves ve keyifle müzik yapıyorum.

Sizi örnek alan çok fazla çocuk ve genç müzisyen de var. Birçoğu da gerek fon desteği, gerekse burs yokluğundan dolayı müzik kariyerlerinde birçok zorluk yaşıyorlar. Siz maddi ve manevi olarak bu zorlukları yaşamış biri olarak onlara bu alandaki hayallerini gerçekleştirmeleri sürecinde nasıl tavsiyelerde bulunursunuz?

Bu konuda olanakları maalesef çok sınırlı görüyorum. Özellikle bir noktada yurt dışında eğitim görmeye gitmeyi hedefleyen müzisyenler açısından, içinde bulunduğumuz ekonomik şartlarda ailelerin bunun altından kalkabilmesi de, özel sektörün yeterli ve sağlıklı bir destek sağlayabilmesi de pek mümkün değil. Yine en ulaşılabilir olan çözümler, yurt dışından, okullardan, derneklerden ve vakıflardan bulunabilecek burslar.

Müzik tarihinde “keşke bu dönemde yaşasaydım” dediğiniz dönem hangisi ve neden?

19.yy sonları ve 20.yy başlarında Paris’te, o dönemde dünyada adı sayılan her müzisyenin ve sanatçının yollarının kesiştiği ve buluştukları ortamda yaşamak isterdim.

Sizin piyano çalış stilinizde, müzik icranızda her daim örnek aldığınız, ilham kaynağı olan piyanistler hangileri?

Yalnız besteci olarak değil, piyanist olarak da, Rachmaninoff benim en büyük idollerimden. Bugünden baktığımızda besteciliği daha öne çıkıyor ama bu adamın gelmiş geçmiş en büyük piyanistlerden biri olduğunu da unutmayalım. Kendime yakın hissettiğim diğer piyanistler içinde Claudio Arrau, Wilhelm Kempff, Artur Schnabel, Friedrich Gulda ve Marc-Andre Hamelin’i sayabilirim.

“Vazgeçilmezim” olarak nitelendirdiğiniz kompozitörleri de öğrenmek isterim.

Çok basit: Scarlatti, Beethoven, Schubert, Chopin, Rachmaninoff ve Ravel.

Herhangi bir sosyal sorumluluk projesinde müziğinizle birlikte yer aldınız mı veya yer almak ister miydiniz?

Çeşitli hayır organizasyonlarında yer aldım, bu pandemi ve iptaller olmasa planlanmış birkaç şey daha vardı. Gerçekten bir yararımın olabileceği bir organizasyon ise yer almaktan mutlu olurum.

Sizi Kültür Bakanı yapsam, müzik sektörüne yönelik yapacağınız ilk yenilikler, icraatlar neler olurdu?

Müzik sektöründe boğuşulan birçok sorunun temelinde parasızlık ve fonsuzluk yatıyor, çok düz bir açıklama gibi görünebilir ama maalesef bu böyle. Musluklar bir açılsa o kadar fazla şey mümkün olacak ve o kadar gelişme kaydedilecek ki, çünkü Türkiye’nin müzik camiasında inanılmaz bir yetenek ve girişimcilik potansiyeli var. Ama işte kadro yok, salon yok, sanatçılara ödenecek para yok derken geçici çözümlerle, idareten yürümek zorunda kalıyor her şey, halbuki bunlar öyle inanılmaz miktarlar da değil, yalnızca yapmak istemek gerekiyor. Ama ondan da önce özellikle devlete bağlı kurumların yönetim kadrolarını gözden geçirir, buralarda dönen yolsuzlukları ve sorumlularını ortaya çıkarır ve “sen beni senin organizasyonuna çağır, ben de seni benim organizasyonuma çağırayım” şeklinde dönen işleyişten ve bu kurumları kendi menajerlik şirketleri gibi kullanan bazı kişilerden bu sektörü ebediyen temizlerdim.

Türkiye’de klasik müziğe olan ilginin son dönemde arttığını düşünüyor musunuz, neden?

