21 yaşındaki İzmirli piyanist Cansu Özdamar, 5 yaşında Türkiye Opera ve Bale Vakfı’nda (TOBAV) başladığı piyano çalışmalarında, bir yandan da Viyana üniversitesinde çift ana dal yapıyor. Çocukluğundan beri Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde yapılan senfoni konserlerine düzenli olarak katılan Cansu piyanosunun yakına ise en çok Çello, Viyola ve Obua’yı yakıştıran bir genç müzisyen.
Piyanoyu bazen kuş seslerine, bazen gök gürültüsüne, bazen de su damlalarına benzeten, Maurice Ravel hayranı olan ve akademik olarak da Ravel üzerine uzmanlaşmayı hedefleyen Cansu, bu çeşitlilik içinde piyanosuyla harikalar yaratıyor. Müzik tarihinde yaşamayı en çok arzuladığı dönem ise, Klasik dönem veya romantik dönemde Orta Avrupa; zira “günümüzde klasik müziğin kültürel anlamda önemli temellerinin atıldığı zamanlara şahitlik etmek keyif verici olurdu” diye düşünüyor. Cansu, bir sene sonra Wiener Konzerthaus’ta konser verecek olmanın heyecanı ve gururunu aynı anda yaşıyor ve Johann Schmidt, Muhiddin Dürrüoğlu, Gülsin Onay, İdil Biret, Emre Yavuz, Emre Şen, İlya Kondratiev, Özgür Aydın, Jean-Bernard Pommier, Roland Batik, Thomas Kreuzberger, Doris Adam gibi birçok değerli müzisyenin ustalık sınıflarında yer alarak sanatını geliştirdi.
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından düzenlenenen, yurt dışında okuyan genç kadın müzisyenlere destek olma amacıyla yapılan Yarının Kadın Yıldızları adındaki destek fonundan yararlanma şansı yakalamış olan Cansu’ya klasik müziğin toplumdaki rolünü sorduğumda yanıtı oldukça çarpıcı: “Toplumda kültür ama bence bireysel olarak bu konuyu incelemek daha sağlıklı. Ambiyansa, duygulara saniyeler içinde etkisini bırakıyor. İşte müziğin büyüsü bu. Müzikle iç içe her gün uzun saatler geçirmek ise parmaklara macera olmakla birlikte ruhu çoklu yönden besleyen bir olgu. Socrates’in de söylediği gibi müzik ruhun gıdası haline geliyor. Vazgeçilmezleşiyor.”
İmkanı olan müzisyen çocuklara ve gençlere yurtdışında okuyarak çeşitli zorlukları kucaklamayı öğrenmelerini, hem mesleki, hem de hayattaki eksikliklerini tüm netliğiyle bu şekilde görebileceklerini söyleyen Cansu, pandemi dönemi başta olmak üzere kritik tarihi dönemeçlerde sanata dört elle sarılmamız gereken bir dönemden geçtiğimizi anımsatıyor.
Bu değerli genç müzisyeni tanımak ister misiniz?
Beş yaş gibi erken bir yaşta piyano çalışmalarınıza İzmir’de başlamışsınız. Kendinizi biraz tanıtır mısınız? Nasıl devam ediyor?
5 yaşında piyano çalmaya büyük bir hevesle başladım. Müziğe, dansa, şarkı söylemeye ve aslında sanatın diğer dallarıyla da biraz iç içe olmak daha erken yıllarıma kadar dayanıyor. Şu an ise Viyana Musik und Kunst Privatuniversitaet der Stadt Wien’de Solo Piyano ve ve Enstrümental Vokal Pedagoji, Piyano bölümlerinde çift ana dal yapıyorum.
En baştan beri hayaliniz piyano çalmak mıydı?
Renkli bir çocukluk geçirdiğimi mutlulukla söyleyebilirim. Bu yüzden de renkli hayallerim vardı ama hep en çok çalmak istediğim enstrüman piyano oldu.

Katıldığınız konserlerden ve seçmelerden söz eder misiniz?
