Duo Motus, Türkiye’den Almanya’ya uzanan, dostlukla örülmüş, klasik müzikle beslenmiş, piyano tuşları üzerinde kardeşliğe dönüşmüş bir piyano ikilisinin bir meyvesi. Latince bir kelime olan Motus’un Türkçe karşılığı Devinim/Hareket. İkilinin amacı da, söyleşilerinde ifade ettikleri gibi, “yaşamın, doğanın ve duyguların devinimini müzikle ifade etmek.”
Türkü Su Dilan Özkaya ve Melis Ertürk’ün kurduğu ikili, bu zamana dek 2019 yılında Villagranca Verona City Piyano Yarışamsı’ndan, aynı sene düzenlenen Paris Uluslararası Müzik Yarışması ve Verlin Uluslararası Müzik Yarışması kapsamında birçok ödüle layık görüldü. Almanya ve Türkiye’de sık sık resitaller veren ikili, aynı zamanda Almanya’da aldıkları bursla çalışmalarını sürdürüyorlar ve Rostock / Almanya Müzik ve Tiyatro Üniversitesi’nde piyano duo alanında eğitim görüyorlar.
1996 yılında Denizli’de doğan Türkü, isminin müzikal sorumluluğunu da üslenerek 7 yaşında -kendi ifadeleriyle- “keman yerine piyano diye tutturmasından” beri piyano çalan bir genç. 2011 yılında Pera Piyano Yarışması’nda onur ödülü aldıktan sonra Hacettepe Üniversitesi devlet konservatuarındaki eğitiminin ardından yüksek lisans için Stuttgart’ta Müzik ve Sahne Sanatları Devlet Üniversitesi’ne kabul edildi ve halihazırda Rostock Üniversitesi’nde yüksek lisans sonrası bir eğitim programında akademik çalışmalarını sürdürüyor. Kendisi, Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı ve Türkiye Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı’nın da bursiyeri.
Melis Ertürk ise 1993 yılında Mersin’de doğan, 6 yaşında piyanoya başlayan bir üstün yetenekli kız. Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuarı’ndan Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı’na dek uzanan müzik yolculuğu, orada Türkü Su ile arkadaş olmalarına, daha sonra Stuttgart’ta ve ardından Rostock’ta “piyano tuşlarında tamamlayıcı ortaklıklarını” sürdürmelerine dek uzanmış. Ardından da beraber kah Mozart’ın , kah Poulenc veya Schubert’in dört el için yazdığı sonatları icra etmişler… Bir yandan da Almanya’da gençler için müzik okulunda piyano dersi veriyorlar. “Tüm bu eğitim sürecinde, Almanya’daki imkanların, hem para kazanıp hem de kendimizi geliştirip, konser vermeye devam edebilmeyi sağladığını tecrübe ettik. Bu bizim için çok kıymetli” diye ifade ediyorlar yüksek lisans sonrası Almanya’da kalma kararlarını.
Öte yandan, Almanya’ya geldiklerinden beri bir burs programı kapsamında konserler veren ikili, böylelikle klasik müziğe ulaşamayan insanlara klasik müziği ulaştırma projesinde yer alıyor. Proje kapsamında, huzurevlerinde, cezaevlerinde, hastanelerde ya da çeşitli okullarda konserler düzenlenmesi söz konusu. İkili, Almanya’da konserlere ulaşımın daha yaygın ve kolay olduğunu da belirtiyor.
Türkü ve Melis’e göre; her ne kadar klasik müzik alanında da Türkiye’de yetişen ve eğitim veren çok önemli isimler olmasına rağmen “Türkiye’de bir konsere gidebilmek ya da tiyatro izleyebilmek, önceliklerimiz arasına giremiyor. Sanat bir ihtiyaç olsa da, geçim sıkıntısı ve yıllar içinde oluşan kültürel yozlaşma, sanatın ihtiyaç olarak algılanmasının önüne geçiyor. Bu sebeple sadece belli bir kesim arasında kalabiliyor sanatsal paylaşımlar.” Ancak, Almanya’daki gözlemlerine göre, “herkese ulaşabilen bir sanat anlayışı hakim, insanların sanata ulaşmasının yolu açılıyor demek daha doğru belki de. Bu da yapılan işleri daha değerli kılıyor.”
Duo piyano -yani 176 tuşun devreye girmesi- gerek Türkiye’de gerekse yurtdışında eşine çok sık rastlanan bir tercih değil ve bu yüzden de oldukça ilgi çekici. Buna dair duygularını sorduğumda; ikilinin dört el piyano çalarken zaman zaman orkestra yönettiklerini bile hayal ettiklerini öğreniyorum. Ancak, iki piyano eserlerini seslendirmenin zorluğu da bir gerçek. Zira, ya aynı piyanoda ya da iki piyanoda birlikte çalacaklar ve her konser salonunda iki kuyruklu piyano bulmak bazen zorlayıcı bir durum olabiliyor.
