Bu zamana değin konuştuğum, söyleşi yaptığım birçok üstün yetenekli çocuk ve gencin müzikle ilk “temaslarının” genellikle ailedeki müzik sevgisinin verdiği kıvılcımla olduğunu fark ettim. Billur da bu örneğin canlı bir kanıtı. Beş yaşında başladığı bale eğitiminde müziği danstan ayrıştırarak aslında içindeki, kalbindeki ve beynindeki müzik sevgisini ortaya çıkartmış. Dolayısıyla bale aslında onun ilk “mentoru” olmuş, ardından da çocukluğunun favori yazarı Yalvaç Ural’ın keman çalan çocuk karakteri etrafında şekillenen Müzik Satan Çocuklar kitabı da onu kemanın büyülü ve masalsı tellerine doğru adeta “itivermiş”.
Ardından başlayan konservatuar eğitimi sonunda bu yıl Billur kemanda on üçüncü senesine ulaşmış durumda. Yurtdışı yarışmalara ekonomik sebeplerle henüz katılamayan Billur, Harika Çocuklar Yasası benzeri uygulamalarla genç müzisyenlerin devlet eliyle daha fazla desteklenmesi çağrısında bulunuyor; zira kendisi de bu sürecin zorluklarını birinci elden yaşamış, çok yetenekli bir kemancı.
Çok değerli eğitmenlerle ve müzisyenlerle ustalık eğitimlerinden geçmiş olan Billur, kemanın sesini bazen “meraklı sorular soran bir kız çocuğuna” benzetiyor. Türk Eğitim Vakfı Üstün Başarı Sanat Bursu, ÇYDD, Başarım Sensin ve Klinik Psikolog Mine Özgüzel’in önderliğinde oluşturulmuş olan Senfoni Grubu’ndan burs alan Billur’un en unutamadığı performans deneyimlerinden biri de kumsalda keman çalması…
Billur’un en büyük kabusu ise keman yapımcısı Ecevit Tunalı imzalı bir kemana sahibinin düşüp kırılması, çünkü hayattaki en değerli varlıklarından biri bu keman. Billur’a göre, keman virtüözü olma yolunda ilerleyen çocuk ve gençlerin son derece sabırlı olması gerekiyor ve bu durumu da şu şekilde açıklıyor: “Kemanı ilk elinize aldığınızda güzel bir ses çıkarabilmeniz mümkün değil. İlk altı ay yayı ve kemanı tutmayı öğrenmekle geçiyor. Bu da çocukların ilgisi kolay dağılabildiği için sıkıcı bir süreç olabiliyor. Yani en basit bir parçayı doğru bir şekilde çalabilmek için neredeyse bir yıl gerekiyor ve bu da her çocuğun sabredebileceği bir süreç değil.
Bu başarılı genç keman virtüözümüzü tanımak isterseniz aşağıda kendi en “billur” ifadeleriyle Billur Tankişi var:

Kendinizi biraz tanıtır mısınız? Müzik yolculuğunuz kaç yaşında nasıl başladı?
Ekim 1999 İstanbul doğumluyum. Doğduğumdan beri Kadıköy’de ikamet ediyorum. İlköğretimin 5 yılını Erenköy İlköğretim Okulu’nda tamamladım. Müzik yolculuğumun başlamasına annemin müzik sevgisi vesile oldu. 5 yaşında özel bir bale okulunda beş yıl sürecek bale eğitimine başladım. Daha çok balenin dans kısmıyla değil müziğiyle ilgileniyordum. Aynı zamanda çoksesli bir çocuk korosuna katıldım.
Baleden bir arkadaşımın piyano öğretmeni kulağımı çok beğendi bunun üzerine konservatuvar sınavlarını denemeye karar verdim. Hem İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı piyano bölümünü hem de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı keman bölümünü kazandım. Seçimim MSGSÜ’de keman bölümü oldu. Prof. Aslı Özbayrak Çivicioğlu ile yarı zamanlı olarak keman eğitimime başladım. İki yıl yarı zamanlı eğitimi aldıktan sonra sınavlarını kazanarak 6. Sınıftan itibaren tam zamanlı eğitim yolculuğum başladı. Bu yıl kemanda on üçüncü yılım, lisans son sınıftayım.