İzmir’de neredeyse her cuma akşamı Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde yapılan senfoni konserlerine gittim. Özellikle de piyano konserlerini kaçırmamaya özen gösterdim. Avusturya’da ise Esterházy sarayında, Musikverein’da Salzburger Festspiel’de sıklıkla özel isimleri dinleme fırsatı yakaladım.
Ben yarışmaları ve seçmeleri aslında iki nedenden dolayı çok kovalamadım. İlk öncelikle müzik gibi birleştirici bir etkenin ve bu işe belirli emek sarfeden müzisyenleri kategorilemek ve ayırmak benim fikrime göre doğru değil. Bence hayatta sanatlarıyla belirli yerlere gelen müzisyenleri kıyaslamak yerine farklılıklarını kutlamak ve anlamak çok önemli. İkinci bir nedense, repertuvarla alakalı. Özellikle solo kariyer planımız varsa farklı dönemlerden çeşit çeşit eserler kapsayan programımızın olması gerekiyor. Yarışma için hazırlanan programı (yarışmanın da derecesine göre) yıllarca çalışmak diğer eserlere yer verme olasılığını maalesef düşürebiliyor. Ben ya yeni öğrendiğim eserleri sundum ya da repertuvarıma temizce koymaya özen gösterdiğim eserleri tekrar ele alıp icra ettim. Yakın zamanda Duo Partnerimle katıldığımız seçmelere hazırda olan ve sıcak tuttuğumuz eserlerlerle çıktık. Seçmelerin adı Musica Juventutis. Bu sayede Viyana Konzerthaus’da 2022 yılında konser vereceğiz. Tabi böyle güzel fırsatları da kaçırmak istemem.
Piyanonun yanına duo olarak yakışan en sevdiğiniz enstrüman nedir?
Çello, Viyola ve Obua’yı çok yakıştırıyorum.
18 yaşında eğitiminize yurtdışında devam etme kararı aldınız. Türkiye’deki eğitimle kıyasladığınızda, yurtdışında müzik eğitiminin artıları, kazanımları nedir?
Başka perspektiflere sahip olan değerli isimlerle müziği deneyimlemek çok güzel. Ayrıca, Viyana’da okuduğum için bu örneği kendimden vereceğim, bu şehirin Kompozitörlerinin eserlerinin çalma stilini yakından tanımak ve eserlerinde nasıl bir tuşe kullanımının tercih edildiğini anlamak çok önemli ve değerli. Müzik Tarihi, Müzik Teorisi gibi derslerin yoğun işlenmesinin de bu yolda büyük bir katkı sağladığı kanısındayım.
Sizce bir müzisyen adayına konservatuar eğitimi neler kazandırır?
Disiplin, motivasyon, aynı zamanda ilişkiler. Öğrenciler aynı amaçla konservatuara gittiği için genellikle benzer hayatlara sahip oluyorlar ve psikolojik olarak da birbirimize destek vermek ve almak çok yardımcı oluyor.
Sizce bir piyanist adayının ustalık sınıflarına katılması onda nasıl değişimler / yetkinlikler yaratır? Sizin hayatınızda en çok iz bırakan ustalık sınıfı hangisi olmuştu?
Hatırlıyorum da, bir eserimi 5 farklı isme çalmıştım. Hepsinin kendi fikirleri, renkleri ve farklılıkları vardı. Kendi yorumumu da katarak güzel bir hal almıştı eser. Benim kariyer hayatımda dönüm noktası olan ustalık sınıfı Prof. Roland Batik’le olmuştu. Gerçekten çok iyi bir pedagogdur ve harika bir anlatımı vardır. Kendisi gibi düşünceleri ve piyanistliği naif ama bir o kadar da güçlüdür.
Piyanonun sesini doğada neye daha çok benzetirsiniz?
Bazen bir gökgürültüsü, bazen de kuş sesleri. Bazen de su damlaları. Bu çeşitliliği çok seviyorum.
Müzik tarihinde “vazgeçilmez” kompozitörünüz hangisi?