Peki Türkiye’ye geri dönmek istiyorlar mı? Bir diğer deyişle, bu pırıl pırıl iki piyanist genci biz yeniden kültür hayatımıza kazanabilecek miyiz? “Göç elbette bir kaçış değil. İşimizde yetkin olup, Türkiye’de etkili olabileceğimize inandığımız zaman geldiğinde elbette elimizden geleni yapacağız” diyorlar, ama bugünlerde Türkiye’ye dönmenin pandemi kaynaklı kısıtlı imkanlara ek olarak işsiz kalmaları riskini de beraberinde getireceğinden dolayı henüz böyle bir karara sıcak bakmıyorlar.

Kendinizi biraz tanıtır mısınız? İsminizin de anlamını merak ediyoruz. Sizi Türkiye’de mi daha iyi tanıyorlar Almanya’da mı?
Biz, Melis Ertürk ve Türkü Su Dilan Özkaya; Duo Motus’u oluşturan iki piyanistiz. Latince bir kelime olan Motus’un Türkçe karşılığı Devinim/Hareket. Biz de, anlamlandırmaya çalıştığımız yaşamın, doğanın ve duyguların devinimini müzikle ifade etmeye çalışıyoruz.
Şimdilik sınırlı bir çevrede tanınıyoruz fakat konserlerimiz daha çok Almanya’da oluyor. Bunda duo fikrinin Stuttgart’ta yüksek lisans yaparken oluşmasının da etkisi var.
Her birinizin müzik yolculuğu kaç yaşında nasıl başladı? Nasıl devam ediyor? Birbirinizi nasıl buldunuz?
Türkü: Hatay’ın İskenderun ilçesinde yaşıyorduk, ilkokula başlamamla birlikte piyano dersi almaya başladım. Kemal hocadan(Kasar) dört yıl ders aldım. Bana müziği sevdiren ve konservatuvara devam etmem konusunda ailemi ikna eden kişidir kendisi. Beşinci sınıfta Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın sınavını kazanmamla birlikte piyanoyla olan profesyonel yolculuğum başladı. 15 yıldır da devam ediyor. Birlikte büyüyoruz.
Melis: Ailemde profesyonel müzisyen olmamasına rağmen, evimizde müzikli toplantılar eksik olmazdı. Hemen hemen herkesin bir enstrüman çalıyor olması ve ailemin teşviki, benim de müziğe olan ilgimi arttırdı sanırım. İlkokula başlarken giriş sınavlarını denediğim Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda Aylin Ulutaş’ın öğrencisi oldum. Daha sonra Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nda tam zamanlı eğitime devam ettim. Hala da “tam zamanlı” bir şekilde piyano çalmaya devam ediyorum.
Türkü: Tanışmamız lisans eğitimim için Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’na başlamamdan sonra oldu. Kafa dengiydik. Eğlencesine dört el eserler deşifre etmemiz de o zaman başladı. Sonrasında büyük bir tesadüf ve şans olarak Erasmus ve yüksek lisansta aynı şehirleri kazanınca, arkadaşlığımız hep devam etti.
Neden piyanoyu tercih ettiniz?
Türkü: Ailem beni müzik kursuna göndermek istiyordu, sanırım akıllarından keman geçiyordu ama kursa gidip piyanoyu görünce, piyano olsun diye tutturmuşum. 7 yaşındaki bir çocuğun isteğine ne kadar tercih denilebilir bilmiyorum ama o andan itibaren piyano en sevdiğim oyuncağım oldu.
Melis: Benimki de bir tercihten çok yönlendirme oldu. 6 yaşında girdiğim konservatuvar sınavında parmak yapımın piyanoya uygun olduğunu söylediler. Orgda çocuk şarkılarını kulaktan çalıyordum. O yüzden, sınavda piyano olsun dediklerinde çok mutlu olduğumu hatırlıyorum.
Kariyerinize Almanya’da devam etmeye nasıl karar verdiniz?
Almanya’ya ilk gelişimiz 2016 yılında Erasmus Değişim Programı’yla oldu. 2018 yılında Stuttgart Müzik Yüksekokulu’nda yüksek lisansa başladık, şimdi duo olarak Konzertexamen (Almanya’da yüksek lisanstan sonra gelen eğitim programı) yapıyoruz, aynı zamanda gençler için müzik okulunda (Jugendmusikschule) piyano dersi veriyoruz. Tüm bu eğitim sürecinde, Almanya’daki imkanların, hem para kazanıp hem de kendimizi geliştirip, konser vermeye devam edebilmeyi sağladığını tecrübe ettik. Bu bizim için çok kıymetli.
İki ülke arasında klasik müziğe verilen önem ve değer açısından sizce nasıl farklılıklar var?