Neden keman?
Küçükken Yalvaç Ural’ın Müzik Satan Çocuklar kitabını okumuştum ve orada keman çalan çocuk karakterinden çok etkilenmiştim. Ve kemanın şekli de beni cezbetti. Sınavda da jüri keman mı piyano mu istediğimi sordular ve parmaklarımı kemana çok uygun buldular; bu yüzden kemanı seçtim. Ve iyi ki de öyle oldu.
Yarışma deneyimlerinizden bahseder misiniz?
Maalesef şu ana kadar bir yarışma deneyimim olmadı. Yurtiçinde iki önemli yarışmaya katılma girişimim oldu fakat bir tanesi iptal oldu diğeri de pandemiden dolayı ertelendi. Yurtdışı yarışmalara ise yeterli maddi imkânım olmadığı için katılmadım.
Elbette çok fazla masterclass’e katılmışsınızdır. Sizin müzikal gelişiminiz açısından bu masterclass’lerin önemi ne oldu? Diğer müzisyenlerle etkileşim, müziğinizde nasıl bir katkı sağladı?
Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi, Bilkent Keman Günleri, İzmir TOBAV, Çeşme Uluslararası Müzik Akademisi, Salzburg Mozarteum, Berlin Blackmore Academy gibi birçok kurumda Çiğdem İyicil, Pelin Halkacı Akın, Gülen Ege Serter, Misha Nodelman, Lukas David, Bernhard Hartog, Fedor Rudin, Itzhak Rashkovsky, Mintcho Minchev, Ildiko Zsuzsanna Moog, Florence Malgoire, Christian Altenburger, Ezster Haffner, Tanja Becker-Bender, Latica Honda-Rosenberg, Ayla Erduran, Önder Baloğlu gibi çok değerli hocalarla çalışma fırsatım oldu.
Ayrıca geçtiğimiz yıl Erasmus Değişim Programı kapsamında bir sömestr Hochschule für Musik Detmold’de Prof. Thomas Christian ile çalıştım. Tabii ki hepsinin bana teknik ve müzikal anlamda birçok katkısı oldu. Bu sayede Avrupa’daki önemli müzik okullarında hocalık yapan değerli müzisyenlerle tanışmış oldum, bu hem ileriye dönük yurtdışı planlarım için önemli bir adım hem de Avrupa’daki müzik disiplinini tanımama yardımcı oldu. Klasik müziğin doğmuş olduğu toprakların kültürünü tanımak müzik gelişimime çok fayda sağladı. Ayrıca çeşitli ülkelerden farklı ekollerden gelen katılımcılarla tanışmak ufkumu genişletti.
Kemanın sesini neye benzetirsiniz?
Bence her şeyden çok farklı ve özel bir sesi var, onun sesi benim için eşsiz, herhangi bir şeye benzetmek çok zor ama yine de bazen ağlayan bazen neşeyle coşan bazen sinirlenen, bazen huzurla mırıldanan, bazen de merakla sorular soran bir kız çocuğuna benzetebilirim.
Pandemide müzikal anlamda en çok neyi özlediniz?
Dopdolu salonlarda bizi heyecanla dinleyen seyircilere çalmayı ve alkışlanmayı, sevdiğim değer verdiğim sanatçıların konserlerine gitmeyi çok özledim. Ayrıca hocalarımla yüz yüze çalışmayı ve jüri karşısında sınava girerken yaşadığımız heyecanı bile özledim.
Pandemi dönemini müzikal anlamda nasıl geçirdiniz?