Maurice Ravel. Müziği bana çok hitap ediyor.
Müzik tarihinde yaşamayı en çok arzu ettiğiniz dönem hangisi olurdu ve neden?
Klasik dönem veya romantik dönemde Orta Avrupa’da olmayı dilerdim. Şu anki klasik müziğin kültürel anlamda önemli temellerinin atıldığı zamanlara şahitlik etmek keyif verici olurdu diye düşünüyorum.
Beethoven müzikal yolculuğunuzda önemli bir yer tutuyor. Sizin için bu besteci neler ifade ediyor?
Ludwig van Beethoven’ın yaşadığı ve yaşatıldığı iki şehir arasındayım; Viyana ve Mödling. Geçen sene Mödling’de yapılan Beethoven’ın 250. Doğum günü için hem Duo, hem de Solo olarak bir organizasyona ait iki farklı konser zincirinde çalmak için davet edildim. Bu aracılıkla da bir Beethoven Akşamı konseri verdik. Bu konserde sırf Beethoven’ın eserlerini çaldık. Ludwig van Beethoven klasik dönem ve romantik dönem arasında harikalar yaratan bir besteci. Çeşitli karakterleri (kendisinin de doğası gereği), duyguları eserlerine dahice yansıtıyor. Sonraki yıllarda kompozisyon teknikleri daha da gelişiyor ve yazım şekli çok daha heybetli bir hal alıyor. Beethoven ve müziğini anlamak onun eserlerini çalmak kadar zor.
Türkiye’de müzisyenlere verilen kurumsal / resmi devlet yeterli mi? Siz hangi aşamalarda destekten yararlanmıştınız?
Maalesef ben devlet kurumlarından destek alamadım. Özellikle de yurtdışında üniversite eğitimi için devlet kurumlarının yeterli olmamasıyla birlikte özel kurumların da bu konuda bazen eksik kalabildiklerinin kanaatindeyim.
Bir sene sonra Wiener Konzerthaus’ta konser vereceksiniz. Bu çok büyük bir gurur kaynağı. Akustiği, mimarisi, size yaşattığı duygularla unutamadığınız bir konser salonunu anlatır mısınız?
Teşekkür ederim. İki tane salon beni büyülüyor. Bir tanesi Mozart Salonu. Çok da ekstraya kaçmayan ama eleganlığı ve şıklığıyla dikkat çeken bir salon. Diğeri de Büyük Salon; muhteşem bir akustiğe sahip, cazibeli ve son derece görkemli.
Sahnede en ilginç deneyiminiz ne oldu şimdiye kadar? Örneğin unutamadığınız bir konserinizi veya katıldığınız bir yarışmayı sorsam, hangisini anlatmak isterdiniz?
Avusturya’daki bir ustalık sınıfından bağımsız ilk konserimde Duo partnerimle hazırladığımız hem Solo hem de Duo için yazılmış eserleri icra ettik. Konserin sonunda salondaki herkes ayakta alkışlıyorlardı. Bir piyanist daha nasıl mutlu olabilirdi ki? Seyircilerle müziği paylaşmak her seferinde olağanüstü keyifli bir his. Ama o akşam çok başkaydı. Müziğim(iz)in anlaşılmış olmasından öte kalpten kabul edilmiş ve tüm içtenlikle sevilmişti. Aynı duyguları İzmir Senfoni Orkestrası ile o zamanki öğretmenim ve hala da düşüncelerine çok değer verdiğim sevgili Piyanist Prof. Ece Sözer’le iki piyano ve orkestra için Camille Saint-Säens’ın Hayvanlar Karnavalı adlı eserini seslendirdiğimizde yaşamıştım.
Piyanonuzu alıp en sıradışı yerde konser vermenizi istesem, tercihiniz neresi olurdu?
Doğada çok konser vermek istemişimdir hep. Mesela bir sahilde, gün batımıyla birlikte.
Pandemide müzikal anlamda en çok neyi özlediniz?