Çoğu sanat dalında olduğu gibi klasik müzik alanında da Türkiye’de yetişen/eğitim veren çok önemli isimler var. Ancak Türkiye’de bir konsere gidebilmek ya da tiyatro izleyebilmek, önceliklerimiz arasına giremiyor ne yazık ki. Sanat bir ihtiyaç olsa da, geçim sıkıntısı ve yıllar içinde oluşan kültürel yozlaşma, sanatın ihtiyaç olarak algılanmasının önüne geçiyor. Bu sebeple sadece belli bir kesim arasında kalabiliyor sanatsal paylaşımlar. Almanya’da ise herkese ulaşabilen bir sanat anlayışı hakim, ya da insanların sanata ulaşmasının yolu açılıyor demek daha doğru belki de. Bu da yapılan işleri daha değerli kılıyor.
Katıldığınız ve sizde en çok iz bırakan yarışmalar ve oradan aldığınız derecelerden söz eder misiniz?
2019 yılında İtalya’nın Villafranca di Verona kentinde ilk defa piyano duo yarışmasına katıldık. İkimiz de İtalya’yı ilk kez görüyorduk. Birincilik ödülünün mutluluğuyla şehri gezmek, Arena di Verona’da Carmen operasını izleyebilmek gerçekten çok keyifliydi.
Dört el piyano çalmak ne tür avantajlar ve dezavantajlar getirir?
Piyano gibi olanakları çok geniş olan bir enstrümanda dört elinizin olması gerçekten çok büyük bir avantaj. Özellikle iki piyanoda (176 tuş ediyor), biraz hayal gücüyle, orkestra yönettiğinizi bile sanabilirsiniz. Duo olarak kariyerine devam eden piyanistlerin sayısı solo piyanistlere göre çok daha az olduğu için, dinleyiciler açısından ilgi çekici bir yanı da var.
En büyük dezavantaj iki piyano eserlerini seslendirmenin zorluğu. Dört el çalmanın iki şekli var: aynı piyanoda ya da iki piyanoda birlikte. Her konser salonunda iki kuyruklu piyano bulmak pek kolay olmuyor maalesef.
İçinizden biri hasta veya üzgün olduğunda, çalışından diğeriniz anlıyor mu?
Tabii ki anlıyoruz. Hatta bunun için piyano çalmaya bile gerek yok. Birbirimizi uzun zamandır tanıyoruz. Arkadaşlık böyle birşey değil mi?
Elbette çok fazla ustalık sınıfına katılmışsınızdır. Sizin müzikal gelişiminiz açısından bu çalışmaların önemi ne oldu? Diğer müzisyenlerle etkileşim, müziğinizde nasıl bir katkı sağladı?
Şimdiye kadar ikimiz de birçok değerli piyanistin ustalık sınıflarına katıldık ve her seferinde yeni pencereler açan fikirlerle döndük. Bizim için en önemlilerinden bir tanesi, Detmold’te öğrenciliğimiz sırasında katıldığımız, Péter Nagy’nin ustalık sınıfı oldu. Fikirlerinden çok etkilenmiştik. Kendisi Stuttgart Müzik Yüksekokulu’nda profesördü. O zaman yüksek lisansı Stuttgart’ta yapıp, onunla çalışma fikri kafamızda oluştu. Ve gerçekleşti de.
Unutamadığınız bir konserinizi sorsam, hangisini anlatmak isterdiniz?
İlklerin yeri hep özel oluyor İki piyano olarak ilk konserimiz, Detmold’te çaldığımız Shostakovich’in 2 Piyano için Konçertino’su ile gerçekleşti. İki piyanodan çıkan o görkemli tını ikimizi de çok etkilemişti. Sonrasında da çok güzel geri dönüşler aldık. Oradaki hocamız, “sizin Cd’niz çıksa alırım” demişti. Bir gün Cd’miz çıkarsa ilk ona yollayacağız.
Piyanoyu bir duyguyla eşleştirmenizi istersem hangi duyguyu neden seçerdiniz?
Piyanoyu da müziği de tek bir duyguya indirgemek çok zor. Duyguları sese dönüştürmek amacımız, çeşitliliğinden doğuyor güzel müzik de.
Pandemide müzikal anlamda en çok neyi özlediniz?
En çok güzel bir orkestra konseri dinlemeyi özledik.
Pandemi dönemini müzikal anlamda nasıl geçirdiniz?
Maalesef bütün müzisyenler gibi bizim de konserlerimiz iptal oldu. Biz de zamanımızı, yeni sayılabileceğimiz duo alanında repertuvarımızı genişletmeye çalışarak, bolca eser dinleyerek ve okuyarak geçiriyoruz.
Sizce bir piyanistin absolut kulağa sahip olması müziğinde nasıl etkiler doğurur?