Oldukça verimli geçirdiğimi düşünüyorum. Her zamankinden daha çok keman çalışma fırsatım oldu. Okula giderken yolda geçen süre ve ders aralarında kaybettiğim zamanı da kazandım. Ayrıca bu dönemde her ne kadar boş koltuklara çalsak da CRR, İş Sanat ve üniversitemizin oditoryumunda katıldığım online konserler motivasyon sağladı.
Klasik müzik çalışmalarınız sırasında herhangi bir kurumsal destekten, fon veya burstan yararlandınız mı? Sizce Türkiye’de bu imkanlar yeterli mi?
Çalışkan bir öğrenci olduğunuzda tabii ki burs bulma imkanınız oluyor. Gerek katıldığım seçme sınavı ile gerekse hocalarımın tavsiyeleriyle dört ayrı burstan faydalanabildim: Türk Eğitim Vakfı Üstün Başarı Sanat Bursu, ÇYDD, Başarım Sensin ve Klinik Psikolog Mine Özgüzel’in önderliğinde oluşturulmuş olan Senfoni Grubu’ndan burs almaktayım. Temennim devlet ve çeşitli büyük kuruluşların sanatı ve sanatçı adaylarını daha çok desteklemeleri.
Yurtdışı hayalleriniz var mı? Biraz bahseder misiniz?
Evet Avrupa’da yüksek lisans planım var, hatta sonrasında orada bir orkestrada yer alma hayalim var. Geçen yıl Erasmus programımı pandemi dolayısıyla bir dönem yapabildim. İkinci döneme devam edebilseydim çeşitli okullardaki hocalarla yüksek lisans için kontakt kuracaktım. Okul sınavlarını denemeden önce hocalarla tanışıp çalışmış olmamız önemli bir faktör. Yani ön tanışma olmadan sınava girmek kabul alma olasılığını düşürebiliyor. Hem bu sebeple hem de maddi açılardan ve virüsün yarattığı belirsizlik sebebiyle bu hayalimi biraz ertelemek durumundayım.
Sahneye çıkmadan önce heyecanlanır mısınız? Bu heyecan, müziğinize nasıl yansır?
Her ne kadar soğukkanlı gözüksem de tabii ki heyecanlanıyorum. Ama heyecanımı kontrol edebildiğimi düşünüyorum, performansın ilk birkaç dakikasından sonra gerginliğimi atıyorum ve keyif almaya başlıyorum. Bu heyecan müziğime olumlu veya olumsuz bir etkisi olmuyor, hatta belirli seviyedeki bir heyecanın konsantrasyon sağladığını düşünüyorum.
İlk bestenizi kaç yaşında yapmıştınız? Yeni bestelerinizden söz eder misiniz?
İlk ve son bestelerimi yarı zamanlı eğitim aldığım sırada yapmıştım, bu besteler piyano içindi. Ama tabii ki bir Mozart olmadığım için gayet amatör ve bir çocuğun yapabileceği düzeyde bestelerdi. Doğadan esinlenerek yağmurun şarkısı, kuş cıvıltıları gibi isimler verdiğimi hatırlıyorum.
Keman çaldığınız en sıradışı yer şimdiye kadar neresi oldu?
Uzun bir tatilimizde kemanımı yanıma almıştım ve Adrasan’da gece kumsalda çalmıştım.
Sahneye çıktığınız veya konser izlediğiniz, unutamadığınız konser salonu hangisi oldu?
Cem Mansur yönetimindeki Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası ile iki yıl Avrupa turnelerinde bulundum. Bu sayede hayal bile edemeyeceğim salonlarda çalma olanağım oldu. Berlin Konzerthaus, Prag Dvorak Hall ve Smetana Hall, bir de Varşova Ulusal Filarmoni en etkilendiğim salonlar oldu.
Bir yandan da ÇYDD burslusunuz, dolayısıyla eğitim konusunda yüksek bir farkındalığınız olduğunu düşünüyorum. Kemanınızla birlikte herhangi bir sosyal sorumluluk projesine dahil oldunuz mu?