Pandemi döneminde biraz olsa da sahnede olma olasılığı yakaladığım için mutluyum. Fakat Avusturya Hükümeti seyircili konserleri bir süreliğine iptal etti ve bu esnada konserlerimiz Online platformlarda yayınlandı. Bir süre sonra seyirci sayısı kısıtlanmış bir şekilde konser verme şansımız oldu. Güncel olarak konserler Online platformlarda yapılıyor. Seyirciye çalmak çok farklı oluyor. Buna özlem duyuyorum. Onlarla birlikte hissetmek, onlarla melodileri, müziğin sırlarını paylaşmak… Böylece önemini de anlamış oluyoruz sanırım.
Pandemi dönemini müzikal anlamda nasıl geçirdiniz?
Tüm derslerim devam ettiği gibi piyano derslerim de devam ettiği için aslında verimini yitirmeyen bir dönem oldu. Kendi enstrumanımda gelişimimi sağlamak adına yeteri kadar vakti bulabilmek bana aslında iyi geldi diyebilirim.
Türkiye’de herhangi bir kurumsal destekten, fon veya burstan yararlandınız mı?
Evet. Geçen sene İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından düzenlenenen, yurt dışında okuyan genç kadın müzisyenlere destek olma amacıyla yapılan Yarının Kadın Yıldızları adındaki destek fonundan yararlanma şansı yakalamıştım.
Herhangi bir sosyal sorumluluk projesine dahil oldunuz mu?
Hayır ama ilgimi çok çeker.
En çok beğendiğiniz üç piyanist kim?
Martha Argerich, Daniel Barenboim ve Ravel yorumunda ise André Laplante.
Klasik müzik bir toplumda sizce hangi boşluğu doldurur? Peki müziğin sizin hayatınızdaki rolü nedir?
Toplumda kültür ama bence bireysel olarak bu konuyu incelemek daha sağlıklı. Ambiyansa, duygulara saniyeler içinde etkisini bırakıyor. İşte müziğin büyüsü bu. Müzikle iç içe her gün uzun saatler geçirmek ise parmaklara macera olmakla birlikte ruhu çoklu yönden besleyen bir olgu. Socrates’in de söylediği gibi müzik ruhun gıdası haline geliyor. Vazgeçilmezleşiyor.
Türkiye’de sizce klasik müziğe ilgisi nasıl?
Belli bir kesimin ilgisi, desteği çok yüksek. Bu çok gurur verici ve neşelendirici. Özellikle hem ülkesel zorluklarla, hem de pandemi nedeniyle global zorluklarla savaş verdiğimiz zaman, tesellimiz sanat oluyor. En çok bu dönemde sımsıkı tutunup, sarılmamız lazım sanata.
İmkanı olan yetenekli çocukların yurtdışında eğitimlerini sürdürmelerini tavsiye eder misiniz?
Kesinlikle. Yurtdışında okumak adı altında bir öğrenci hayatı ve farklı bir kültürü tecrübe etmiş oluyor. Çeşitli zorlukları kucaklamayı öğreniyor. Hem mesleki, hem de hayattaki eksikliklerini tüm netliğiyle görüyor.
Yurtdışı örneklerle kıyaslandığında, Oda müziği yeterince gelişmiş mi sizce Türkiye’de?
Çok değerli isimlerden çok başarılı performanslar dinleme fırsatı yakaladım. Böylelikle diyebilirim ki Türkiye bence bir çok alanda yurtdışı gibi iyi, sadece sağlanan imkanlar maalesef eşit değil.
Yurtdışı ve gelecek planlarınızdan bahseder misiniz?
Ben üniversiteden sonraki Master eğitimimi besteci Maurice Ravel üzerinde uzmanlaşmak için almak istiyorum. Solo kariyerimi beni duygusal ve fiziksel olarak zorlamayacağı bir düzeyde yapmak istiyorum ki birlikteliğinde Duo kariyerimde, aynı zamanda okuduğum 2. ana dalda da aktif kalabileyim. Yani pedagog olma, ve öğretme tutkumla da özenle, yakından ilgilenebilmek bana büyük bir haz verecektir.