Absolut kulağı olan Melis: Hepimiz konservatuvarlara yetenek sınavlarıyla giriyoruz. Iyi bir kulağa sahip olmak, elbette önemli bir avantaj sağlıyor. Ancak absolut olmaktan çok, müziği ve sesleri iyi dinlemeyi öğrenmek; duyulan sesin hangi notaya denk geldiğini bilmektense, bir enstrümandan uzayan sesin tüm değişimlerini takip edebilecek kulağa ve sabra sahip olmak müzisyenler için çok daha kıymetli diye düşünüyorum.
Almanya’da sosyal sorumluluk amaçlı konserlere katılıyor musunuz?
Almanya’ya geldiğimizden beri bir burs programı kapsamında konserler veriyoruz. Programın amacı, klasik müziğe ulaşamayan insanlara klasik müziği götürmek. Bu sebeple, huzurevlerinde, cezaevlerinde, hastanelerde ya da çeşitli okullarda konserler düzenleniyor. Biz de birkaç huzurevinde çaldık şimdiye kadar. Çok farklı tecrübeler oluyor her seferinde.
Sahneye çıktığınız veya konser izlediğiniz, unutamadığınız konser salonu hangisi oldu?
Stuttgart’ın ünlü konser salonu Liederhalle’de Grigory Sokolov’u dinleme şansımız oldu. Eşsiz bir konserdi. Umarız bir gün piyanodan öyle tınılar elde edebiliriz.
Dört el çalarken konser sırasında hata yaptığınızda nasıl düzeltiyorsunuz?
Çalışırken en ince ayrıntısına kadar her şeyi çok kereler tekrarlıyor ve düzeltmeye çalışıyoruz. Ancak performans anında yapılacak şey, iyisiyle kötüsüyle ortaya çıkanı kabul etmek.
“Vazgeçilmez” olarak gördüğünüz kompozitörler / piyanistler kimlerdir?
200-250 yıl önce yaşamış bestecilerin eserlerinin 21. Yüzyılda hala duygularımızı yansıtıyor olması, hepsinin vazgeçilmez olduğunun göstergesi aslında.
Ama piyanist olarak Horowitz ikimiz için de ustaların ustası.
Almanya’da klasik müzik dinleyici kitlesiyle Türkiye’yi nasıl kıyaslardınız?
Türkiye’de bizim gözlemlediğimiz kadarıyla en yaygın ve katılımı geniş klasik müzik konserleri, haftalık olarak düzenlenen senfoni orkestrası konserleri oluyor. Bunda biletlerin daha ulaşılabilir olmasının payı büyük. Bu konserleri Almanya’dakilerle kıyaslandığımızda, Türkiye’deki dinleyici kitlesinin daha genç olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Almanya’da düzenlenen, çok daha fazla ve ulaşılabilir konser oluyor. Konservatuvardaki öğrenci konserlerine bile büyük bir katılım sağlanıyor. Konservatuvar, şehrin sanat etkinliklerinin önemli bir parçası.
Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor musunuz? Son dönemde Türkiye’de müzik sektöründe bir beyin ve kalp göçü yaşandığını düşünüyor musunuz?
Türkiye’ye dönmeyi elbette isteriz. Ancak şu an Türkiye’de yaşamak çok zor; dönersek işsiz kalacak olmamız, konser imkanlarının sınırlılığı, pandemiyle daha da altüst olan ekonomi bir yana, her gün kaç kadının öldürüldüğü ülkemizde, en temel haklarımızı içeren sözleşmenin kaldırılmaması için, yani yaşam hakkımız için bile mücadele etmek zorundayız.
Bu durumda göç yaşanılması kaçınılmaz. Fakat bu göç bir kaçış değil. İşimizde yetkin olup, Türkiye’de etkili olabileceğimize inandığımız zaman geldiğinde elbette elimizden geleni yapacağız.
Yeni nesilde piyanoya olan ilgi sizce hangi düzeyde? Bu ilgiyi tetikleyen sebepler sizce neler?
Piyano ve keman, özel ders açısından Türkiye’de en popüler enstrümanların başında geliyor. Bunu bir nesille genellemek doğru mu bilmiyoruz ama, çevremizde yaygın olarak gözlemlediğimiz kadarıyla; imkanı olan aileler çocuklarını çeşitli kurslara gönderiyorlar, spor, dans, müzik vb. Fakat çoğunluğu uzun ömürlü olmuyor maalesef. Bir işin sonucunun güzel olması ve o işten keyif almaya başlamak bir emek istiyor. 7-8 yaşındaki bir çocuk bunu bilemeyebilir ama ailelerin çocukların ilk zorlandığı noktada “tamam o zaman piyanoyu bırak, kemana gidersin” demeleri çözüm değil. Çünkü özveri olmadığı sürece aynı süreç tekrarlamaya devam edecektir.