Öncelikle ÇYDD gibi bir kurumun bursiyeri olmaktan gurur duyuyorum. ÇYDD’nin düzenlediği çeşitli etkinliklerde bulundum. İstanbul Erkek Liseliler Vakfı İlkokulu’nda çocuklara müziği tanıtmak ve sevdirmek amaçlı bir projede yer almıştım. Bir de otizmli çocuklar yararına olacak bir projede yer almayı çok istemiştim ama pandemi dolayısıyla henüz bunu gerçekleştiremedim.
“Vazgeçilmez” olarak gördüğünüz keman virtüözleri kimlerdir?
Anne-Sophie Mutter, Janine Jansen, Christian Tetzlaff, Jascha Heifetz, Henryk Szeryng ilk aklıma gelen isimler oldu.
Her ne kadar kendisi eserlerini piyanoya odaklasa da, Chopin’in yeri müzisyenler arasında ayrı. Peki, kendisinin eserlerini kemanınızda çalar mısınız? Neler hissedersiniz?
Chopin’in keman için eseri yok ama piyano eserlerinin aranjeleri var ben de bir tane çalmıştım. Çok yoğun duygu yüklü bir müziği var, daha çok hüzün vermişti.
Keman hayatınızda kaçıncı öncelik? Kemanınızı kaybettiğiniz kabuslar görüyor musunuz mesela?
Keman şu an için hayatımda birinci öncelik. Çok kıymetli keman yapımcısı Ecevit Tunalı imzalı bir kemana sahibim, bu kemanı elde etmem de maddi bakımdan hiç kolay olmadı bu yüzden ona gözüm gibi bakmaya çalışıyorum.
Kaybettiğimi olmasa da kemanımın yere düşüp kırıldığı bir kabus görmüştüm. Bunun haricinde de sık sık rüyamda konser verdiğimi, sınavlara girdiğimi ve kemanımı bakıma götürdüğümü görüyorum.
Keman çalmayı bir duyguyla tanımlamanızı istersem ne derdiniz?
Bunu tek bir duyguyla tanımlamak çok zor. Ama keman çalarken gerçekten yaşadığımı, var olduğumu duyumsuyorum. Kendimi her zamankinden daha zinde, bilinçli ve güçlü hissediyorum. Keman çalarken hem bedensel hem ruhsal olarak en aktif halimde oluyorum; uzun saatler çalıştıktan sonra o gün belirlediğim hedefe ulaşınca huzur, hoşnutluk ve gurur hissediyorum.
Yeni nesilde kemana olan ilgi sizce ne düzeyde? Bu ilgi daha da artırılmalı mı? Nasıl?
Şu anda aileler sanat eğitiminin çocuğa katkıları konusunda daha bilinçli ve ailelerin pek çoğu çocuklarını mutlaka bir enstrümana yönlendirmeye gayret ediyor. Dolayısıyla ilgi çok daha fazla, özellikle piyano ve kemana. Bu ilgi sadece enstrüman çalmakla kalmamalı, çocuklara iyi bir dinleyici olma alışkanlığı da kazandırılmalı.
Çocukların daha ziyade ilk aşamada piyanoya yöneldiğini, çünkü kemandan erken yaşta uyumlu ses çıkarmanın biraz daha zor olduğunu duyuyorum. Siz bunu nasıl yorumlarsınız?
Çok doğru. Kemanı ilk elinize aldığınızda güzel bir ses çıkarabilmeniz mümkün değil. İlk altı ay yayı ve kemanı tutmayı öğrenmekle geçiyor. Bu da çocukların ilgisi kolay dağılabildiği için sıkıcı bir süreç olabiliyor. Yani en basit bir parçayı doğru bir şekilde çalabilmek için neredeyse bir yıl gerekiyor bu da her çocuğun sabredebileceği bir süreç değil. Oysa piyanoda tuşa bastığınızda doğru ve güzel ses alabildiğiniz için daha motive edici olabiliyor.