Böyle bir artışı ben de gözlemliyorum evet. Bunda muhakkak yıllardır fedakarlıkla çalışan ve üreten herkesin katkısı var, üstelik Türkiye’deki klasik müzik kitlesinin Avrupa’ya göre çok daha genç olması da sevindirici.

Avrupa ile Türkiye arasında klasik müzik ve konservatuar eğitimini kıyaslamak mümkün mü?

Avrupa’nın kendi içinde bile birçok farklı sistem var, Türkiye’deki sistem de aslında çok iyi düşünülmüş ve dünya standartlarında bir sistem diye düşünüyorum, çünkü ilkokul ve ortaokul döneminden itibaren normal okul ile müzik eğitiminin tek çatı altında yürütülmesi her sistemde kolay kolay başarılabilen bir şey değil, bence Türkiye bu konuda şanslı. Bu sistemin kimlerin elinde olduğu ve bundan ne kadar faydalanabilindiği ise ayrı bir konu.

Sizce son dönemde müzisyenler arasında yurtdışına bir beyin ve kalp göçü var mı? Bu durdurulabilir bir eğilim mi?

Durdurmak gerekir mi? Daha doğrusu, nasıl durduracaksınız? “Gitme” mi diyeceksiniz insanlara? Gitmeyip ne yapacaklar? Tuzu kuru bazı sanatsal kişiliklerin “gitmeyin, ne yapacaksınız yurt dışında, kalın da ülkenize faydalı olun” şeklindeki çıkışlarını görüyorum bazen. Türkiye’de müzisyenlerin büyük çoğunluğu için bir yerlerden torpil ayarlamak, hükümete yakınlaşmak veya yaptığı işi banalleştirip parasına bakmak dışında bir varolma çeşidi, yolu, yöntemi olsaydı herhalde yurt dışında varolma kavgası vermek için bu kadar can atmazdı insanlar. Bu yüzden bu nutuklara, bu kendisinin hiçbir deneyimi olmayan sorunlarla boğuşan gençlere tavsiye falan verenlere sinirleniyorum. Şimdilik ekonomik şartlar zaten birçoğunu beyin göçünden bile alıkoymuş durumda olduğu için yapılabilecek bir yorum da pek yok, ancak hayatını kurma evresinde olan genç nesle “sen yine de oturduğun yerde otur ve çözemeyeceğin sorunlarla boğuşup ülkene yararlı olacaksın diye kendini harap et” de diyemezsiniz.

Sizde bir kırgınlık var mı peki?

Hayır. Ben hayatta en çok sevdiğim işi yapıyorum, işimde de iyiyim, istediğim şekilde yapma özgürlüğümü de kazanmış durumdayım. Kime kırılacağım? Niye? Bir kere mağdur bir durumda olduğumu düşünmüyorum, olsaydım da herhalde benim de elim armut topluyor olmazdı. Dünya acımasız ve hayat adaletsiz, bu gerçekle mi kavga edeyim ya da bunun benim moralimi düşürmesine mi izin vereyim? Kişisel alacağım bir durum yok burada. Türkiye’de yaşamıyor olsam da elbette sanat camiasında olup bitenler ilgilendiriyor beni, burada da işini en iyi ve en kaliteli şekilde yapmaktan daha etkili bir karşı-eylem olduğunu düşünmüyorum ve bunu yapıyorum.

Klasik müzik sizce bir toplumda – burada Türkiye özelinde de düşünebiliriz- ne tür eksiklikleri doldurur?

Bence bir eksik dolduracak bir şey olarak bakmamalıyız. Kendi hayatımdan bakarak söyleyeyim: benim yaptığım müzik de, ilgilendiğim ve hayatımda yer verdiğim başka sanat eserleri de, başka bir şeyin boşluğunu doldurmak için bulunmuyorlar hayatımda, ama bunlar olmasaydı oluşacak boşluğu bir şeylerle doldurmam gerekirdi.

Bundan sonraki projeleriniz neler?

Bir sonraki konser serisi ve albüm hazır. Rachmaninoff albümünden tamamen farklı, baştan çıkarıcı bir “dans albümü” üzerinde çalışıyorum ve şu an bunun üzerinde çalışırken aldığım tarifsiz hazzı herkesle paylaşmak için sabırsızlanıyorum.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s